28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Tarihçi gözüyle milliyetçilik Milliyetçilik ve Sonrası / Edward Hallett Carr / Çeviren: Osman Akın / İletişim Yayınları / 80 s. / 4500 TL. / Kod No: 066.095 ÇAfiLAR KEYDER Milliyetçilik, sosyal bilimcilerin sevmedikleri bir olgu. Anlasılması zor; izahı, yalın ve zarif modellerin dışına çıkmayı gerekliriyor. Modern (kapitalist) toplumda bircyin çıkarları doğrullusunda h.ıreket edeceğinı varsayan kuramlar, ideoloji ve poiitık hareketlenmeyi de bu çıkarların ve değijtirilmesi amaçlanan yapının algılanmasına bağlarlar. Bu yüzden de milliyetçilik, aınacı belirsiz, fertlerin çıkarlarıyla ilişkısi çok dolaylı, bilinçsiz bir inanç olarak görünür. Tarihçıler ise milliyetçilik konusunda cömertçe genellemelerde bulunmayı severler, hele dönemleme konusunda önerileri pek zengindir. E. H. Carr'ın ufak kitabı tarihçi türii yazına bir örnek. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyayı öngörebilmesi açısından önemli bir "ilk". Türkiye açısından baktığımızda milliyetçiliğin tartışılmaz onenıi ortaya çıkıyor; hem de devleıin en temel ilkelerinin her an tartışıldığı bir bağlamda hiç tükenmeyecekmiş gibi gözüken bir önem. Bu yüzden fakir kütüphanelerimize böyle bir kitabı katmak sevindirici. ö t e yandan son on yılda yayımlanan daha analitik bir dizi milliyetçilik çözümlemesinin Türkiye'deki tartışmaya ne denli katkıda bulunabileceğini hatırlatıyor. Carr'ın yazdığı 1946 yılından bcri milliyetçilik tartışmaları belirli bir ortak düzey kazandı. Milliyetçiliğin dönemleri, Carr'ın tartışmasına da benzer şekilde, üç aşamada inceleniyor. Bir kere olay 19. yüzyılın ikinci yarısında başlatılıyor. İlk dönemde ikj başarı var; Almanya ve İtalya. İkinci aşama Birinci Dünya Savaşı fincesi ve esnasındaki imparatorlukların parçalanmasına yönelik milliyetçilik. Üçüncüsü ise daha çağdaş dönemin antikolonyalist milliyetçıliği. Bugün içinde bulunduğumuz dönemin dördüncü bir dalga oluşturup oluşturmayacağını söylemek için henüz erken. Milliyetçiliğin 19. yüzyılın ikinci yarısında başladığını söylemek, ideolojinin devlet kurmaya yönelik versiyonunu ön plana çıkarmak anlamına geliyor. İngiltere ve I'ransa'da ve hatta ABD'de milliyetçilik akımlan önem kazanmadı; bu ülkelerin devletleri güçlerini başka şekillerde kazanmışlardı. Dünya sistemi içinde kuvvetli konumlarda olan ülkelerde devlet zaten güçlü oluyor. Devleti yeniden kuracak veya güçlendirecek ideolojiler de uygun toprak bulamıyorlar. Demek ki Almanya ve İtalya'da milliyetçilik akımlannın güçlü olmasının ve başarıya ulaşmasının bir nedeni, bu ülkelerin dünya sistemi içindeki (19. yüzyıldaki) nispeten zayıf konumları. 20. yüzyılın ikinci ve üçüncü dalga milliyetçilik örnekleri ise giderck daha açık bir şekilde "Doğu"ya doğru kaydı. Parçalanan imparatorluklar Orta Avrupa'da, Balkanlar'da ve Ortadoğu'da milliyetçilik hareketlerine sahne oldu. Son asamadaki antikolonyal milliyetçilik ise çok aşikâr bir şekilde çcvre ülkelerde Afrika'da, Uzakdoğu'da yer aldı. Tarihçilerin genellemelerine dönersek, milliyetçiliğin bir ideoloji olarak önce sistem karsıtı bir görünümde olduğunu söyleyebiliriz. Gerek Almanya gerek İtalya'da bu ideoloji İngiltere'ye yetişmek çabasının ürünüydü. Yani geçerli sistemın hiyerarjisini değiştirmek isteği birincildi. Bu yüzden de milliyetçilik akımlan Ingiltere'nin egemenliğinden en çok gocunan yerel burjuvazinin öncülüğünde ortaya çıkıyordu. Oysa köhnemiş imparatorlukların 1914 sonrası parçalannıası kapitalist sistemın "doğaT'birimleri olan ulusal devletleri yatatacaktı. Bu yüzden de 19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde imparatorlukların parçalanmasını destekleyen hem entclektüel hem de siyasi güçler vardı. Nitekim Lenin'in de tevarüs ettiği ulusçuluk bu dönemin ürünüdür. O kadar ki Birinci Savaş'ıan sonra kurulan dünya örgütünün adı uluslar veya o zamanki tercümesi ile Kavimler Cemiyeti olmuş, savastan sonra ortaya çıkarılan bir yöntemle bu cemiyetin daha kendini yönetemeyecek durumdaki uluslar için "manda" sistemi kurması, yani onları ulusdevletliğe hazırlaması öngöriilmüs,tü. Sistemın doğal gelişmesine paralel olan bu milliyetçilik akımlan, artık İngiltere egemenliğine rakip burjuvaziler tarafından değil, yeni devlet oluşturmak isteyen enteligensiyalar, müstakSel devlet seçkin //. Dünya Savaşı sonrası dünyayı öngören önemli bir ilk kitap leri tarafından yöneltiliyorlardı. Üçüncü aşamadaki antikolonyal mücadeleler sözünü ettiğimiz sürecin devamını oluşturdu. Sosyal tabanları daha ortaya çıkmamış burjuvazi değil, vurtdışında okumuş eski kolonyal bürokrasiydi. Devlet kuran milliyetçi akımlar sayesinde artık dünya daki her politik birim ulusçu ideolojinin öngördüğü "kendi iradesi ilc yönetilmek" ilkesine uyum gösteriyordu. Olayın sosyolojik tabanına bakarsak, bir kere daha anlajılıyor ki milliyetçilik, yeni devleti elinde tuıacak kesinı lerin devlet kurma ve devleti halkın g^iündc mcşrulaştırmak için kullandıkları bir ideoloji. Milliyetçilik, "ulus" diye bir topluluk olduğunu ileri sürer. Sanki aile, köy, hatta şehır halkı gibi ortak yaşantıları, ortak tarihleri, ortak çıkarları olan varlığı tartıjılmayacak bir topluluk. Gayet açık ki böyle doğal, kendiliğinden bir onaklık yok. Yani insanların aynı "ulus"tan dıye birbirleriyle yakınlık hissetmeleri sonradan öğrenilen bir jey. Zaten böyle olmasaydı okul çocuklarına her ders günü hangi ulustan olduklarını hatırlatmak gerekmezdi. Bu ulus olgusunu toplum T •••Geleccğin uluslararası düzeninin arkasındaki itici güç, nasıl ifade edilirse edilsin, ulusal yakınlıklarına ya da bağlıhklarına aldırmadan tek tek insanlann değerine ve insanlarm refahını yükseltmek için ortak ve karşılıklı bir yükümlülüğe inanç olmalıdır. Öte yandan milliyetçiliğin gözle görülür siyasal ve ekonomik iflası, bir yüksek dünya direktörlüğü gibi hayali bir çözüm girışimine atılmayı haklı çıkarmak için kullanılmamalıdır. Bireyin kurtuluşu çağrısı, duygusal ve boş bir evrenselcilik çağrısı olarak yorumlanmamalıdır. Belirli evrensel ilke ve amaçların ortak onaylanmasını desteklemeye yeterli bir insanların birliği duygusu, mevcut bütün kanıtlara bakıldığında, henüz, egemen ve evrensel bir otorite uygulayan bir örgütlenmeyi haklı çıkarmaya yetecek kadar güçlü değilair. Wendell Willkie'nin "tek dünya"sı gibi popüler sloganlar i 0 daki bir grup düşlüyor, ondan sonra da diğerlerine öğretivor, çoğunlukla da dayatıyor. Bu yolda tarih yeniden yazıiıyor, eîsaneler icat ediliyor, bir folklor keşfediliyor; gerive doğru bir yeniden inşa sürecine giriliyor. Yani önce devlet kuruluyor, sonra da devlet kendi ulusunu oluşturuyor. 1945'ten sonra yeni kurulan dünya düzeninde Amerıkan hegemonyası, sistemin birimlerini devletler olarak kabul etti. Yani öncelikle sermayenin hâkimiyeıini öngören, bu yüzden de devletlerarası politik ılişkileri ikinci plana iten İngilız hegemonyasına nazaran farklı bir düzen oluşturdu. Ulusal devletin uygulayacağı iktisadi politikalar ayrıca önem kazandı. Bu yüzden de yeni devletler, milliyetçiliğin gerektırdiği ulusal ekonomi ve ulusal dayanışmayı yaratmada başarılı oldular. Bu yüzden de ortaya bir sürü rakip, ahernatif ulusçuluklar çıkıyor. Dünyada on bin kadar dil, fakat 150 kadar devlet olduğunu, dil ve diğer cemaatlerin yerleşim bölgelerinin çoğunlukla uluslararası sınırlara tekabül etmediğini düfünürsek, ulus yaratma sürccinin yavasladığı döncmlerde milliyetçilik ideolojisinin tekrar gündeme geleceğinden emin olabiliriz. Ozellikle Türkiye'de ve özellikle bu dönemde milliyetçilik üzerinde düşünmektc yarar var. Carr'ın kitabı bazı temaları gündeme getirecektir. Bundan sonra Breuilly, Ernest Gellner, Benedict Anderson, Chatter Jee gibi yazarların, hepsi 1980'lerde basılmış önemli kitapları Türkçeye kazandırılırsa zengın bir tartışma ortamı oluşabilir. aldatıcıdır. İki başktnt arasındaki gidi$ geliş süresini haftalardan günlere, günlerden saatlere indirmek, her halukârda kısa vadede, karşılıklı anlayış ve birleşik hareketin gelişmesi için hiçbir güvence sağlanıaz. Iletijimdeki büyük ilerlemelere rağmen, gerçekte, bugünkü dünya, Büyük Britanya'nın Roma Imparatorluğu'nun en şaşaalı devrinden bu yana herhangi bir tek merkezin sağlamış, olduğundan daha büyük bir üstünlük elde ettiği 19. yüzyılla kıyaslandığında daha az "tek"tir. Çağımız dünyası, birbirleriyle rekabet eden birkaç güç merkezi etrafında dönüyor. Zaten modern yaşamın tüm karma^ıklığı da bölünmc yaratmaya eğilimlidir. Evrensellik tuzağı, 1919'dan beri uluslararası düzcnin yaratıcıları için tehlıkeli bir büyüleyicilik tajıdı. Bir dünya örgütlenmesinin evrenselliği, neredeyse kaçınılmaz olarak özgül çıkarların ve özgül bağlılıkların çekiciliğini zayıflatmaya eğilimlidir... Akademisyen tarihçi İngilu. larihçisı Edtvard Hallett Carr (18921982), 1916'Ja Dijiflerı Bakanhğı'na girmiş, yirmi yıl çalıymş; 194l4b'da The Times gazetesinde yönetmenyardımctlığı yuprniftır. Uzun yıllar, Oxford'un Trtmty ve Cambndge'ın Balliolkolejleri öğretim üyeliğinde bulunmuştur. S A YF A 15 CUMHURİYETKİTAPS/\v/3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear