23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Perşembe 11 Ekim 2018 16 Burak Çolak “Truva” haber EDİTÖR: EMRAH KOLUKISA TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN ‘Derdimiz sahip olmak değil, sahip çıkmak’ ‘Düşler Ülkesi: Troya’ sergisi, Çanakkale’de sergilendikten sonra 26 Ekim’e dek İstanbul Arkeoloji Müzeleri Darphanei Amire’de sanatseverlerle buluşuyor “Düşler Ülkesi: Troya” başlıklı sergi Çanakkale’nin ardından şimdi de İstanbul’da. Küratörlüğünü Derya Yücel’in üstlendiği, Etnik Popüler Sa natları Koruma ve Geliştirme Derne ği (EPOS7) ve yeni nesil sanatçı platformu BA SE işbirliğiyle düzenle nen serginin destekçi si Kale Grubu’nun Baş ORHUN ATMIŞ kanı Zeynep Bodur Okyay “Türkiye’nin geleceğinde yeni başarı hikâyeleri oluşturmakla ilgili bir der dimiz var. Özgün işleri yapmak, ya ratıcı ve ilham verici işlerin içerisin de olmak ve buna hevesli olan kişile ri cesaretlendirmekle ilgili bir derdi miz var. Bizim misyonumuz da bu” di yor. İşte Okyay ile yaptığımız söyleşi den bize kalanlar... n Bu yıl Troya yılı malum ve bir çok etkinlikle geçen bir sürecin için deyiz. Troya’nın kültürel mirasımız açısından önemini nasıl yorumlu yorsunuz? Dünyanın en eski seramiklerinin Anadolu’da doğduğu, çömlekçi çarkla rının tarih sahnesinde ilk ortaya çık tığı yerin Troya olduğu biliniyor. Ana dolu’daki prehistorik kazıların ilki nin gerçekleştiği, dünya kültürel mi rasının önemli varlıkları arasında gös terilen Troya’nın kültür olarak da önemsenmesini istiyoruz. Burada çanak, çömlek kültürü var. Bağcı Okyay, ‘Troya’yı sahiplenmek dünya mirasına sahip lık, şarapçılık, ta çıkmaktır’ rım ve bunları sak diyor lamak için yapı lan küpler, sera mik kültürü var. Çanakkale’nin ‘Çanak’, ismi de Troya’dan geliyor ve Troya’nın o za manki eserleri ya vaş yavaş değişe rek bu hale geli yor. Sonra kendi mize ait meşhur Çanakkale testile ri var. Seramik kültürü burada aslında çok derine gidiyor. Seramik alanında, biz modern an lamda endüstri kurabiliyorsak ben ce bu köklere dayanıyor. Burada o ma ya, o kültür, o anlayış, onu işleme ye teneği ve tabii hammadde var. Biz de o kültürü günümüze taşımış oluyoruz. Dolayısıyla Troya’yı sahiplenmek bu coğrafyanın kadim değerlerinden bi rine ve dünya mirasına sahip çıkmak la eşdeğer. n Troya Müzesi de açıldıktan son ra bu sergideki işlerin orada sergilenmesi gibi bir düşünce var mı? Bu benzersiz coğrafyada hüküm süren ve yaşadıkları dönemde önemli kültürel ve sosyal gelişmelere imza atan uygarlıkların izlerini, halen devam eden kazılar sayesinde büyük bir ilgiyle takip ediyoruz. Tarihi mirasın gün yüzüne çıkarılmasında büyük emekleri olan Troya Kazı Alanı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan ve ekibine çok şey borçluyuz. Dünyanın en önemli çağdaş arkeoloji müzelerinden biri olması beklenen ‘Troya Müzesi’nin açılışını da heyecanla bekliyoruz. Genç sanatçılarımız da, Çanakkale ve Türkiye’nin birçok şehrinden gelerek, ‘Düşler Ülkesi: Troya’ projesi için buluştu. Birbirinden farklı çalışmalar üreten genç sanatçılarımızın keşfedilmesini sağlayan bu eserlerin, eğer koşullar elverirse, müzede de sergilenebileceğini düşünüyorum. Bizim ülke olarak en büyük miraslarımızdan bi ri olan Troya üzerine hayata geçirdiğimiz her şey aslında bizim zenginliğimizdir. n Çanakkale’deki sergiye Çanakkalelilerin ilgisi nasıldı? Çanakkale’ye gelen turistler de ilgi gösterdi mi? ‘Düşler Ülkesi: Troya’ sergisi Çanakkale’de geniş bir kesime hitap etti. Şehrin merkezinde bulunan Çanakkale Piri Reis Müzesi’nde düzenlenen sergi, turistler dahil beklentilerin üzerinde yoğun bir ilgi gördü. Troya’nın doğduğu topraklarda efsanenin yeniden canlandırılması büyük bir anlam taşıdığı kadar; İstanbul, Ankara ve İzmir gibi sanat projelerine nispeten doymuş şehirlerin ve sanat çevrelerinin dışına çıkılarak, kültürel mirasın kitlelerle buluşturulması açısından çok önemli buluyoruz. n İstanbul’daki sanatseverler için serginizi nasıl tanımlarsınız? ‘Düşler Ülkesi: Troya’nın, ait olduğu topraklardan sonra İstanbul’da yeniden sergilenmesi çok önemli. Özellikle İstanbul Arkeoloji Müzeleri Darphanei Amire gibi tarihi dokusu olan bir mekânda bu eserlerin sanatseverlerle buluşturulmasıyla, kültürel mirasımız daha geniş kitlelere ulaştı. “Düşler Ülkesi: Troya” 26 Ekim’e dek İstanbul Arkeoloji Müzeleri Darphanei Amire’de ziyarete açık. AdichieA’dçeılınş70K.İFTRAAPNFKUFAURRIT Bu yıl 70. kez düzenlenen Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılış konuş masını Nijeryalı feminist yazar Chi mamanda Ngozi Adichie yaptı. Ko nuşmasında kadınlara uygulanan sis tematik tacize ve cinsiyet eşitsizli ğine vurgu yapan Adichie erkekle ri kadınlar tarafından yazılan kitapları okumaya çağırdı. “Tüm dünyada kadınlar konuşuyor ama hikâyeleri gerçekten işitilmiyor” diyen Nijeryalı yazar, “Kadın lar hâlâ görün mez, kadınla rın deneyim leri hâlâ gö rünmez” dedi. #MeToo hare ketinin ve tüm dünyada cin sel taciz vaka Adichie larının konuşulmaya baş lamasının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen yapılacak daha çok şey oldu ğunu belirten Adichie “Yapılan araş tırmalar kadınların hem erkek hem de kadınlar tarafından yazılan kitapla rı okuduğunu gösteriyor ama erkek ler sadece erkeklerin kitaplarını oku yor. Erkeklerin kadınlar tarafından ya zılan kitapları okumasının vakti geldi artık” dedikten sonra Donald Trump Amerikası’na da vurgu yaptı ve “Dün ya değişiyor, yön değiştiriyor. Dün ya kararıyor. Dünyanın en güçlü ül kesi feodal bir saraya döndü ade ta, yalancılıkla beslenen entrikalar la dolu, kendi kibrinde boğulan bir ül ke... Neyin gerçek olduğunu bilmeli yiz. Gerçeğin gerçek olduğunu, yalal nın da yalan olduğunu dile getirmeli yiz” dedi. 14 Ekim’e dek sürecek Frankfurt Kitap Fuarı’nın bu yılki Onur Konuğu ülke Gürcistan. 100’den fazla ülke den 7100 katılımcının yer alacağı fu arda yine insan hakları ve ifade öz gürlüğü gibi meselelerin gündeme ge tireleceğine kesin gözüyle bakılıyor. Londra Film festivali başladı 62. Londra Film Festivali’nde gerek isim yapmış, gerekse adını yeni duyuran yönetmenlerden 225 film izlenecek. ‘Ahlat Ağacı’ Londra’da Ayça Abakan 62. Londra Film Festivali dün akşam Oscar ödüllü Steve McQueen’in “Dul Kadınlar” filminin Avrupa prömiyeriyle perdelerini açtı. 77 ülkeden filmlerin katılacağı, 12 gün ve gece sürecek olan festivalde Türkiye’yi Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği “Ahlat Ağacı” temsil edecek. 62. Londra Film Festivali’nde gerek isim yapmış, gerekse adını yeni duyuran yönetmenlerden 225 film izlenecek. Bu yılki festivalde 21 filmin dünya prömiyeri, 29 filmin de Avrupa prömiyeri yapılacak. Ayrıca 46 belgesel, 4 animasyon ve 160 kısa film de festival programında yer alıyor. Festivalin açılışını 2013’te “12 Yıllık Esaret” filmiyle Oscar alan Steve McQueen’in gerilim filmi “Widows Dul Kadınlar” yaptı. Zengin oyuncu kadrosuna sahip filmde başrolleri Oscar ödüllü Viola Davis, “Hızlı ve Öfkeli” serisinin yıldızı Michelle Rodriguez ile “The Night Manager”da rol alan Elizabeth Debicki ve Cynthia Erivo oynuyor. Ayrıca Colin Farrell, Daniel Kaluuya, Jacki Weaver, Robert Duvall ve Liam Neeson da oyuncu kadrosunda yer alıyor. ABD’de günümüz Chicago’sunun siyasi ve sınıfsal kargaşasında geçen öykü, “ölmüş kocalarının işledikleri suçlar yüzünden üzerlerine borç yükü yığılmış olmaktan başka hiçbir ortak noktaları bulunmayan bir grup kadını anlatan karmaşık bir gerilim filmi” diye özetlenebilir. ‘Bu film tam bir Ceylan’ 62. Londra Film Festivali’ne Türkiye’den katılan tek film Nuri Bilge Ceylan’ın yapıtı “Ahlat Ağacı”. Filmin tanıtımını yazan ve Türkiye sinemasını yakından izleyen Geoff Andrew, Ceylan’ın Sinan tiplemesiyle, yine kusurlu bir erkek ruhunu usul usul ve derinlemesine incelediğini belirtiyor. Yönetmenin alaycı tonunun yine Çehov’u andırdığını, olan bitene mesafeli ama şefkatli, güç algılanan ama belirgin, sessiz ama son derece etkileyici bir dil kullandığını yazan Andrew, “harika birer oyunculuk sergileyen güçlü karakterleri ve birbirine örülmüş konulardan oluşan mükemmel dokusuyla, bu film dibine kadar, tam bir Ceylan” diyor. 16 ve 17 Ekim’de gösterilecek olan “Ahlat Ağacı”nın biletleri çoktan tükendi. Filmin önümüzdeki aylarda Londra sinemalarında da gösterime girerek daha uzun sü reyle, daha fazla izleyiciye ulaşması umuluyor. Bu sonbahar sanat yönetmenliğini geçici olarak Tricia Tuttle’ın yaptığı Londra Film Festivali’nde öne çıkan noktalardan biri de kadın yönetmenler. 62. Festivalde izlenecek 225 uzun metrajlı filmden 69’u, 160 kısa filmden 80’i kadın yönetmenlerin ürünü. Festivalin sanat yönetmeni Tuttle, program hazırlarken kadın yönetmenlerin de hak ettikleri düzeyde temsil edilmesine öncelik verdiklerini ancak herhangi bir kota belirlemediklerini söyledi; “gerçekten heyecan verici yeni kadın yönetmenler ortaya çıkmakta” dedi. Festival sırasında, film sektöründe isimlerini duyurmuş kadın sinemacıların katılacağı ve çalışmalarını hem cinsiyet farklılığına odaklanmadan sanatsal yönden tartışacakları, hem de kadın sinemacı gözüyle yeni kuşak kadın sinemacılara nasıl esin kaynağı olunabileceğini anlatacakları bir panel de düzenlenecek. Bu yılki Londra Film Festivali, 21 Ekim’de gösterilecek olan “Stan ve Ollie”nin dünya prömiyeriyle kapanacak. Steve Coogan ve John C Reilly’nin Hollywood’un efsanevi ikilisi Laurel ve Hardy’yi canlandırdıkları film, gerçek bir duygusal komedi. Okur olmak Okur, okuma edimini gerçekleştiren kişidir. Okumak ise, yazılı, basılı sözcüklerin zihinden geçirilerek algılanması, anlamlandırılması, yorumlanması edimidir. Okuma yolculuğu ilkokulda başlar. Okuma zevki ve alışkanlığı evde ve okulda kazanılır. Yalnızca ders kitabı okuyarak alışkanlık kazanmak zordur. Edebiyat kitaplarıyla, gazete ve dergilerle pekiştirmek gerekir. Bunu kazanan kişi her sorunu daha kolay çözer. Gündemi iyi izler. Okuduğunu anlar. Zaten kısaca okumak, anlamak demektir. Anlamaksa zordur. Hermeneutik (anlama sanatı) adıyla üniversitelerde okutulan bir dersi de vardır. Üç aylık düşünce dergisi Cogito, geçen yıl Kış 2017 sayısını Hermeneutik’e ayırdı. Dosya editörü Kaan H. Özten’in tanımı çok hoşuma gitmişti. Özten, “anlamak hemhâl olmaktır” diyordu. Okuma, beynin besinidir. Beyinse, bilinç merkezimizdir. İnsan olmanın en başat özelliği olan düşünceyi, dili ortaya koyan, insanı yöneten organdır. Belki de bunun için Melih Cevdet Anday, “okumayan çürür” demiştir. Bilimsel araştırmalar da bu görüşü destekliyor: Yale Üniversitesi’nden üç öğretim üyesi, elli yaşın üstünde 3 bin 635 denekle 12 yıl süren bir araştırma yaptılar. 2016’da yayımlanan araştırma sonucuna göre, araştırmanın yapıldığı 12 yıllık sürede, haftada en az üç buçuk saat kitap okuyanların yaşamını yitirmesi yüzde 23, daha az okuyanların ise, yüzde 17 azaldı. Buna göre, kitap okuyanların okumayanlardan yaklaşık iki yıl daha uzun yaşadığı olasılığı ortaya çıktı. Öte yandan Okumanın Tarihi (YKY) adlı kitabında Alberto Manguel ise, sert bir anlatımla “Yazmadan yaşanabilir ama, okumadan asla” diye yazar ve şunları ekler: “Toplumlar yazı olmadan da vardır ama, hiçbir toplum okumadan var olamaz.” Bunun içindir ki, eğitimöğretime bir toplumun devamlılığını sağlayan temel kurum gözüyle bakılır. İşte bu yüzden kimileri Cumhuriyet yönetimine karşılar, çünkü Cumhuriyet’in kazanımlarından biri olan çağdaş eğitimi yıkmak istiyorlar. İyi bir okur olmak, her kitabı okumak demek değildir. Çünkü okuma beynin besinidir ama, beyin çöplük değildir, bu nedenle de okurun okuduklarını seçerek okuması da önemlidir. Okur olmanın da sorumlulukları vardır. Okur olmak bireysel olduğu kadar toplumsaldır. Bir kitap yalnızca ödül aldı diye, çok satıyor diye okunmamalıdır. Hangi ödülü aldı, hangi nedenle çok satıyor diye de sorgulamak gerekmez mi? Bir kitabın okunması demek, yazarını, yayıncısını, anlatılanları bir anlamda desteklemek değil midir? Çok okuyan Manguel öğrenciyken, hastalanıp 1920’den sonra gözleri görmeyen ünlü yazar, öykücü Jorge Luis Borges’e (18991986) dört yıl kitap okudu, daha sonra o da çokdilli çevirileriyle, yayıncılığıyla, roman ve denemeleriyle ünlenen evrensel bir yazar oldu. Türkiye’de de çok iyi tanınan Manguel, özellikle Tanpınar’ın İzinde: Beş Şehir adlı kitabıyla, Tanpınar’ın anlattığı beş kenti kendi de gezerek, izlenimlerini deneme olarak yazdı, büyük ilgi topladı. Şimdilerde Dönüş (Kırmızı Kedi Y.) adlı romanıyla gündemde. İlerleyen yazılarımda da okur/yazar sorumluluğuyla okuduğum, beğendiğim kitapları, yazarlarını sizlerle paylaşacağım. Edebiyatın ışığında kültür sanat etkinliklerini, fikir festivallerini yansıtmaya çalışacağım. Tüm bunları yaparken “eleştirel okuma” izleyeceğim yol olacak. Evet, okumak anlamaktır, “hemhâl olmaktır”; anlamaksa birleşmek, kaynaşmak, bilge olmak... Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanlığı döneminde ne güzel bir slogan vardı: İnsan Okur! Okumanın tarihi, uygarlığın tarihidir... Tek cümleyle okur olmak, yaşamaktır! Medya sanatı meraklılarına... Yaklaşık 1000 eserden oluşan Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nun 30 yıllık birikimi ve serüvenine dahil olmak isteyen sanatseverler için hazırlanan koleksiyon kitapları serisinin üçüncü cildi yayımlandı. Serinin birinci ve ikinci cildinde koleksiyonun kuruluş ve gelişim aşamalarını temsil eden eserlere yer verilirken, yeni yayımlanan üçüncü cilt ise koleksiyonun medya sanatını merkezine alan bir birikim stratejisi sürdürdüğünü gösteriyor. Medya sanatına dair eserlerin çoğunlukta olduğu üçüncü ciltte yer alan eserlere, Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu ile çalışmış olan küratörler Emre Baykal, DooEun Choi, William A. Ewing, Rudolf Frieling, Dr. Christiane Paul ve Dr. Necmi Sönmez’in yapmış olduğu sanatçı söyleşileri eşlik ediyor. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear