Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Aslı Tohumcu 'yok bana sensiz hayat' Yüksek sesle okunacak bir yolculuk masalı man bu dersi almıyor, roman da mutlu bir sonla bitmiyor. Her yolculukta bir masal umudu var mı? Vardır herhalde... güzel de olur aslında öyle olsa. Ama bu yolculukta sert bir masal anlatılıyor. Adnan’ın, arkasında ölüler bırakarak ilerleyen bir adamçocuğun masalı. Adnan da, okuyucu da bu anlatıda bütün derslerden ve umutlardan münezzeh. Sür’ün kendisine ders vermeye kalkıştığı yerde, ‘sen misin bana ders vermeye kalkan’ diyerek onun boğazını sıkan, Cumurkuşu’nun ‘ölümü kabullen’ dediği noktada, ‘ölüm beni kabullensin’ tavrı içinde cinnetini yaşayan biri o. Dolayısıyla yaptığı yolculuk da yıkımdan başka bir yere varmıyor. İçindeki yıkımı sadece kendi içinde yaşamamak, yaşadığı şehre de taşırmak gibi bir fenalık yapıyor. Tamam, kitabın omurgası yolculuk. Peki, çıkış noktası neydi? Yani kitabın çıkış noktası… Genellikle ilk kitapların otobiyografik olduğu söylenir. Ben bunu ikinci kitabımda, istemeyerek de olsa yaptım. Yokluğunu hissettiğim dostluğu, dostumu yazmak istedim. İnsanın kendini anlatmasının gerekmediği, kendini çırılçıplak gösterebildiği bir paylaşımı… Yazarsam bu yokluktan kurtulurum sandım. Ama yalan oldu kurtulmak falan tabii sonunda. Öyleyse bu bir iç yolculuk. Evet, kahramanının arzu ettiği sonuca ulaşmayan bir yolculuk. Adnan’dan, yazar olarak umut ettiği sonucu esirgediğim bir iç yolculuk. Bülbülce, Küstü, Zindankapı Bursa’dan yer isimleri. Romanın Bursa’da geçtiği zaten metinde belirtiliyor. Yazarlarla kimi şehirler arasındaki ilişki her zaman ilgi çekicidir. Bursa ile ilişkin kitabın hangi sırrında yansıyor acaba? On beş senedir İstanbul’da yaşıyorum ve kendini buralı sayıyorum. Ama İstanbul, gözümü kapadığımda sokak sokak, dükkân dükkân, apartman apartman haritasını çizebildiğim bir şehir değil. Oysa Bursa, çocukluğumun, gençliğimin geçtiği şehir. Gözlerimi kapasam da yolumu bulabileceğim bir karanlık oda gibi. Öyle olunca da kenarından köşesinden sızdı kitaba. ‘yok bana sensiz hayat’ bir anlamda masal olduğuna göre, içinde Bursa Kapalıçarşı’nın yer almaması şaşırtıcı. Aslında başlangıçta niyetim; Bursa’yı bol bol kullanmaktı. Ama Bursa kitaba, kahramanların cehennemi, ‘Yürüyerek Çıkamazsın Korusu’ olarak girdi. Bursa benim için bir cehennem mi, hayır... Aşkta, dostlukta boğulan Adnan’ın hikâyesi ise ‘yok bana sensiz hayat’, Bursa da benim ilk dostumu bulup kaybettiğim, ilk ve son aşkımı bulduğum şehir. Kitapta geçen sarı kızı gördüğümü iddia edeceğim şehir, Setbaşı Köprüsü’nden aşağı atlamayı aklından geçiren ve neyse ki atlamayan çocuğu tanıdığım şehir. Azıcık girmiş olsa da romana, Bursa yazarın gönlünde epeyce yer aldı. Adnan’ın Sür’ü öldürmesi ve öfkesinin yoğunluğu dışında önceki kitabın ‘Abis’ ile ‘yok bana sensiz hayat’ arasında şiddete dair ortak bir yan bulamayacak okuyucu. Ama bir bağlantı kurmaya da mı çalışmamalı? Bir yazarın her bir eseri belki de bir bütünün parçaları sayılmaz mı? Cevaplamaya sondan başlarsam… Belki de bu parçaların hepsi, toplamı beni bir bütün haline getirecek şeklinde bakıyorum ben olaya. Umalım da ortaya bir ucube çıkmasın sonunda. Abis’le bağlantısi ise istenirse şöyle kurulabilir: Aşk da şiddet içerir. Bir dövüşme arzusudur aşk; önce âşık olduğun kişiyle, ardından dünyayla. ‘yok bana sensiz hayat’ta bu anlamda şaşırtıcı bir şiddet var… Ne şekilde olursa olsun, şiddetle aramdaki ip kopmayacak sanırım. Hayata öyle bir noktadan bakıyorum, aslında hepimiz bakmaktan öte, öyle yaşamak zorunda bırakılıyoruz hayatı. Gregor Samsa’nın bir sabah hamamböceğine dönüşmesi gibi, ben de bir sabah yataktan Barbie olarak kalkmadığım sürece, şiddeti göz ardı etmem mümkün değil. Çok mutlu bir edebiyatı çok anlamlı bulmuyorum. En azından kendi açımdan ve kendim yaptığımda. Ancak böyle bir edebiyat üzerinden aynı fikri paylaşan insanların varlığını bilmek mutluluk verici... Bu masal yolculuğu ya da yolculuk masalı iki türlü de sonuca varmıyor. Birincisi Adnan umut ettiği yere ulaşmıyor, ikincisi bundan çıkarılan bir ders de yok. Peki, şimdi peş peşe iki soru ile karşı karşıya okuyucu: Bu bitmemiş bir yolcuğun masalı mı, bir yolculuğun bitmeyen bir masalı mı? Bence önemli olan Adnan’ın bir noktadan kalkıp başka bir noktaya gitmesi ve bireysel olarak hiçbir değişiklik yaşamaması, hatta belki daha da kötüye gitmesidir. Böyle insanlar ya da böyle durumlar var hayatta. Kişinin törpülenmediği, ders almadığı, yumuşamadığı, belli bir anlayış noktasına gelmediği durumlar… Bu anlamda Adnan’ın yolculuğu bitti. Bitmemiş, eksik kalmış şeyler muhakkak vardır, dostluk ve aşk anlamında kimsenin yolculuğu bitmez gibi geliyor çünkü bana. Okuyucunun penceresine küçük ama ağır bir taş atıp kaçtığımı umuyorum bu anlamda. ‘yok bana sensiz hayat’taki masal öğelerine gelirsek… Cumurkuşu kuşların hangi türüne dahil? Ne yer, ne içer, nasıl öter? Konuşmayı kimden öğrenmiş? İnsan umutları ile neden ilgilenir? Soruyu; Cumurkuşu kuşların hangi türüne ‘dahildi’ şeklinde düzeltmem gerek. Çünkü o öldü. Ama hayattayken dünyanın en dost türüydü. Çok zekiydi ve öyle insanları severdi, aptallığa tahammülü yoktu. İlk aptallığının bedelini de canını vererek ödedi. Nasıl öterdi sorusuna cilli şıkırtısı gibi diyebilirim ya da ben öyle hatırlıyorum bugün. İnsanların mutluluğuyla neden ilKİTAP SAYI Aslı Tohumcu’yla editörü olduğu kitap eki nedeniyle sık sık kitaplar hakkında konuşsak da, bu defa sohbetimiz daha farklı oldu. Çünkü konuk olarak kendisini seçtim. Bu sohbete konu, Aslı Tohumcu’nun yeni kitabı: "yok bana sensiz hayat". Kitap, önüne geçilmez tek nedenle sona eren; onsuz süren hayatın anlamının eksik kaldığı ve ancak aşkla tanımlanabilen ender bir dostluğu ele alıyor. Konudaki keder, masalsı bir anlatım ve insana ilk bakışta şaşırtıcı gelen biçim özellikleriyle iç içe geçip kaynaşıyor. Satırbaşları ve özel isimlerde dahi büyük harf kullanılmamış. Bilerek atlanmış virgüller, kasten cümlenin orta yerine konmuş noktalar var. Değişik puntolarda harfler kullanılıyor, içerlek paragraflar ve italik pasajlar hemen dikkati çekiyor. SAYFA 24 y ‘ ? Ali Alkan ALKAN ok bana sensiz hayat’ta sanki görsel bir efekt yaratıp metnin etkisine katılmak istenmiş. Böyle yapmaktaki amacın nedir? Aslında kitapta söylediğinden daha belirgin bir görsel etki yaratmak isterdi gönül. Hani eski masal kitaplarındaki gibi küçük küçük, gölge tadında, karakalem desenler... Kitaptaki punto değişiklikleri ya da içerlek kısımlarda bir görsel efekt katma çabası var tabii, ancak okuyucunun hikâyeyi izlemesini kolaylaştırma, okuyucunun dikkatini çekme arzusu da var. Şunu da ekleyeyim, kişisel olarak yazının illustrasyondan destek alması taraftarıyım. Daha şenlikli olur bence edebiyat o zaman. ‘yok bana sensiz hayat’taki imladan da söz etmek gerek. Hiç büyük harf kullanılmamış. Noktalama da yer yer değişik. Bu, benim için anlatması zor, dokunaklı bir hikâyeydi. O yüzden de, küçük harflerle yazıldı; yazarını ve okuyucuyu ürkütmeden azar azar anlatıldı. Harfler bağırmasın, okuyucunun kalbine dokunan yerler olursa, okuyucu onları kendisi yüksek sesle okusun istedim. Tabii şu da var; bu hikâye benim için ne kadar önemli olursa olsun, aslında hayat karşısında bir o kadar önemsiz, bir yanıyla kişisel bir hikâye olduğu için… Biraz da bu yüzden küçük harflerle yazıldı. Romanın bir yolculuk hikâyesi olduğunu söyleyebilir miyiz? İskeletinde bir yolculuk hikâyesi var, evet. Ama… Yolculuklar hep bir dersle biter ve kahraman, hayatının geri kalanında faydalanacağı bir ders alır ya o yolculuktan. Burada kahra ? CUMHURİYET 853