28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

JeanFrançois Elberg'den 'Çocuklar Koğuşu' Hani melekler çocukları korurdu... Çocuklar Koğuşu insanın ruhuna hançer sokan bir kitap. Ama ne ilk ne de son. Bu savaşlardan geriye kalan çocuklardan gelecek beklediğimiz sürece, o çocukların çok değil, yirmi – otuz yıl sonrasının liderleri olacağını düşündükçe buna benzer kitaplar yazılmaya devam edecek. ? Meliha AKAY irminci yüzyılın ortalarına doğru yaşanan, insanın uygarlık tarihinin tam ortasında iki kara delik açan dünya savaşlarından sonra yalnızca sınırlar yeniden çizilmekle kalmadı, kitaplar yazıldı, filmler çekildi, belgeseller yayımlandı... Hemen hepsi de neredeyse insanlığın ibret alması ve bu kıyımın bir daha yaşanmaması inancına dayalıydı. Asırlar değil sadece yıllar geçti üzerinden… Okudukça, izledikçe nutkumuz tutuldu. Vahşeti yapanları dînimizi, milliyetimizi bir yana bırakarak salt insan kimliğimizle lanetledik. Bir daha yaşanmaması için her dilden aynı Tanrı’ya dua ederek sardık yaralarımızı… Zirveler, konferanslar, deklarasyonlar birbirini izledi. Şiddetten, kıyımdan, cehennemi bir dünyadan uzak insanca yaşanabilecek yeni bir dünya idi hayal edilen… Bir yanımız bu amaç uğruna didinirken öbür yanımız dünyanın köküne dinamit koyacak sistemleri bulup buluşturup önümüze sürdü. Çabuk, çok çabuk unutuldu acılar. Son yıllarda Ortadoğu’dan başlayarak bütün dünyayı sarmaya başlayan ateşi gördükten sonra " Olacağı buydu!" demekten başka bir cümle kuramadım ne yazık ki… Agora Kitaplığı’ndan çıkan "Çocuklar Koğuşu" adlı kitabı sarsılarak, insanlığımdan utanarak okudum! Bir gözüm, İkinci Dünya Savaşı yıllarında hekim olduğu için toplama kampında görevlendirilen, bulaşıcı hastalık gerekçesiyle çocukları toplama kampından uzaklaştırarak hayatlarını kurtaran doktorun yaşamöyküsünde, bir gözüm de Ortadoğu’yu kavuran yangındaydı. Yaşanan onca yıkımdan ve acıdan sonra, yirmi birinci yüzyılın ilk savaşına, burnumuzun dibindeki savaşına tanıklık etmek, eli kolu bağlı kalmak, daha da ötesi dünyanın seyirci kaldığını görmek tarihten önce insanın varoluşunu yeniden sorgulatıyor. Filistin ve İsrail sorununa ışık tutan Paralellikler ve Paradokslar’ı (Edward Said, Daniel Barenboim, Agora Kitaplığı, Haziran 2006 ) okuduğum günlerde İsrail Gazze’yi bombalıyordu. Şimdi de Lübnan aynı sonu yaşıyor, Elimdeki kitap Nazilerin Yahudilere yaptığı kıyımı bir doktorun ve bir çocuğun gözünden anlatıyor. Salt Yahudi olduğu için bir toplumu yok etme yarışına girenleri nasıl lanetlediysem, şimdi; yer değiştirerek savaş sahnesinde yerini alan, bu acıyı yaşamış olmasına karşın acımasızlığını çekincesiz ilân edenleri de iki kere lanetliyorum. Kitabı okudukça, Ortadoğu’daki masum çocukları bombalayanların kitapta anlatılan vahşeti yaşayan bir toplum olması kitabın kapağını kapattırıp bir kez daha düşündürüyor. ve sormadan edemiyorum: İnsan; bir daha dönmemek üzere mi çıkmıştı insanlıktan? Onca çabaya, onca umuda, onca uğraşa karşın neden olmuyor? Amerika’nın deniz aşırı vilayeti niteliğindeki İsrail’in; birdenbire olmuş gibi görünse de, aslında çeyrek asırdan fazla bir zamana yayılmış planının bir parçası olan saldırıları birilerinin meşru gösterecek bir açıklaması ve gerekçesi var mıdır? Bir ülkenin, bir siyasetçinin, akıldan başka bir tanrı tanımayan yöneticilerin bir kez olsun yüreğini, duygularını bu aklın yanına koyup harmanlayacak gücü var mı? Acımasız bir yaratığa dönüşmek için mi akıl almaz bir hızla aşıyoruz yüzyılları ? Kitapta anlatılan sayısız çocuktan biri olan Jean’ı, kömür karası gözleri aklımdan silinmeyen Ortadoğulu çocukları melekler neden korumadı, neden korumuyor? İDEOLOJİLER MASUM MU? Çoğu yerde beni köstekleyen kötü çeviriye karşın, Jean François Elberg’in anı kitabında henüz ilk sayfalarda yer alan bir satır kafamdaki sorulara ışık tutabilecek nitelikteydi. "Yahudileri katletmek yeterli değildir. Başka şeyler icat ederek çok okuyan bu Yahudilere karşı durdurulması imkânsız bir ordu kurmayı düşünüyorlardı. Gerçek bir engel de, Yahudilerin çok az kısmına okuma imkânı sağlamak olabilirdi." Ne yazık ki bu uygulama yalnızca sözü edilen toplum için değil, bütün insanlık için yapıldı!...Çağa damgasını vuran görselliğin insanı okumaktan nasıl alıkoyduğunu evirip çevirip tartışıyoruz. Bilinçlenme ve düşünmeyi öğrenme adına derken aslında elimizi kolumuzu bağlamanın, aklı / belleği iğdiş etmenin en kolay yolu insanı okumaktan men etmek değil midir? Ya da az önceki sözümü bir kez daha yinelersem; duygudan yoksun bırakılmış bir akılcılığın şaheseri olan ideolojiler masum gösterilebilir mi? Artık kanıksar hale geldiğimiz acımasızlığın, gaddarlığın dünyanın cehenneme çevrilmesinde hiç payı yok mudur? Geldiğimiz nokta ile övünmek yerine; süt kokusundan önce barut kokusu tanıyan çocukları gördükçe, ortaçağ arenalarında izlediğimiz ilkellikleri alkışlayan, salyasını akıta akıta, ‘öldürr’ diye tempo tutan insandan ne farkımız var diye düşünebilecek miyiz? Solo bir anne olarak, kitapta adı geçen çocukların trajedilerini okurken ağustos sıcağının da etkisiyle "Önüm arkam, sağım solum kıyım; Tanrı neredeysen ortaya çık!" diye çığlık attığımı itiraf etmekte bir sakınca görmüyorum. Kitapta anlatılanlar yetmiyormuş gibi; ölen, yaralanan, savaş artığı örselenmiş çocukların görüntülerinin yer aldığı haberleri izledikçe aklımın yerinden oynadığını hissediyorum. Her şeye karşın insanın çökerttiği bir dünyayı yine insanın kurtarabileceği umudunu korumak, inanmak istiyorum. Bunları düşündüğüm anlarda kitabın ilk yarısında bir yerde okuduğum bölü Y belgeleyen Picasso’yu eğer birazcık olsun algılayabilseydik, unutup gitmek yerine belleğimize kazıyabilseydik, üzerinden sadece 69 yıl geçmiş savaşın benzerini bugün yaşıyor olmazdık! İkinci Dünya Savaşı’ndaki vahşetin aslında bir gecede, anlık bir kararla başlamadığını, adım adım nasıl gelindiğini anlatan Jean François Elberg’in ince duyarlığını birkaç satırda bile yakalamak olası. 1940 yılı için işgalciler için, "Henüz çok kibar olduğu yıllardı" derken nasıl da iç burktuğunu bilmem kendisi biliyor muydu? Çok uzun diye nitelediği sonbahardan önce, ağustos sonlarına gelindiğinde ırkçı hareketleri yasaklayan Marchandeau kararnamesi çoktan yürürlükten kaldırılmıştı. Kibarlık artık yavaş yavaş bir kenara bırakılıyordu. "Gürültü, ağlamalar, emirler, havlamalar içinde yeni bir çocuk konvoyu daha kampa katılıyor. Drancy kampında, çocuklara davranışların yarattığı korkuya yeni bir korku ekleniyordu. Ailesinden koparılmış yüzlerce çocuk ağlıyor, bağırıyordu. Gülünç bir masumiyet sahneleniyordu." ÖRSELENMİŞ ÇOCUKLAR... Kitapta yer alan on yaşındaki bir çocuk, kamptaki yüzlerce çocuk, ölen binlerce çocuk, rastlantı sonucu hayatta kalmış olsa bile bir yığın yaralı, örselenmiş çocuk…Savaşların değişmez görüntüsü…Kitabın konusu olan Yahudi karşıtlığı ekseninden bakarsak eğer; bu nefretin mucidi ne Hitler’di ne de onun gibi düşünen diğerleri…Öncesinde de vardı, sonrasında da. Nedensiz bir sonuç yoksa eğer, kökü nereye kadar gidiyordu? Hepimizin bildiği gibi tek Tanrılı dinlerin çıkışına… Museviler ve Hıristiyanlar arasındaki karşıtlığı anlatmak değil amacım. Dünya tarihinde ayrı bir yer tutan tek Tanrılı dinlerin çıkışından bugüne olup biteni gördükten sonra söylemek istediğim başka bir şey var. Hangi semavi dinde olursa olsun, benim inandığım Tanrı’nın ne bir ırkı üstün kılmak için taraf tutacağına ne de ötekinin onu yok etmesi için buyruklar vereceğine zerre kadar inanmadım, inanmıyorum. Eğer sayısıyla / sırasıyla emirler, buyruklar vermişse bile bunların yine bir ‘insan’ aracılığıyla değişime uğratıldığını, insana özgü bir bencillikle çıkarları doğrultusunda kullanıldığını düşünüyorum. Çocuklar Koğuşu insanın ruhuna hançer sokan bir kitap. Savaşlardan geriye kalan çocuklardan gelecek beklediğimiz sürece, o çocukların çok değil, yirmi otuz yıl sonrasının liderleri olacağını düşündükçe buna benzer kitaplar yazılmaya devam edecek. Bildiğim tek gerçek bu! ? Çocuklar Koğuşu/JeanFrançois Elberg/Çev: Cengizhan Yiğitler/ Agora Kitaplığı/ s.176/ 2006 KİTAP SAYI 869 Jean François Elberg’in ‘Çocuklar Koğuşu’ insanın ruhuna hançer sokan bir kitap. mü anımsadım. 1937 yılında İspanya’da, Guernica’da Almanların silahsız sivil halkı bombaladığı, hemen ardından da Franco ve Faslı yandaşlarının Bilbao’ya girdiklerini anlatan bölümde birden duraksadım. İspanya’nın değil, aslında Picasso’nun Guernica’sı diye yazılmalıydı diye düşündüm. Birkaç saat içinde yerle bir edilen bir kasabadan geriye insanlığın utancı olarak kalan resmin önünde tüyleri diken diken olmadan durmayı nasıl başarabiliyoruz? İnsan ve hayvan ayrımı yapılmaksızın kurban edilmesine karşı, bugüne kadar yaşanmamış, denenmemiş bir düşünce, bir duygu geliştirebilseydik şimdi aynı acılar katlanarak yaşanmazdı. Savaşın yarattığı vahşeti ve acıyı kasabanın adını taşıyan duvar resminde SAYFA 8 CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear