25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
8 12 MART 2021 CUMA DİZİ AYASOFYA’DA TOPLU BULUŞMA COVID19 PANDEMİSİ İLE 1 YIL Dr. ERDAL ATABEK 2 Maske kargaşası ile geçen aylar boyunca salgın durdurulamadı. Tersine ülkenin her yanına yayıldı. Çeşitli kentlerde, ilçelerde, köylerde de “Covid pozitif vakalar” saptanıyordu. Salgının yayılmasının en büyük nedeni koruma önlemlerine uyulmaması idi. Geleneksel buluşmalar, toplanmalar sürüyordu. Umre dönüşünün arkasından yapılan ev ziyaretleri, akrabalar arasındaki buluşmalar önlenemiyordu. Kız istemeler, nişan törenleri, düğünler böyle bir salgın yokmuş gibi kalabalıkları bir araya getiriyordu. Asker uğurlamaları da gençlerin coşkulu törenleri olarak devam ediyordu. Başlangıçta önlem olarak yapılmayan toplu namazlar yavaş yavaş gevşeyen salgın disiplini ile önceki rahatlığına kavuşuyordu. Bayram namazları, cuma namazları gibi toplu kılınan namazlar güya sosyal mesafe uyarısıyla kılınmaya başlanıyordu. Ayasofya’nın ibadete açılması yönetimin desteğiyle büyük bir toplanmanın örneği oldu. Daha önceki dönemlerde yönetime yapılan “Ayasofya ibadete açılsın” çağrılarına olumsuz yanıt veren partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kez zayıflayan kitle desteğini güçlendirmek için harekete geçti. 24 Temmuz 2020’de, cuma günü yapılan çağrıyla yurdun her tarafından katılan insanların oluşturduğu kalabalıkla Ayasofya ibadete açıldı. Bu toplu buluşma, salgını önleme uyarısı olarak “Evde Kal Kimseyle Temas Etme” önerisinin de etkisini sıfıra indiriyordu. Erdoğan, Ayasofya’daki açılışta. Ulusal bayramlarda yapılacak toplu kutlamalar “Covid pandemisi” nedeniyle yasaklanıyordu. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, ülkenin en önemli ulusal bayramlarından birisiydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, aynı zamanda dünya çocuklarının da bayramı olan ulusal günün kutlamaları yönetim tarafından yasaklanıyordu. 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı da yine salgın öne sürülerek yasaklanıyordu. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı da Covid19 salgını gerekçesi ile yasaklanıyordu. Bu önemli günlerin kutlanması için gerekli olan sosyal mesafe kuralının uygulanması akla getirilmiyor, salgın bahane edilerek bu toplu kutlamalar yasaklanıyordu. Ama siyasal iktidarın yaptığı toplanmalarda salgın bir engel oluşturmuyor, bu toplantılar açıkça destekleniyordu. ÇİFTE STANDART Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP kongrelerinin yapıldığı salonların “tıklım tıklım dolduruluşunu” kutluyor, katılanlara teşekkür ediyordu. Salonların yayımlanan fotoğrafları ve filmlerinde bu “tıklım tıklım kalabalık” açıkça görülüyor, virüsün bu kalabalıkla neden dikkate alınmadığı ironik bir sessizlikle karşılanıyordu. İşçi sendikalarının, meslek kuruluşlarının yapacakları toplantılar hep aynı bahaneyle Covid 19 salgını nedeniyle yasaklanmaktadır. Bu nasıl virüstür ki seçici olarak iktidarın desteklemediği toplantılarda hemen hastalık yapıyor ama iktidarın toplantılarında oralarda olmuyordu. İşte bu çifte standart, bu iktidarın özelliğiydi. Siyasal iktidarın bu “tavşana kaçtazıya tut” yaklaşımı her alanda kendini gösteriyordu. Restoran ve kafelerde çalışma sınırlandırılıyordu. Masalar seyreltiliyor, müşteri sayısı azaltılıyordu. Burada da kalmayacak, restoran ve kafelerde oturmak bütünüyle yasaklanacak, sadece paket servisine izin verilecekti. Ama turistik oteller açıktı ve buradaki restoran ve kafeler eskisi gibi çalışıyordu. Konser salonları kapalıydı. Konserler durmuştu, müzisyenler bütün gelir kaynaklarını kaybetmişlerdi. Tiyatro salonları kapalıydı. Oyunlar oynanmıyordu. Tiyatro sanatçıları işsiz vatandaşlar olmuşlardı. Sinema salonları da kapalıydı. Buralarda çalışan büfeciler, işletmeciler, temizlikçiler işsiz kalmışlardı. İŞSIZLER ORDUSU Okullar kapalıydı. Öğretmenler çalışamıyordu. İnternet üzerinde yapılan eğitim yeni öğrenme biçimleri yaratıyordu. Okullarla birlikte hizmet veren okul servisleri, okul kantinleri çalışmıyor, buralarda çalışanlar işsizler ordusuna katılıyorlardı. Gelirlerini kaybeden hizmet gruplarına yapılması gereken devlet desteği yapılamıyordu. Çünkü, siyasal iktidarın kendi yandaş kuruluşlarına yaptığı aktarımlar devlet bütçesini eritmiş, biriken fonlar bu amaçla harcanmıştı. Toplanan deprem paraları, işsizlik fonu gibi amaçları belli fonlar bile harcanmış, hesap vermez iktidarın “nerelere gittiği belli olmayan ödemeleri” uğruna eritilmişlerdi. Bu nedenle de destek bekleyen üreticiler, hizmet gruplaULUSAL BAYRAMLAR SALGIN BAHANESİYLE İPTAL EDİLDİ Ulusa yasak AKP’ye serbest İSTANBUL Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP kongrelerinin yapıldığı salonların “tıklım tıklım dolduruluşunu” kutluyor, katılanlara teşekkür ediyordu. rı yakınmakla kalıyorlardı. Tarım üreticileri boşuna destek bekliyordu. Emekçiler, hızla yükselen enflasyon karşısında kayıplarıyla baş başa kalıyordu. Emekliler sembolik zamlarla çaresiz bekliyorlardı. AKP iktidarı “ödeme garantili” yollarla, hava alanlarıyla, hastanelerle övünüyor ama buralardaki ödemelerin bütün vatandaşların sırtındaki yük olduğunu söylemiyordu. Her gün artırılan zamlarla benzin, mazot, elektrik, doğalgaz, köprü vergileri gibi zorunlu harcamalarla vatandaşın giderleri artmakta ama azalan gelirler için hiçbir destek görülmemekte idi. Covid19 pandemisi, ülkenin bütün zayıf noktalarını açığa çıkarak bir ölçüt oluyordu. DOKTORLAR FERYAT EDIYOR Covid19 salgınının ön cephesinde “Sağlık Ordusu” savaşıyor. Cephenin her yerinde tıp doktorları, hemşireler, sağlık teknisyenleri, hastabakıcılar, hizmetliler virüsle göğüs göğüse çarpışıyor. Aile hekimlerinin çalıştığı sağlık ocaklarında, hastanelerde, Covid19 bölümlerinde uzman hekimler, asistan hekimler, hemşireler ve sağlık personeli bire bir hizmet veriyorlar. Bu mücadele sırasında bu hastalığa yakalanarak yaşamını kaybedenler bir savaş sırasında kaybedilen şehitlerdir. Covid19’a yakalanarak ölen tıp doktoru sayısı 143 oluyor. Hastalığa yakalanarak ölen sağlıkçı sayısı da 385. Bir cephe savaşında şehit olacaklardan çok daha fazlası Covid19 salgınında kaybedilmiştir. Bu görev şehitlerinin “meslek hastalığından kaybedildikleri” bir yasa çıkarılarak tarihteki yerini almalıdır. Bu görev şehitleri “şehit statüsü” ile hak ettikleri yere konulmalıdır. Herkesin kaçıştığı, uzak kalmaya çalıştığı “virüslü bölgelerin ortasında” hizmet veren bu sağlık kahramanlarının hakları tanınmalı, bu hakların gerekleri yapılmalıdır. Siyasal iktidar bu açık kahramanca hizmet karşısında olsun “kör sağır dilsiz” tavrını bırakıp görevini yapmalıdır. SUMAKLI RÜYA HIZLA YAYILIR Bu arada hurafe de boş durmuyordu. Bir kadın, rüyasında peygamber efendimizi görmüştür. Peygamber efendimiz kadına “ümmetime söyle ki, bu hastalığın şifası ‘sumak’tır. Sumak, ister toz olarak serpilsin, ister suya karıştırılarak içilsin, hastalığın şifasıdır” buyurmuştur. Kadın, bu rüyasını kendi çevresine anlatır, oradan da ilişkili çevrelere yayılır. Şimdi sanırsınız ki bu sözleri duyanlar gülüp geçer. Hiç de öyle olmaz. Duyanlar “sumak” almak için baharatçılara saldırır, sumak fiyatları artar. Sumak bir baharattır. Aynı adı taşıyan bitkiden elde edilir, ekşimsi tadı ile salatalara konulur. Bütün baharatlar gibi yararlı etkileri vardır ama virüse özel bir etkisi söz konusu değildir. İşte, hurafecilik budur. Ortaya bir şey atılır, o da yayılarak bir hurafe oluşur. Ama hiç kimse “Ben sumak içiyorum, virüs aşısı istemem” demez. Hacısı da hocası da nasıl yapıldığını sormaya bile gerek görmeden “Covid19 aşısı”nı beklemektedir. Koronavirüs aşısı, Çin’de yapılan “Çin aşısı Cinovac”, Almanya’da yapılan “BionTech Pfizer” aşısı, “Astra Zeneca” aşısı olarak bilinmektedir. İşte, bilim hurafeyi yenmektedir. Aşı, tarih boyunca hastalıkların yenilmesinde en büyük tıp buluşu olmuştur. Çiçek hastalığı aşıyla yenilmiştir. Tifo, tifüs, tüberküloz, tetanos, kuduz aşıları insanlığı kurtarmıştır. Kızamık, boğmaca, çocuk felci virüs aşılarıdır. Son yılların grip aşıları yaygın uygulanmaktadır. DOGMA VE BİLİM HEP ÇATIŞTI Şimdi de Covid19 aşısı yeni bir kurtarıcı olarak beklenmektedir. İnsanlık tarihi boyunca dogma ile bilim çatışmış, ortaçağın yüzyıllarında “dogma” din adına hükmünü sürdürmüştür. Katolik dini adına hareket eden “engizisyon”, aforoz ve “engizisyon yargısı” eliyle insanları korkutmuş, toplumları sindirmiştir. Özgür düşünce ve bilimsel deneylerle karşı çıkan ortaçağın laik bilim insanları her türlü zulümle karşılaşmış, hapsedilmiş, yakılarak öldürülmüştür. Galile, Giordano Bruno gibi bilginler, Kopernik gibi astronomi öncüleri bu zulme karşı koyarak bilimi savunmuşlardır. İlk aşılar da bu dogmalarla mücadele etmek zorunda kalan bilim öncülerinin çabalarıyla geliştirilmiştir. Louis Pastör (Fransa), Robert Koch (Almanya) mikropların keşfi ve aşıları bularak hastalıkları önleyen çabalarını dogmalara karşı savunarak insanlığa armağan etmişlerdir. n Dogma, eleştiriye kapalı, sorgulamaya, araştırılmaya, denenmeye izin verilmeyen değiştirilemez yargılardır. n Bilimsel bilgi, gözleme dayalı, denemeyle kanıtlanabilen, eleştiriye, sorgulanmaya açık, değiştirilebilen bilgidir. O nedenle de dogmaya dayalı hurafeler, bilimin karşısında barınamamış, bilimsel gerçekler her zaman insanların ve toplumların gelişmesinin doğru kaynakları olmuştur. Covid19 aşısı da bilimin yeni bir başarısıdır. YARIN: l Aşılama geç ve güç başladı l Kalabalık kongrelere övgü l Salgının verdiği sekiz ders Mesafe Yok, hayır... Sayın Reisicumhurumuzun, memleketin bilcümle stadyumlarında “talkın” mahiyetinde pankartlarla uyardığı ama kendi “lebaleb” parti kongrelerinde “salkım salkım” ihlal ettiği “Korona Mesafesi”nden söz etmiyorum. Bu mesafe başka mesafe. “Siyasi mesafe”yi kastediyorum. Hani şu Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) her karşımıza aldığımızda tekrarlamaktan bıkmadığımız “mesafe” mevzuu. Her ağzını açan, onlara haklı olarak “terör örgütü” ile yani “Etnik milliyetçi temelli silahlı mücadele” ile mesafeli durma uyarısı yapıyor. Şu mahut “Siyaseti dağdan ovaya indirmek” meselesi. HDP’ye yapılan bu mesafe uyarısı üzerinden Millet İttifakı’nı oluşturan diğer partiler de “Arkadaşının arkadaşına da dikkat et” kaidesi gereği uyarılıyor. Oysaki kimse, HDP’nin bu ittifak içinde yer almadığını, sadece seçimlerde oy tercihlerini kullanırken kitle tabanına belli bir “telkin” yaparak oylarını yönlendirdiğini, ideolojik bir yakınlaşma ya da ortak payda düzleminde “kol kola girme” işine girişmediğini görmek istemiyor. Doğrusu da bu. Bugünün siyaseti, kabaca iki ayrı damarda saf tutmuş, kutuplaşmış durumda: Birinci kutupta, her geçen gün hatta her geçen saniye “Küresel ısınmaya teslim buzullar gibi” erimekte olan iktidar sahipleri ve o iktidarın eteğine yapışmış irili ufaklı çıkar grupları yer alıyor. İkinci kutupta ise bu iktidarın gitmesini, tek adama bağlı ucube rejimin sona ermesini ve böylelikle sorunların çözümü için bir umut belirmesini (çözüleceğinin garantisi yok tabii çünkü çözümün formülü başka) arzulayan çoğunluk var. Bu iki kutup arasındaki mücadeledir esas belirleyici olan. Kimse de bir diğerinin yanındaki yönündeki ile arasına ne kadar mesafe koyduğu ile ilgilenerek ve her gece televizyonlarında, her sabah gazete sütunlarında, manşetlerinde bu konuda bas bas bağırarak kendini komik ve acınası duruma düşürmesin. Neymiş efendim? Ekrem İmamoğlu o tweet’i atınca İYİ Parti ile CHP arasındaki köprüler atılmışmış. Yok efendim, Pervin Buldan’ın Kandil’deki fotoğrafı akıllarda iken (sanki Kemal Kılıçdaroğlu ya da Meral Akşener’in mesajını götürmüştü oradaki cinayet şebekesine değil mi? Hatırlatalım mı?) nasıl olur da Akşener’le ismi yan yana koyulurmuş da... Bir yığın safsata. Mesafe mi dediniz? O zaman ATATÜRK ve Cumhuriyet düşmanı Pennsylvania’lı Ağlak Vaiz’in çetesi ile mesafenizi hatırlatalım mı size? Hâlâ kapanmadığını bildiğimiz o mesafeyi? O ihanet şebekesi ile ilişkilerinizin bir türlü sona ermediğini, hırsız çeteleri ile al takke ver külah kimlerin iş çevirdiğini hatırlatalım mı? O çetelerle “mesafesiz koyun koyuna” ilişkilerinizi bilmiyor muyuz, unuttuk mu sanıyorsunuz? Bir yandan “Antisemitik” söylemlerle, cuma vaazlarında ve cami duvarı ajitasyonlarında yerden yere vurduğunuz “Yahudi Devleti ve Sermayesi” ile bol sıfırlı ama “sıfır mesafeli” çıkar tezgâhlarınızı. Irak ve Suriye’de son 10 yılda on binlerce can alan, bölgeyi kâbus ve kan gölüne çeviren faşistyobazırkçışeriatçıkan emici çetelerle aranızdaki “sıfır mesafe”yi hatırlatalım mı? Bir yandan “ev sakinleri” övücü ve sahip çıkan beyanatta bulunurken bir yandan üç beş ilave oy uğruna “İstanbul Sözleşmesi’nden rücu edilsin. Neymiş yahu kadın hakları? Erkeğin hakkı ne olacak? Affedersiniz LGBTİ’leri koruyormuş sözleşme” salaklıklarına angaje olan “Eski Milli Görüşçü dostlarla mesafe kapatma arayışları” ne olacak? Bu ülkenin tüm kadınlarına ihanet ve küfür anlamına gelmiyor mu bu tavır? Mesafe dedin de... Daha sayayım mı? En iyisi bir susun da oturun. Daha fazla mahcup olmayın. Ama pardon.. Nerede sizde o yüz? Birinci ‘Korona Yılı’ Dün itibarıyla, gizlenmiş saklanmış, rötuşlanmış ve güven vermeyen resmi verilere göre 2 milyon 800 binden fazla vaka ve 30 bine yakın ölüm ile Covid19 pandemisinin birinci yılını doldurduk. İşlenen ağır görev ihlalleri ve vatandaşın yaşamını hiçe sayan akılsızca uygulamalar nedeni ile salgını kontrol altına almak bir yana, daha da kontrolden çıkmasına neden olacak adımlarla bugüne kadar geldik ve aynı “kafa” ile devam ediyoruz. Aklı başında tüm bilim insanlarının “Açılmaya değil, tam tersine daha sıkı kapanmaya ve bir an önce daha yaygın ve hızlı aşılamaya ihtiyacımız var” uyarılarına kulak tıkayan bir yolda paldır küldür gidiyoruz. Memleketin dövizini har vurup harman savuran, ona buna peşkeş çeken, o yüzden aşı tedarik edemeyen; esnafının, işçisinin, bilcümle insanının gelir kaybına (bırakınız tedaviyi) pansuman bile olamayan bir zihniyetle savrulmaktayız. Herkes, “Ne zaman bitecek bu kâbus? Aman bana bulaşmasa bari” psikozu ve fobisi ile korkudan tir tir titreyerek dolaşıyor ortalıkta. Ufacık bir umudu bile olmadan. Bu da size sonsuza kadar dert olsun.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear