25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 5 AĞUSTOS 2020 ÇARŞAMBA gorus@cumhuriyet.com.tr olaylar ve görüşler Ülkemizin ‘Betonarme Yapı’ geçmişi ve Yaşadığımız sorunlar... Dayanıklı bina yapabiliriz Celalettin ÇİFTCİ ESKİ İnş.Y. Müh. KTÜ Öğ.Gör. Ülkemiz Beton Arme (BA) yapı tekniğiyle 50 yıl kadar geç tanışmıştır. Ülkedeki ilk uygulamanın 1906 yılında, yani ilk Alman BA şartnamesinin yayımlandığı yılda İstanbul’da yapılan Saint Antuan Kilisesi olduğu bilinmekle birlikte ilk çok katlı bina 1922 de tamamlanan Laleli Tayyare Apartmanları olmuş. İstanbul dışındaki köprü benzeri üç betonarme kamu yapısı da 1920’li yıllarda yapılmış diğer BA yapılar. İlk BA yönetmeliğinin büyük ölçüde Alman BA Şartnamesi (DIN1045) aktarımlı olarak 1953’te “Köprü ve İnşaat Cemiyeti” tarafından çıkarıldığı hesaba katılırsa özel inşaatların yok derecesinde olduğu 1950 öncesi yıllarda da sonraki onlarca yıl boyunca da yapılanların, bazı istisnalar dışında usta ve kalfaların uzmanlık(!) alanlarına terk edilen çok kötü birer taklitten ibaret olduğu tartışmasızdır. Uygulamanın kamu yönetimi tarafından sahiplenip gereğine bakılmadığı için en başta proje konusu hiçbir zaman önemsenmemiş; malzeme olarak “en önemlisi” sayılması gereken agregalar (Fr.Betonda kullanımı iyi tariflenmiş, standartlara uygun kumçakıl karışımı) konusu da sadece mühendislik eğitiminde ders geçme nesnesi olarak kalmış; başta üç mühendislik eğitimi kurumuna sahip koskoca İstanbul olmak üzere tüm ülkede deniz kumlarıyla, çamurlu dere çakılı ya da kum ve taşlarını deprem sonrasına ilişkin resimlerde görüldüğü gibi agrega sanarak çok katlı yapı inşaatları son hızla sürdürülmüş, (halen de sürdürülerek) ülke baştan sona çöküşe hazır hale getirilmiştir. Bu arada İMO gibi meslek odaları da Mühendislik eğitimi veren kurumlar da durumdan görev çıkararak “Ne yapıyoruz beyler!” deme gereğini bir türlü anımsayamadıklarından yüz binlerce ton çimento, inşaat demiri ve tuğla ile daha birçok malzemeden oluşan milli servet ve tonlarca değerli eşya, deprem vb. nedenlerle çöpe giderken gençyaşlı on binlerce insanımız da pisipisine toprağa verilmiştir. Kaliteli yapı nasıl yapılabilir? Ciddi olunmak kaydıyla kolay olduğuna inanmak gerekir: Varsayalım ki İstanbul’un riskli bir semtinde ve ortalama büyüklükteki bir arsa üzerinde belediyenin 8 ya da 10 kat bitişik nizam yapı izni vermekte olduğu bir bina yapmamız gerekiyor. Bunun depreme karşı fevkalade dayanıklı yapılması için mühendislik çalışmalarının neler ve nasıl olacağını en pratik ve kolay anlaşılır şekilde sırayla açıklamaya çalışalım. Esas uzmanlığımız da betonarme yapıları konu edinmiş inşaat mühendisliği olsun: Bitişik nizama izin verilmesine karşın öncelikle arsanın kullanım boyutlarını iki yandan da en az 50 cm. boşluk kalacak şekilde belirlememiz gerekir. Komşularla da bu konu görüşülerek “deprem boşluğu” denen bu fedakârlığın aslında fedakarlık değil; ne kadar yaşamsal/hayati olduğunda hemfikir olunması ve benzer özverinin kendilerince de yapılması sağlanmalı; sonrasındaysa bağlayıcı bir protokol imzalanmalıdır. Olabilirse protokol konusuna belediye ve hukukçular da dahil edilmeli; hatta basın yoluyla da etkin bir duyuru yapılmalıdır. Bitişik nizam yapılarda bu boşluğun bırakılması bilimseldir ve bu nedenle de “Deprem Yönetmeliği”nce belirtilen ve açıkça Bayındırlık Bakanlığı’nın sorumluluğuna işaret edilen yasal bir zorunluluktur ve tüm ülkelerin deprem Yönetmeliklerinde de yer alır. Örneğin hesap yapıldığında 810 kat lı yapı için bu zorunlu boşluk 1516 cm.yi geçmez ama bu kez de böylesi daracık boşluğun inşaat zorluğu yanında pislik ve fare yuvasına dönüşme riski vardır. Bu nedenle iki bina arasının yukarıda belirtildiği gibi en az net, bir metre olması çok önemsenmeli; üstelik havalandırma pencereleri, çatı akarları ve simetrik temeller yapabilme gibi daha bazı çok önemli yararları da gözönünde bulundurulmalıdır. Buna karşın nedense hem imar izin belgesinde yasaya aykırı olarak yer verilmemesi, hem de mimari bilinçsizlik yüzünden boşluğun bırakılmaması, deprem süresince yapışık binaların onlarca saniye biribiriyle amansızca çarpışmasına; yalnızca bu nedenle, yani bilgisizlik ve anlamsız arsa tamahı yüzünden pekçok yapının, yalnızca bu çarpışmalar sonucu göçtüğünün ve ölümlere de yol açıldığının bilincinde olun malıdır. Oysa önerilen boşluğun bırakılmasıyla yapı sağlığı hiçbir zaman bozulmamakta; ömrü de çok çok artmaktadır. Ve duvarlar: İç ve dış duvarların bazı istisnalar dışında geçmişten bugüne genel ve değişmez malzemesi tuğladır. BA Karkas binalarda kullanılan yatay delikli tuğlaların yük taşıma kapsitesi yok sayılsa da standartlara göre en az 2, N/cm2 (20 kg/cm2) basınç dayanımı istenir. Çok kolay yakalanan bu değer önemsiz değildir. Fakat yapım sırasında nedense duvarlara olması gerekenin aksine pek sorumluluk verilmez; çoğunlukla en kalitesiz kumlarla ve 200 kg. doz çimento ile aynı gün örülüp bitirilir. Oysa binaların olabildiğince monolitik yani bütünsel yapılması gerekir. En temiz ve özel granülometrik (03 mm) kumlarla ve bir günde en çok 1 m. yüksekliğinde örülmesi bilimseldir. Monolitik yapıya güçlü katkı vermesi için duvarların en kaliteli kum kullanarak ve en az 250 kg. doz çimentoyla örülmesi, kolon ve kirişlerle de en yüksek düzeyde bütünleşmesi gerekir. Tarihten günümüze, nice depremler yaşayarak gelen kaleler, şatolar ve ihtişamlı mabetlerin hiçbiri çimento ile tanışmamış; tamamı kireç harcı veya türevi olan horasan harcı ile yapılmıştır. Kireç harcının, 90 günlük çimento harcı değerine yaklaşık 400500 yılda ulaştığı hesaba katılırsa durum daha da şaşırtıcı olur. Eski yapılara ayrıntılı ve bilimsel bakıldığında harç kumu başlı başına öne çıkmaktadır. Şöyle ki bu kumlar asla deniz kıyılarından değil, dağ yamaçlarından elenerek alınmakta ve bir de iyice yıkanmaktadır. Bulunmadığı zaman pişmiş tuğlalar kırılarak harç kumu yapılmıştır. Nereden bakılsa başarısızlığa ant içmiş gibi yaptığımızın tam tersi bir tablo ile karşı karşıya kalınmakta. Ege adaları uyuşmazlığı Doç. Dr. HÜNER TUNCER Yunanistan’ın Lozan Antlaşması’nın yeniden ele alınması doğrultusundaki isteklerine ilişkin basında yer alan haberler üzerine, ülkemiz ile Yunanistan arasında 20. yüzyılın başlarından beri başlıca uyuşmazlık konularından birini oluşturan Ege adalarının yasal durumunu düzenleyen Lozan Barış Antlaşması’nın ilgili maddelerine bir göz atmakta yarar olacağını düşündüm. Ege Adaları konusunu düzenleyen Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesi şöyledir: “İmroz (Imbros) Adası ile Bozcaada (Tenedos) ve Tavşan adaları (Iles aux Lapins) dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni (Lemnos), Semadirek (Semendirek, Samothrace), Midilli (Mitilene), Sakız (Chio), Sisam (Samos) ve Nikarya (Nicaria) adaları üzerinde Yunan egemenliği konusunda, 17/30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nın 5. ve 1/14 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşması’nın 15. maddeleri hükümleri uyarınca alınan ve 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükümeti’ne bildirilen karar, bu antlaşmanın İtalyan egemenliği altına konulan ve 15. maddede belirtilen adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak üzere, doğrulanmıştır. İşbu antlaşmada aykırı bir hüküm bulunmadıkça, Asya kıyısından 3 milden az bir uzaklıkta bulunan adalar Türk egemenliği altında kalacaktır.” Lozan’da yok Lozan Barış Antlaşması’nın hiçbir hükmünde, Anadolu kıyılarından itibaren 3 mil mesafenin dışında kalan adalar üzerindeki Türk egemenliğinin sona ereceğine ilişkin bir kayıt yoktur. 3 mil uygulamasının bu mesafe dışında kalan adalar üzerindeki Türk egemenliğini sona erdirdiğini düşünmek Lozan Barış Antlaşması’nın ruhuna ve uluslararası hukuk kurallarına aykırıdır. Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesinde atıf yapılan 13 Şubat 1914 tarihli Altı Büyük Devlet Kararı, Yunanistan’a ismen sayılarak devredilen Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları dışında, 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan işgali altında olan bazı Osmanlı adalarını da Yunanistan’a bırak Yunanistan’ın mevcut uluslararası antlaşmalara uymayı kabul etmediği sürece, Ege Adaları üzerinde Türkiye ile Yunanistan arasında var olan uyuşmazlığın daha uzun bir süre devam edeceği öngörülebilir. mıştır. Yunanistan’ın 13 Şubat 1914 tarihi itibarıyla işgali altına aldığı Osmanlı adaları, Taşoz, Semadirek, Gökçeada, Bozcaada, Limni, Bozbaba, Midilli, Sakız, İpsara, Sisam ve Ahikerya adaları’ydı. Bunlardan Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya Adaları, Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesinde sayılmıştır. Taşoz, Bozbaba ve İpsara adalarının ise 12. maddede isimleri geçmemektedir. Bununla beraber bu adalar, Altı Büyük Devlet Kararı onanarak, işgal altında olmaları nedeniyle Yunanistan’a devredilmişlerdir. Şunu önemle belirtmek gerekir ki, 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan işgali altında olmayan adalar üzerindeki Türk egemenliği bugün de sürmektedir. Lozan Barış Antlaşması’yla İtalya’ya devredilmiş olan Ege Adaları ise şunlardır: “Türkiye... bugünkü durumda, İtalya’nın işgali altında bulunan Stampalia (Astropolia), Rodos (Rhodes), Kalki (Calki, Khalki), Skarpanto (Scarpanto), Kazos (Casos, Casso), Piskopis (Tilos), Miziros (Misiros, Nisyros), Kalimnos (Kalymnos), Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Simi (Symi) ve İstanköy (Cos, Kos) adaları ile bunlara bağlı adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından İtalya lehine vazgeçmektedir.” Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesi ile İtalya’ya, yukarıda isimleri sayılan 13 ada (bu sayıya Meis dahil değildir) ve bunlara bağlı adacıklar devredilmiştir. Ancak, ismen sayılarak devredilen adalara “bağlı” olarak devredilen adacıkların durumu çok açık değildir. Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesinde devredilmeyen başlıca adalara örnek olarak şunlar sayılabilir: Zürafa Kayalıkları, Eşek Adası, Nergiscik, Bulamaç, Keçi, Koçbaba, Ardacık, Çerte, Herke, Kendiroz, Kandilli, Kızkardaşlar, Sirina, Üç Adalar, Safran Adaları ve İstakida. Lozan Barış Antlaşması’nın 16. maddesinde ise şöyle denilmektedir: “Türkiye,...egemenliği işbu antlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; ...bu adaların geleceği ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir.” Bu hüküm, Türkiye’nin kıyılarından itibaren 3 milin dışında kalan bütün ada, adacık ve kayalıklar üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçtiği anlamına gelmemektedir. Öte yandan, Lozan Barış Antlaşması’nın 16. maddesinin kapsamına yalnızca adalar girmektedir. Buna karşılık Türkiye’nin, adacıklar ve kayalıklar üzerindeki egemenlik hakları mahfuz tutulmuştur. Sorun Yunan tezlerinde Öte yandan 1911 Osmanlıİtalya Savaşı’nda İtalya’nın ele geçirdiği Oniki Ada, 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması’yla askersizleştirilmeleri koşuluyla Yunanistan’a devredilmişti. Ancak Yunanistan, 1960’ların başlarında Oniki Ada’nın bazılarını silahlandırdı. Silahlandırılan adalar şunlardı: Yunanların, Rodos Adası’nda 15. bin kişilik bir birliği vardı. Bu sayı özel muhafız taburu ile 25 bini geçmekteydi. Adanın her yeri birliklerle ve silahlarla doluydu. Rodos’taki Maritsa Havaalanı Türkiye’ye yönelik jet harekâtları için inşa edilmişti. Rodos, Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı en iyi silahlandırdığı adaydı. Öte yandan İstanköy’deki Yunan tugayına bağlı tümenin 1 piyade alayı, 4 piyade taburu, özel muhafız taburu ve 2 tank taburu vardı. İstanköy’de Antimahya havaalanı da Türkiye’ye yönelik jet harekâtları için kullanılmak üzere inşa edilmişti. Yunanistan’ın mevcut uluslararası antlaşmalara uymayı kabul etmediği sürece, Ege Adaları üzerinde Türkiye ile Yunanistan arasında var olan uyuşmazlığın daha uzun bir süre devam edeceği öngörülebilir. MUSTAFA BALBAY’IN YENİ KİTABI 22 38 TL .80 YER NE TL DURAN BÜLBÜL’ÜN YENİ KİTABI 18 30 TL YER NE TL SALGIN SONRASI YENİ DÜNYA DÜZENİ YENİ KİTABI 15 25 TL YER NE TL CEYHUN BALCI’NIN YENİ KİTABI 18 30 TL YER NE TL HAZAL OCAK’IN YENİ KİTABI 18 30 TL YER NE TL ERGİN YILDIZOĞLU’NUN YENİ KİTABI 15 25 TL YER NE TL
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear