23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 2 Susmak, bizi güvensiz bir geleceğe sürükler Hafızanın unutmaya karşı direnişi eposta: gorus@cumhuriyet.com.tr Cumartesi 20 Ekim 2018 TASARIM: İLKNUR FİLİZ Besna Tosun Gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Galatasaray Meydanı’na ilk kez 23 yıl önce, babam kaybedildikten birkaç ay sonra çok büyük umutlarla geldim. 12 yaşında bir çocuktum, hiçbir şeyin farkında değildim. Babamın nasıl kaçırıldığını, kimlerin kaçırdığını, kaçırıldığı arabanın plakasını görmüştüm. Gidip, bildiklerimi herkese anlatacağım ve bildiklerim babamı bulmaya yetecek inancındaydım. Babam Fehmi Tosun, 19 Ekim 1995 tarihinde Avcılar’daki evimizden annemin, kardeşlerimin, benim ve mahallelilerin gözü önünde eli silahlı ve telsizli üç kişi tarafından beyaz bir Toros’la kaçırıldı. Koskoca bir kalabalığın suskunluğundan cesaret alarak, gözümüzün içine baka baka alıp götürdüler babamı. Bu yaşadığımız ana çok da yabancı değildik aslında. Babam bir gecede kaybedilmedi. Kaybedilene kadar pek çok şey yaşadı. Baskınlar, gözaltılar, işkenceler... Son baskında gözaltına alındı, üç buçuk yıl cezaevinde kaldı. Cezaevinden çıkınca Diyarbakır’dan İstanbul’a geldik. İstanbul’a gelişimizin üzerinden bir sene geçmeden babam evimizin önünden kaçırılarak kaybedildi. Babamın götürüldüğü o an sokağın ortasında çığlık çığlığa bağırırken geçmişte yaşananları düşündüm. Bu ilk değil, yine geri gelecek dedim.  Kendimi bu dönüşe inandırmak için bir hayal dünyası kurdum. Eli silahlı kötü adamlar babamı kaçırıp şehirden uzak bir dağ evinde tutmuşlar. O cesur adam oradan kurtulmanın bir yolunu mutlaka bulacak ve geri gelecek. İzlediğimiz filmlerde hep böyle olmadı mı? Üstelik babam o film kahramanlarından bile daha güçlü ve cesurdu. İnkâr edildi Her akşam eve döndüğümde önce kapıdaki ayakkabılara baktım “bugün de gelmedi ama mutlaka gelecek” diye düşündüm. Üç yıl sonra bir gün eve geldiğimde kapıda çamurlu bir ayakkabı vardı. Babamın eski ayakkabısıydı bu “vee geldi işte” dedim, “geldi”. Heyecanla kapıyı üst üste çalmaya başladım. Kardeşim kapıyı yarım açarak gülümsedi. “Kim geldi biliyor musun?” “Evet biliyorum!” Koşarak içeri girdim. Koltukta oturuyordu. Beni görünce “Oo Güle sen mi geldi” dedi. Kapının arasında kalakaldım. 12 yaşında kurduğum dünyanın nasıl üzerime yıkıldığını, o enkazın altında canımın nasıl yandığını anlatabilmeyi, o acıdan kurtulabilmeyi çok isterdim. “Evet ben geldim” deyip sarıldım. Gelen amcamdı. Babama sarılır gibi sarıldım. Ona ulaşmanın, yeniden dokunabilmenin umuduyla. Sonra beklediğim yerden kalkıp aramaya başladım o umudu.12 yaşında çıktığım yollar da benimle büyüdü. İnsan büyüdükçe acısı da öfkesi de büyüyormuş... Babam için tüm yasal yollara başvurduk. Ancak onun gözaltına alındığı devletin bütün kademelerince inkâr edildi. Davayı AİHM’ye taşıdık İç hukuktan sonuç alınamayınca davayı AİHM’ye taşıdık. 2003 yılında sonuçlanan davamızda AKP Hükümeti AİHM’ye verdiği savunmada “Hükümetimiz Fehmi Tosun’un kaybolması olayının meydana gelmesinden dolayı üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin (yaşam hakkı) ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir.” dedi ve yaşam hakkı ihlallerinde gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etti. Ancak bu taahhüdünü yerine getirmediği gibi kaybedilen sevdiklerimizi aramamızı bile suç ilan etti. Galatasaray Meydanı’ndaki herkesin hikâyesini dinlemek zorundalar. Beni eğer gittiğim o ilk gün dinleselerdi, babamın katillerinin eşkâlini, arabanın plakasını bile verebilirdim. İsteselerdi o gün bulunurdu benim babam. Kaybedenler onlar olmasaydı bulunurdu... 27 Mayıs 1995’ten be Gözaltında kaybedilen sevdiklerimizin yaşamdaki bütün izlerini silmelerine rıza göstermemizi istiyorlar. Bizden yalnız kayıplarımızdan değil, insanlık onurumuzdan da vazgeçmemizi istiyorlar. Galatasaray Meydanı bu ülkenin vicdanıdır, bu ülkenin hafızasıdır. ri İstanbul’un en kalabalık yerlerinden biri olan Galatasaray Meydanı’ndan bir çığlık yükseliyor. 23 yıl önce, hakikat ve adalet arayışının temeli atıldı o meydanda. Kim bilir kaç yıl daha sürecek. Kaç yıl daha kar kış demeden, yazın kavurucu sıcağına aldırış etmeden yola düşeceğiz ve kim bilir kaç annemiz daha evladının mezarını bulamadan, adalete ulaşamadan bu arayışı geride kalanlara miras bırakarak hayata veda edecek! Bizler her hafta bu mirasa sahip çıkmak için yola çıkıyoruz. 699 hafta boyunca barışçıl toplanma ve basın açıklaması yapma hakkımızı kullanıp sessizce oturduğumuz o meydan, 9 haftadır polis bariyerleriyle çevrili. Meydana çıkan her sokak polis kontrolünde.  Görünce öfkeleniyorum ve sesimin çıktığı kadar “O meydan bizim!” diye bağırmak istiyorum. O meydan bizim, kimden korkuyor, kimden koruyorsunuz? Ya da bunca acıyı yaşattığınız insanları neyle korkutmaya çalışıyorsunuz? Sahiden merak ediyorum. Üç kuşaktır sürdürdüğümüz hakikat ve adalet arayışımız 700. haftadan beri polis şiddeti ile engelleniyor ve sokak ortasında polis tarafından işkenceye maruz kalıyoruz. 23 yıllık umudun meydanı Devlet; kaybedilenlerin akıbetlerini açıklama ve faillerini yargılama sorumluluğundan kaçıp yıllardır ellerinde karanfillerle kaybedilen yakınlarının mezarını arayan ve adalet talep eden bizlerin karşısına bütün gücünü yığarak fütursuzca saldırıyor. Galatasaray’a gidişimiz yasaklanıyor. 23 yıllık umudun, direncin tanığıdır o meydan. Şimdi o meydanı bizden almak için saldırıyorlar. Çünkü bize hakikatle, adaletle verecek cevapları yok. Gözleri önünde babası kaybedilen çocukların, geçmişle hesaplaşmadan susmasını, unutmasını istiyorlar. Evladını kendi elleriyle devlete teslim eden ve 23 yıldır mezarını bile bulamayan Hanife Anne’nin, tek evladı Murat’tan vazgeçmesini bekliyorlar. Gözaltında kaybedilen sevdiklerimizin yaşamdaki bütün izlerini silmelerine rıza göstermemizi istiyorlar. Bizden yalnız kayıplarımızdan değil, insanlık onurumuzdan da vazgeçmemizi istiyorlar. Galatasaray Meydanı bu ülkenin vicdanıdır, bu ülkenin hafızasıdır. Unutmuyoruz Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi hafızanın unutmaya karşı direnişidir. Gelecek kuşakları korumanın bir yoludur. Biliyoruz ki bu ülkede, yüzlerce insan tüm haklarından mahrum bırakılarak katledildi, bedenleri kaybedildi. Devleti yönetenler bu gerçeği görmezden gelip, kendilerinden önce ülkeyi yönetenlerin işlediği insanlık suçlarıyla yüzleşmek ve hesaplaşmak yerine, inkârla, baskıyla, şiddetle yaşananları unutturmayı istiyor. Susmuyoruz! Unutmuyoruz! Vazgeçmiyoruz! Susmak, bizi güvensiz bir geleceğe sürükler. Unutmak, işlenen insanlık suçlarının yeniden işleneceği iklimi yaratır. Cezasızlık, yaşanan travmaların daha da derinleşmesine yol açar ve bütün bunlar çocuklarımızın geleceği için tehlike yaratır. Evet, bizlere yaşattıklarının telafisi yok, özrü yok ama yeni bir dünya kurmanın ve yaşama güvenle tutunmanın, özgür, adil ve onurlu bir yaşamı kurmanın yolları var, olmalı, yoksa yaratmalı. Devlet, gözaltında kaybetme suçundaki sorumluluğunu kabul etmeden, gözaltında kaybedilenlerin akıbetini açıklamadan ve gözaltında kaybetme suçunun fail ve sorumluları yargılanıp cezalandırılmadan yürüdüğümüz hakikat ve adalet yolunda tek bir adım geri atmayacağız. Vazgeçmeyeceğiz Gözaltına alındıktan sonra kaybedilen ve daha sonra bedenine kimsesizler mezarlığında ulaşılan Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç’un 700. hafta saldırısından sonraki sözlerini hatırlayın: “Siz bizi susturamayacaksınız. Bizi susturmanın tek bir yolu var. Bir kepçe getirin, Galatasaray Meydanı’nda bir çukur kazın, hepimizi gömün oraya gitsin. Bizden ancak böyle kurtulacaksınız. Ama bizim çocuklarımızdan, torunlarımızdan ve insanlığın vicdanından nasıl kurtulacaksınız bilmiyorum.” Ben de diyorum ki baskıyla, şiddetle bizi susturamazsınız çünkü söyleyecek sözümüz var. Meydanlar söyleyecek sözü olanlarındır; Galatasaray bizimdir, vazgeçmiyoruz. ‘Benim Gazetem’ Hamdi Yaver AKTAN Yargıtay Onursal Daire Başkanı Yunus Nadi İstanbul’a döndüğünde yeniden “Yeni Gün” gazetesini çıkarmak ister. Mustafa Kemal “Nadi Bey, sen Yeni Gün yerine Cumhuriyet adlı bir gazete çıkar” önerisini yapar. Yazar Enver Behnan Şapolyo “Cumhuriyet” isminin özellikle seçilmiş olduğunu vurgular; “Osmanlı hükümdarlarına asırlarca başkentlik etmiş olan İstanbul’da Cumhuriyet adı ile bir gazetenin çıkması pek manalı ve çok da isabetli idi. Gazetenin isim babası Atatürk olduğu gibi, çıkmasını arzu eden de, o büyük adamdı” diye yazar. Ancak İstanbul “matbuatı” gazetenin ismine bile tepki duyar. Zekeriya Sertel “kiminle konuşsam İstanbul’da esen düşman havasına karşı gazetenin adını Cumhuriyet olarak kullanmak doğru görünmüyordu” değerlendirmesini yapar. Cumhuriyet’in ilkesi İlk sayısında Yunus Nadi “Gazetemiz ne hükümet gazetesi ne de bir parti gazetesidir” söylemiyle Cumhuriyet’in bağımsızlık ilkesini açıklar. Bu arada ilk yazıda Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılık da özellikle belirtilir: “Cumhuriyet, Türkiye’de büyük kavgalarla elde edilmiş tarihi bir sonuçtur. Biz, elde edilen bu amaç uğrunda fiilen çalışmış insanlarız. Memlekette bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli taraftarları vardır. Cumhuriyet memlekete mal olmuş bir fikirdir. Biz, onun tem silcisi ve koruyucusuyuz.” O dönemde “mütareke basını”nın saldı rılarına karşı Zekeriya Sertel “Fakat biz çeşitli cephelerden hilafetin nasıl çürümüş ve çökmüş bir kurum olduğunu kanıtlarıyla ispat ediyorduk” notunu düşmektedir. Hep haklı çıkmıştır “Mütareke basınının” uzantıları Cumhuriyet’e her zaman saldırmışlardır. Saldırılar aynı anlama gelmek üzere Türkiye Cumhuriyeti’nedir. Kuruluşundan itibaren Cumhuriyet’e, onun ilkelerine ve değerlerine yapılan saldırılar Cumhuriyet gazetesi üzerinden yapılmaktadır. Kimi zaman ikinci Cumhuriyetçilerin “rejim muhafızlığı” ile suçlamalarının nedeni budur. Operasyon basınının yanında saf tutanlar Cumhuriyet’te zamanında yazılanların doğrulandığını görünce “yanıldıkaldanmışız” sözcüklerini yazdılar, ancak; Cumhuriyet’in haklı çıktığını ifade edebilme erdemini gösteremediler. Bağımsız gazete olmanın sonucu Cumhuriyet hep haklı çıkmıştır. Özerk yönetim yapısı, tarihten gelen nesnelliğiyle okurlarının gözünde saygınlığını korumaktadır. Öyle ki kimi zaman okurlarının tepkisi Cumhuriyeti yönlendirebilmiştir. Okuyucusunun sahip çıktığı bir başka gazete herhalde değil Türkiye’de, dünyada bile bulunmamaktadır. Okuyucunun “Benim Gazetem” dediğinde akla “Cumhuriyet” gelmektedir. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear