15 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
DİZİ EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ 9 14 MAYIS 2020 PERŞEMBE 3 12 MART VE 12 EYLÜL’DE HEM KAPATMA HEM TUTUKLAMA Her dönemde ‘zararlı neşriyat’ KARARTMA GÜNLERİ MİYASE İLKNUR 12Mart’ta İlhan Selçuk’un “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” yazısı nedeniyle gazeteye on gün kapatma, İlhan Selçuk ve yazıişleri müdürü Oktay Kurtböke hakkında da tutuklama kararı verilirken 12 Eylül’de yazarlardan Ali Sirmen ve Hüseyin Baş Barış Derneği davasından tutuklandı. Bu dönemde gazeteye bir kez İlhan Selçuk, bir kez de Nadir Nadi’nin yazısı nedeniyle ulusal çapta 35 gün, bölgesel olarak da 7 gün kapatma cezaları verildi. Nadir Nadi, Oktay Akbal ve İlhan Selçuk yazıları nedeniyle sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. PENCERE ‘Kemalizm İdeolojisi Muz mudur?’ Karl Marks bir bilim adamıdır. Dünyanın bütün üniversitelerinde incelenir; çoğu toplumbilimci Marksizmi bir yöntem olarak kullanır; Marks’ın kitapları dünyanın bütün büyük kütüphanelerinde bulunur.. Buna karşın dünyada ve ülkemizde Marks’ın açıklanmasında ve yorumlanmasında alabildiğine tartışma sürmektedir. Marksist olduklarını söyleyen siyasal partiler ve devletler arasında fikir ve eylem tartışmaları bitmemiştir. Peki, Marksizm her niyete yenen bir muz mudur?... * Atatürk bir eylem adamıdır. Yazmaktan çok konuşmuştur; yapmıştır; gerçekleştirmiştir. Mustafa Kemal Paşa çoğu zaman irticalen konuşmuştur; çevresindekiler not tutmuşlardır; bazan nerede ve nasıl oluştuğu bilinmeyen fikirler “Atatürk söyledi” diye piyasaya sürülmüştür; propaganda üretilmiştir. Bugün Atatürkçüyüm ya da Kemalistim diyen çoğu kimse arasında tartışma ve kavga sürmektedir. Bunu doğal saymak gerekir. Marks, Lenin ya da Mao gibi kişilerin ardından da savaşımın bitmediği düşünülürse, Kemalist ideolojinin 1980 yılında tartışma alanı bulması Atatürk’ün etkinliğini kanıtlamaktan başka bir anlama gelemez.. Mustafa Kemal doğalı yüz yıl, öleli kırk olmuş, ama kavgası sürüyor. Böyle bir olay dünya tarihinde çok rastlanan bir olay değil. H Ancak Kemalizm’in tartışmasında bir ciddiyet olmalı. Atatürk’ü değerlendirirken ölçüyü kaçırmak, Atatürkçülük dediğimiz dünya görüşünü her niyete yenilen bir muz niteliğine dönüştürür. Öyleyse ne yapmalı? ... Günün bu saatinde söylemek belki “apolitik” sayılabilir, ama ben yine de söyleyeceğim: Önce Kemalizm’in özgürce tartışılabildiği fikir ve bilim ortamı sağlamalı... Bugün Türkiye’de herkes “Elhamdülillah Müslümanım” dedikten sonra: Elhamdüllillah, diyor, Atatürkçüyüm.. Böyle söyleyenlerin kaçı içtenlikli?... Yeryüzünde komünist partilerin egemen olduğu devletler var. Ama komünist ülkelerde herkes komünist olmak zorunda değildir. Sıradan yurttaş vicdanında hangi fikri ya da hangi inancı taşırsa taşısın, kimse karışmaz. Devlet, eğitim yoluyla yeni kuşakları yönlendirmeye çalışır. Türkiye’de Kemalizmi canlandırmak istiyorsak önce fikir gücüyle ortaya çıkmak gerekir. Ne yapmalı öyleyse? Atatürk’ün 1) Gerçekleştirdiği eylem.. 2) Sözleri ve yazıları.. 3) Kurduğu parti ve programı.. 4) Kurduğu devlet ve anayasası yok mudur?.. Bütün bunların harmanından bilim yöntemleriyle bir sonuç çıkarmak çok mu zor?... H Kuşkusuz zor değil. Atatürk’ü dünya tarihinde nereye oturtmak gerekir?.. sorusu elle tutulur biçimde ortadadır. 1917 devriminden sonra ikiye ayrılan dünyada üçüncü yol ayrımını Türkiye’nin ulusal bağımsızlık savaşıyla başlatan adamdır Atatürk; antiemperyalisttir; Üçüncü Dünya’nın habercisidir. Bu niteliklerinin verdiği rütbeleri omuzlarından sökmeye kalkıştınız mı, Atatürk’e düşmanlık çizgisine ulaşırsınız... Yeryüzünde çağdaşlaşma iki süreçle gerçekleşiyor: İnsanda özgürleşme, toplumda bağımsızlaşma, Kemalizm bu yolda bir aşamadır; ama son durak değildir. İnsanlıkta son durak yok. Kemalizm geriye kapalı ileriye açık bir ideolojidir; biz ise kırk yıldan beri ileriyi yasaklayıp, geriye kapıları açan siyasal düzenler içinde yaşıyoruz... 12Mart darbesinden sonra 26 Nisan’da sıkıyönetim ilan edilir. Sıkıyönetimin ilan edilmesinden iki gün sonra yani 28 Nisan 1971 tarihinde Cumhuriyet’teki köşesinde yazdığı “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” ve ondan bir gün sonra yazdığı “İsa Musa ve CartCurt” başlıklı yazısı nedeniyle İlhan Ağabey ve gazetenin yazıişleri müdürü Oktay Kurtböke tutuklanırken gazete de on gün süreyle kapatılır. İlhan Selçuk, sıkıyönetim mahkemesinde askeri yargıçlar karşısında yaptığı savunmada, suçlanan yazılarında dile getirdiği fikirlerinin arkasında olduğunu ve yazarlığının iktidar dalkavukluğu üzerine değil, sömürücü çevrele re karşı mücadele etmek şiarı üzerine olduğunu belirterek 12 Mart cuntasına postasını koyar. İşte o savunmadan küçük bir pasaj: ‘Yazarlık şiarımız iktidara dalkavukluk üzerine değil’ “Biliyoruz ki bu dava sivil mahkemelerde görülseydi, iki aydan beri tutuklu olarak cezaevinde bulunmayacaktık. Elbette adalet önünde hesap verecektik. Ama basındaki görevimize devam edecek, fikirlerimizi ve yazılarımızı yayınlayacaktık. Adliyemizde teamül ve tatbikat bu yöndedir. Biz bu davadakinden çok daha ağır cezalık suç iddialarına muhatap olmuş, hem hâkimlerimizin önünde hesap vermiş, hem de fikirlerimizi yayma özgürlük ve görevine devam etmişizdir. Bir yazarı tutuklamak, görevinden alıkoymak ve fikirlerini yayınlamasına fiilen engel olmak sonucunu verir. Bu davranış, fikir özgürlüğü, Anayasa ve demokrasi ilkelerinin özüne ters düşmektedir. Biz inandığımız fikirlerin yolunda yürürüz. Yazarlığımız da iktidar çevrelerine dalkavukluk değil, gayri milli sömürücü çevrelere karşı mücadele etmek şiarı üzerinedir. Mahkemede yaşadığımız hukuk dışı olaylar bu kararlılığımızı etkileyemez.” İlhan Selçuk, Nadir Nadi ve eşi Berin Nadi ile... Bir darbe de gazete içinde Cumhuriyet’in kapandığı, İlhan Selçuk ve Oktay Kurtböke’nin tutuklandığı gün Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik TAŞ Yönetim Kurulu’nda hissedar olan kız kardeşleri ve damatlar, Nadir Nadi’yi sorguya çeker. Nadir Nadi’ye, İlhan Selçuk’un tutuklanmasına neden olan yazılarının yayımlanmasından önce görüp görmediği ve yazılarıyla gazetenin kapanmasına neden olan İlhan Selçuk’un durumunun görev kusuru olarak değerlendirilip iş akdinin feshedilmesi konusunda ne düşündüğü sorulur. Nadir Nadi, İlhan Selçuk’a sahip çıkar ve yazılarını onayladığını söyler. 9 Mayıs 1971’de gazete yeniden yayın hayatına başlarken gazetenin ortağı olan Nadir Nadi’nin kız kardeşleri şirke tin genel kurulunu olağanüstü toplantıya çağırır. Her iki kardeşe göre Nadir Nadi, aşırı solcu olan İlhan Selçuk’un etkisi altına girmiş ve babaları Yunus Nadi tarafından belirlenen yayın çizgisinden sapılmıştır. Nadir Nadi, eleştiriler karşısında sinirlenir ve toplantıyı terk ederek uzun bir izne çıkar. Nadir Nadi izne çıktı Nadir Nadi’nin izne çıkması ve genel kurulda oluşan yeni yönetim, İlhan Selçuk gibi düşünen yazarları rahatsız eder. Bunların başında da Oktay Akbal gelmektedir. Oktay Akbal, 1 Temmuz 1971 günkü yazısında, “Cumhuriyet, hiçbir zaman mürekkepli bir kâğıt parçası olmayacak, onu böyle görmek isteyenler yanılacaklardır” diyerek yeni yönetimin zihniyetini eleştirecektir. Yönetim, bu yazısından sonra Ok tay Akbal’ı işten çıkarır. Tasfiye sadece Oktay Akbal’la sınırlı kalmaz. Yazıişleri müdürü Sami Karaören, Şükran Ketenci (Soner), Mehmet Barlas, Rauf Mutluay ve Sadun Tanju’nun da gazeteyle ilişkisi sonlandırılır. İlhan Selçuk’un köşesi de Cihad Baban’a verilir. Aile içinde bu mücadeleler sürerken yeni yönetim elindeki “Cumhuriyet” gazetesi günden güne kan kaybetmektedir. Okurun “Cumhuriyet okumama” boykotuna başladığı bu dönemde tiraj 40 bine düşer. Okur boykotu semeresini verir ve Yunus Nadi’nin kızları yönetimden istifa eder. Gazete yönetimine Nadir Nadi yeniden getirilir. Eski yazarlar da yuvaya döner. 12 Eylül’de 42 gün kapatma Cumhuriyet gazetesi, 12 Mart’ta olduğu gibi 12 Eylül cuntası için de “zararlı neşriyat” kapsamında görülmüş ve sık sık kapatma cezaları ile hizaya getirilmek istenmişti. 12 Eylül cuntası, daha koltuklarını ısıtmadan bazı sol gazete ve dergileri kapatarak sol yelpazedeki basınyayın organlarına gözdağı vermişti. Herkes “sıra Cumhuriyet’e ne zaman gelecek” diye bekliyordu. Nihayet beklenen oldu. İlhan Selçuk’un 11 Kasım 1980 tarihinde yazdığı “Kemalizm İdeolojisi Muz mudur?” başlıklı yazısı nedeniyle gazete, on gün süreyle kapatıldı. Komik olan İlhan Selçuk’un bu yazısında Atatürk’e dil uzatmakla suçlanmasıydı. Gazete, on gün sonra yeniden yayımlanmaya başladı. Ancak cuntanın gözü, gazetenin, özellikle de İlhan Selçuk’un üzerindeydi. 30 Ekim 1982 günü Kenan Evren, Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda karşılaştığı Nadir Nadi’ye bu gözaltını şöyle hissettirir: “İlhan Selçuk’un fıkralarını dikkatle okuyorum. Geçenlerde ‘İp Cambazı’ di ye bir yazısı vardı. Ne demek istediğini de gayet iyi anlıyorum. Bu arada, söyleyeyim gazeteniz hakkında da bir dosya var. Bana her gün gelip Cumhuriyet hakkında bir şeyler söylüyorlar.” Bu kez Nadir Nadi’nin yazısı Gazetenin ikinci kez kapanması imtiyaz sahibi ve başyazarı Nadir Nadi’nin yazısı nedeniyle oldu. Cunta yönetimi, Atatürk adını ağızlarına sakız etmesine karşın Atatürk’ün kurduğu ne kadar kurum varsa yok etme çabası içindeydi. Cuntanın, Türk Dil Kurumu’nu kapatması üzerine bu kurumu savunan Nadir Nadi, 1961 yılında yayımlanan “Tuhaf Bir Tasarı” adlı yazısını 23 Ocak 1983’te yeniden yayımlayınca, gazeteye 25 gün kapatma cezası verildi. Nadir Nadi de sıkıyönetim mahkemesinde yargılanarak 2 ay 20 gün hapse mahkum oldu. Milli Savunma Bakanı’nın son anda temyiz hakkını kullanmasıyla Yargıtay kararı bozdu ve aklanmasına karar verdi. Ulusal çapta toplam 35 gün kapatılan gazete ayrıca bölgesel kapatma cezaları ile de hizaya getirilmeye çalışıldı. 12 Kasım 1981’de Doğu ve Güneydoğu illerinde 5 gün, 34 Nisan 1981’de ise Ankara ve çevresinde 2 günlüğüne kapatma cezası aldı. BİTTİ Nifaklar ittifaklara karşı! Ankara’da son günlerdeki gelişmelere uygun tanımlardan biri şu: Her gün siyaset yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır! 10 Mart’ta Türkiye’nin dünyayı saran Covid19 salgınından etkilendiğinin ve ilk vakanın görüldüğünün resmen açıklanmasından sonra şöyle bir olasılık vardı: Acaba salgın siyasette birlikberaberlik getirir mi, partileri ortak bir hedefe yöneltebilir mi? 30 Mart’ta Erdoğan’ın “Ulusa Tersleniş” konuşmasıyla bunun olmayacağı, iktidarın kutuplaşma, kutuplaştırma siyasetine devam edeceği ortaya çıktı. Erdoğan o gün, herkesi partisine yardım etmeye çağırdı, CHP’li belediyeleri hedef aldı, Covid19’la mücadele için bağış toplamasını yasakladı. O gün iktidarın salgınla mücadeleyi aynı zamanda muhalefetle mücadele olarak kullanacağı ortaya çıktı. Ardından her pazartesi Ulusa tersleniş! Covid19 tanımına muhalefet ve medya da sokuldu! Nisan ayı bu gerilimle geçti. Mayısta siyaset tahtası sallandı. AKPMHP bloku içinde MHP’nin “bize tek başına iktidar gerek” çıkışı şöyle yorumlanabilir: Önümüzdeki dönem Cumhur İttifakı açısından her şeye gebe! 2002’den bu yana seçim tarihlerinin çoğuna MHP karar verdi. Her birinde Türkiye daha bilinemez kaoslara sürüklendi. Geldik bugüne! Bugün AKP’yi yönetmekten sorumlu MHP’nin tek başına iktidar istemesi sarayı doğal olarak sarsıyor. Olasılıkları şunlar: aBahçeli, Erdoğan’a, “bilgim dışında icraat yapma” diyor! bBahçeli, İYİ Parti tabanına, “ben daha büyüğüm, haberin olsun” diyor. cBahçeli, Erdoğan’ın yolda ortak değiştirme ihtimaline karşı, “hodri meydan” diyor. dBahçeli, seçime gidelim demeye hazırlanıyor. eHepsi! HHH Buna karşılık iktidar Türkiye gündemine iki zorlama gündem soktu: Darbe iddiaları ve İYİ Parti’yle HDP’yi karşı karşıya getirme çabası... Bir ressam, “ben bu resmi fırça darbeleriyle yaptım” dese yandı... AKP, “darbenin resmini yapıyorlar, yakında kendisini yapacaklar” diye propagandaya girişecek. Konu AKP yetkililerine sorulunca şu yanıtı veriyorlar: “Bizim böyle bir gündemimiz yok...” Devamında şunu demiyorlar: “Çıkarın bunu gündemden... Türkiye bu dönemleri aştı...” Tam tersine ısrarla konunun gündemde kalmasını istiyorlar. Başta ekonomi olmak üzere gerçeklerin konuşulmamasının başlıca örtüsü. İkinci konu daha derin... 2018 seçimleri öncesinden beri AKP’nin başlıca gündemi şu oldu: Millet İttifakı’nı parçalamak. Bunun için şöyle bir yol haritası çizdiler; HDP ile CHP’yi ilişkilendirmek. Sonra İYİ Parti’ye dönüp, “senin bu HDP bağlantılı CHP ile ne işin var” demek. Bu tutmadı. Şimdi doğrudan HDPİYİ Parti bağlantısı kurmak istiyorlar. Seçimden önce biri akıl vermiş de öteki almış da... Geçin bunları, bütün amaç Millet İttifakı’nı parçalamak. HHH Yukarıda özetlediğimiz tablo, Covid19’un Türkiye’de siyaset yapma şeklini değiştirmediğini ortaya koyuyor. Bunun yanında şu da gerçek: Önümüzdeki dönem halkın siyasetten beklentileri değişecek. İktidarın bugüne kadar uyguladığı “satsavdevam et” modeli bitti. Bunu en iyi Erdoğan görüyor. Önceki gün, salgın sonrasında zihniyetlerin değişeceğini söylerken, meydanı kimseye bırakmayacaklarını da ekledi. Bunun anlamı şu: Değişim olacaksa bunu da biz yaparız! Yakın gelecekte üstündeki cilayı kazıdığınızda şöyle bir siyasi iklim oluşursa şaşmamak gerekir: AKP iktidarının bugüne kadar uyguladığı yanlış politikalara son vereceğiz, bundan böyle yeni AKP olarak sosyal devlet anlayışına ve üretime dayalı planlı bir siyaset izleyeceğiz! Erdoğan bunu elbette özel süslemelerle kabul ettirilebilir hale getirmeye çalışacak. Bu dayatmanın seçmende karşılığı olur mu? Siyaset masası yeniden kuruluyor. Her iki ittifakta da farklı oluşumlar yaşanabilir. Hatta AKP, HDP’yi yanına çekme yoluna girerse de şaşırmamak gerekir. Cumhur İttifakı’nda 23 Haziran 2019’da yenilenen İstanbul seçimi öncesini anımsatan bir özgüven var!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear