26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KULTUR BİFO, Diva’yı anıyor Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), 17 Mayıs Perşembe günü İstanbul Lütfi Kırdar ICEC’teki konserde, ölümünün 10. yılında Leyla Gencer anısına konser gerçekleştirecek. Puccini ve Donizetti başyapıtlarından oluşan konserde BİFO, genç sanatçıların yanı sıra Akademi BİFO katılımcılarına da eşlik edecek. Perşembe 10 Mayıs 2018 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: bahadır aktaş [email protected] Dağ fare doğurdu... 13 Açılış filmi ‘Herkes Biliyor’ ile düş kırıklığı yaşatan Asghar Farhadi özgün sanatçı kimliğini yitirmiş Film ilerledikçe sıkıntımız artıyor. İnsan gerçeğinin karmaşıklığından derinlikli yansımalar getiren incelikli senaryolarıyla beğenilen, saygı gören, ödüllendirilen Asghar Farhadi bu kez yaratıcı kimliğini yitirmiş sanki... Dramaturjik örgü alabildiğine gevşek ve sıradan; sözümona senaryo cilveleri on dakika önceden kolaylıkla tahmin edebileceğiniz kadar klasik. Arjantinli bir eleştirmen “tam bir ‘soap opera’ örneği!” diyerek özetliyor hoşnutsuzluğunu... Yer yer Yeşilçam toprağından beslenmiş olduğunu düşündürecek kadar melodramatik öğeler içeren bir büyük kitle sineması örneği izliyoruz; sıkılarak ve Farhadi adına üzülerek... “Herkes Biliyor” aslında popüler bir açılış filmi niteliğiyle keşke yarışma dışı sunulsaydı da, bu zayıf senaryoyu kaleme alan, bu sıradan mizanseni gerçekleştiren İranlı usta yönetmen bu kadar yıpranmasaydı... İtalya’da ve Japonya’da çektiği son filmleriyle özgün kimliğini korumayı başaran Abbas Kiarostami’den (19402016) sonra İran sinemasının umudu olan Farhadi (1972), Fransa’daki vasat denemesi “Le Passé” (2013) ardından, Hollywood soslu bu filmiyle kendini harcamış gibi gözüküyor. Görüşlerine güvendiğim bir İtalyan eleştirmen, “yeni fikir yoktu diyemezsin; sıfır fikir vardı bu senaryoda!” derken daha acımasız bir tepki veriyor ve ekliyor: “Bugün ölüm haberini aldığımız Ermanno Olmi (19312018), tam kırk yıl önce kendisine Altın Palmiye kazandıran ‘Nalın Ağacı’ndan söz ederken, filmin ana karakteri için Marcello Mastroianni’nin evet dediğini, ancak kırsal yöre insanını yeterince inandırıcı biçimde yorumlayamayacağını düşündüğü için son anda başka bir oyuncu seçimi yaptığını söylemişti”. Olmi’yi anımsamakta çok haklı: Bardem/Cruz ikilisi, usta oyunculuklarıyla filmin gişe yapmasına kuşkusuz olumlu katkıda bulunacaklar ama, yaşamlarına uzaktan yakından bulaşmadıkları, iç dünyalarını anlamakta zorlandıkları karakterlerini yeterince inandırıcı kılamıyorlar... Farhadi, festival sonrasında rahatlıkla ülkesine girip çıkabilecek (umarız bundan sonra Batı sinemasına öykünmeden yeni filmini kendi ülkesinde çeker) ancak Altın Palmiye’nin ikinci İranlı adayı, 2011’de 6 yıl hapis ve 20 yıl film çekmeme cezasına çarptırılan Jafar Panahi’nin (1960), Farhadi’nin kendisine açıkça destek veren beyanlarına rağmen, İran’da kaçak olarak çektiği “Se Rokh”un (Üç Çehre) gösterime katılmak için Cannes’a gelemeyeceği kesin. Bu gece galası yapılacak “Yaz” filminin ev hapsindeki yönetmeni Kirill Serebrennikov da gelemeyecek ama, Vladimir Putin’in, kendisine iletilen resmi çağrıya verdiği yazılı yanıt, Rusya’nın Paris elçiliği aracılığıyla festival yönetimine açılış gecesi ulaştırıldığına göre, herhalde bu akşam yapılacak gala gösteriminde açıklanacak. İranlı yetkililerin, en azından bu tür diplomatik bir nezaket gösterip gösteremiyeceklerini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Penelope Cruz, Asghar Farhadi, Javier Bardem Cannes Film Festivali’nde bir arada. Cannes’ın bu yılki Jüri Başkanı Cate Blanchett gayet iyimser: ‘Cannes da değişecek!’ Önceki akşam Amerikan sinemasının efsane ismi Martin Scorsese ile Altın Palmiye jüri başkanı olan Avustralyalı oyuncu Kate Blanchett’in sahnede el ele açtıkları 71. Cannes Film Festivali iyi niyet dilekleriyle başladı. Daha çok kadın yönetmenin film çekebilmesi, bu filmlerin prestijli Cannes yarışında kendilerine yer bulması hatta mümkünse hayatta her alanda kadın ile erkek arasında eşit hakların sağlanması kasdediliyordu. Açılıştan saatler önce dünya basınıyla ayrı ayrı buluşan festival yönetmeni Therry Fremaux ve Cate Blanchett, bu dileklerin gerçekleşmesi adına neler yapıldığı sorulduğunda durumu ayrı ayrı toparlamaya çalıştılar. Cate Blanchett ‘makamı gereği’ politik olduğu kadar doğrusu gerçekçiydi de erkek egemen âleme karşılık “Cannes da değişecek elbet ama bunlar bir gecede olacak işler değil’ dedi. Fremaux ise önümüzdeki günlerde yapılacak kadın sinemacılar yürüyüşünü ve festival süresince yardımcı olarak açılan ‘tacize karşı acil yardım hattı’ gibi girişimleri açıkladı ama bizden cılız bir tezahürat dahi alamadı. Yarışmadaki 21 film arasında sadece üç kadın yönetmenin yer aldığı eleştirileri bakiydi, “Kalite önemli, kadına pozitif ayrımcılık yapamayız” sözlerinin haklılığını desteklemeyen film seçimlerini hatırlatma fırsatımız malesef olamadı. Yine de Cannes’ın seçici kuruluna daha fazla kadın üye alınacağı gibi hayli gecikmiş değişimler vaat etti. Bu ‘ayrılık’ olmasaymış! Jüri başkanı Cate Blanchett, ödül kriterlerini açıklarken de doğal olarak temkinliydi ve yarışmadaki 88 yaşındaki üstad Jean Luc Godard misali efsane isimler hatırlatıldığında ‘Geçmiş ve gelecekle ilgilenmiyorum, şimdi kimin hangi filmle karşımıza geldiği önemli” sözleriyle ‘baba’ sinemacıların ağırlığı altında kalmayacağı mesajını verdi Altın Palmiye için yarışan “Todos La Saben” (Herkes Biliyor) filmiyle festivalin açılışını da yapan İranlı sinemacı Aşgar Farhadi ise bu kez İspanya cenahında ama malum onun için Tahran, Paris fark etmiyor, yine bildik insani dertleri ve fani krizler karşısındaki ikircikli hallerimizi açığa çıkarmaya peşinde. Gelgelelim şahane “Ayrılık”tan bu yana artık ziyadesiyle malumlaşan bu ‘masum değiliz hiçbirimiz’ hesabı yinelenen bir denklem olarak anlaşıldığında aşırı tanıdık ve dolayısıyla yavan bir entrika yumağı olarak karşımıza çıkıyor. Kardeşinin düğünü vesilesiyle Arjantin’den memleketine dönen Penelope Cruz ve iki çocuğu, kocası Ricardo Darin ve yeniden bulduğu eski aşkı Javier Bardem derken, geçmişteki bir ayrılığın travmatik etkilerinin günümüze yansımaları trajik bir kayıpla açığa çıktığında ‘cehennemin pekâlâ başkaları olabileceği’ hissiyatı yani Farhadi’nin takdire şayan incelikli anları maalesef arada kaynıyor, hatta damardan bir melodram yakalama şansı da elden kaçıyor. Travis’in ön grubu Pinhani Pinhani, yakın zamanda çıkarmayı planladığı 7. albümünün çıkış şarkısı olarak “Kendinden Usandırma”yı yayımladı. Öte yandan bahar konserlerine devam eden grubun, 8 Haziran’da Zorlu PSM’de konser verecek İskoç rock müzik topluluğu Travis’ten önce sahneye çıkacağı açıklandı. Bir Neşet Ertaş Senfonisi: ‘Gönlüm Hep Seni Arıyor’ İş Sanat’ta Türk Halk Müziği’nin büyük ozanı Neşet Ertaş, “Gönlüm Hep Seni Arıyor” başlıklı senfonik konserle 18 Mayıs Cuma akşamı 20.30’da İş Sanat’ta anılacak. 2010 yılında UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” seçilen Neşet Ertaş’ın eserlerini senfonik formda yeniden düzenleyen Serdar Yalçın’ın yönetimindeki İstanbul Opera Orkestrası’nın sahne alacağı konserde, soprano Gülbin Günay, alto Zeynep Halvaşi, tenor Bülent Bezdüz ve bas bariton Zafer Erdaş’a İstanbul Opera Korosu da eşlik edecek. Van Meene’den Türkiye’de ilk solo sergi Bomontiada’daki Leica Gallery, 11 Mayıs 9 Haziran tarihlerinde Hollandalı fotoğrafçı Hellen van Meene’in Türkiye’deki ilk solo sergisine ev sahipliği yapacak. 212 Fotoğraf Festivali kapsamındaki sergide van Meene’nin, doğal ışık kullanarak yetişkinlik evresindeki çocukları fotoğrafladığı eserleri yer alacak. Leyla Gencer’in izinde… Tarih 10 Mayıs 2008... Yer Milano... Milano’da La Scala Operası ... O akşam müzik dünyasının mabedinde, Orwell’in romanından kaynaklanan “1984” Operası’nın temsili var.. Salon hıncahınç dolu. Temsil başlamadan önce  Şef Lorin Maazel sahneye çıkıyor. Perdenin önüne gelip, şu anonsu yapıyor: “Bu akşamki temsilimizden önce hepinizi saygı duruşuna davet ediyorum. Çağımızın son divası Leyla Gencer’i kaybettik… Burası La Scala, onun evi, yuvasıydı…”  Yaşlı Maestronun sahneden yaptığı anonsu saygı duruşu izliyor. Sonra... Sonra, Maestro sahneden orkestra çukuruna iniyor ve müzik… HHH Sevgili okurlar, siz bu satırları okuduğunuzda, ben bir kez daha İtalya’da Leyla Gencer’in adımlarını izliyor olacağım… Aramızdan ayrılışının onuncu yılında İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı için Leyla Gencer belgeseli hazırlıyoruz. Yönetmen Selçuk Metin, kameraman Gökhan Turnalı, asistan Bengisu Çağlayan ve bir de ben, NapoliRomaMilano hattındayız… Yanımızda Leyla Gencer’in bavulu, aynası, yelpazesi, bavulda tüm bir yaşam… “Tutkunun Romanı Leyla Gencer” kitabımın çizgisinde hazırladığım senaryo ve güncel röportajlarla katkıda bulunuyorum. İşte bir trendeyiz... RomaNapoli tren yolculuğu ... Çooook yıllar önce çok genç bir kadın, tüm umudunu, endişesini, sevincini, coşkusunu ve korkusunu sırtlayıp bu trene binmişti. Tek başına... Bu yolculuğun, tüm yaşamını değiştireceğini bilmiyordu ... Henüz bilmiyordu… Napoli’deyiz...  O görkemli San Carlo Operası’nda... Sesini dinletmeye gelmişti… Bu bir sınavdı... Operanın görkemi karşısında adeta dili tutuldu… Burası muhteşemdi… Sahneye çıktığında, nasılsa burada bana opera söyletmezler; bu sahnedeki ilk ve son söyleyişim olacak diye geçirdi içinden. Ve yalnız kendi için, şarkı söylemenin keyfi için söyledi aryalarını... Sınav bittiğinde operanın müdürü soruyordu: “Sinyora, bizimle çalışmaya ne zaman başlamak istersiniz?” Hiç duraksamadan yanıtladı: “Hemen !” San Carlo Operası’nda Madam Butterfly rolünde 3 temsil için kontrat yapmışlardı onunla; oysa bir yıl içinde 23 kez oynayacaktı… San Carlo Operası’nın bugünkü sanat yönetmeni Rosanna Purchia ile konuşuyorum. Leyla Gencer’in özelliklerini saya saya bitiremiyor ve gençlere bıraktığı mirası vurguluyor: Mükemmeli hedefleme mirasından… Roma’dayız: Leyla Gencer, İtalya ve Türkiye arasında bir kültür antlaşması gereği RAİ’da (İtalyan Radyosunda) konser vermeye geldiğinde yıl 1953’dü… Radyodaki canlı yayın sonunda kurumun telefonları kilitlenmişti. Şimdi de Roma Operası’ndayız: Dönemin çok ünlü üç maestrosu Leyla Gencer’le çalışmak için yarışıyordu. Tullio Serafin, Gianandrea Gavazzeni ve Vittorio Gui… Kitabımı yazarken Maestro Gavazzeni hayattaydı ve benimle inanılmaz anılar paylaşmıştı… Bugün üçü de yoklar… Bugün Roma Operası’nda Ferzan Özpetek’le buluştuk. Son yıllarda sahneye koyduğu operalarla da ünlenen Özpetek, Leyla Gencer’in önünde aştığı yolları anlattı. Milano’dayız: La Scala’da... Opera dünyasının mabedi... Nice sanatçıyı doruklara taşımış, nice sanatçıyı yok etmiş bir labirent… İstanbul Konservatuvarı’na girdiğinde “Ya Scala’da söylerim ya da ölürüm” dediği hedef… Tutkusuyla, inancıyla, inadıyla, umuduyla, büyük korkusuyla ve elindeki tek gücü, sesiyle o mabetten içeri girdi ve 50 yıl boyunca orada zirveye yerleşti... İşte dün orada çekim yaptık. Bu yazı yayımlandığında Leyla Gencer için Milano’da düzenlenen törenlere katılıyor olacağım. Yarın onun dostları, eleştirmenler, müzikologlarla röportajlar; cumartesi önce Leyla Gencer Sergisi’nin açılışı, akşam ise La Scala’da onun anısına “Aida” temsili var… Aradan meğer on yıl geçmiş… Dün gibi… Ya da bin yıl oldu sanki… Türkiye’nin dünyaya armağan ettiği eşsiz bir değer, ülkemin aydınlık yüzü ve benim çok yakın dostum… Onu çok özledim. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear