Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Pazar 18 Mart 2018 TASARIM: İLKNUR FİLİZ yorum 15 Yeni bir sınıf doğuyor: ‘Gereksizler!’ Fizikçi arkadaşlarla konuşuyoruz ; “Fizik bilimine göre, kaos eninde sonunda bir biçimde kendi normaline döner” diyorlar. Ve hepimiz bir noktada birleşiyoruz, dünya bir kaos döneminde ve bu nasıl çözülecek? Biraz dünyadaki gelişmelere şöyle bir göz atalım. Siz de zaman zaman rastlamışsınızdır, dünyadaki teknolojik gelişme, tüm üretim araçlarını değiştirdi. Ben birkaç tanesinden söz edeyim: Dünyada bir zamanlar binlerce işçinin sabahtan günbatımına kadar topladığı meyveleri, artık makineler bir iki saat içinde topluyorlar. Bu ne demek, binlerce tarım işçisinin ansızın işsiz kalması demek. Devam edelim; makineler sadece ağaçtaki meyveleri toplamıyorlar, yüzlerce hektarlık tarım toprağını, ekip, biçip, harmanlıyorlar. Bu makinelerin başında tek bir kişi bulunuyor, o da önündeki bilgisayara basıp, makineyi yönetiyor. Yani ekip biçmek için artık çok az miktarda işçi gerek. Tarımda gelinen durum bu, sulama, ilaçlama da makineler tarafından yapılıyor. Gelelim, ağır sanayiye, robotların kullanıldığı bu alanda, gerçekten artık işçiye gerek yok. Bir otomobil fabrikasında robotlar tıpkı bir zamanların işçileri gibi bantta dizilmişler ve önlerine gelen yarı mamül parçaları bütünlüyorlar. Robotları da kapalı bir alana kurulmuş, iki kişi idare ediyor. Sadece otomobil alanında değil, şişe doldurma ve kapaklamada, besin maddelerini yenilebilir hale sokmada robotlar çalışıyor. Makineler binlerce işçinin uzun zamanda yaptıkları işi birkaç saatte bitiriveriyorlar. Artık dünyanın gelişmiş ülkelerinde öyle sayaç okuyan elemanlar yok. Bilgisayarlar kimin ne kadar elektrik harcadığını günü gününe izliyor. Bankalar eleman azaltıp, bilgisayar teknolojisiyle işlerini görmeye başlayalı epey oldu. Bankacı kızlara artık pek ihtiyaç duyulmuyor. İlaç sektöründe en büyük para ilaç geliştirme bölümüne harcanıyor, onun dışında yüz binlerce ilaç kendisini yöneten bilgisayarlı makineler sayesinde kutularına girip, etiketlenip piyasaya veriliyor. İlaç dağıtımı gene bilgisayarlar vasıtasıyla yapılıyor. Biraz da silah sanayisinden söz edelim. Silah sanayisi bize görmemizi istedikleri silahları gösteriyor. Ama biraz derin bir incelemeyle öğreniyoruz ki, öyle silahlar var ki, onları kullanmak için insana ihtiyaç yok. Yani artık teknoloji savaşıyor, bu da demek ki, kalabalık ordular beslemeye gerek yok. Evet şu anda dünyanın en büyük derdinin işsizler olmasının başlıca nedeni artık kol kuvvetine gerek duyulmaması ve uzmanlaşmanın önem kazanması olduğu kabul ediliyor ve sosyal bilimciler yepyeni bir sınıfın doğduğunu söylüyorlar, bunun İngilizcede adı “Unnecessary” yani “Gereksizler.” Bu yeni sınıf, geçmişin bütün dengelerini bozuyor. Çünkü artık kapitalizmin ucuz emeğe ihtiyacı giderek yok oluyor. Eskiden elmas ocaklarında ucuz Afrikalılara ihtiyaç vardı, şimdi onların yerini bilgisayarlı robotlar alıyor. Ve şöyle diyor maden sahipleri: “Onları neden besleyelim?” Dünya üstünde nüfusu şiddetle çoğalan “gereksizler” için hiçbir çıkış yolu yok. Gelişmiş ülkeler kendi ülkesindeki “gereksizleri” ne yapacağını bilmiyor. Bu nedenle savaşlardan, yoksulluktan topraklarını bırakmak zorunda kalanlara sınırlarını sımsıkı kapatıyor. Çünkü gelişmiş ülkeler teknoloji sayesinde yeniden dünyaya hâkim oluyorlar. Kısaca şöyle, teknoloji kimin elindeyse o kazanıyor. Bu oluşan yeni sınıf, demokrasi oyununun da usul usul bozulmasına neden oluyor. Gelişmiş ülkelerdeki sağ politikalara kayış, hiç beklenmeyen kişilerin başkan olması dengelerin allak bullak olduğunu gösteriyor. Dünyanın her yerinde; ahlak yeniden sorgulanıyor, insanlar daha açgözlü ve başkalarının acılarına karşı daha vurdumduymaz oluyorlar. Kısaca, dünya kör bir kaos dönemini acımasızca yaşıyor. Bu dönemin sonunda ne olacak, buna kimsenin bir yanıtı yok. Eski, kadim bilgiler bu yeni dönemi açıklamıyor. Çünkü teknolojinin bu denli bir atak yapacağını kimseler düşünmemişti. İşçi sınıfının yerine makinelerin geçtiğini ancak fantastik korku filmlerinde görürdük; gerçek oldu. Bu hafta içinde ölen sevgili, hepimizin hayatını öyle ya da böyle değiştiren Stephen Hawking’in bir kehaneti vardı: “Dünyanın sonunu yapay zekâ getirecek.” Belki de ışıklara doğru yürürken bu kehanetin gerçekleşmemesi için inanmadığı tanrıya dua ediyordur. 18 MART 2018 SAYI: 33765 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05:41 05:27 05:52 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07:06 13:19 16:39 06:51 13:03 16:24 07:13 13:26 16:48 Akşam 19:19 19:04 19:27 Yatsı 20:38 20:22 20:43 Bir zamanlar Türkiye, dünyanın en büyük bilmem kaçıncı ekonomisi değildi. Ama verimli toprakları, tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir nüfus çoğunluğu vardı. İnsanların yerlerini yurtlarını ve en önemlisi, en iyi bildikleri işlerini bırakıp ya işsiz kalacakları ya da yarım yamalak yapacakları işlere koşulacakları kente göç furyası başlamamıştı henüz. Köylüler yoksuldu, evet. Öylesine yoksullardı ki, bazı bölgelerde parasızlıktan odun, kömür ya da gazyağı alamaz, kışın soğuktan korunmak için tezek yakarlardı, ataerkil ocaklarında. Çünkü kendi davarı olmayanın bile başkasının dağda kırda dolanan davarlarının arkasından serbestçe toplayabildiği tezek, para vermeden bol bulunan tek yakıttı. Üstelik, hem çok işlevli, hem de çevrecinin dik âlâsı, doğal dönüşümün zirvesi sayılırdı: Yoksul köylüler, sindirilmiş ottan ibaret davar dışkısını yalnız yakıt diye kullanmaz, toprağın cömertçe sunduğu kil ve suyla karıştırıp evlerini bu bulamaçla sıvarlar ve tezek, üretimi çevreye zarar vermeyen doğal bir çimento olarak çıkardı karşımıza. HHH Tezeğin tek bir yan etkisi vardı: Kokusu. Duvar sıvasına dönüşüp güneşte kuruduğunda pek hissedilmezdi de, yakıldığında yoğun bir duman ve çekilmez bir koku salardı. Ülkemizdeki yaygın tezek kullanımı, edebiyatımıza sefalet göstergesi diye yansıdı ve akaryakıtı olmayan vatandaşın tezeği, yanlış hatırlamıyorsam ilk kez Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda, “kokaryakıt” olarak anıldı. Paranın kokusu Evet, yoksuldu Türkiye. Ama en yoksulu bile aç kalmıyordu: Ülke toprakları tarım ve hayvancılığıyla hiçbir ithalata gerek kalmadan nüfusunu besliyor, hatta fazlasını üretiyordu. Kuş gribi yoktu. En yoksul köylünün bile birkaç tavuğu vardı ve doğadan beslenen ineğin sütü, yem ararken KKK’li keneleri de temizleyen tavuk gibi tavuğun yumurtası, kimyasal gübre yüzü görmemiş tarla patatesi derken; bugünkünden çok daha kaliteli yiyeceklerle çok daha sağlıklı besleniyordu. HHH Türkiye artık dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi. Köylerin çoğu ıssız, toprak nadasta, inekler granül yiyor, etleri gazla yumuşatılıyor, tavuklar fabrikada yetişiyor, kenelere gün doğdu, bağlara bahçelere gübre diye kanserojen basılıyor. Zaten verimli topraklar ya çokuluslu GDO lobilerine peşkeş çekildi ya da yapılaşmaya açılarak betona kurban edildi. Zengin Türkiye artık kendi kendisine yetemiyor, bırakın yiyecek eti, nohutu, mercimeği; samanı bile ithal ediyor! Kentlerin havası zehirli, suyu kirli, göçen köylülerin de çoğu işsiz, sadakanın yeni adı sosyal yardımlarla yaşıyor. Entansif tarım, sanayi hayvancılığı, fabrikalar derken hem kirlenen, hem kirleten ülkeler kervanına katıldı yurdumuz. Öteki büyük ekonomilerle birlikte havayı, suları, denizleri nehirleri, gölleri zehirliyor. Sonracığıma yediği yiyecekler, yıkandığı, içtiği sularla tüm canlıları zehirleniyor. HHH Meğer zenginliğin de bir kokusu varmış ve para, tezekten çok daha tehlikeli kokarmış: Egzoz gazları, fabrika bacaları, ısınma derken saldığı gazlar sadece iklimi değiştirmez, dünyayı da zehirlermiş! İnsanların daha çok, daha çabuk üreteceğim diye hayvanından bitkisine bastığı kanserojen kimyasallar, sonunda döner, kendi başlarına patlarmış. Türkiye’yi zenginleştirmekle övünenlerin, artık durup şu “zenginlik” kavramı üstünde düşünmesi gerekmez mi? Köylülerini işsiz, topraklarını nadasa bırakan ve üretmediği yiyeceği borçlanarak ithal eden bir ülke mi zengindir; yoksa parası az olsa da herkesin çalıştığı, daha iyi beslendiği, dolayısıyla nüfusu daha sağlıklı bir ülke mi? Akaryakıt, kokaryakıttan daha tehlikeliymiş meğer. Tezek pis kokar, ama öldürmezdi. Karbonu, petrolü, kimyasalı ve gübresiyle bu Türkiye hem pis, hem de ölüm kokuyor! “Müebbet” Arapça “ebed” kökünden; “Sonu tanahmet@gmail.com dense “türbanwwmw.aühmceatthani.dcoemsi” Nazlı Hanım’ın, hiç değilse indirimden yararlanması için olmayan bir gelecek” de kılını bile kıpırdatmadı. mek. Hukuksal değil felse Eski başbakanlardan Yıl fi, hatta dini bir kavram. Za dırım Akbulut’un dediği ten İslam Ansiklopedisi de üzere, “Siyasette vefa olmu “ebed”in “bölünemez bir yor. Yükseklerinde hiç ol sonsuzluk olduğunu ve hiçbir zaman sona ermeyeceğini” ilan ediyor. Nazlı Ilıcak, Ahmet ve Mehmet Altan FETÖ’cü oldukları iddiasıyla 3 sanığa daha “ağırlaştırılmış müeb Ağırlaşmış hafif adalet! muyor!” HHH İnfaz yasası Ahmet ve Mehmet Altan’a kardeş kardeş aynı hücrede yatma hakkı bile tanımıyor! “Ağırlaştırılmış müebbet” alan bet cezası” verildi. Aynı sa Alman pasaportu cepte, arkada lar cezalarını “tek kişilik” atlerde de Afrin’de, 1.528’inci te Merkel, üstelik bir de “denetimsiz hücrede çekmek zorunda. Ama röristin “tesirsiz hale getirildiği” serbest”! her hayırda bir şer, her yasada açıklanıyordu. Ne demişler? “Dört dönüm bos bir hikmet, her KHK’de bin hik “Tesirsiz hale getirmek” ve “ağır tan, yan gel yat Osman!” met var. laştırılmış müebbet”, lafzı ve ruhu HHH Her ağırlaştırılmış müebbet ka ile birbirini tamamlayan iki kavram. Gazeteciyiz ya, her şeyi biliyo rarıyla hem inşaat sektörünün Yine de “müebbet”lerin, ger ruz. Vatandaş soruyor: hem de ekonominin önü açılı çekten “tesirsiz hale getirilmesi” “Hele de bize.. Bu 2 3 kez ağır yor. Bol kepçe müebbet ceza için infaz yasası bazı ek önlem laşmış nasıl oluyor?” lar rahmetli Erbakan’ın “ağır sa ler almış. Ama bendenize göre bu Diyorsunuz: nayi hamlesi”ne benziyor. Ne ka yetmez. Onların, “ebed müddet” “1 kez ağırlaştırılmış ise mesele dar çok müebbet, o kadar çok tek yani “sonsuza dek”, yani “öldük yok. 24 yıl yatana tanınan ‘koşullu’ hücreli hapishane inşaatı! “Vin ten sonra da” cezaevine defne salıverilme hakkı, ağır müebbet 6 vin”... Hem adalet kazanıyor, hem dilmeleri gerek. Çünkü adı üstün yıl sonraya erteleniyor... Ama bu müteahhitler! de müebbet. (Hayal bu ya, ABD nun için ‘iyi hal’ vs. gerekiyor!” Ağırlaştırılmışlıktan murat müeb Gülen’i verir ve biz de 333 kez Bu “iyi hal” acaip bir şey! 11 ya betin azabını ağırlaştırmak: Günde ağırlaştırılmış müebbet verirsek... şındaki çocuğu taciz edip de “18 en fazla 1 saat açık avluya çıkma Gülen de hapiste ölürse, ölüsünü zannetmiştim!” diyene uygulanabi ile 15 günde bir de çok yakın aile yakınlarına verirsek, defnedileceği liyor. Ama mesela nedense iki Al bireyleriyle en fazla 1 saat görüşe yer türbe olacaktır. Kimi AKP’liler tan kardeşten birine bile uygulan bilme “ayrıcalığı”! de gizlice gidip çaput bağlaya mıyor. Yatıp çıkan bizim Cumhuri caklardır. Bunu önlemenin tek yo Mahkeme, 75’lik Nazlı Ilıcak’ın yet’teki arkadaşlar gibi hâlâ ya lu, ağır müebbetlikleri cezaevine hanım hanımcık halini de hastalık tanlar ve birçok tutuklu ise hüküm gömmektir!) larını, hele hele bugünkü iktidarın giymeden bu “ağrılaştırılmış” uy Bol kepçe ağırlaştırılmış müeb “sebebi hikmeti” türban sicilini ise gulamalara maruz kaldılar. bet cezalar ile Ergenekon süre hiç dikkate almıyor. Ilıcak, 1995’te “Sadesi” ile “ağırı”nın farkı sa cinde bu cezanın “cılkı” çıkarıldı. milletvekili seçilmişti. TBMM’nin dece 6 yıl. Ama müebbet birkaç Şimdi de bu “cılk”tan “civciv” çı orta yerinde ABD yurttaşı ve mil kez ağırlaşınca yıllar da katlanıyor: karılmak isteniyor. letvekili arkadaşı ve şimdiki iktida “Koşullu salıverilme” ancak 24 Örnek çok. Sonuncusu, Alman rın kankasıbüyükelçisi Merve Ka yıl yatana tanınabiliyor.. “Ağrılaş ya uyruklu gazeteci Deniz Yü vakçı ile kol kola “Eski Türkiye”ye tırılmış” olanlarda ise 30. yılın so cel, bir dönem Cumhuriyet’in meydan okudular. Türban cihadı nunda! O da “iyi hal” var ise! Özet Bonn temsilcisi olan Enis ile açtıkları deliği büyüten Tayyip mi? Berberoğlu’ndan çok şanslı çık Bey cumhurbaşkanı bile oldu. Askerlik gibi hapislik de yan ge tı. 18 yıl hapsi isteniyordu. Ne oldu Bu arada bendeniz gibi Vefa’da lip yatma yeri değil. Üstelik bu ise oldu. Merkel Hanım ve Binali okumuşlar ile vefanın en değer rada şehitlik gibi bir “avantaj” da Bey’in “kavli” ile dosyasından civ li insani özellik olduğuna inananla yok. Ömrü yetmeyen “niyazi” olup civ çıktı, Almanya’ya uçtu. Ve ora rın ise bu “ak vefasızlık” karşısında kurtuluyor. dan video ile Sayın Cumhurbaşka dili tutuldu. Dua edelim, birisi aklına getir nımıza nanik yaptı: Birçok davaya “müdahil” olan mesin ve KHK ile ölenin kalan ce “O öyle kalmayacak!” Sayın Cumhurbaşkanımız, ne zası yakınlarına ciro edilmesin! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com İnternet, hayaller ve gerçekler “Bu teknoloji her şeyi değiştirecek” diyordu uzmanlar. Gerçi o yıllarda bu tür tümcelere alışmıştık. Türkiye internetle yeni tanışmıştı. Bu teknolojilerin sağladığı olanaklar hepimizin gözlerini kamaştırıyordu. Bir yandan teknolojiyi öğrenmeye çalışıyorduk, diğer yandan bu teknolojinin yaşamlarımızı nasıl dönüştürebileceğini tartışıyorduk. İnternet demokrasileri güçlendirecekti. Hatta temsili demokrasinin ardından dünya giderek “doğrudan demokrasiyi” tartışmaya başlayacaktı. Artık totaliter rejimlere, diktatörlere yer yoktu. İnternet özgürlük getirecekti. Sansür tümüyle tarihe karışacaktı. Fikir ve ifade özgürlüğü sınırlandırılmayacaktı. Gazeteciler, bir araya gelip kendi web sitelerini kuracaklardı. Yurttaş gazeteciliği yaygınlaşacaktı. İnternet çağında kimse hakikati gölgeleyemeyecekti. Çocuklarımız, zenginfakir ayrımı olmaksızın aynı kalitede eğitim alabileceklerdi. Türkiye’nin en ücra köşesindeki çocuklarımız bile internet üzerinden Türkiye’deki en iyi hocaların derslerini izleyebileceklerdi. Devlet, Türkiye’nin en iyi öğretmenlerini toplayıp onlara ders anlattıracak, bu anlatımlar videoya çekilecek, Eğitim Bakanlığı’nın sunucularına konacaktı. Her isteyen öğrenci bunları istediği an izleyebilecekti. Peki, ne oldu? Özgürleştik mi? Washington merkezli Freedom House (Özgürlük Evi) adlı düşünce kuruluşunun raporlarına bakıyorum. Türkiye bu yıl ilk kez “özgür olmayan” ülkeler arasına girdi. Türkiye, son 10 yılda en büyük düşüşü yaşayan ülke oldu. Peki, dünyanın durumu? Freedom House’a göre dünya genelinde ülkelerin yüzde 45’i “özgür”, yüzde 30’u “kısmen özgür”, yüzde 25’i “özgür değil”. On yıl önce durum neydi diye merak ediyorum. Dünyadaki ülkelerin yüzde 47’si “özgür”müş. 20 yıl önce yüzde 46’sı özgür. Görünen o ki dünya 20 yılda daha özgür bir yer olmadı. Aynı dönemde internet hızla ticarileşti. Gelişen teknolojiler insanlara özgürlük sağlamaktan çok “gözetim toplumlarını” ortaya çıkarmaya başladı. Kişisel verilerimiz tehlikede. Özel hayatın gizliliğinde sıkıntılar yaşıyoruz. Büyük tekeller internete yön vermeye başladılar. Web’in geleceği konusunda ciddi kaygılar var. HHH World Wide Web (Dünya Çapında Ağ) geçen hafta, 12 Mart’ta, 29’uncu yaşına bastı. Web’in yaratıcısı Tim BernersLee. Web’in 29. yaşı dolayısıyla bir mektup kaleme almış BernersLee. Mektupta ilk dikkatimi çeken tümce şu oldu: “Web tehdit altında. Web’in geleceği için mücadele edin.” BernersLee, herkesi internete sahip çıkmaya çağırıyor. “Web herkese açık, ücretsiz ve yaratıcı bir alan olmalıdır.” diyor mektubunda. İnternet erişimi olan insanlar ile olmayanlar arasındaki ayrımın dünyadaki eşitsizlikleri derinleştirdiğini vurguluyor. Bu eşitsizliklerin ciddi bir küresel tehdit haline geldiğini söylüyor. “Web tüm insanlığa hizmet etmelidir” diyor Tim BernersLee. HHH İnternete sahip çıkamadık. Çıkamayınca da bugünkü tabloyla karşı karşıya geldik. Anımsıyorum, 90’larda interneti tartışırken “Bilgi otoyolunun” yol açabileceği sorunlara dikkat çekenler de oldu. Hitler’in İkinci Dünya Savaşı öncesi naziler tarafından “otobanlar fatihi” olarak anıldığını söyleyen bir dostumuz, “Biliyorsunuz” demişti, “Otobanlar toplumları sözüm ona birbirine bağlayacak, barışa hizmet edecekti. O otobanlardan daha sonra tanklar geçti. Ülkeler işgal edildi.” Ben kendi adıma hep internet teknolojilerinin olumlu yanlarına vurgu yapanlar arasında yer aldım. Ama artık biliyoruz: İnternet dünyanın en muhteşem küresel demokrasisini yaratmak için gerekli teknolojiyi sağlıyor. Diğer yandan en korkunç totaliter sistemleri yaratma kapasitesine de sahip. Hangisi olacak? Web’in mucidi Tim BernersLee’nin sözleriyle yazıya son verelim: “Web umutlarımızı yansıtmalı, hayallerimizi gerçekleştirmelidir.” C MY B