02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 20 NİSAN 2019 CUMARTESİ [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler ULA’DA ETKİNLİK DÜZENLENİYOR Akbal’ı doğum Mİssourİ İstanbul’da Missouri Zırhlısı’nın İstanbul’a gelmesi ve limana demirlemesi Türk basınında ‘Missouri İstanbul’da başlığıyla verilmişti. gününde anıyoruz ‘Missouri’ zırhlısı, çelikten bir barış elçisi miydi? Daver Darende / Emekli DiplomatYazar İkinci Dünya Savaşı sona erdikten bir yıl sonra, 6 Nisan 1946 yılında Amerikan Missouri zırhlısının İstanbul’a gelişi, ABD’li denizcilerin görkemli törenlerle karşılanışı, TürkABD ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak nitelendirilmişti. O dönemin ünlü gazetecilerinden koyu bir Amerikan yanlısı olarak bilinen Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesinin 5 Nisan 1946 tarihli ve “Çelikten Bir Barış Elçisi” başlıklı yazısında Amerika’ya övgüler yağdıran, Amerika’yı “barışın tek temsilcisi” şeklinde tanımlayan sözleri dikkat çekici idi. Ahmet Emin Yalman, ardından 6 Nisan 1946 tarihli Vatan gazetesinde “Türkiye’nin yeni müttefiki” başlıklı yazısında şunları yazmıştı: Missouri’nin gelişinin ardından “Missouri, bütün insanlara ferahlık ve güven telkin edecek bir barış kaynağıdır; çünkü in Türkiye, “Oltadaki Balık” olmaktan kurtulmadıkça, en azından kurtulmaya karar vermedikçe oltayı elinde tutanın çizdiği yolda ne yazık ki yürümeye devam edecektir sanlığa karşı cinayet işleyebilmek şöyle dursun başlıca vazifesi cinayetleri ilk anda önlemekten ve dünyanın asayişini korumaktan ibarettir.” Missouri zırhlısının İstanbul’a gelişiyle TürkAmerikan ilişkilerinde başlayan yeni dönem Demokrat Parti iktidarı yıllarında bütün hızıyla devam etti. O dönemde de Amerika’ya hayranlık duyan, övgüler yağdıran yazarlar “büyük dostumuz” Amerika’yı “stratejik müttefik” olarak tanımladılar. O dönemde de Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” antiemperyalist, ulusalcılığa ve yurtseverliğe dayanan dış politikası bir kenara itildi, Amerika’ya tam bağımlılık giderek yaygınlaştı. İzlenen bu dış politika Türkiye’yi tümüyle dışa ve özellikle ABD’ye tam bağımlı bir ülke konumuna getirdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan son ra ABD ve Sovyetler Birliği arasında başlayan “soğuk savaş” nedeniyle Türkiye ABD için, yazar Emin Değer’in sözleriyle “Oltadaki Balık” idi. ABD bu durumdan fazlasıyla yararlandı. Ünlü Truman Doktrini, Marshall yardımı, 19501990 yılları arasında askeri ve ekonomik alanlarda ikili anlaşmalarla Türkiye, ABD emperyalizminin boyunduruğu altına girmiş oldu. 1 Mart tezkeresi ABD çıkarlarının korunduğu, bağımsızlığımızı gölgeleyen bu durumun yarattığı güçlük 2000’li yıllarda daha iyi anlaşılmaya başlandı. ABD, NATO’nun güney kanadının “ileri karakolu” görevini de yürüten Türkiye’ye artık “müttefik” gözüyle bakmıyordu. Türkiye 6070 yıllık TürkAmerikan ilişkileri tarihinde en gerilimli dönemini yaşamaya başladı. Türkiye, 1 Mart tezkeresini reddederek ABD’ye karşı dış politikada yeni bir süreç başlattı. Bu dönemin değerini çok iyi bilmemiz ve hatırlamamız gerekiyor. Ancak 1 Mart tezkeresinden sonra bu sürecin devamı gelmedi. Türkiye, “Oltadaki Balık” olmaktan kurtulmadıkça, en azından kurtulmaya karar vermedikçe oltayı elinde tutanın çizdiği yolda ne yazık ki yürümeye devam edecektir. “Özgürlük” ve “demokrasi” adı altında dünyaya egemen olmak isteyen bu ellerin ne kadar acımasız olduğunu tarih yazıyor. Kaderimizi bu acımasız ellere teslim ettiğimiz zaman ne büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacağımızı iyi hesaplamamız gerekiyor. New York’taki “Özgürlük Anıtı”nın dünyamıza ışık saçtığı, özgürlüğün simgesi olduğu söylenir. Amerika’nın geçmişte ve günümüzdeki özgürlük (!) arayışını düşündükçe, tacından ışıklar saçan, hüzünlü bakışlı kadın heykelinin, özgürlüğün gerçek simgesi olmayacağını düşünüyorum. Sinmiş aydınlar ve Türkiye Türk edebiyatının simge isimlerinden, gazetemiz yazarı Oktay Akbal, doğum gününde Muğla’nın Ula ilçesine bağlı Akyaka Mahallesi’nde bugün özel bir etkinlikle anılacak. Saat 16.00’da Ula’da Akbal’ın mezarının ziyaret edilmesiyle başlayacak anma etkinlikleri kapsamında “Cumhuriyet Muğla’dan Doğdu” adlı programı Yücelen Hotel’de yapılacak. Saadettin Özbek’in sunumuyla saat 17.00’de başlayacak programda, Quartet dinletisi ve video gösterimi yer alacak. Ardından, Akbal’ın eşi Ayla Akbal, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun, Başkan Yardımcısı Ali Sirmen, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Balbay, Akbal’ın dostu Hamdi Yücel Gürsoy, gazetemiz yazarı Miyase İlknur ve Hukukçu Yazar Erol Ertuğrul, Akbal’ı anlatacak. Etkinlik, 20 Nisan 1923 tarihinde dünyaya gelen Oktay Akbal’ın doğumgünü kutlama amacı da taşıyor. l İZMİR Fatma ESİN / Emekli Öğretim Üyesi Önce, “aydın” kimdir sorusuna yanıt aramak gerek. Hiç kuşkusuz, aydın bilgi dağarcığı zengin ve güvenilir olan kişidir fakat ayrıca nesnel de olmalıdır. Yani kazandığı bilgileri akıl süzgecinden geçirip, duygularından arındırdıktan sonra sentezini yapıp bilgi dağarcığına eklemelidir. Eğer bu bilgiler kulaktan dolma ise, ayrıca kaynağını bulup doğruluğunu kanıtlamalıdır. Hele bu bilgiler bazı kişilerin veya toplumun huzurunu ve geleceğini ilgilendiriyorsa vicdan süzgecinden de geçirilmelidir. Toplumumuzda “ayaklı kütüphane” denilen bilgi dağarcıkları çok zengin, bilgi alanları geniş bir yelpaze oluşturan bazı kişiler vardır. Her konuda bilgi sahibidirler, her soruya verecek yanıtları olur. Ya da belli bir konuda derin bilgiye sahip varsayılan, uzman kabul edilenler! Genellikle böyle kişilere aydın denilmekte. Oysa çok zaman bu kişiler aydının nesnelliğine sahip değildir; bilgilerini hayata geçirmede, yazmada, yaymada onları sorgulamadan, öğrendiği, duyduğu, okuduğu şekliyle kullanır. Hele o bilgiler yetiştiği çevreye, yaşadığı ortama, özellikle de ideolojisine uygunsa, doğruluğunu yanlışlığını, yararını zararını, iyiliğini kötülüğünü tartmadan, duygularını da işin içine katarak benimser ve yayar. Hatta bazı çıkarlar uğruna, nesnellikten uzak olduğunu, ahlaka ve akla uygun olmadığını bile bile o bilgileri yaymada ısrarcı olur. Gerçek aydın, sözde aydın Günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki, kişisel ve politik çıkarlar uğruna böyle kişiler itibar görmekte ve sayıları hızla artmakta. Basın ve yayın organlarında kendilerine kolaylıkla yer bulduklarından toplumu etkileme olanakları artmakta ve yanlışları doğru gibi algılatmaktadırlar. Bu tür sözde aydınlar konu dışında bırakılırsa, gerçek aydınların bir diğer özelliği de şudur: Güvenilir, kanıtlanabilir geniş bilgi birikimini mertçe, cömertçe ve korkmadan yaymak, yazmak, toplumu aydınlatmaktır. Aksi halde el değmediği için raflarda tozlanan, hiç okunmamış kitaplar Seçim döneminde seçmeninden ahrette sorgudan muaf tutulacağı söylemi ile oy isteyen belediye başkan adayının ve söylemin yadırganmadığı bir toplumda, az sayıda aydının toplumu aydınlatma görevini yerine getirmesi doğal olarak çok zor! la dolu zengin bir kütüphaneden farkları olmaz. 12 Ocak 2019 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir söyleşide, değerli müzikolog, edebiyatçı, düşün adamı Ahmet Say şöyle bir saptamada bulunuyor, “Aydınlar Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu kadar sinmemişti” diyor. Oysa biliyoruz ki, yakın tarihimiz aydın olmanın bedelini canları ile ödeyen nice aydın kişi ile doludur: Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Gaffar Okkan, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve diğerleri. Hepsi baskılara, ölüm tehditlerine karşın halkı aydınlatmak uğruna bildiklerini, yanlış uygulamaları yazmaktan, anlatmaktan vazgeçmemişlerdir. Günümüzde de bu uğurda ömürlerinin en güzel, en verimli yıllarını hapishanelerde geçiren aydınlar olduğu da bilinmekte. Bu gerçeğe rağmen, bu saptama yine de doğrudur. Çünkü aydınların toplumu aydınlatmak, gerçekleri göstermek için verdikleri uğraşlar bireysel olarak kaldığından toplumdaki etkileri ne yazık ki yeterli olmamakta. Aydınların sorumluluğu Cumhuriyet tarihimizde etkili olmuş toplu aydın hareketleri de yaşanmıştır. 28 Nisan 1960 tarihinde yaşanan olay buna somut bir örnektir: O tarihte İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte si öğrencileri, dönemin iktidarı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan “Tahkikat Komisyonlarını” protesto etmek için üniversite bahçesinde toplanmış ve etkili konuşmalarla bu komisyonun hukuk dışı olduğunu haykırmışlardı. İktidar ise kolluk kuvvetleri ile, atlı polisleri ile bu topluluğu dağıtma yoluna gitmişti. Dönemin İstanbul Üniversitesi rektörü Prof. Sıdık Sami ONAR, haklı bir protestoda bulunan öğrencilerini ve üniversite özerkliğini korumak için korkusuzca kolluk kuvvetlerinin karşısında durmuş, darp edilmeyi, tartaklanmayı bile göze almıştı! Bilindiği gibi bu protesto birkaç saat içinde üniversite dışına ve daha sonra Ankara’ya ve diğer illere yayılmıştı. Dönemin iktidarı bu protestolardaki isteklere kulak verip, özeleştiri yapmak yerine sert önlemlerle onları bastırmak yolunu seçti. Bunun sonucu olarak da, ne yazık ki, 27 Mayıs askeri darbesi gerçekleşti. Oysa Günümüzde , iktidarın parlamentodaki sayısal üstünlüğü nedeni ile nice hukuk dışı yasa ve karar çıkarılıp uygulanmasına karşın üniversiteler ve diğer kurumlar sessiz kalmakta. Çünkü gençlik ve akademisyen profili değişti. Artık ne iktidarın haksız uygulamalarına karşı seslerini yükselten üniversite gençliği ve onları koruyan, kollayan hocaları var, ne de ülke politikasın daki yanlışlara, haksızlıklara karşı çıkan gözü pek 68 kuşağının gençleri! AKP’li yıllar Bu değişimin nedeni ise çok açık: AKP iktidara geldiğinde ilkokulda olan çocuklar artık hayatın içindeler. Okula henüz başlamış veya birkaç yıl sonra başlayanlar ise şu anda üniversite ve diğer yüksek okul sıralarını doldurmakta. Yani, günümüzün genç kuşağı AKP iktidarının yarattığı, kendi politikalarına uygun bir eğitim sistemi ile eğitildi. Bilindiği gibi bu sistem çağdaş eğitimi dışlayan, din ağırlıklı bir sistem olup, bilimsellikten uzak, inanca dayalı bir yapıya sahip kişiler yetiştirmeye yöneliktir. İktidar sadece eğitimle değil, yazılı ve görsel medya aracı ile toplumun diğer kesimlerine de politikasını benimsetmeye çalıştı ve çalışmakta. Bu koşullar altında, inancından ve duygularından arınıp, olayları gerçekçi bir şekilde gözleyip yorumlamak yerine, kendilerine belletilenlerin doğruluğunu kayıtsız şartsız kabul eden kişilerden oluşan bir toplum oluştu. Kısaca gerçek anlamda aydın kişi sayısının çok az olduğu bir toplum! Belediye başkan adayının seçmeninden ahrette sorgudan muaf tutulacağı söylemi ile oy istediği ve söylemin yadırganmadığı bir toplumda, az sayıda aydının toplumu aydınlatma görevini yerine getirmesi doğal olarak çok zor!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear