22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

ADNAN BİNYAZAR Ayfer Tunç'un Aziz Bey Hadisesı adlı öykü kitabını okıımaya başlarken kitaba ad olan bu öykünün bile onun 'yazı' dünyaşını kavramaya yeteceğini sanmıştım. Öylc olmadı. Klasik kurgusuyla roman olmaya da elverişli bu öykü, kitaptaki öbür öykülerin de kapısını araladı. Mağara Arkadaşları'nın gerçekçi dünyasının kapısını da... Tunç, öykülerini soy yazarlarda görülen bir 'bütünlük' içinde geliştiriyor. Bu 'bütünlük' yalnızca kendi öyküJeri arasında geliştirdiği dilsel beğeniden ya da thema uyıışumundan kaynaklanmıyor; Tiirk öykücülüğünün gelişim çizgisinde yarattığı süreklilikten de doğuyor. Sanatçı, geçmişinden, çağından ya da geleceğe yönelik arayışlarından soyutlanarak değerlendirilmemelidir. Bu yüzden, sanatsal bir çabanın iirünü olan öykü de, insanoğlunun bir anadan doğması gibi, oluşumlar geçirerek, yaşamsal ve yaratısal kaynaklardan beslenuiğine göre; öyküsel anlatının geçmişinde olaruarı algılayın bir sonuca varmadıkça, sanatçılığıyla öne çıkan bir öykücünün nesnel ölçülerle, ancak bu bağlamda ele alınabilir. Kuşkusuz sanatçı gökten inmez; ama sanatçının gökten indiği var sayılsa bile, o, ortaya koyduğu ürünüyle, bütün gök kadarının izini taşımalıdır. Bu, sanatçı olarak öykücünün, o güne dek yapılmış olanların ayrımında olması biçiminde yorumlanmalıdır. Sanatçı iz sürmelidir; onun da izi sürülmelidir. Ayfer Tunç, özgün görünme adına oradan buradan kapmacılardan değil, iz süren öykücülerden. Bir öykücüdc, öyküsel serüvenimizin her aşamasının izlerini saptamak geniş bir araştırmanın konusu olabilir; ama, Tunç'un öykülerine çözümleyici bir yöntemle, özellikle kişi yaratma açısından bakıldığında, onun, çağdaş öykü sanatının önemli bir yazarı sayılan Halit Ziya Uşaklıgil'den başlayıp, bu alanda kök salmiş Sait Faik'e, Oktay Akbal'a, Haldun Taner'e, Adalet Ağaoğlu'na, Bilge Karasu'ya, hatta Adnan üzyalçıner e... öyküyü çok yalundan izlediği görülür. Halit Ziya Üşaklıgili'in 'umuda yolculuğa çıkan' bir kişüik kazandırarak var ettiği "Ferhunde Kalfa"sı ile Tunç'un, hüznüne sığındıkça darbe yiyen "Aziz Bey"i arasında bir bağlantı var. tkisi de, başlangıçta her gün yüreklerinde umut yeşerten, bir aşamadan sonra bu umudu yitirmenin sancısını çekerek 'çöküş'e doğru yol alan kişilerdir. Bir sanatçı üzerine yorum yapılırken karşılaştırmalara girme, onda başkala rıyla benzerlikler kurulduğu, birtakım ctkiler arandığı gibisinden yanlış bir ka nıya yol açabiliyor. Oysa benim amacım, Tunç'un öyküsündc bir ctkiden söz açnıak değil; bir toplumun öyküsel serüvenini izlemeden ortaya sağlam bir öykü konulamayacağını vurgulamaktır. Hangi dalını ele alırsanız alın, edebiyat geniş bir bilgi ve gözlem alanı, yoruma sinırşız ölçüde elverişli bir görüş açısı ister. Öyküde, bir duygulanım anını anlatırken ölçüyü kaçırmak, ilginçlikler avına çıkmak, çarpıcı betimlemelerle göz boyamak, özgün görünme uğruna öykünmeciliğin tuzağına düşmelc... yazarı düs kırıcı sonuçlarla karşilaştırabilir. Öykü, kuşkusuz, duygulanma, ilginçlikler, özgünlük, betimleme, daha başka birçok şeydir; ama hepsinden baskını, yazarın, anlattıklarma beğenisel bir düzey kazandırmasıdır. Bu diizeyi tutturmıış yazar, o alanda yazan başka bir yazarın peygamberine bile öykünmez; ona da kimse öykünemez. Soy yazarların baş özelliği de, 'öykünmeyen ve öykünülemeyen' olmalarıdır. Ayfer Tunç, öyküsünü, öyküyü oluşturan öğeleri savsaklamadan oluşturuyor. Insanı çağdaş duyarlığın vardığı bir acıSAYFA 6 Aziz Bev Hadisesi ma duygusuyla kavrıyor, onun değişen yaşam koşulları içindeki tükenişini bu bütünsellilc içinde yansıtıyor. Salt öykülemenin (tahkiye) büyüsüne kapılarak, kuru tanıklıklarla, dış gözlemsef görüntülerle yapmıyor bunu; öykülerini bir ozanın gizli yüreğiyle derinleştiriyor. Kurgu ve içerik yönünden çağdaş arayışların dışında kalmamakla birlikte, özgün görünme adına 'insan' öğesini bir yana itmiyor; tam tersine, bütün çabasını insanı sanatsal bir varlık olarak yaratma yolunda gösteriyor. Tunç, gerçeği kurgusallıkla sıkıştırmıyor. Öykü, yazarın kendi dısında tasarladığı bir dünyayı kendi içiyle yazmak ıse, Tunç'un yaptığı geniş ölçüde budur. Mağara Arkadaşları (1996) ve Aziz Bey Hadisesi (2000) adlı kitaplan, bu gelişimin bir örneği olarak okunmaüdır. Bu yazıda, öykücülüğümıizde adından hep söz edilecegi kanısıyla, özellikle Aziz Bey Hadisesi üzerinde durarak Ayfer Tunç'un öykü dünyasına yaklaşmaya çalışacağım. sını söylüyordu. Artık Aziz Bey'in tamburundan sızan hüzne yer yoktu. Çağ, duyguların ölümüne tanık oluyordu; bir öykücü olarak Ayfer Tunç, hemen bütün öykülerinde, bu 'ölüm'ü görüyor, bunun.yarattığı hüznün ardına düşüyordu. Ölen, kimi yerde Aziz Bey, kimi yerde Vuslat, kimi yerde bir apartman, kimi yerde, "Mağara Arkadaşları"nın Ayyaş Yazar'ıdır; bclki 'yazar'ın kendisidir. Tunç, anlatımsal atraksiyonlarla girişmiyor bu işe; düz, alışılmış bir anlatımla, öyküyü bilinen ölçülerin dışına taşırarak 'insan'dan uzaklaştıranların önüne biryazma modeli koyuyor. Bu model Don Öuijote'lerden bu yana insanı sanatsal bir varlık olarak yaratmanın evrensel savaşımıdır. Kurgu, Tunç'un yaratıcı yeteneğinde doğal bir yapı gösteriyor; "Kırmızı Azap" öyküsünün dışında, Tunç'un kurgusal biçimlemelerle çok fazla uğraştığı söylenemez. Gene de, sanatsal gerilimi art alanlara itecek öykü dışı hiçbir öğeye yer vermiyor. Onun öyküsünde kurgu,.yaşamdan süzülenle anlam kazanıyor. Öyle ki, öyküsel anlatı kurguyu kendiliğinden biçimliyor. Öyküsel anlatının ucu bulununca, kurgu, kişi betimlemeleri, iç ve dış gözlemler, gerilim, yorum, yargı... her öğe kendi yerini buluyor. Ayfer Tunç'un öykülerini sarmalayan anlatımsal yoğunluk, onun, şiirde olduğu gibi, 'dil içinde yeni bir dil' yaratmasıyla gercekleşiyor. Örneğin Aziz Bey'in tamburla ilişkısi anlatılırken, o bir 'tamburi' olarak betimlenmiyor; "Kader itti onu bu yola. Uzun ve gölgeli hikâyesinin bir yerinde tamburueüneyapıştıkaldı." (s. 10)denerek 'uzun ve gölgeli' soyutlamasıyla betimleme, bir iç gözlem öğesine dönüşüyor. 'Onu bu yola kaderin itmesi' yargısı da, bir soyutlama olarak dondurulmuyor, ardından şu açıklama geliyor: "Aziz Bey'in babası (dededen yadigâr kalan/AB) bu tamburun kadrini bilemedi. Bilmek de istemedi zaten tellerine nelerin sindiğini. ...Aziz bey daha gözleri çipil çipil, ournu sümüklü bir çocukken, evi alt üst ettiği zamanlarda, dolabın üzerinde, öylece unutulmuş, tozlanmış tamburu buldu." (s. 11). Tambur onun tutkusuydu, hüzünlü şarkılarının can Antaömsal yofiunlı* "AztzBey Hatttmr Ilk bakışta, özellikle de "Aziz Bey Hadisesi" başlıklı öykü, alışılmış, filmlerde yüzlerce kez denenmiş kurgusuyla sıradan bir anlatı etkisi yaratıyor. Aşk uğruna yollara düşmeler, değişen ortamlarda çürüyen aşklar, acıma duygusuyla kurufan evlilikler, ölmeden kendi içinde ölmeler, hüzünlü şarkılara sığınan bir ruhla neşeli şarkılarla avunanların arasındaki gerilim ve Aziz Bey'in istenen şarkıları çalmadığı için en yakın arkadaşı ta rafmdan meyhaneden kovulması, bunun, kovanda (Zeki) yarattığı iç çöküntü... Daha da önemlisi, insanın, inanetinden ve utancından dolayı, içindeki haklılıkhaksızlık bocalamaları... Bir gün, Çiçek Pasajı'nda, ondan bir iki şarkı istensin diye içkicilerin gözüne bir köpeğin yalvarıslarındaki ezikliklc bakan, bedeni zayiflıktan virgüle dönmiiş kemancıyı tanıyınca, Ayfer Tunç'un iç gözleınlerindeki derinliği kavramış, sanatsal bir yaratının iırünü olan Aziz Bey'i görmüş gibi olmuştum. Aziz Bey, "Ruhunda sürüp giden kederli yolculuğa şasmaz bir vefayla bağlıydı" (s. 63), ama dünya değişmişti; kimsenin 'melâlı anlamayan' gençlere bir diyeceği kalmamıştı; meyhanelerde herkes kendi şarkı yoldaşıydı. Onun için, Maryam'a beslediği aşk nasıl "kör bir göz, felçli bir sağ kol, tekleyen bir kalp gibi, ona hep acı verdi, ama onunla birlikte yaşadı" (s. 13) ise, tambur da, onun yükselişinin ve çöküşünün titreşen ibresi oldu. Ayfer Tunç'un kişileri Tunç, anlatılarında olay öykücüsü olmaktan çok, kişi yaratıcısı olduğu izlenimi veriyor, değişim süreci içinde, bir yükselişçöküşyitiş gelgiti görünümünde yaşarlar. Bu öykülerde insan, mutluluğu yakalama yolunda hep bir yıkılış'a doğru ilerler. Bu kişilerin ruhlarında Prometheuslar'ın, Sisyphoslar'ın serüveni dolaşır durur. Tragedyalarda olduğu gibi, insan, yarattığı Tanrı düzeyinde de olsa, saraylarda, konaklarda da barınsa, ya da gecekondu çöplüklerindeki bidonların içinde yaşamın varlığını solusa, yazgı bu! Maryam'ın gözlerine bakmıştı o; "Gördüğü şey bir çift göz değil, onu sıcak, ama karanlık ve esrarlı bir âlenıe çağıran tuhaf bir yazgının ilk işaretidir." (s.14). Aziz Bey in flerleyişi sevgi'ye doğrudur; oysa ilerledikçe, omuzlarında dünyayı taşıyıp doruklara ulaştırma çabası gösteren Sisyphos, yüreğini kartalların paraladığı Prometheus gibi, kendi içinde yıkımını hazırlar. Hüznünün onurunu koruma uğruna, şarkı isteklerini karşılaması için p>eçeteye para iliştiren müşterilerin peçetesini lime lime edip yüzlerine çarpan tambur üstadı Aziz Bey, meyhaneden kovuluşunda (s. 7071), sanki ölümlü bir Tann'nın sonunu yasar. Her çağda Tanrılar uzun soluklu atlarını kırbaçlarken, yaşaması ölmeyecek kadar bir kapitalc bağlanmış insan, önüne üç beşparça atı larak kandırılmış bir ölümlü Tanrı yerine konrauş, yükselişçöküş çelişkisi için de aldatılmıştır. Çağımız, insanın bu aldatılmışlığının doruklara çıktığı bir ihanetc uğruyorsa, bunun tanığı 'yazar' olmalıdır. Ayfer Tunç'un gönüllü tanıklığında bu sortımluluğu aramak gerekir. Ayfer Tunç'un öykülerinde, yazarın biryorurnu olarak, aeğişim yazgıyı yenemiyor. Örneğin Aziz Bey, onda 'annesini bulduğu' karısı"Vuslat'ın çizgiler arasında kaybolmuş hareli gözlerinde keder gördu. ...Aziz Bey alt perdeden bu seste, sesin solgun tonunda ve yemeği sofraya getiren karısının yorgun adımlarında annesini buldu, ürperdi." (s. 53). Aziz Bey, kalkmak için koltuğun kollarını kavradığında gözune ilişen, babasının elleridir. Zulmeden babasıyla kendi arasında, zulme uğrayan annesi ile Vuslat arasında bir yazgıbağı vardır. "Konsolıın aynasında yüzünü gördü. Aynı açık alın, sert hatiar, keskin bakışlar. Elini saçlarına götürdü, kolunun nareketınden aynaya yansıyan yinc babasıydı. Geriye doğru taranmış, gümüşsü saçlarına dokunan parmaklar onundu. Bir zamanlar yüzüne kapıyı çarpıp terk ettiği adam içine girmiş, orada sessizce ve yıllarca yaşamıştı." (53). Aziz Bey, sonunda uğrayacağı yenilginin bilinçsizliği içinde, Sisyphos gibi, doruğa tasıyacağı küre'yi omzuna alırken, Vuslat daha başta küre'nin onu ezeceğini anlamıştır. Vuslat'ın ölümü, bir kadının ölümü değil, ta baştan kendi ni hava gibi, gaz gibi uçııculaştırmış sessizliğin ölümüdür. Vuslat, "bitmekte olan pilin radyoya daha az ses verdirmesi gibi" (s. 57) erimişti. Yazgısına boyun eğerek, ölmeden ölmüş bir 'mütevekkil', kadının değişmez tarihidir. "Soğuk Geçen Bir Kış" öyküsündeki adam da "Yok olmak, hamamda durmadan CUMHURİYET KİTAP SAYI 600 Değişlm va yazgı OyKiinfneclHğtn tuzağı Ayfer Tunç. özgün görünme adına oradan buradan kapmacılardan değil, İz suren öykücülerden.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear