28 Eylül 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Salı 15 Mayıs 2018 EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: BAHADIR AKTAŞ ‘Bu ceza, siyasi hedefTutuklu Boğaziçili öğrenci Yılmaz’dan dışarıdaki arkadaşlarına mektup göstermenin sonucu’ Boğaziçi Üniversitesi’nde Afrin operasyonu için lokum dağıtanları protesto etmelerinin ar dından tutuklanan öğrencilerden De niz Yılmaz, ‘dışarda ki’ arkadaşlarına mek tup yazdı. Yılmaz, “Tu tukluğumuzu yargısız bir cezalandırma olarak ZEHRA ÖZDİLEK görmekteyiz ve bu cezanın hukuksal olmadığı, ancak siyasi bir he def göstermenin sonu cu gerçekleştiği kanısındayız. Bu ne denledir ki vicdanımız rahat yatmak tayız ve vicdansızca davranmadığımız için gururluyuz” dedi. Tutuklu öğren cilerden Agah Suat Atay’ın annesi Ay şe Atay ise Boğaziçili öğrencilere gön derdiği mesajda,“ Oğlumun tutuklan dığı gece haykırdığım gibi, hepinizi Suat kadar seviyorum” dedi. ‘Tutuklama keyfi tutum’ Mektubunun tüm tutuklu Boğaziçili arkadaşlarının fikriyatını içerdiğini belirten Deniz Yılmaz, ortak tek politik noktalarının demokrasi ve vicdan oluşuna değindi. Yılmaz tutuklama kararının gereksiz olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti: “Çünkü kanıtlıdır ki hiçbirimiz herhangi kaçma girişiminde bulunmadık, ya okuldan ya da hakkımızda gözaltı kararı çıktığı Deniz Yılmaz nı haber aldığımızda teslim olmak suretiyle gözaltına alındık. Yasal süreci tehlikeye atacak herhangi fiiliyatımızın bulunmadığına inanıyoruz ve tutuklu yargılanmamızın bir keyfi uygulama olduğu kanaatindeyiz. Verilen tutuklama kararı tamamen kanunsuzdur; çünkü itham edildiğimiz suçlamalar ifade özgürlüğünü aşan herhangi fiiliyat içermemektedir. Suçlamamız toplumda infial yaratmaya dayandırılmaktadır, ancak infial ve benzeri ağır ceza kanununda yer almamaktadır. Ağır ceza kanunu temelini fiiliyatta işlenen suçlara dayandırmaktadır ve bu bağlamda istenen tutukluluk tamamen hukuksuzdur.” Tutuklamanın siyasi bir karar olu “ Tutukluğumuzu yargısız bir cezalandırma olarak görmekteyiz ve bu cezanın hukuksal olmadığı, ancak siyasi bir hedef göstermenin sonucu gerçekleştiği kanısındayız. Bu nedenledir ki vicdanımız rahat yatmaktayız ve vicdansızca davranmadığımız için gururluyuz. şuna vurgu yapan Yılmaz, siyasi liderler tarafından hedef gösterilmelerini ve yargı mekanizmasının çalışmasına bile gerek duymadan haklarında hüküm verilmesini istenmesin hatırlattı. Davalarına bakacak savcının adliyeye sevk edildiklerini gün değiştirilmesinin, yeni savcının sorgulamaya gerek duymadan tutuklanmaları istemiyle kendilerini mahkemeye sevk etmesinin, kararın hukukiliği konusunda şüphe yarattığını anlatan Yılmaz, “Aynı zamanda bir tutuklama kotası konulduğu kanısındayız, çünkü delil olarak sunulan fotoğraflarda bile olmayanlar veya hasbelkader kareye girmiş insanlar da gözaltına alınmış ve tutuklama istemiyle hâkim karşısı “ na çıkarılmıştır” dedi. Yılmaz, eğitim hakkından mah rum bırakıldıklarına dikkat çekerek, “OHAL gerekçe gösterilerek bütün eğitim hakkımız, sınavlara girme ve ödev teslimi, elimizden alınmıştır. Hedef gösterildiğimizde eğitim hakkımızın elimizden alınacağı ile tehdit edildiğimiz hatırlatırsak, tutukluluk kararımız fiiliyatla eğitim hakkımızı elimizden almıştır. Buradan şu sonuca varıyoruz; tutuksuz yargılanmamız mümkün olduğu halde, keyfi tutukluğumuz, eğitim hakkımızın elimizden alınmak istenmesiyle örtüşmektedir” ifadelerini kullandı. Mehmet Akif Ersoy’un ‘Ağlarım ağlatamam’ şiirini öğrencilere gönderdiği notunda paylaşan anne Ayşe Atay ise, “Adalet, sağduyu, cömertlik, cesaret, ölçülü olmak, hoşgörü, nezaket, bilgelik, bütün bunlar ebedi ve evrensel bilgeliği vurgulayan ortak değerler. Bir de sevmek var sevgi var. İçinde bu sevgiyi yaşatıp bize de yaşatan herkese teşekkür ediyorum. Yardımlarınız, desteğiniz için minnettarım. Bu aralar hislerimi tercümen edemeyecek bir haldeyim. O yüzden size edebi alıntılar yaparak sesleniyorum. Oğlumun tutuklandığı gece haykırdığım gibi hepinizi Suat kadar seviyorum” diye konuştu. l İSTANBUL İnsan Hakları İzleme Örgütü ‘Akademik özgürlük ihlal ediliyor’ İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Türkiye hükümetinin baskıları akademisyenleri hedef alıyor ve bu da üniversitelere zarar veriyor” açıklamasını yaptı. Williamson dün yaptığı açıklamada, “Akademisyenlerin ve öğrencilerin tartışmalı veya eleştirel görüşleri ihraç edilme veya hapsedilme korkusu yaşamadan özgürce ifade edebilmeleri, öğretebilmeleri ve araştırabilmeleri gerekir. Üniversitelerin en önemli işlevlerinden biri eleştirel tartışmaların yapılabileceği ve tartışmalı konuların konuşulabileceği bir forum sunmaktır. Türkiye’nin akademik özgürlüğe yönelik saldırısı sadece üniversiteleri değil, tüm toplumu olumsuz etkiler” dedi. İhlal eleştirisi Akademisyenlerin uyduruk suçlamalarla ceza soruşturmalarına ve yargılamalarına maruz bırakıldıklarını belirten Williamson, “Yetkililer, Türkiye’nin uluslararası insan hakları hukukundan kaynaklanan akademik özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü koruma ve bu özgürlüklere saygılı olma yükümlülüklerini ihlal ediyorlar” açıklamasında bulundu. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu açıklama öncesinde 7’si KHK mağduru 15 akademisyen, biri doktora adayı 4 öğrenciyle ve 4 avukatla görüştü. HRW’ye konuşan bir öğrencinin, “Çok korkuyoruz. Düşüncelerimiz, görüşlerimiz ve bedenlerimiz artık her taraftan şiddet tehdidi altında” dediği aktarıldı. l İSTANBUL/Cumhuriyet MeclisA’eygrıölmndaekrailrsairnıCeörFrğaarkheünplactişelaseirTiı:p Cerrahpaşa’nın Türkiye’nin ilk üniversitesi olduğuna vurgu yapan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi akademisyen ve öğrencileri, Cumhurbaşkanı’na sunulan bölünme tasarısını protesto etti, kararın veto edilmesini istedi İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (CTF) akademisyenleri ve öğrencileri, dekanlık binası önünde, Cumhurbaşkanı’na sunulan bölünme tasarını protesto etti. Cumhurbaşkanı’na tasarıyı Meclis’e gönderme çağrısı yapan grup, fidan diktikten sonra, üniversitenin logo sunun ve isminin bulunduğu bölünmüş kâğıdı ‘cerrahi yöntemlerle’ birleştirdiler. İç Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Pınar Kadıoğlu, iki kuşaktır İstanbul Üniversiteli olduğunu söyleyerek, “Cerrahpaşa Türkiye’nin ilk üniversitesidir. Bölünen ve güçsüz düşürülen üniversitelerin anasıdır. 1846’da ilerici eğitimler vermiş, Cumhuriyet tarihinde dönüştürülmüş ama bölünmemiştir. ‘Kimsenin sesi çıkmıyor sizin neden sesiniz çıkıyor’ diye soruyorlar. 600 yıllık bir tarih. Tarih yakanları değil yapanları hatırlar” dedi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Bilun Gemicioğlu, Cumhurbaşkanına gönderdiği mektuptaki, “Annelerin evlatlarını ayıramazlar. Az başarılı olsalar da çok başarılı olsalar da ayırmazlar. İstanbul Üniversitesi evlatlarının kendi rızaları olmadan alınan bölünme kararının TBMM’ye geri gönderilmesini talep ediyoruz” ifadelerini paylaştı. Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Lale Sever Cerrahpaşa’nın köklerinden ayrılmasını istemedikleri için toplandıklarını belirtti. l İSTANBUL/Cumhuriyet haber 9 AB Sayıştayı’ndan YİP uyarısı Sadece Türkiye’de değil, neoliberal politikaların egemen olduğu her yerde altyapı yatırımlarının kamuözel işbirliği (KOİ) modeliyle gerçekleştirilmesi son otuz yılda yaygınlaştı. Çeşitli isimler altında her yerde aynı model, İngilizcesinin kısaltması olan PPP (Public Private Partnership) modeli uygulanıyor. Türkiye’de 1994’te yasalaşan yapişletdevret (YİP), uzun süren AKP iktidarında iyice yaygınlaştı. Köprü, otoyol, havaalanı, liman, elektrik santralı derken, iç şehir hastanelerine kadar uzandı. Uzun bir zamandan beri Çiğdem Toker Cumhuriyet’te bu kamuözel işbirliğiyle yapılan yatırımların neden olduğu büyük kamu kaynağı israfını, bunun nasıl gelecekteki kamu bütçesi için bir saatli bomba olduğunu teşhir ediyor. Genellikle bu işlerin iktidar yandaşı işletmelere veya bunların dahil olduğu uluslararası konsorsiyumlara yüksek gelir güvencesiyle verilmesi ve çoğu zaman kamu bankaları aracılığıyla kredilendirilmesi, “hizmet üretmek” adı altında çok büyük bir kamu kaynağının özel sektöre haksız biçimde transferinin yeni bir biçimi. Avrupa Birliği Sayıştayı, PPP modelinin uygulanmasını dört AB ülkesinde incelediği bir rapor yayımladı. “AB’de kamuözel işbirliği: Birçok yetersizlik ve sınırlı yararlar” başlığı taşıyan rapor, AB fonlarının da kullanıldığı 12 projeyi inceliyor. Yakın tarihe kadar AB fonları kamuözel ortaklığında yapılan yatırımlar için pek kullanılmıyordu. Komisyon 2020 Avrupa hedefi çerçevesinde bu tür yatırımların AB fonları tarafından desteklenmesini öğütlemişti. AB Sayıştayı ise kamuözel işbirliği modelinin kamu yararı açısından olumlu sonuçlar verdiği iddiasını çürütüyor. Raporun sonuç bölümünde yer alan şu ifade çok açık: “AB’nin ortak finansmanıyla gerçekleşen kamuözel ortaklıkları, kamu altyapısı arzı için iktisadi olarak yaşayabilir bir seçenek olarak değerlendirilemezler.” İncelenen örneklerin çoğu öngörülenden daha uzun zamanda ve ilave maliyetle gerçekleşmiş. Sayıştay incelediği örneklerde, “kamu ve özel arasındaki risk paylaşımının tutarsız, amaca uymayan ve etkisiz” olduğuna, buna karşılık özel kesimin gerçek risklerini her zaman yansıtmayan, yüzde 14’e kadar varan çok yüksek gelir güvencesi oranları elde ettiğine işaret ediyor. Bu uygulamanın kamu bütçelerinin şeffaflığını ve geleceğe bıraktıkları yükün ölçülebilirliğini zayıflattığını teslim ediyor. Proje aşamasında altyapıya olan ihtiyaç tahmininin abartılmasını kaynak israfının ana nedeni olarak ele alıyor. Bunun özel sektördeki ortağa daha kârlı bir yatırım olanağı sunmak için kasıtlı olarak yapılmadığını kim iddia edebilir? AB Sayıştayı’nın başarılı addettiği kamuözel ortaklıklarında ise başarının neredeyse yegâne kaynağı, yatırım projesini hazırlayacak ve denetleyecek kamu kurumlarının liyakati ve kamu yararını koruma amaç ve kapasiteleri. Bunun eksik olduğu çoğu yerde, KOİ modeli aşırı büyük yatırımlarla hem çevre açısından telafisi mümkün olmayan yıkıımlara hem de kamu kaynaklarının on yıllar boyunca kamu yararı düşük büyük bir yükümlülük altında bırakılmasına yol açıyor. Türkiye’de de Kalkınma Bakanlığı KOİ ile yapılan mega projeler konusunda Mayıs 2017’de alarm zilleri çalan bir rapor yayımlamıştı. Bu konumda 182 işletmenin var olduğunu, 16’sı şehir hastanesi olmak üzere, 29 projenin de inşaatının sürdüğünü belirtip, sadece şehir hastaneleriyle ilgili olarak kamu bütçesinin ödeyeceği kira bedelinin ve verilen gelir garantilerinin gelecek bütçelerde yaratacağı büyük yüke dikkat çekiyordu. Tayyip Erdoğan ise “kamunun (özel sektöre karşı) kıskançlık dönemini kapatması, bunu ayaklar altına alması lazım” (Eylül 2015) diyor. YİP projeleri herhalde bu nedenle bütün uyarı ve eleştirilere rağmen tam gaz devam ediyor. Kıskançlık elbette iyi bir huy değildir. İnsanın gerçeği görmesini engeller. Ama kıskançlığın alternatifi peşkeş çekmek olmasa gerek. Yalnlz ortak yararı dikkate alan üçüncü bir yolu seçmek de mümkündür. 1 Kasım’dan bu yana tutuklu olan Kavala’dan mektup var ‘İddianameyi bekliyorum’ Silivri Cezaevi’nde 1 Kasım’dan beri tutuklu bulunan hak savunucusu ve iş insanı Osman Kavala, son mektubunda, “Benim gibi cezaevlerinde aylardır belir sizlik içinde iddianamelerinin ha zırlanmasını bekleyenlerin sayı sı az değil. Bu durum, adil yargı lanma meka nizmasında bir denge sizliğe işa ret ediyor. Masumi yet karine si başından itibaren yar gı sürecinin te mel unsuru ola rak kabul edilmezse bu denge Osman Kavala sizlik sü rüp gidecek” diye yazdı. Kavala’nın özgür kalması için ku rulan www.osmankavala.org adresinde yayımlanan mektupta, “Silivri’de tutukluluğumun altıncı ayı 1 Mayıs’ta tamamlandı. İddianameyi bekliyoruz” dedi. Masumiyet karinesinin Türkiye’deki uygulamasına dikkat çeken Kavala, şöyle devam etti: “Masumiyet karinesi adil yargılanma hakkının temel bir öğesi olduğu için, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi normları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları olağanüstü bir tedbir olan tutuklama kararı için ‘kuvvetli şüpheyi’ yeterli görmüyor, somut deliller aranmasını gerekli kılıyor. Ülkemizde ise durum farklı. Savcı ağır ceza gerektiren bir suç tarifi yaptığı zaman hâkim kendini tutuklama kararı vermekte adeta zorunlu hissediyor. Yeterli delil olmadan verilen bu karar lar, iddianamenin hazırlanma sürecini de etkiliyor. Tutuklamadan sonra toplanan delillerle tutukluluk kararını haklı çıkarma çabası, bu süreci uzun ve sıkıntılı bir hale getiriyor. İddianamenin hazırlanması uzadıkça, tutukluluk süresi de uzuyor, şüphelinin kendisine verilecek cezaya istinaden özgürlüğünden mahrum bırakıldığı zamanın bedeli telafisi mümkün olmayan bir seviyeye ulaşıyor. Benim gibi cezaevlerinde aylardır belirsizlik içinde iddianamelerinin hazırlanmasını bekleyenlerin sayısı az değil. Bu durum, adil yargılanma mekanizmasında bir dengesizliğe işaret ediyor. Masumiyet karinesi başından itibaren yargı sürecinin temel unsuru olarak kabul edilmezse bu dengesizlik sürüp gidecek. Dengenin en kısa zamanda yeniden kurulması dileğiyle...” l İSTANBUL/Cumhuriyet Davada, jandarma istihbarat görevlilerinin sorgusu yapıldı Kimse hatırlamıyor, bilmiyor Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada, sorgusu yapı lan İstanbul jandarma istihbarat gö revlileri gözaltında verdikleri ifadele ri ‘yorgunduk’ gerekçesiyle reddetti, olay gününe ilişkin sorulara ‘hatırla mıyorum’ yanıtını verdi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönet meni Hrant Dink’in öl dürülmesine iliş kin davada, İs tanbul jandar ma istihbarat görevlilerinin sorgusu yapıldı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkeme si’nde dün başla yan ve cuma gü nüne dek sürme si planlanan 72. du ruşmanın ilk oturu Hrant Dink munda dönemin Trabzon jandarma komutanı tutuklu Ali Öz ve eski Trabzon jandarma istihbarat görevlisi tutuklu Metin Yıldız hazır bulundu. Duruşmada tutuksuz yargılanan İstanbul Jandarma görevlisi Şeref Ateş’in çapraz sorgusu yapıldı. Sorgu kapsamında Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu Ateş’e sorular yöneltti. Ateş, Eylül 2005 Temmuz 2009 arasında görev yaptığını söyledi. Görevi sırasında dini motifli terör örgütleri üzerine çalıştıklarını belirtti. Ateş, görevi çerçevesinde MİT görevlileri ile görüştüklerini söyledi. Avukat Bakırcıoğlu, Ateş’e Emniyet sorgusu sırasında 19 Ocak 2007 günü Trabzon jandarma görevlisi Okan Şimşek ile görüşerek, Şimşek’in kendisine Dink’in öldürüldüğünü söylediğine ilişkin beyanını anımsattı. Ateş’e 7 Temmuz 2017’de görülen duruşmada da emniyette söyledikleriy le örtüşen beyanlarda bulunduğunu anımsatan Bakırcıoğlu, ifadesini düzeltme gerekçesini sordu. Ateş de, gözaltındayken yorgunluk yüzünden yanlış hatırladığını, Emniyet’teki ifadesinin doğru olduğunu söyleyerek başka bir çelişki yarattı. Sorgusu yapılan İstanbul jandarma görevlilerinden Mustafa Küçük ise, Gülen cemaatinin faaliyetlerine ilişkin çalışmalar yaptıklarını belirtti. Duruşmada, İstanbul jandarma görevlileri Musa Yıldırım ve Mikdat Özbek de sorgularında olay gününe ilişkin sorulara “Hatırlamıyorum” yanıtını verdi. Dink ailesi avukatların Bahri Belen söz alarak, “Jandarma istihbarat görevlilerinin böyle bir günü hatırlamaması kabul edilemez. ‘Hatırlamıyorum’ yanıtı samimiyetsizdir, ciddi değildir” dedi. l İSTANBUL/Cumhuriyet C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear