Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Mehmet Ergüven'den "Görmece": Görüntü dünyasının cazibesi ve muglak suları MEHMET YILMAZ * J eanPaul Sartre, Giacometti'nin heykelleri için yazdığı bir metinde "ne yapmak istediğinı sadccc o bilir, biz bilmeyiz; ama öte yandan, ne ortaya koyduğunu biz biliriz, o bilmcz" dcr. Giacometti'nin sanatını bahane ederek söylemişse dc, Sartre'ın bu görüşü ashnda bir genellemedir. Sanatçı bir cscr için yola çıkarken, elbette, kafasından geçenleri karşı taraf (izleyici, sanat tüketicisı) bilemez). Ne var ki, escr bittiktcn ve karşı tarafla buluştuktan gösterildikten sonra işin rengi değişir. "Biten iş" sanatçının ilk yola çıkışında lcafasında canlandırdığı şey değil dir zaten. Sanatçıya rağmcn vc sanatçıyla birlikte belli bir olıış sürecinden gcçerck görünür hale gelen, başlangıçta sanatçının sadece kencıi içindegörebildiğioilk ımge, arük sürpriz bir nesnedir. Bu, hem izlcyici öteki nem de sanatçı için böyledir. Sanat eseri bir birey tarafından yaratıldığı için özneldir; ama aynı zamanda, o bircy "toplumsal ilişkilerin toplamı"ndan bir öz taşıdığı için (Marx), sanat eseri nesneldir. GöstePdiğin, nördüâün kadartlır Belli bir sanatsal biçim vc o biçimi görme okuma yollan niçin başka bir zamanda değil de, tarihin belli bir döneminde ortaya çıkar? Mondrian, bizim bildiğimiz Mondrianolarak, 15.yy'dadoğmıışolsaydı yine bildiğiıniz rcsimleri mi yapardı? Bu olanaksız ya, haydi yaptı diyelım, resim alıcı ve izleyicileıinin tavrı ne olurdu? Bunu hayal gücünüze bırakıyorum. "Her sanatçı kendisinin bağlı bulunduğu optik olanakları hazır bulur" der Wölfllin. Ay nı durumun izlcyici vc dcğcrlendirici icın de geçerli olduğunu söyleyebiliriz; onlar dafıazırbulurölçütlerini. 'Yapan"veyapılan hakkında kafa yoran", "görmeye çalışan" taraflar hcrı/ötcki bir bütünün parçalarıdırlar. Her iki taraf da kuşkuyla bakar karşısındakine. Yapan, "madem bunu ben yapüm, o haldc nc olduğunu, ne içerdiğini benden iyi kimse bilemez" dive hırçınca böbürlenirken, ötekine kulak kabartmadan da edemez: "Acaba ne düşünüyor, ne görüyor ? ". Tavsiyeleıi görüşleri dikkate alınan bir eleştirmene, sanat kuramcısına ya da bir sanatçıya bir katalog yazısı yazdırmasının ncdcni, abcı ile aradaki bağlantıyı kurmak, satışı arttır mak, görüşlerini mcrak ctmck mi, yoksa, kendi yaptıklarını söz dilinde ifade edemenıek mi? Bazı sanatçdar bunlarla bizzat ilgilenmezler; birlikte çalıştığı sanat tacirleri onlann yerine oluştumrıar ortam (piyasa?) icin gcrckcnlcri. Bir resim getirin gözünüzün önüne. Ta nınnıış bir resim (örneğin, Cjuernica) olsun bu. Öyküsü: Ispanya Iç Savaşı daha padamadan, Picasso, Fransa'da büyük ve etkili birçalışmanın düşünü kurmaktadır. Henüz nc yapacağına karar vermemiştir. Savaş patlar. Derken, tam o sıralar, Fransa'da açılacak uluslararası bir sergide İspanyol pavyonu için Picasso'ya bir sipariş verilir. Bu üç rastlantının (savaş, sipa ri^ vc sanatçının zaten var olan rıtycti) bir araya gelmesi Guemtcayı doğurmuştur işte. Savaş olınasa da Picasso yinc etkili vc devasa bir resim yapacaktı belki; ama ortaya çıkan konıpozisyon Guernica olmayacaktı. Ogünekadardünyadaki diğersavaşlara vc politikaya kayıtsız kalan Picas so, milliyetçi duyguları yüzünden Fransız Komünist Partisi'ne üve olmuştur. Bu da işin biı başka boyutu. $iındi gclelim Sartre'ın önermesine: "Sanalemın ortaya koyduğıı şeyi ncsnc'yi kendisinin bilmedığini, ancak, dışarıdan bakanların bilebileceği" saptamasından bahscdiyoruz. Escr tamamlandıktan sonra, duygusal bir bağ dan başka, sanatçıyla hiçbir bağı kalmamıştır. Yapıt, diğer insanlar için olduğu gibi, sanatçı için dc bir nesnedir artık; o noktadan (göbek bağının kopmasından) itibaren diğer insanlar tarafından yapılntaya, içerik yüklenmeye başlanmıştır. Bu CUMHURİYET KİTAP SAYI 462 tiuernca'nm doğuşu noktada sanatçının, sanatçı olarak yapa cak pek bir şeyi yoktur; çaresizdir anla yacagınız. Açıkçası, sanatı "yapan" ta raitaki yerini terk edip "gören" tarafa geçmiştir zorunlu olarak. Kompozisyon şeması, seçilen figürler, figürlerin gösterilişi, bütün bunlar belli bir noktaya kadar etkileyebilir, durdurabilir insanları. Ne çare! Yoruınlar ve uydurulan hikâyeler azgın bir sel gibi onları da önüne katıp çoğalarak devam edecektir. Bu durum, sanatçının "dışavurduğu (demek istediği şey)"den apay rı bir yöne gittiği için can sıkıcı olabileceği gibi, yapıtın gittikçe ço^alması ve zenginleşmesı anlamına geldıği için sevindi ricidir de. Baktığınız açıya baglı. "Görmece" adlı kitabında, sanat eseri nc bir görcn olarak yaklaşan Mehmet Ergüven, aynı zamanda ona katkıda da bıılunuyor. Sanat eseri karşısındaki ıhtidarh mn vc acztnin farkında olduğunu itiraf ediyoryeri geldikçe: "ÖlülerAaau"y\a ne yi anlatmak istediği sorusuna Arnold Böcklin'in verdiği yanıt tarihe geçecektır: 'Ncyi görüyorsanız onu. Resim yapıyorum, bulmaca değil. (...) Cıerçektc dış dünyadaki karşılıöını kolayca algılayabileceğimiz figürler baöjamında, her şeyi ile apaçık bir resimdir Ölüler Adası; ancak görüntüyü alabildiğinc soğuran atmosfcr içeriği, giderek farklı bir anlamın varlığı konusunda sürekli rahatsız etmeye başlar bizi görüntü, ardında gizlencn için bir vesileye dönüşmiiştür neredeyse (s. 201)". Buna göre, gizlenen şeye ulaşmak için, görüntü hem aradan çıkarılması gereken bir engeldir hem de tuval üzerindc olmak zorundaolan fiziksel birgerçekliktir. Anlama ulaşmak, en azından onunla ilişkiye gcçmek, ancak bugerçeklik (görüntü) ile mümkündür. Denis'yegöreisegerçek re sim; bir çıplak, bir savaş atı ya da bir anektod (anlatı) olmadan önce, tuval yüzeyindeorganizeedilmiş renk lekeleri, çizgiler, açık/koyu vb. değcrlerden ibarettir; gerisi bahanedir. Bizler, Denis'nin yaklaşık yüzyıl önce işaret ettiği salt plastik dcğcrlerin ne kadar (hatta niricik) önemli değerler olduğu yolunda eğitilejgcldik: Cîcrçek olan, tuval yüzeyindeki fiziksel organizasyondur, başka bir şey arama; hele hcIc bir öykü yazmaya falan kalkma sakın. Ama gel sen bunu anlat eloğluna! () da fiziksel (soyut ya da iigüratif, farketmcz) görüntunün bir vesile olduğunu düşünmeden alanıaz kendini. Gerçi, ressamın mcramına saygı duyar duymasına ama o yinebildiğini okur/yazar: '...görünenden fazlası, bizim kendi öznel algı içcriğimize göre resme eklediğimi/.seyden ibarettir yalnızca. Bu bağlamda Olüler Adası'nda gördüklerimizi tüm ayrıntılarıyla sırala yıp pekâlâ bir sonuca varmak mümkündür; ama ne denli hassas ve rııtarlı olmaya çalışırsak çalışalım, öngördüğümüz yo rum ya da anlamlandırma cabası daima resmin kcndisiylc ilgili bir bulguyu dilc getirecektir yaratıcının 'kendi bcn'ini aradığı sanat eserinde hiçbir sinıgc bilinçdışını tam tamına yansıtan bir ayna değildir. 1 lerhangi l)ir simgeye, sanatçı ya da eserini deşifre ctmek amacıyla aşırı giiven duymak, özgün (özgür?) yorumun ölümüylc eşanlamh olacaktır. Bir sanat yapıtında kendisiyle karşılaşmaya hazırlıklı olmayan yorumcu ya da eleştirmen her şeyi bulabilir, ama aradığını asla (s. 203)". sağlanması, görcnin (anlamlandıran) daha derinlere dalmasına elbette cngel falan olamaz ona göre. Picasso'nun kendi sanatı hakkındaki kuramsal açıklamalara ilişkin karsı yorunıunu anımsayaLm: "Saçmalıktır, dememek için, edebiyattan başka bir şey değil diyorum." Bir aşağılama, en azından bir önem vermeme göstergesi bu. Ne varki, karşı tarafın pasifbir bakan konumuna razı olmasını beklemek de hayalcilik olmaz mi!> Sanatçının "sanat sizin benden istediğiniz değil, benim sizc verdiğimdir" sözü haklıysa eğer, izlcyici de şunu diyemez mi: "Sanat senin bana ver diğini sandığın şey değil, benim görüp aldığımdır." Ergüven "Görmece"sinibirbi rinin simetriği bu iki görüşün doğruluk ları üzerine kurmuş. Birinin varlığı diğeBu çelişkin birlik sadece gösteren/gören ilişkisinde değil, kitabın her yerindedir.Bir örnck: "...Gerçekten dc maskcnin kusursuz bir tehdit aracı olması, özünde paradoksal yapısından kaynaklanır; çünkü gizlediği şey (göz), açıkta bıraktığıdır; görünen görünmeyen, görünmeyen görendir görme hakkına tek taraflı cl koymanın despotizmi. Bundan ötürii maskeli insan bakmaz, dikizler. Dahası, gizlenen gizlendiğini gösterme yohıyla amacına ulaşır (s. 45)." Düpedüz bir oyun bu. Sevdiğimiz için mi yoksa mecbur olduğumuz için mi oynarız? Farklı durumlar için hazır tuttu ğunıuz maskelerimiz olmasa nc yapardık? Olur olmadık yerlcrde hazırlıtcsız yakalandığınızı düşünün. Belki de en garibi, sadece başkalarına karşı değil, maskeyi bizzat kendimize de uygulamak. Kendi mizle yüzleşmek aslmda cesaret ister: "Sanatçı her defa maskesini yeniden düşüren kişidir. (...) Sanatçımn düşürdüğü her maske, kendisivle yüzgöz olma pahasına katıksız ve o ölçüde ölümcül bir itiraftır esasen (s. 46)." Eleştirel, sıvri dilli bir yazar Krgüven. Ycri geldiğinde iğncyi de çuvaldızı da gerekli yerlere batırmaktan çckinmiyor. Amacı, birilerini sırf rahatsız etmiş olmak için dürtmek değil; bu belli. Sanat eseri karşısındaki aczini vc iktidarını sergilemekle kalmayıp, haklarını da ilan ediyor: "Biçimi biçimsel olarak ödünç alabiliriz; ama onu var edcn stkıntı, sahibine kalır daima. Modemizm adına mangalda kül bırakmayan sanatçılann yanıldığı nokta şudur: Batı'yı günü gününe izleyip son ge lişmelerden habcrdar olmalarına kimse bir şey diyemez; ama yaratmak için gerekL olan sıkıntıyı kendi yüreği ve beynindc hissetmeden.obiçimleraracıLğıylaacıçckiyormuş gibi yapınca iş değişir; bu du rumda resmi ranat bırakmalarmı talep etme hakkımız doğar; öyle ya, yalandan resim yapıp bizimle alay etmeye nc hakları var! (...) Varatıcılığa sıvanan kişinin mııtlaka söyleyecek bir sözü olmalıdır; her sanat eseri cninde sonunda bir 'demek ıitıynrum &/'dir; zira sanat eseri özünde iletişim olasılığını saklı tutan bir dıFdn. O halcie söylemek istediği bir şey olmayan kişinin sanatı rahat bırakması gerekir; dil ancak kendisine ihtiyaç dııyduğumuz öl çüde tcslim olur bize (s. 135)." Türkiye'de bir zamanlar fıgüratif/soyut tartışması modaydı; şimdilerde de modernizm/postmodernizm. Her başlıkta, bu tarnşmaların özünde yataııı kavradığını vc beslendiğini seziyoruz; ama modaya paçasını kaptırmamış Ergüven. Sıkıntısı, karşiMndakgörüntüyeelindengeldiği kadar nüfuz edip, onu düşünsel (felsefir1) boyutta yorumlamak, kendincconun sonsuz oluş sürccine katkıda bulunmak. Kuşkusuz, ortaya koydukları kendi doğruları. Ancak okurken, onunkilerin hemen altında gizlenen kendi doğrularınızla karşılaşmaya hazır olun.ş (*) Sanatçı, ODTÜ Güzel Sanatlar ve Müzik Bölümü Ögy. Gör. Görmece/ Mehmet Ergüven/ Metis Yayınlart/ Birtnd Bastm 1998/ 23 7 s. SAYFA »5 rine bağlı gb'iterdifcbı gördüğiiw kadardır. Mehmet Ergüven "Pusudaki Tcn"den sonra yeni kitabı "Görmece" ile okur karşısında. Peki, aranan nedir söylcr misiniz? tnanın bunu ne ressam bilebilir tam olarak ne de ötcki. Doğrularımız, bilinçtcn bağımsız olarak varolan gerçeklik hakkındaki ıiıançlarımtzdtr Belki de, inanç ve yorum lanmızdaki farklılıktır ilgilcrimizi hep taze tutan. Kitap, yazarın 199498 arasında bazı sanat dereilerinde yayımladığı seçmelerinden ve ilk kez burada yayuıılanan yazılarından oluşuyor. Metinler hem "Görmece"nin birer parçası hem de kendi başlarına birer bütün. Ergüven, kimin çektiği belli olmayan ancak çok şeyler okuyabfldiği bir fotoğraftan tutun da, profcsyonel (yerli/yabancı) sanatçılann tablolarına kadar genis bir görüntü (imaj) dünyasının derin ve nulanık sularında kendi projektörüyle geziniyor; belli noktalarda özellikledıırarak "görünen"i deşiyor. Bakıyorıız: Grozni'den (Çeçenya) çekilmiş bir belgescl fotoğraf. Bir sürü el navada, naşkabirelin uzattığı ekmeğe hücum ediyor. Ekranlarda, gazetelerde sıkça karşımıza çıkan bu tip görüntüleri çoğumuz sadece acıma ya da kin duygularıyla geçiştiririz ama mrmcyiz. Ergüven haklı: "Bugörüntü enflasyonunda her şeyi görmek, hiçbir şeyi görmemekle eşanlamlıdır." Görüntü bombardımanının arkasındakiler bu gerçeği biliyorlar zaten.Oysa,tuzağa düşmeyen birisi o karede öznenın yokoluşunu, o toplumun in %an haklartndan henüz haber sız uldıt^ıtnu vc maskcliiktıdann acıtnasızlığtnı görecektir. Karşılaştığımız görüntülere şöylc bir göz attığınuzda onlara bakmış oluruz; ancak, durup dikkat kesildiğimizdc,yaptığınuz artık "görmceylemi" halinc gelir. Dolayısıyla, görmek artık anlamaklır, anlanılandırınaKtır, en azındarı bu yöndc bir çabadır. Kitabın başından sonuna kadat işte böylc bir eylem içinde Ergüven. Bunu yaparken ele aldığı (seçtiği) görüntüleri kavramsal ve diyalektİK bir perspcktiftc inceliyor. Biliyor ki, bulduğu her •?ey kendi karşıtıyla birlikte var. Rcssamların çoğu, "plastik değerler renk, leke, hiçim, boya kııllanış kalitesi vb.'nin tuval üzcrindcki organizasyonu yerli yerindeyse, gcrisi hikâyedir" diye öncmscmezler. Bu değerlerin önemini yazar da bir ön koşul olarak kabul ediyor ve bunların ihmal edildiği, iyi çözümlenilmediği yapıtlann zaten daha en başından fire verdığini vurguluyor. Ancak, bu ön koşulların Sanat vs kendi doğratanmo