28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 17 Nisan 2017 12 haber/yorum EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Doğum günümüz! Bu satırların yazıldığı saatlerde halkoylamasının sonuçları belli değildi. Ancak, çıkacak sonuç ne olursa olsun, ülke bugün çok değişik nitelikte bir döneme giriyor. Girilen dönemin irdelenmesine bugün için ara verelim; çünkü, 17 Nisan, bizim doğum günümüz. Aydınlanmanın ışığı 17 Nisan 1941’de Köy Enstitülerinin kurulmasını sağlayan yasa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylandı. Zaman, ABD’nin başını çektiği kapitalizm ile Sovyetler Birliği’nin temsil ettiği sosyalizmin işbirliği yaparak faşizme karşı verdikleri savaşın en bunalımlı yıllarıdır. O savaşın dışında kalma başarısını gösteren Türkiye, başka bir savaşın, cehalete, yani, bilgisizliğe ve geri kalmışlığa karşı savaşın tam ortasındaydı. Köy Enstitüleri bu savaşın kazanılması amacıyla verilen büyük uğraşların en önemli kurumlarıdır. O yıllarda ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i köylerde yaşamaktaydı. Dahası, köylerde kendi kendine yeterli, yani ürettiğini tüketen, pazara açılmamış, kapalı bir üretim yapısı egemendi. Atatürk’ün 1 Kasım’lardaki açış konuşmalarında birkaç kez istemesine karşın Meclis’ten topraksız köylüye toprak verilmesini öngören bir yasa bile çıkarılamamıştı. Kısaca, Nâzım Hikmet’in dediği gibi, Köylünün toprağa hasreti var(dı), Köylünün hasreti makineler (di). Köy Enstitüleri bu kapalı köy yapısının, kendi içinden çıkacak çocukların beyinleri ve elleriyle, ağacından beslenen tomurcuk örneği, açılmasını sağlamayı amaçlamaktaydı. Büyük kentlerin dışında, doğa ve toplumla iç içe ve doğusuyla, batısıyla yurdun her tarafına dengeli bir biçimde dağılan Enstitülerin toplam sayısı 21’di; ancak bütün iller kapsanmaktaydı. Cumhurbaşkanı İ. İnönü’nün onayı, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un yoğun çabalarıyla kurulan Enstitülerin öğrencileri o yoksulluk yıllarında, imece ile dersliklerini yaptı; birçok yerde elektriğini getirdi; yiyeceklerini üretti. Beş yıllık ilköğretimden sona, beş yıllığına gidilen bu okullarda, eğitim karmaydı; bilim ve kültür dersleri ile el becerilerine dayalı dersler neredeyse eşit ağırlıklıydı. Yücel’e göre dil uygarlıktır; bu nedenle de toplumsal gelişme ile Türkçenin birleştiriciliği birlikte görülmekte; müzik, tiyatro ve resim gibi sanat çalışmalarına ayrı bir önem verilmekteydi. Böylece öğrencinin yaratıcı yeteneklerinin gelişmesi; akıl yürütmelerinin özgürleşmesi ve ben yaparım kararlılığıyla üretime dönüşmesi sağlanacaktı. İnanın sönmeyecek! Enstitüler özellikle toprak ağalarının, ırkçı ve dinci sağcıların CHP hükümetine baskılarıyla 1946 sonrasında hızla aşınmaya başladı; 1950’de işbaşına gelen Demokrat PartiDP iktidarı tarafından, ABD’nin de dolaylı onayıyla, kapatıldılar. Türkiye’nin bugünlere gelmesinin ana nedenlerinin başında bu gelir; yani, eğitimin, çağdaşlığın aydınlığından uzaklaştırılması! Ancak Enstitülerden geriye kalan, pek çoğu sağcıların, saldırısına uğramış, yaşamını yitirmiş, işkenceden geçirilmiş, sürülmüş binlerce öğretmen ve dahası onların on binlerce çocukları ve torunları var. Onlar, eninde sonunda aydınlığın karanlığı yeneceği bilinciyle; o bilincin verdiği güçlü kararlılıkla, tek tek ve irili ufaklı örgütleri eliyle o ülküyü sürdürüyor. O ışığın, üstünü örten küllerden kurtularak bu toplumu yeniden aydınlatacağını biliyor; Enstitülerin eğitim anlayışını yaşıyor ve yaşatmaya çalışıyor. Bugün onların doğum günü! Hem ne demişti Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişin aydınlanmacı, büyük şairi Tevfik Fikret? Her gecenin bir sabahı vardır! 169 gündür özgürlüğünden yoksun... Gazetemin mahpuslarına Sizlere Bursa’dan selam edip, sabrınıza bir nebze ortak olmak istedim. Halk arasında böyle sıkıntılı günler için “Bu da geçer!” derler. Geçer de mühim olan delmeden geçmesi. Şüphesiz eğilmez bükülmez çelik gibi duruşunuzu kurşun bile delemez. Birkaç ay önce Orta Karadeniz’e dostlarla bir gezi yaptık. Duraklardan biri de Sinop idi. Gündüz vakti elinde fenerle insan arayan feylesof Diyojen ve Sinop Kalesi bugünlerde aklıma düşüyor sık sık. Diyojen’in aradığı insanlardan birini 19 Şubat’ta uğurladık. Fevzi Kavuk’a yakışan pırıl pırıl güneşli bir günde köy meydanını doldurup tarlalara taşan solcusu demokratı binlerce insan omuz omuza idik. Kürek mahkumlarına mah pushane olmuş bu koca Sinop Kalesi’nde Sabahattin Ali için yattığı kısımda bir köşe oluşturmuşlar anısına… Mahpushaneler yatanları ile de karakter buluyor. Eski Bursa Cezaevi namı diğer “Tayyare” başka bir tanesi Nâzım Hikmet’lerin, Orhan Kemal’lerin, Seçköylü Balabanların yattığı. Ne yazık ki koruyamadık Tayyare’yi. Sinop Kalesi gibi ziyaretçisi çok olurdu eminim. Kuşkusuz gelecekte Silivri Zindanları da tarihe geçecek. Sizin yattığınız kısım da isimlerinizle anılacak... Abdestimizden şüphemiz yok. Vatan sevgimizi, insan sevgimizi kimseyle tartışmayız. Taşıyla toprağıyla, ateşiyle suyuyla, meydanıyla zindanıyla bu memleket bizim. Hakkımızı hukukumuzu inatla arar; yiğitçe yatar, içerde daha da büyürüz. Hasretimiz arttıkça sevdamız da artar. Çiçekler bir başka açar. Güneş bir başka ısıtır. Anason bile başka kokar. Nasıl olsa gelecek özgürlük günlerinde bir Bursa akşamında misafirim olmanız dileğiyle… Köseoğlu’nu kaybettik Gazetemizin simge isimlerinden, fotoğraf dünyasının sevilen ismi eski Fotoğraf Servisi şefimiz Erdoğan Köseoğlu’nu kaybettik. Köseoğlu, üç haftadır yoğun bakımda tedavi gördüğü Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde dün hayata veda etti. Köseoğlu’nun cenazesi, bugün, Şakirin Camii’nde ikindi namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Mesleğindeki mükemmeliyetçiliğiyle tanınan Köseoğlu, 2008 yılında Şile’deki yazlığında geçirdiği kalp krizinin ardından bitkisel hayata girmişti. Köseoğlu, 3 Haziran 1950’de İstanbul Fatih’te doğdu. Gazetecilik mesleğine, 1 Temmuz 1972’de, babası İbrahim Köseoğlu’nun da fotomuhabiri olarak çalıştığı Cumhuriyet gazetesinde başladı. Köseoğlu’nun ilk imzalı fotoğrafı 17 Temmuz 1973 tarihinde gazetede yayımlandı. Köseoğlu’nun imzasıyla yayımlanan ilk kare, İstanbul’un çöp sorunlarıyla ilgiliydi. 20 Mayıs 1974 Pazartesi günü ise Cumhuriyet gazetesinin 1. sayfasında babaoğul, ikisinin imzası da yer aldı. Spordan toplumsal olaylara kadar her alanda fotoğraf çekmeyi sürdüren Köseoğlu, bir yandan Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, 12 Eylül askeri darbesi, Kenan Evren, Turgut Özal dönemlerine tanıklık ederken, fotoğraflarıyla tarihe ve Cumhuriyet arşivine belge bıraktı. Mesleğinin son döneminde fotoğraf editörü olarak görev yapan Köseoğlu, 36 yıllık meslek hayatında, birçok foto muhabiri yetiştirdi. Gülseren Köseoğlu ile evli olan Köseoğlu’nun Ebru ve Esra adında iki kızı var. Sermet Yeşil’den barış çağrıları… Bu sabah (16 Nisan) gazetemizin son sayfasında, “Ankara ‘Dostu’ unuttu” başlığı altında kapkara bir haberle karşılaşıyorum. Ankara’daki Dost Kitabevi’nin Tunalı Şubesi ekonomik gerekçelerle bir aya kadar kapanıyormuş. Haberde Dost Kitabevi, “Başkentlilerin okuma kültüründeki değişim ile bir bir kapanmaya başlayan kitabevlerinin son kurbanı” diye nitelendirilmiş! Başkentli kitapseverlerin Change.org’da, “Tunalı Dost Kapatılmasın!” başlığıyla başlattıkları imza kampanyasının sonunda şöyle deniyor: “Kitapçının kitap alıp çıkılan yer değil, kitap üstüne konuşulan, tartışılan, diğer müşterilerle paylaşım yapabileceğiniz bir alan olduğunu bize hatırlatan az sayıdaki yerlerden biri ve önümüzdeki ay kapatılıyor. Gidip kapalı olduğunu gördüğünüzde çok geç olacak, bir ayımız var.” Gazi’nin Ankara’sına, Milli Mücadele’nin ardından gerçekleştirilen Anadolu Aydınlanması’nın tüm aşamalarına ev sahipliği yapmış bir başkente hiç yakışmayacak bir yazgı yazgıdan da öte, kapkara bir leke! Bir ‘Barış Çağrısı’nın aydınlığı… Bu haberin içime saldığı karanlık bulutları yine gazetemizin kültür sayfasında yer alan ve Sermet Yeşil ile yapılan bir söyleşi neyseki biraz olsun dağıtıyor. Aslında “Dünya yaşamak için var, ölmek için değil’” başlıklı ve Ezgi Atabilen tarafından yapılan bu söyleşi, bütünüyle barışa bir ağıt. Eskişehir Şehir Tiyatroları’nın 12 yıllık oyuncusu ve kısa bir süreden bu yana Genel Sanat Yönetmeni olan Sermet Yeşil, son aylarda büyük bir başarıyla sergilediği “Aslan Asker Şvayk” rolünden yola çıkarak genelde tiyatronun işlevi konusunda çok önemli noktalara dokunuyor: “…Eskişehir’de iki üniversite var. Oraya okumak için ülkenin her yerinden insanlar geliyor. Bizim seyircimiz de daha çok öğrencilerden oluşuyor. O yüzden çok önemli bir görevimiz var. Bu insanlara tiyatronun korkulacak bir şey olmadığını, ışıklar kapandığında kadınlı erkekli yan yana oturup dirsek temasında olmanın kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyoruz.” Savaş ile barış arasındaki o ince sınır… Bu arada Sermet Yeşil, özellikle son zamanlarda sayıları artmaya başlayan ve daha çok sınırlarımız içersinde cereyan eden kanlı çarpışmaları konu alan dizilerin “yumuşak karnına” ilişkin çok önemli bir noktayı da tiyatro estetiği düzeyinde bir ‘ince’ uyarı ile gündeme getiriyor. Bu uyarı, zihinlerimizde şekillenebilecek şu soru ile çok yakından ilintili: “Savaşa ve silahlara karşı çıkalım derken, sakın genç dimağlarda bu kötülüklere yönelik gizli bir eğilimi de körükleme tehlikesiyle karşılaşmayalım?” Sermet Yeşil’in bu bağlamdaki uyarısı şöyle: Ekranlarda ve sahnelerde savaşa ve silahlara karşı çıkarken, sakın “doz aşımı” nedeniyle her an çıkıp sokakta birbirini öldürebilecek insanlar yaratma tehlikesiyle yüz yüze gelmeyelim? Bu, ancak Sermet Yeşil gibi toplumsal sorumluluğu asla sanat uygulamasından soyutlamayan bir sanatçıdan gelebilecek bir uyarıdır. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr 17 NİSAN 2017 SAYI: 33430 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04.42 04.30 04.57 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 06.15 13.11 16.53 19.53 06.01 12.55 16.36 19.36 06.26 13.18 16.58 19.57 Yatsı 21.19 21.01 21.19 ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI Kerem ve Erkul uğurlandı kamilmasaraci@gmail.com.tr ZEHRA ÖZDİLEK İstanbul Sultangazi ilçesi Gazi Mahallesi’nde, polisin, ‘dur ihtarına’ uymadığı gerekçesiyle ateş açtığı araçta hayatını kaybeden Barış Kerem’in (17) ve Oğuzhan Erkul’un (17) cenazeleri dün memleketleri Tokat’a uğurlandı. Gazi Cemevi’nden alınan cenazeler, Gazi Hastanesi’nin önüne kadar taşındı. Polis, cenazeler araca konulduktan sonra yürümeye devam eden halka, gaz bombası ve tazyikli suyla müdahale etti. Polisle, kovalamaca geç saatlere dek sürdü. Polisten kaçan bir grup, Gazi Cemevi’ne sığındı. Kerem ve Erkul’un sınıf arkadaşları, acılı annelere sarılarak gözyaşlarına boğuldu. Oğuzhan Erkul’un annesi Seyran Erkul ise ağlayarak “Oğuzhan’ım öldün, anne misafirlerin gelecek demedin. Gözlerine baktım, ‘Anne kusuruma bakma bu sefer seni üzdüm’ der gibiydin. Kardeşlerin kimin kapısına gidecek kardeşim diye. Yavrum o polislerden hesap soracağım. ‘Yavrumun ne suçu vardı anlat senin annen yok mu’ diyeceğim” diye ağıt yaktı. Kalabalık arasında bir kadın, “Herkes bilsin onlar şehit, ağlamayın” diye bağırdı. Törende, Türkiye’ye girme yasağı olan Barış Kerem’in babası Mehmet Kerem’in oğlu için gönderdiği şiir okundu. Gazi Hastanesi’nin önünde cenazeler araca konulduktan sonra yürümeye devam eden halka polis müdahale etti. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear