16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KÜLTÜR 13 1 AĞUSTOS 2020 CUMARTESİ YEŞILÇAM’IN UNUTULMAZ OYUNCULARINDAN FILIZ AKIN ILE BAYRAM SOHBETI ‘Ağır işçi gibi çalıştık’ Toplumsal olaylara, özellikle de kadına yapılan şiddete her fırsatta tepki ÖZNUR gösteren Filiz Akın, OĞRAŞ ÇOLAK “Kadınlara yönelik psikolojik, fiziksel, cinsel şiddetle, tecavüzle, tacizle, zorla evlendirmeyle mücadele etmenin temelini anlatan İstanbul Sözleşmesi’nin sürdürülmesinin şart olduğunu düşünüyorum” diyor. Beyazperdenin kolejli kızı, sarışın oyuncusu, zarifliğiyle akıllarda kalan bir yıldız... Dile kolay 116 film... Gece gündüz demeden setlerde geçen bir ömür... Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncularından Filiz Akın, bugün yazar kimliği ile çıkıyor sevenlerinin karşısına... Toplumsal olaylara duyarlı olan sanatçı, kadına yapılan her türlü şiddete dur denilmeli diyor. Yakın zamanda yeni bir YouTube kanalı da açan Akın ile Yeşilçam’dan bugüne keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. n Öncelikle nasılsınız, sağlığınız nasıl? Sabahları çok erken kalkıyorum. Koruyucu ilaçlarımı alıyorum. Güneşin doğuşunu yaseminlerin arasından videoya çekiyorum. Öyle endişe edilecek bir şeyim yok. Ama çoraptan başka bir şey giyemiyorum, kulağımın biri 6 saat süren ameliyatla iptal edildiği ve diğeriyle de ancak kulak aletiyle duyabildiğim için dengem bozuk, her an düşebilirim. Ama sorduğunuz için teşekkür ederim, her zamanki gibi şükrediyorum. n Pandemi süreci sizi nasıl etkiledi, neler yaptınız, bu aralar neler yapıyorsunuz? Hepimiz etkilendik. Kaybettiğimiz canlara, bizim için çalışan sağlık çalışanlarına dua edip yetkililerin çalışmalarını yakinen takip ettim ve kuralları dikkate aldım. Kendim hastane ve kontroller harici dışarı çıkmadım. Evde vakit geçirmeyi ve ev hayatını seven biriyim. Instagram’da neşeli videolar bulup paylaşmaya çalıştım. Çok güzel diziler ve filmler seyrettim. Kitaplar okudum. Sanatla başka boyutlarda gezinmek dünyasını değiştiriyor insanın. Ve elbette bağışıklığımı kuvvetlendirici destekler aldım, maske kullanımına ve sosyal mesafeye son derece dikkat ettim. Ailemle Bodrum’dayım. n Geçen günlerde bir YouTube kanalı açtınız. Neler paylaşacaksınız bizlerle? YouTube’da daha çok acemiyim. Günlük hayatı paylaşıyorum şimdilik. Biraz ilerlesin, isteğe göre paylaşacağım bir şeyse eğer şekillenir, bilemiyorum. n Yüzün üstünde film ve başarı... Neden sinemayı bıraktınız? Hiç özlemediniz mi? Evet, 116 film... Sonunda biraz geç olsa da ülkemize televizyon gelince, in Filiz Akın İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ŞART n Türkiye’nin en büyük sorunu nedir sizce? Şimdi korona pandemisiyle uğraşıyoruz. Tüm dünyaya etkileri olduğu gibi Türkiye’ye de etkisi oldu tabii. Her ülkenin kendi içinde yaşadıkları birtakım zorluklar var. Burada önemli olan bizleri ayrıştırmasınlar. Biz bir arada çok güçlüyüz. Her şey siyasileşmese!.. Atatürk Cumhuriyeti’nin kurucu ilkelerini yürekten sahiplensek, herkes birbirine kenetlenip dayanışma içinde, her konuda herkes kendi kulvarında olsa ve karşılıklı birbirini saygı içinde kabullense daha heyecanlı olmaz mı? Moral verici üslup önemli son zamanlarda. Halkın, kadın cinayetleri, şiddete karşı hatta hayvanlara işkence, tecavüz gibi konularda birlikte tepki vermesi, toplumun büyük bir bölümünün en ağır cezayı gerek tiren konulardaki hassasiyeti, en ağır cezanın verilip acilen uygulamaya konulacağı hususunda tedbirlerin incelenmesi bir umut oldu. Toplumsal eşitlik hassasiyetinin devam etmesi hali çok iyi bir motivasyon kanımca... Bütün bunların dışında elbette en önemli konumuz kadına şiddet. Hepimiz gördüğümüz, duyduğumuz zaman kahroluyoruz. Kadınlara yönelik psikolojik, fiziksel, cinsel şiddetle, tecavüzle, tacizle, zorla evlendirmeyle mücadele etmenin temelini anlatan çok önemli bir metin olan İstanbul Sözleşmesi’nin sürdürülmesinin şart olduğunu düşünüyorum. Esas sorunlardan biri de kuşkusuz eğitim... Değişen dünyayı ıskalamamak için bu konudaki çıtayı hızla yükseltmek zorundayız. İlk evliliği yapımcı Türker İnanoğlu’ndan kendisi gibi sanatçı olan oğlu İlker İnanoğlu doğdu. İkinci eşi Bubi Rubinstein’la Fransa’daki evliliği 11 yıl sürdü. Akın 1994’de eski MİT Müsteşarı, Sönmez Köksal ile evlenip Ankara’ya Eşi Sönmez geldi. Köksal Paris Köksal ile... Büyükelçisi olarak atanınca Filiz Akın tekrar Paris’e döndü ve 4 yıl sefire olarak Türkiye’yi temsil etti. O yıllarda güzelliği, zarafeti ve kültürüyle diplomasi çevresinde büyük ilgi gördü. sanlar yeni oyuncaklarıyla evlerine kapandılar. “Dallas”, “Yalan Rüzgârı” gibi dizilerle Hollywood yıldızları, çok güzel ve yakışıklı insanlarla şık kıyafetler, şık veya renkli mekânlarda; aşk, acı, drama veya neşeyi aynı mekânlarda, bir de entrikanın zirvesini tattıkları bu dizilerin içinde, onlarla birlikte heyecan ve zevkle başka dünyalarda dolaşmaya başladılar. Sinema salonları boş kaldı. Onlar da dışarıda gezen bekâr adamlar için ya seks filmleri ya da konser tadında şarkıcı, türkücülerin en popülerleriyle film yaparak seyirci topladılar. Ben Yeşilçam döneminin artık bittiğini görerek kendim film teklifi kabul etmeyeceğimi ve oynamayacağımı ilan ettim. Öyle olunca kadın erkek ilişkisi gibi “O beni bırakmadan ben onu bıraktım ve noktaladım”. Bu benim için çok sağlıklı oldu. Pişman değilim. n Peki, bugünün Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz? Artık yeni, gerçekçi sinema filmlerimiz, Almanya Altın Ayı, Fransa Cannes ödülleri gibi bütün festivallerden en büyük ödülleri alan filmlerimiz, yönetmenlerimiz ve oyuncularımız var. Hayranlık duyuyoruz. Nuri Bilge Ceylan, Haluk Bilginer... Ama dizilerimizin başarısı dünyayı şaşırtıyor. Oynamadığı ülke yok. Oynadığı yerde en büyük reytingleri alıyor. Hele bazı oyunculara o kadar hayranlar ki onların dizileri ve filmleri çevirdiği mekânlara turistler geliyor. Ben sinemadan ayrılırken demiştim: “Bir gün dizilerimiz, kendi ülkemizdeki Brezilya dizilerinden, Amerikan dizilerinden daha fazla beğenilecek dünyada. Bu işi yapmayı çok iyi biliyor Yeşilçam dönemi.” Tek bilen ben olduğum için değil, acıyı, en iyi biz eski Yeşilçam filmleri dönemini biliyoruz diye. GECE GÜNDÜZ YEMEK YEMEDEN... n Yeni dönem Türk sineması ile Yeşilçam sinemasının koşulları açısından farklılıklarını anlatır mısınız? Filmlerde de zor şartlardan etkilendiğimiz için misal; her gün sabah 5’te kalk, valizini, makyajını yap ve çoğunlukla “7.30 Kabataş İskelesi” diye bir laf vardı. Gece gündüz bazen yemek yemeden (o da sandviç ve tost) saatlerce ayakta ışık provaları, oyun provaları yap. Bazı geceler uyumadan çalış, bazen iki filmde birden çalış. Karlar üstünde gelinlik gibi incecik şeylerle sekiz saat güneşin yatarak çıkmasını hiç kalkmadan bekle, şubat ayında yaz partisi çekiyoruz diye gençlerin eğlencesini göstermek için havuzlara atsınlar ve o buz tutmuş tabaka kırılıp parçaları vücuduna bıçaklar gibi batsın falan filan... Tabii günümüzdeki gibi setlerde ısıtıcılar da pek yok. Uzatmayayım. Dışarıdan çok şatafatlı görünen bir hayatı, biz cumartesipazar yok, bayramı yok, yılbaşısı yok, ağır işçi gibi yaşadık sanki. O zaman böyleydi de şimdi farklı ama o günler gibi çok ama çok zor şartlar, konforları daha iyi, karavanları var. Makyajlarını, saçlarını, başlarını yapanlar, kostümleri dışarıdan getirip giydirenler, güzel yemekler getiriliyor setlere ama onlar da bizim genelde 1 ayda çektiğimiz filmleri 1 haftada çekmek zorunda oldukları için ömürleri setlerde çok zor şartlarda geçiyor. Gene de erkek oyuncular biraz daha şanslı. Kadınlar kadar makyaj yapılma, saçların kuaför elinden çıkması, sık sık tasarım kıyafet değiştirme kaygıları daha az. Ama o eski Yeşilçam döneminde de şimdi de kimse gene de işinden vazgeçmez, çünkü sinema bir tutkudur. Hiç bitmeyen bir tutku, büyülü. Hep daha iyisini yapmak, hep sınırlarınızı zorlamak ister, oyunculuğu aşkla yaparsınız. ‘PARA VE GÜCE TAPIYORLAR’ n Yeni nesil de bu sayede Yeşilçam oyuncularını tanıyor. Ne hissettiriyor bu size? Günümüz gençliği hakkında biraz araştırma yaptığımda anladım ki çok genç jenerasyon çok ciddi seyrediyor eski Türk filmlerini. Çünkü onları çeken çok büyük bir olgu var filmlerde. Kaybettiğimiz manevi değerler, insan doğasında henüz kaybolmamış olan romantizm ve masumiyet... Bugün insanlık iki şeye tapıyor: Para ve güç. Bir yanıyla insanlar onlardan daha zevkli olma, onlarla alınamayan aşkı eski Türk filmlerinde arıyor. Buldukları büyük aşkları o kadar özlemişler ki hiçbir abartılı mantıksızlık onları yıldırmıyor. Israrla seyrettikleri, çoğunlukla bir fotoroman tadında olan filmlerde büyük fedakârlıklar, dostluk, arkadaş dayanışması, en ihtiyaç duyulan anda bile paraya karşı değerlerini savunan, romantizmin en klişeleşmiş unsurları (âşığın yağmurlarda beklemesi, deniz kenarında koşmaları, ağaç altında sohbetler, İstanbul’un o dönemdeki yeşilliği, betonlaşmamış olması, tenhalığı) buluyorlar. Hekime saldırı yaşama saldırıdır Koronalı ve virüsü fırsat bilen baskıcı düzencilerin gemi azıya aldığı günlerde tüm sağlıkçılar zorlu bir savaşım veriyor. Mesleklerinin gereği insanları, sağlığı korumak için uğraşırken yaşamı özgürleştirme savaşımının da ön cephesinde özverileriyle yer alıyorlar. Bu, tıp tarihimizin özünden gelen bir nöbetin devralınışıdır. Yakın tarihimizde hekimler Hekimler, özgürlükler konusunda her zaman öncü oldu. 1897’de Abdülhamit, kendisine başkaldıran birçok hekim ve tıbbiye öğrencisini Fizan’a sürdü. Tıbbiyeliler, okullarının odunluğunda kurduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti (1892) ile padişahlığı sarstı, 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanını sağladı. Tıbbiyeli Hikmet, Sivas Kongresi’nde adını duyuran bir askeri tıbbiye öğrencisiydi (Tıbbiyeli HikmetB. Suat Çağlayan2019). Balkan ve Çanakkale savaşlarının Tabip Yüzbaşısı, 1919’da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) kurucusu, 1920’de TKP Merkez Komitesi üyesi, 1945’te Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) kurucusu, 1951’de TKP Genel Sekreteri olan Dr. Şefik Hüsnü (Aydınlık İçinde Dr. Şefik Hüsnü, Gökhan Atılgan, 2020) ile “Eski tüfek” Dr. Hikmet Kıvılcımlı (Hikmet Kıvılcımlı Hayatı ve Eserleri, Tarkan Tufan, 2008, Dr. Hikmet: Savaşçı Bir Hayat 19021971, Cenk Ağcabay, 2015) ülkemizde sol muhalefetin önemli önderleriydi. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Hekimleri temsil eden, hekimlerin haklarını ve hekimlik ahlakını korumayı, tıp eğitimine katkıda bulunmayı, halk sağlığını geliştirip yaygınlaştırmayı amaç edinen meslek örgütü TTB, 1953’te İstanbul’da kuruldu. Doç. Dr. Ahmet Rasim Onat’ın başkanlığında (195361) DP hükümetinin baskılarına karşı koydu. TTB’nin 1966’dan 12 Eylül 1980’e kadar uzun bir dönemine damgasını vuran başkanı, seçildiği kongredeki konuşmasında “Hekimlik gerçeği ile memleket gerçeklerini birlikte değerlendirerek başarıya ulaşılacağını, hekim özlük hakları ve halk sağlığının tam sağlanmasına çalışacaklarını” belirten Dr. Erdal Atabek’ti. Birlik, genel sağlık sigortası, grevli toplusözleşmeli sendika, insan hakları, demokratik üniversite, silahlanma karşıtlığı, 1 Mayıs hakkı konularında başarıyla savaşım verdi. 1979’daki kongrede, “günümüzün en yakın sorunu olarak tüm demokrasi güçlerinin faşizme, emperyalizme, şovenizme karşı güç ve eylem birliğinin sağlanmasının ertelenmez bir görev olduğu”, demokratik haklar ve özgürlükler, halk sağlığı, hekim hakları, tıp eğitimi ve sağlık hizmetinin denetiminin öncelikli olduğu belirlendi. (23 Mayıs 1980 günü sayman Dr. Sevinç Özgüner evinde faşistlerce öldürüldü.) 12 Eylül döneminde TTB kapatıldı, yönetim 141142’ye muhalefetten Diyarbakır’da yargılandı. 1980’lerden bugüne 1983’te Ankara’ya taşınan TTB’de ertesi yıl Prof. Nusret Fişek başkan oldu. 1985’te ölüm cezasına, 1986’da işkenceye, 1991’de Körfez Savaşı’na karşı açıklama yapan yönetimler hakkında dava açıldı. 198788 yıllarında yoğun hekim eylemliliği oldu. 1990’lı ve 2000’li yıllarda Dr. Selim Ölçer, Dr. Füsun Sayek, Dr. Gençay Gürsoy dönemlerinde TTB, demokratik, etik ve bilimsel değerlere uygun, her zaman emek güçleriyle birlikte hareket eden, insan hakları konusunda aktif tutum izleyen bir çizgi izledi. “Herkese eşit, ücretsiz sağlık ve iş güvencesi” istedikleri için yargılanırlarken Sayek, “Dünyanın en güzel suçlularıyız” dedi. TTB, Dr. Özdemir Aktan, Dr. Beyazıt İlhan, Prof. Dr. Raşit Tükel ve şimdiki başkan Prof. Dr. Sinan Adıyaman yönetimleriyle direnmeyi sürdürürken inatla halk sağlığını öne çıkarıyor. H Prof. Dr. Kayıhan Pala, insan sağlığını ve yaşamı her şeyin üstünde tutan bu tarihsel özün nöbetini devralmış gerçek bir hekimdir. Yılmaz Güney ile “Umutsuzlar” UNUTAMADIĞI FILMLER... n Sizi en çok etkileyen, unutamadığınız filmleriniz vardır mutlaka ve hikâyeleri de vardır, bizimle paylaşır mısınız? Umutsuzlar, Ankara Ekspresi, Utanç, Gurbet Kuşları... Ticari filmlerden Yumur cak serisi, Tatlı Dillim, Emine, Reyhan, Memleketim, Almanyalı Yârim... Bunlar sevdiğim filmlerden bazıları... Bunları da televizyon çok gösteriyor. Yeni nesillerin de tanıması Instagram hesabımdan bile belli oluyor ve beni mutlu ediyor. Kartal Tibet ile “Aşka Tövbe” Ediz Hun ile “Ankara Ekspresi” Yeni n Kitap yazmaya nasıl başladınız? Kanser serüveni sırasında tuttuğum notları “Hayata Merhaba” kitabında Bircan Silan’la kaleme aldık. Kanser hastalarına ve yakınlarına reh kitap ber oldu. Kendi çapımda çok sattı. Bir de yazdığımız kitaplardan “Güzellikle re Merhaba” ile o dönem Fransa’da en ileri metotlarını uygulayan uzmanlardan aldığım bilgile ri paylaştığımız “Altın Kitaplar”ın o seneki ödülü hazırlığı nü kazandık. n Yeni bir kitap hazırlığınız var mı? Yeni kitap hazırlığımız var. Adını “Hayatın Pro vası Yok” olarak düşünüyoruz. Çünkü yaşadığı mız şeyler, bizim kendi kararlarımızın neticesinde gerçekleşiyor. Tek şansımız var... “Bu provaydı, esas çekimde değiştiririz” diye bir şansımız yok maalesef... Doğumla ölüm arasında çok çabuk geçen bir zaman var ve buna hayat deniyor. Mühim olan o arayı iyi değerlendirmek... İnsan en çok kendi hatalarından ders alıyor ama bütün hataları yapıp öğrenmeye vakit yok. Onun için insan aile büyüklerinden, rol model olarak benimsedikleri insanların fikirlerini sormalı, kendi karakterine ve mantığına uygun geleni uygulamalı. Bunun yanında okulda öğretmenlerinden, yerli yabancı yazarlardan, filozoflardan il ham alabilir... Kitabımızda birkaçı çoğunlukla röportajlarda veya bana sorulan sorular hakkındaki düşüncelerim de olacak. Başarının sırları, mutluluk, aşk, sevgi, evlilik, şans faktörü, evlatlar, gelecekte neler olacak, ebeveynçocuk ilişkisi, kalıcı olmak, evren, dünya, düşünce kalıpları, ikna etmek, fark yaratmak, James Joyce, mitoloji, orta çağ filozofları, “Kadın ne ister?” “Erkek ne bekler?” kadınların ve erkeklerin benzer ve ayrıldıkları konular... İlk aklıma gelenler bunlar. Ben yazar değilim sadece kendimce yorumlar bunlar. Zaten ben notlarımı yaklaşık on senedir aldım, soruları ise Sevgili Bircan Silan hazırlayacak. Yönetmen Alan Parker yaşamını yitirdi Türkiye’de büyük tepki çeken “Geceyarısı Ekspresi” (Midnight Express) filmine imza atan ünlü İngiliz yönetmen Alan Parker (76) dün sabah yaşamını yitirdi. Parker, ilk uzun metrajlı filmi “Bugsy Malone”u 1975’te çekti. Parker, uyuşturucu kaçakçılığı yüzünden hapsedilen bir Amerikalı’nın Türkiye’den kaçışını konu alan ve gerçekleri çarptırdığı iddiasıyla Türkiye’de büyük tepki çeken 1977 yapımı “Geceyarısı Ekspresi” ile 2 Oskar, 6 Altın Küre ve 4 Bafta ödülü kazandı. Film, hapishane koşullarını ve işkenceyi ele aldığı için Türkiye’de uzun süre yasaklı film statüsündeydi. “Pink Floyd The Wall” filminin de yönetmen koltuğuna oturan Parker, 1964 yılında ABD’nin Mississippi kentinde işlenen ırkçı cinayetleri konu alan “Mississippi Burning” (Mississippi Yanıyor) adlı filmin de yönetmenliğini üstlenmişti. Filmleri arasında “Fame”, “Evita” ve “The Commitments” gibi yapımlar da bulunan Parker’in çektiği filmler toplamda 19 Bafta, 10 Altın Küre ve 10 Oskar ödülü kazandı. l Haber Merkezi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear