23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
6 21 MAYIS 2020 PERŞEMBE EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: EMİNE BİLGET DİZİ CUMHURIYET, MESLEK ÖRGÜTLERININ SESI OLUYOR 4 Hekimlik yaşamdır TTB, sağlık hakkına sahip çıkmak için hükümetleri rahatsız etmeyi sürdürüyor PROF. DR. SINAN ADIYAMAN TTB MERKEZ KONSEYI BAŞKANI Anadolu hekimlik tarihinde yaşam, sağlık, eşitlik, özgürlük, demokrasi savunusu hep olmuştur. Hekimler, bireysel olarak ya da bir araya geldikleri meslek örgütlerinde bu insanlık ideallerine kayıtsız kalmamıştır. Meslek örgütlerinin adı 1856 yılında Türk Tıp Cemiyeti, 1928 yılında Etibba Odaları, 1953 yılında ise Türk Tabipleri Birliği (TTB) olmuştur. Hekimler ve hekimlik meslek örgütleri, mesleki değerleri ve bu değerler üzerinden toplumla kurdukları ilişki nedeniyle çeşitli dönemlerde iktidarla çatıştılar. Hekimlik tutumu ile devletin beklentilerinin denk düşmediği hallerde, hekimlere karşı değişik baskı ve müdahale araçları kullanılmıştır. Örneğin Padişah Abdülhamit, 1897’de baskılara karşı çıkan hekimleri “Fizan”a sürmüştür. Prof. Dr. Sinan Adıyaman, Türk Tabipleri Birliği değerleri ve hekimlik yargılamaları üzerine yazdığı yazıda, “TTB, asırlardır insanlık değerlerinin birikiminden süzülerek gelmiş iyi hekimlik değerlerinin en önde gelen savunucusudur” diyor. İşgali protesto.... 14 Mart 1919’da İstanbul, İtilaf Dev letleri kuvvetlerince işgal altındaydı. Tıp öğrencileri bu işgali protesto et mek için 1827’nin 14 Mart’ında açı lan ilk tıp okulunun o güne kadar hiç yapılmayan 92. yıl kutlamasını baha ne ederler. Haydarpaşa’da tüm öğren ciler büyük salonda toplanırlar. Top lantıya hekimler de katılır. Tıbbiyeliler büyük bir coşku ile hem ilk tıp okulunun açılışını anar hem de işgali protes Prof. Dr. Sinan Adıyaman to ederler. İngiliz bahriyelileri toplan tıyı basar, şiddet kullanarak dağıtır ve birçok öğrenciyi tutuklar. Böylece 14 4 Mart 1919 bir özgürlük ve bağımsızlık hareketi olarak tarihimizde kutlanan ilk “Tıp Bayramı” olduğu gibi Haydarpaşa tıbbiyelilerin otoriter yönetimlere karşı vermiş olduğu mücadelelerin ilk merkezi olmuştur. TTB, asırlardır insanlık değerlerinin birikiminden süzülerek gelmiş iyi hekimlik değerlerinin en önde gelen sa “Otoriter eğilimler hekimliği laboratuvarlara ve hastanelere kapatmak ister. Oysa, hekimlik ‘Yaşamı temsil eder.’ 14 Mart 1980 tarihli Tıp Bayramı’nda dönemin Türk Tabipleri Birliği Başkanı Erdal Atabek’in sözleri hâlâ önemini koruyor: ‘Biz hekimler, insan için, insanın insan gibi yaşaması için, insanın özgür yaşaması için, insanın zincirlerinden kurtulması için vunucusudur. Bu nedenledir ki yıllardır yapılan onca baskıya ve kötülüğe mücadele etmek zorundayız.”’ rağmen güçlenerek varlığını sürdür rasında cezaevlerinde yaşanan açlık Sağlık Bakanlığı “Hukuka aykırı yet mektedir. TTB geçmişine baktığımızda grevleri üzerine 22 Aralık 2000 tari kisiz ve kontrolsüz, revir adı altın dava süreçleriyle ilk kez karşılaşmadı hinde bir basın açıklaması yapmıştır. da sağlık hizmet birimleri oluştura ğını görüyoruz. TTB, tarihinde hekim Açıklamada, “TTB ve hekimlerin her rak amaçları dışında faaliyet gösterdik lik meslek etiği değerlerini savundu bir ölümün acısını yüreklerinde hisset leri” gerekçesiyle Ankara Tabip Oda ğu ve emek, barış, demokrasi ve insan tikleri ve süreçte yaşamın ölüme galip sı, Hatay Tabip Odası ve İstanbul Tabip hakları mücadelesi verdiği için defa gelememesine dayanamadıkları” vur Odası’na yönetim ve onur kurullarının larca yargılanmıştır. gulanmış, operasyona yönelik olarak görevlerine son verilmesi talebi ile da “öldürerek hayata döndürmeye herkes valar açtı. Bu davalar da reddedildi. 12 Eylül askeri darbesi inansa da hekimlerin inanması beklen Gezi davalarından 4 yıl sonra yine İlk dava Kasım 1985’te TTB Merkez Konseyi’nin idam cezasının kaldırılması için yürüttüğü çalışmalar nedeniyle açılmıştır. O dönemde hekimler, idam cezasının infazında bulunuyordu. 12 Eylül askeri darbesinden sonra yapılan ilk genel kurulda seçilen heyet 28 Eylül 1985 tarihinde, “idam cezası”nın hekimler açısından onaylanmasının olanak dışı olduğu görüşü ile Türk Ceza Kanunu’ndan çıkarılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, başbakan ve cumhurbaşkanına başvurulmasına ve bu konudaki görüşün kamuoyuna açıklanmasına karar vermiştir. Amaç insanı yaşatmak Bu kararın yerine getirilmesi üzerine adalet bakanı suç duyurusunda bulunmuş, TTB yöneticileri hakkında cumhurbaşkanı, başbakan ve TBMM üyelerine ölüm cezasının kaldırılması için bir mektup yazarak siyasetle uğraştıkları gerekçesiyle görevlerine son verilmesi için bir iddianame hazırlanmıştır. Dönemin TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek soruşturma sırasında; ölüm cezasının tabiplik mesleği ile bağdaşmadığını, mesleğin asıl amacının insanı yaşatmak olduğu ve bu nedenle idam cezasının kaldırılmasını istediklerini, bir doktorun ölüm cezasının infazında bulunmasının tıp meslek etiği kurallarına aykırı olduğuna inandıklarını ifade etmiştir. Yargılamanın sonunda, TTB Merkez Konseyi’nin ölüm cezasına karşı gösterdiği tavrın TTB’nin amaçlarına aykırı olmadığına karar verilmiş, 19 yıl sonra, 2004 yılında, anayasadan ve ardından da Türk Ceza Kanunu’ndan ölüm cezası ile ilgili maddeler çıkartılmıştır. ‘Hayata Dönüş’ operasyonu TTB Merkez Konseyi üyelerine ikinci dava, Aralık 2000’de cezaevlerinde yaşanan açlık grevleri / ölüm oruçları sürecinde açılmıştır. Bilindiği gibi, 19 Aralık 2000 günü açlık grevleri /ölüm oruçlarının yapıldığı cezaevlerine “Hayata Dönüş” adı verilen, operasyon sonucu, ikisi güvenlik görevlisi olmak üzere toplam 32 kişi hayatını kaybetmiştir. TTB Merkez Konseyi, operasyon son memelidir” denilmiştir. Hekimlikçe kabul edilemez Bu kez açılan davada, amaç dışı faaliyet sayılan tutum, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülere, eşit, ayrımsız, hekimlik etik ilkelerine uygun bir sağlık hizmeti verilmesini savunmak, açlık grevindekilere zorla tıbbi müdahale yapılmasına karşı çıkmak olmuştur. Bu dava esnasında TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Füsun Sayek’tir. TTB yöneticileri; TTB’nin açlık grevi ve ölüm orucunda bulunanlar konusunda hekim tutumu ile ilgili olarak kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla açıklamalar yaptıklarını; hekimlerin, tutuklu ve hükümlülerin bakımını da tüm diğer bireyleride olduğu gibi, onların haklarını gözeterek yürüteceğini, hekimliğin insan yaşamını her türlü kavram ve kaygının ötesinde ele aldığını; değerler sistemini, her şeyin merkezine insanı, yaşamını ve sağlığını koyarak şekillendirdiğini, bu yaklaşımı sonucu insan sağlığına ve dolayısıyla yaşamına zarar veren her şeyin ve tutumun hekimliğin doğasına ve süreç içerisinde oluşan değerler sisteminin temel çıkış noktasına aykırı ve hekimlikçe kabul edilemez olduğunu belirtmişlerdir. Mesleğimiz dava konusu TTB Merkez Konseyi üyelerinin görevlerine son verilmesi istemiyle açılan dava mahkeme tarafından reddedilmiştir. Aynı açıklama nedeniyle yürütülen ceza soruşturmasında da takipsizlik kararı verilmiştir. Yakın dönemde Gezi olayları sonrasında açılan davalarda bir kez daha hekimlik mesleğimizi yapmamız dava konusu yapılmıştır. Hekimler bu süreçte de, mesleki değerlerine bağlı kalarak olağandışı durumda ortaya çıkan sağlık sorunlarının giderilmesi, yaralıların gerekli sağlık hizmetine ulaşmasının sağlanması için gönüllü olarak çaba gösterdiler. TTB, Gezi protestolarında sağlık sorunu olan herkese ayrımsız sağlık hizmeti verilmesini savunmuş ve odalarımız tarafından gönüllü sağlık hizmetleri desteklenmiştir. bir açıklama nedeniyle hakkımızda davalar açıldı. 24 Ocak 2018 tarihinde TTB Merkez Konseyi tarafından yapılan “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı açıklamadan sonra dönemin Merkez Konsey üyeleri gözaltına alındı ve 7 güne varan gözaltı süreçlerinden sonra serbest bırakıldılar. Dr. Raşit Tükel’in başkanı olduğu TTB Merkez Konseyinin 11 üyesi hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” suçlarından dava açıldı. Konsey üyelerinin amaç dışı faaliyet nedeniyle görevden alınmaları için ayrıca bir dava daha açıldı. Evrensel ortak değer TTB Merkez Konseyi üyeleri, mahkemede; sağlığın, fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik hali olduğunu hep akılda tutarak insan eli ile yaratılan her türlü şiddetin nedenlerinin ortadan kaldırılmasını, sağlıklı, barış içinde yaşanabilir bir çevrenin hak olarak hayata geçirilmesini, sosyal iyilik halinin sağlanmasını talep ettiklerini belirtmişlerdir. Bu talebin, akademik çalışmalarla da kanıtları ortaya konmuş dünyada bütün hekimler tarafından kabul görmüş evrensel bir ortak değer olduğunu vurgulamışlardır. Dünya Tabipler Birliği (WMA); “Türk Tabipleri Birliği, Savaş bir Halk Sağlığı Sorunudur başlıklı açıklamayla yalnızca apaçık bir gerçeği, savaşın önemli sağlık sorunlarına yol açtığını belirtmiştir. Bu açıklama Dünya Tabipler Birliği politikalarıyla da uyumludur ve sağlık üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle savaştan mümkün olan her durumda kaçınılmalıdır” diyerek her zaman savunduğumuz “hekimlik mesleğinin en temel görevi insanı yaşatmaktır” ilkesinin evrenselliğine ve zaman içindeki geçerliliğine dikkat çekmiştir. TTB hukukçuları ile birlikte, Ankara, Bursa, İstanbul, Adana, Mersin, Hatay, Antalya, Bursa, İzmir, Diyarbakır, baro başkanları da yargılamalarda TTB heyetinin yanında yer almıştır. Savunulan değerlerin yaşam, barış, adalet, demokrasi, eşitlik, özgür ve süreklilik arz eden barışçıl yaşam olduğunu, bu açık lamadan dolayı kişilerin terör örgütlerini meşrulaştırmaya çalıştığı sonucuna varmanın, bir hukuk devleti olmadığımızın ve hiçbir vatandaşın hukuki güvenliğinin bulunmadığının açık ilanı ve farklı seslere verilen gözdağı girişimi olduğunu, “halkın sağlığını koruma görevinin” yasal bir görev, sağlıklı yaşam hakkını savunmanın en temel evrensel hekimlik ilkelerinden olduğunu, söz konusu açıklamanın hiçbir biçimde suç oluşturmadığını vurgulamışlardır. Ne yazık ki, mahkeme, artık sıklıkla yaşandığı üzere bütünüyle gerekçesiz, hukuk ve insanlık alanındaki bütün evrensel ilkelere aykırı bir biçimde, 11 konsey üyesi hakkında, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu işledikleri gerekçesi ile iki yıl önceki bir başka açıklamayı da dahil ederek, ayrı ayrı 10’ar aydan toplam 20 ay hapis cezası vermiştir. Bir üyemiz ise 4 yıl önce basında yer alan ve haklarında dava bile açılmayan basın haberlerini sosyal medya hesabında paylaştığı için yasadışı örgüt propagandası yaptığı gerekçesi ile ayrıca cezalandırılmıştır. Bu kararlara karşı başvurduğumuz istinaf süreci henüz sonuçlanmamıştır. Bazı üyelerimiz, bu nedenle işlerini kaybetmiş, bazılarının seyahat özgürlüğü hukuksuz bir biçimde engellenmektedir. Aynı dönemde Sağlık Bakanlığı tarafından TTB Merkez Konseyi’nin görevden alınması için açılan dava, yenilenen TTB seçimleri nedeniyle konusuz kaldığı için düşürülmüştür. Dayanışma gösterdiler Bu süreçte uluslararası alandan, Dünya Tabipleri Birliği, Avrupa Hekimler Daimi Komitesi, çok sayıda ulusal tabip birlikleri, insan hakları örgütleri, hekim dışı sağlık meslek örgütleri, aynı şekilde ülkemizden de mesleki, toplumsal örgütler, bireyler bizimle dayanışma göstermiş, taleplerimizi paylaşmıştır. Birleşmiş Milletleri Özel Raportörleri, davanın insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırılığına dikkat çekmiş, Adalet Bakanlığı’ndan bilgi istemiş, bunları uluslararası alanda yayımlamışlardır. Bilindiği gibi Diyanet İşleri Başkanı, nisan ayında, insanları cinsel yönelimi, yaşam biçimleri nedeniyle ötekileştiren, bilimdışı bir şekilde onların Covid19 salgınına neden olduklarını belirten, ayrımcı sözler içeren bir konuşma yaptı. Arkasından bu duruma dikkat çeken Ankara Barosu’nun açıklaması nedeniyle, içinde avukatların, mühendislerin ve hekimlerin meslek örgütlerinin yapısının, seçim sistemlerinin değiştirmek için bir çalışma başlatıldığı açıklandı. Bu elbette ilk girişim değil. Bu iktidar döneminde defalarca bu yönde müdahaleler ve müdahale girişimleri ile karşılaştık. Laiklik vurgusu Ama bilinmelidir ki meslek örgütleri toplumdan doğmuş, demokrasi ile büyümüştür. Günümüzde Türkiye’de hekimlerin ortak zemini olan Türk Tabipleri Birliği, demokratik değerlere, aydınlanmaya, laikliğe sahip çıkmaya, yoksuldan, eşitlik ve özgürlüklerin güvencesi olan hukuka, doğaya saygılı, barışın egemen olduğu bir toplumun sağlığının da önkoşulu olduğunu bilerek ve seslendirerek yürümeye devam ediyor, edecektir. Unutulmaz başkanlarımızdan Nusret Fişek’in söylediği gibi TTB halka, sağlık hakkına, hekimliğe sahip çıkmak üzere hükümetleri rahatsız etmeye devam ediyor. Otoriter eğilimler hekimliği laboratuvarlara ve hastanelere kapatmak ister. Oysa, hekimlik “Yaşamı temsil eder”. 14 Mart 1980 tarihli Tıp Bayramı’nda dönemin Türk Tabipleri Birliği Başkanı Erdal Atabek’in sözleri hâlâ önemini koruyor: “Biz hekimler, insan için, insanın insan gibi yaşaması için, insanın özgür yaşaması için, insanın zincirlerinden kurtulması için mücadele etmek zorundayız.” Kaynaklar: 1 Av. Ziynet Özçelik, Hekimlik Yargılamaları; Top lum ve Hekim May Haziran 2014 Cilt: 29 Sayı: 3 2 Dr. Raşit Tükel, TTB’ye açılan davalar ve he kimlik değerleri, Tıp Dünyası, Mart 2018 3 Dr. Eriş Bilaloğlu, Hekimler Hükümeti Rahatsız Ediyor; Birgün Gazetesi, 11 Kasım 2018 4 TTB web sitesi YARIN ORHAN SARIALTUN TMMOB ŞEHIR PLANCILARI ODASI GENEL BAŞKANI ‘İnsanların adalete güvenmediği bir toplumda huzur düzeni sağlanamaz’ A rada sırada Cumhurbaşkanı’nın bizlerle aynı şeyleri söylediği sözleri, yazının başlığına çıkarılmasını hak ediyor. AKP’li Cumhurbaşkanı, “23. Dönem Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları Kura Töreni”ne video ile bağlantıda bunu söylemiş. Zaten salgın karşısında dünyanın en sıkı korunan lideri sıfatını hak ediyor. Söz iyi de asıl düşünce ve niyet toplumu ilgilendiriyor. İnsanın dile getirdikleriyle asıl düşünce ve eylemi farklıysa, dahası birbirine 180 derece aykırıysa, söylediği ile yaptığı farklı bir politikacı insan tipi ile birlikte yaşıyoruz. Erdoğan’a acaba bu sözü söyleten nedir diye düşünmez misiniz? Normal olarak 17 yıldır ülkeyi yöneten bir liderin böyle bir törende şunu söylemesi gerekmez mi: “Hâkim ve savcılarımız, yıllardır adaletsizlikler çukuruna batmış yargıyı bu bataktan çıkıp kurtardık, ülke en büyük derecede adil yargılama, adalet dağıtma sürecini yaşıyor. Dünya adalet göstergeleri de bunu teyit ediyor ve ülkemizin ulaştığı hukukun üstünlüğü düzeyi tüm dünyaya örnek gösteriliyor... Yargıyı siyasetin tasallutundan tamamen kurtardık, savcı ve hâkimleri bağımsız ve tarafsız karar veren bir sistemin vicdanları haline getirdik. Kimseden emir almıyorlar, yasalar ve vicdanlarına göre karar veriyorlar... Hepinizin de bu ulaştığımız düzeyi daha ileri taşımanızı bekliyorum. En büyük desteğiniz benim...” Böyle bir konuşma yapmadı Yapamadı, çünkü çok komik kaçardı. Bunun yerine adalete güvenilmediği toplumda huzur kalmaz dedi, aslında tam da toplumsal gerçeğe işaret etti. Şunu da söyledi: “Sizlerden vicdanınızı ve imzanızı Allah korkusu ve uygulamakla yükümlü olduğunuz kanunlar dışında hiçbir gücün emrine vermemenizi istiyorum. Adil bir vicdana sahip olmayan hâkimlerin elinde en iyi kanun bile bir zulüm aracına dönüşebilir... Evlatlarınıza bırakacağınız en büyük miras tüm ömrünü adalete adamış tertemiz bir isim olacaktır...” Bu sözler Erdoğan’ın vitrini ile ilgilidir. Uygulamalarıyla değil. Anayasa Mahkemesi dahil yüksek yargının hoşlanmadığı kararlarına karşı çıkan kendisidir. Barış kardeşlerimin, Murat Ağırel ve diğer meslektaşlarımın infaz yasasından yararlanmaması için yasayı eğip büken Meclis’teki kendi grubudur. Bizzat hepsinin ne hukuk ne yasa tanıyan uygulamalarla özgürlüklerinin ellerinden alınmasına, Mars’taki “Güneş Sistemi Adalet Yönetimi Konfederasyonu” karar vermedi. Barış Pehlivan’a, “sana vuran devlettir” diyen zalim gardiyan da yönettiğiniz devletin elemanıdır. Haksızlıklarla sakat bir yönetim İktidarın devleti yönetmesi haksızlıklarla maluldür. Devlet, yönetim ve anlayışı neyse, AKP iktidarı da odur. Partili bir devleti yaşıyor ülke. Valisinden tutun kaymakamına ve tüm idari sisteme kadar, her şeyiyle karşımızda bir partili devlet anlayışı vardır. Zaten Erdoğan yıllar önce bürokrasinin kendi vücut dilinden anlaması gereğinden söz etmişti. Bu, adım adım gerçekleşti. Şuna bakın: Yüreğir CHP Gençlik Kolları Başkanı ile iktidarın Vefa Yardım Destek Grubu ve orada bulunan Kaymakam arasında geçen olayda, ifade alan savcı, Eren Yıldırım’ı serbest bırakırken, devleti yöneten partili Cumhurbaşkanı tepeden olaya karışıyor, CHP’yi suçlayan bir açıklama yapıyor ve Yıldırım bu kez tutuklanarak içeri atılıyor. Erdoğan ne demişti: “Sizlerden vicdanınızı ve imzanızı... kanunlar dışında hiçbir gücün emrine vermemenizi istiyorum.” O zaman cümlede eksik olan bir sözcük mü var: “...kanunlar (ve benim) dışımda hiçbir gücün emrine vermemenizi istiyorum.” AKP’li Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından sonra Yıldırım’ın derhal tutuklanması karşısında, kim evlatlarına Cumhurbaşkanı’nın kastettiği mirası bırakabilir? Durmadan gerileyen adalet “İnsanların adalete güvenmediği bir toplumda huzur kalmaz” diyen Erdoğan, gerçeği dile getiriyor. AİHM kararına rağmen, Osman Kavala’yı serbest bırakmayan yargının acaba arka planda korkusu, sakın başlarına gelebilecek siyasi atama vb. gibi yaptırımlar olmasın? Toplumda yargıya güven aşağılarda seyrediyor, neden? Yargıya güvenenler yüzde 41.9! Güven sırlamasında sondan ikinci, neden acaba? Dünya Adalet Projesi’nin “Hukukun Üstünlüğü Endeksi”nde Türkiye’nin yıldan yıla gerileyerek, 2019’da 8 sıra daha gerileyerek 109’uncu olmasına bakacak olursak, toplumdaki “huzur düzeni”nin sağlanamamasında, acaba siz sorumlu olmayasınız? Sözler kuru gürültüdür, yel alır götürür, kalıcı olan uygulamalardır. Söz öz ile bir olmalıdır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear