Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yusuf Ziya Bahadınlı'nın TBMM anıları “Meclis’in içinde vurdular bizi” 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi millletvekili olarak TBMM'ye giren Yusuf Ziya Bahadınlı'nın "Meclis'in İçinde Vurdular Bizi" adlı anılar kitabı Bahadınlı'nın meclis anılarını içeriyor. Bahadınlı ile kitabı üzerine konuştuk. ? Kadir İNCESU eclis'in İçinde Vurdular Bizi’ adlı kitabınızın Birinci bölümü’nde; daha çok o zamanın iktidar patisi milletvekilleri için: "İçlerinde bir tane olsun roman okuyan var mıydı? Kuşkuluydum; ‘Okusalardı’ diye düşünüyordum, 'belki biraz daha incelikli, hoşgörülü, biraz daha saygılı olabilirlerdi” diyorsunuz. Biraz açar mısınız? Bu bölümde Nobel Ödüllü Broddsky'den bir alıntı almıştım; şöyle idi: “Bireyin estetik deneyimi ne kadar zengin, beğenisi ne kadar gelişmişse ahlak seçimi o kadar kesin olur, özgürlüğü de aynı ölçüde artar. Daha kötü suçlar vardır. Kitaptan nefret etmek, okumak, bedeli bir ulusun tarihidir." Bu alıntıdan sonra hemen ekliyorum: “... Bu saldırganların önemli bir kısmı, daha çok taşrada yaşayıp da gelişememiş küçük burjuvalarda görülen ilkel, görgüsüz, yobaz, gaddar, kaypak ve aşağılık duygusu ile alıngan türden şehirleşememiş kişiler özelliğini taşıyor olabilirlerdi. Ve sınıf atlama duygusu, arzusu onları sürekli nefret kusan kişiliğe dönüştürmüştü.” tıp, din bilim türünden... Ve Ömer bağırır, "Yakın!" der, "Buradaki kitapların tümünde ne varsa Kuran'da da vardır; olmayansa küfürdür." Bu buyruk, hâlâ geçerlidir ve hâlâ Türk ulusunun etki alanındadır. Kitaplarımda listesini verdim, 19331970 arasında iki bin kitap toplatılır. Meclis'te, bizlere kan yutturan saldırganları bilgisiz, görgüsüz, yobaz ve faşizan duygularla bezeli insanların beyin gıdasızlığı, bu iki bin kitabı okuyamamalarından oluşuyordu bir de! Cumhuriyet tarihimizde kimi cumhurbaşkanının, başbakanın, hayatında bir kez roman okumadığını övüne övüne anlattığını gördük. Kitabın, silahla yan yana getirilerek "suç unsuru" sayıldığı dönemleri yaşadık. Binlerce kitabın korkudan banyo küvetlerinde yakıldığına, toprağa gömüldüğüne; nice okumuşların, okuduğu kitaptan dolayı tutuklandığına, hapislerde yattığına tanık olduk! Oysa kitap ham gerçeği değiştirir, inceltir; hayal zenginliği, rüya renkliliği verir ve ufuk açar insana, bakış açısını genişletir. Sartre, "sokakta gördüğü insanın, bahçedesinde gördüğü maymunun, kitapta tanıdığı insandan, çiçekten, maymundan daha az insan, daha az çiçek, daha az maymun olduğunu" yazar. André Gide'in "Dar Kapı" adlı romanında doğuştan kör olan ve sonradan gözü açılan genç kızdan söz edilir. Her şeyi kitaptan öğrenen gençkız, gözü açıldığında, bahçede gördüğü çiçek karşısında hayal kırıklığına uğrar! İNSAN MALZEMESİ Demokrasi, 'halk iktidarı, demektir ve bunun, yurttaşa karşı sorumluluk içinde olan temsilcilerce yürütülmesi gerekir. Bu duruma kitabınızda biraz farklı bakıyorsunuz gibi geldi bana!.. Haklısınız, gerisini getireyim; demokrasi, toplumsal ve ekonomik farklılığı en aza indiren toplumsal sistem; yani böyle biliniyor, böyle söyleniyor. İfade ve basın özgürlüğü, hukukun özgürlüğü bir de. Bu tarif sınıflı toplumlarda, yönetenler için geçerlidir. Türkiye'de ise kimlerin yönettiği bellidir. Onların da bir bölümü her zaman Meclis'te olmuştur. O Meclis ki, kitapta sergilemeye çalıştığımı haliyle "antikomünizmi ve bir manyaklık derecesine vardırılan Amerikancılığı" önde tutuyordu. Bunların dışında aslolan insandı; her şey insan'la oluşuyordu. Her şey o zor 'var edilen' insan malzemesiyle vardı. Yıllar önce yönettiğim yayınevi bir kitap basmıştı, 'İnsan Nasıl İnsan Oldu' idi adı. İki Sovyet bilim işçisinin hazırladığı ve Türkçeye çevrilen kitap. İlk sözü şöyle başlıyordu: Bu dünyada bir dev var. Bu devin öyle kolları var ki, hiç güçlük çekmeden bir lokomotifi kaldırabilir. Yusuf Ziya Bahadın’lı “Kitabın, silahla yan yana getirilerek ‘suç unsuru’ sayıldığı dönemleri yaşadık” diyor söyleşisinde... ‘M ‘SUÇ UNSURU’ Önemli olan, kişilerin, yöneticilerin kitaptan nefret etmesi, okumayı umursamaması ve sanatı umursamamasından çok, Brodsky'nin dediği, bu durumda bir ulusun etkileşmesidir. Bir ulus böyle oluşuyor. ‘En büyük adam’ etrafındaki kişilerin bu konuda halkına, halklara nasıl kötü örnek olduğunu tarih unutmamıştır. Sözgelimi, Türk halkını giderek daha çok bir zifirî karanlığa gömen etkilenmenin baş sorumlularından Halife Ömer'in tavrı bugün bir matematik kuralı gibi önemini korumaktadır. Halife Ömer, İskenderiye Kitaplığı’na uğrar. Kitaplıkta 500 bin kitap vardır: Felsefe, retorik, geometri, aritmetik, astronomi, ahlak, müzik, SAYFA 10 Bu devin öyle ayakları var ki, günde binlerce kilometre koşabilir. Bu devin öyle kanatları var ki, bulutlar üzerinde, kuşların çıkamadığı yükseklikte uçabilir... Sonunda yazının: “Kimdir bu dev? Bu dev insandır. Acaba insan nasıl dev oldu, nasıl dünyanın efendisi oldu?” Meclis'teki o 'saldırganlara' bakarak, sormuştum kendi kendime: "Bu insanlar nasıl cüceleşti? Oysa insan cüce doğmuyordu?' İşte böyle sevgili Kadir İncesu, insanı 'dev' de olsa, cüceleştiren düzenin adına 'kapitalizm' deniyor. Devletiyle, hükümetiyle, meclisiyle, bürokrasisiyle, okullarıyla, üniversiteleriyle, patronuyla, ağasıyla, şeyhiyle, müritiyle, cemaatlarıyla, camileriyle, hacı ve hocalarıyla, emperyalizm adlı arabasıyla o devi kullaştırıyor, köleleştiriyor, beş paralık bir cüceye dönüştürüyor. “Meclis'in içinde bizi 'vuranlar' konuşmuyordu, düşünmüyordu, durmadan vuruyordu. Bu insanlarda ne 'düşünme' vardı, ne 'konuşma'; ne 'tartışma' vardı, ne bir 'incelik', ne bir 'insanlık!” Kitabın bir sayfasında devam ediyorum: “Kimi öğretmendi, kimi avukat, mühendis, tüccar. Köy ağası... Ne idi bu öfke, bu nefret, bu kin, bu kabalaşma...” Bakiye sistemiyle Türkiye İşçi Partisi 15 milletvekili çıkardı. Daha sonra iktidarlar bu sisteme muhalefet edip seçim kanununda değişiklikler yaptılar. (Baraj sistemine geçildi.) Bu tavrı 'sol'a karşı değerlendirebilir miyiz? Tabii ki... Bütün partiler (CHP de dahil) işbirliğine giriştiler. 1965 yılında 170. 000 oy alarak 15 milletvekili çıkarmıştık. İşbirliği sonucu seçim kanununda değişiklikler yapıldı. Sonraki dönemde de aynı miktarda oy almamıza rağmen, bu sefer Meclis’e 2 milletvekiliyle girebildik. Kısaca bütün Meclis’in muhalefette ortak noktasıydık. ? Yusuf Ziya Bahadınlı / Meclis’in İçinde Vurdular Bizi / AsyaŞafak Yayınları / 224 s. KİTAP SAYI 876 CUMHURİYET