28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 29 Ocak 2017 6 haber EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: FUNDA YAŞAR ERDOĞDU Akıncı Kıbrıs’ın kuzeyi bakımından gerek yürümeyen ekonomi bakımdan, gerekse uluslararası ilişkiler açısından bir ‘açmaz’ söz konusu... Aslında sorular çok basit: 3 çizmeyi Türkiye kamuoyunda ‘satılma’ sözlerinin yeniden duyulmaya aştı mı?başladığı bugünlerde, KKTC, Türkiye tarafından aktarılan para ile geçimini idame ettirebilen bir ‘asalak’ gibi yoluna devam edebilir mi? Ve KKTC, hiçbir ülkenin tanımadığı, dünyadan kopuk ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine de zarar veren, ayak bağı olan bu haliyle devam edebilir mi? Her iki soruya da ‘evet’ yanıtı vermek kolay değil. Çünkü bu şekliyle Kıbrıs’ın kuzeyindeki statükonun ‘sürdürülebilir’ olmadığı kesin. İşte ‘çözüm’ çabalarına bu açıdan bakmakta büyük fayda var. Çünkü olası bir anlaşmada her iki soruda yer alan ‘açmaz’lar ortadan kalkmış acaba Kıbrıs’la ilgili nasıl bir süreç işliyor? olacak. Barış en vicdani durak Kuşkusuz ‘barış’ gibi evrensel ve ulvi bir sonucu ekonomik ve siyasal sonuçları nedeniyle talep etmek ve bunların hesabı nı yapmak gerekmez. Barış, varılabilecek en insani, en vicdani duraktır çünkü... Bununla birlikte, işin ekonomik ve siya sal tarafı da saymakla bitmeyecek kadar önemli getirilerle dolu. Yoksa ‘Kıbrıs satı lıyor’ gibi sözler, hamasi ve içerikten yok sun, dahası adada yaşayanları hesaba kat madan dillendirilen ifadelerden öteye git mez, gidemez. Tam da bu noktada, Kıb rıslı Türk Lider Mustafa Akıncı ile Kıbrıs lı Rum Lider Nikos Anastasiadis’in liderli 11 ŞUBAT 2014 BELGESİ ğinde sürdürülen müzakerelere bakalım. Türkiye kamuoyunda ‘satılma’ sözlerinin yeniden duyulmaya başladığı bugünlerde, acaba Kıbrıs’la ilgili nasıl bir süreç işliyor? Mustafa Akıncı KKTC Cumhurbaşkanlığı görevini Nisan 2015’te Derviş Eroğlu’ndan devra Yüzde 29 Denktaş’ın önerisi lırken, müzakere masasında 11 Şubat 2014 tarihli uzlaşı belgesini buldu. Bu belgenin altında Rumlar adına Anastasiadis’in, Türkler adına ise Eroğlu’nun imzası vardı. Milliyetçi, Denktaş ekolünden gelen Eroğlu’nun kabul ettiği, Ankara’nın da en üst düzeyde destek verdiği bu belgede oluşacak yeni Kıbrıs’ın temel özellikleri ortaya konulmuştu: Tek yurttaşlık, tek egemenlik, tek uluslararası kimlik... Akıncı’nın yürüttüğü müzakere sürecinin dayandığı belge, Eroğlu’nun imzaladığı belgedir. 20 ay önce göreve ge len Mustafa Akıncı Espen ‘satış’la mı uğraşıyor? Eide Ne yapıyor? 1974 savaşı sonrasın dan bugüne, yani KTFD Mustafa Akıncı Nikos Anastasiadis ve KKTC dönemlerinde 4 isim Başkanlık görevinde bulundu ve tümü de BM’deki statü gere TOPRAĞA KARŞI TANINMIŞLIK ği ‘Kıbrıslı Türk Lider’ sıfatıyla müzakerelere katıldı. En uzun sü Kıbrıs sorununda tarafların neyi alıp neyi re görev yapan Rauf Akıncı’nın ortaya koyduğu hari vereceği çok aşikardır. Denktaş da, Mehmet Ali Talat da, Derviş ta, Denktaş’ın 35 sene önce önerdiği oran civarındadır. Kıbrıs’ta liderler, toplumlarından aldıkları destekle, uzlaşıya çok yaklaşmış durumdadır. Güç paylaşımı, devletin yönetim şekli, mülkiyet, toprak, ekonomi ve diğer başlıklar üzerinden yüzlerce kez geçilmiş, tarafların pozisyonları birbirine çok yaklaşmıştır. Güvenlik ve garantörlük meselesinde ise top üç garantör ülkenin, yani Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin ayağındadır. Çözümsüzlük, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye bakımından uluslararası siyasal ve ekonomik açmazlar ve bilinmezlerle doludur ve zaman zaman sözü edilen ‘B Planı’ da aslında yoktur. ‘KKTC’nin tanınması’ ya da ‘Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhakı/Hataylaştırılması’ gibi senaryoları gerçekleştirmek hem kolay değildir, hem de kimseye fayda getirmeyecektir. 20’nci yüzyılın ve soğuk savaş döneminin en eski miraslarından birini tarihe havale etmek, insanlık onuruna yakışır bir ‘barış adası’ ile bölge halklarının çıkarına bir ‘barış denizi’ yaratmak pekala mümkündür. Kıbrıs’ı çözmeyenler değil, çözenler tarihe geçecektir. Kıbrıs Rum tarafının elinde ‘tanınmışlık’ vardır. Kıbrıs Türk tarafının elinde ‘toprak’ vardır. Kenan Evren “1974’te çizilen çizginin ötesinde, fazladan toprak aldık, bir kısmını vereceğiz” manasındaki açıklamasını bu gerçekten hareketle yapmıştı. 1 milyonun üzerindeki nüfusuyla Kıbrıslı Rumlar olası bir anlaşmada 1974’ten bu yana Kuzey’de kalan bazı bölgelere geri dönmeyi elde edecekler, 300 bin nüfuslu Kıbrıslı Türkler ise on yıllardır yaşadıkları izole edilmişlik ve siyasalekonomik ambargolardan kurtularak dünya ile ilişkiye girebilme şansı yakalayacaklar. Kıbrıslı Türk ve Rum Ticaret Odaları’nın yaptırdığı araştırmalara göre olası çözümde Kıbrıs’ta ekonominin ciddi bir sıçrama yaşayacağı, özellikle kişi başına düşen gelir bakımından Rumlara göre gerilerde olan Kıbrıslı Türklerin yaşam standardı yükselişe geçecek. 2004’te yarısının üye olduğu AB’ye adanın diğer ortağı, yani Kıbrıslı Türkler de dahil olacak. Böylelikle Türkçe, AB’nin resmi dili haline gelecek. Kıbrıs, AB ile ilişkilerde Türkiye’ye ayak bağı olmaktan çıkacak. ‘Sıfır sorun’ siyasetiyle ‘sıfır komşu’ başarısızlığı yaşayan Türkiye, Kıbrıs’ta varılacak bir çözümle dış politikada uzun süre sonra ‘iyi bir iş’ yapmış olacak, biraz nefes alacak. RAUF DENKTAŞ M. ALİ TALAT DERVİŞ EROĞLU Eroğlu da farklı dönemlerde Kıbrıslı Rum muadilleriyle çetin müzakereler yaptı. Tıpkı Akıncı gibi... Ve bütün liderler de ‘iki devletli, iki toplumlu, federal bir Kıbrıs’ için görüştü. Zira Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Liderliği’nin ‘resmi tezi’ buydu. ‘Federal çözüm’ tezi, zaten Türkiye tarafından önerilmiş, BM tarafından da kabul edilmişti. Çeşitli dönemlerde ‘konfederal’ tipi modeller savunulduysa da, resmi tez hiçbir zaman değişmedi. İşin bir yanı bu... Diğer yanı, özellikle toprak ve güvenlikle ilgili... Mesela toprağı ele alalım. Mustafa Akıncı masaya ne koydu? Yüzde 29.2... “Vay, Kıbrıs satılıyor mu?” Hayır, satılmıyor. Bu oran 1980’lerde Rauf Denktaş’ın önerdiği orandan başka bir şey değil ki! Denktaş bundan 35 yıl kadar önce “Yüzde 29 artı” diye anılan öneriyi gündeme getiren liderdi. 2004’te referanduma sunulan Annan Planı’nda da Kıbrıslı Türklere kalması öngörülen toprak oranı bu kadardı. Ve bu plana Kıbrıslı Türkler yüzde 65 oranında ‘evet’ oyu vermişti. l DEVAM EDECEK İki bakandan Yunanistan’a tepki Işık’ın katılımıyla düzenlenen törende denizaltı kurtarma gemisi ‘TCG Alemdar’, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na teslim edildi. Işık ve Bozdağ, 15 Temmuz sonrası kaçan 8 askerin iade edilmesini istedi Denizaltı kurtarma gemisi TCG Alemdar (A582) teslim törenine katılan Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 8 darbeci askerin Yunanistan’a kaçtığını belirterek, “Maalesef aylar süren yargılamanın sonunda Yunanistan’daki yüksek mahkemenin verdiği karar tam bir hayal kırıklığıdır” dedi. Tuzla’daki İstanbul Tersanesi’nde düzenlenen törende Işık, “Yunanistan’ın biz bugüne kadar PKK ve DHKPC konusundaki tavrını biliyoruz. O dönem bu örgütlerle ilgili Türkiye’yi hayal kırıklığına uğratan pek çok karar aldığını biliyoruz. Yunanistan’dan acilen beklediğimiz bu yanlış ve haksız kararın bir an önce düzeltilmesi ve bu 8 kişinin behemehal Türkiye’ye iade edilmesi. Türkiye olarak bu konunun takipçisi ol maya devam edeceğiz” dedi. Öte yandan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da twitter hesabından, “Teröristleri, katilleri, darbecileri, hainleri, suçluları himaye etmeyi, başbakan dahil kimse, hukuk devleti, yargı bağımsızlığıyla izah edemez. Çünkü gerçek bir hukuk devletinde gerçekte bağımsız yargı, teröristleri, katilleri, darbecileri, hainleri ve suçluları himaye etmez” dedi. l İSTANBUL/Cumhuriyet Bir referandum hesabı: HAYIR’lar yüzde 50’yi aşabilir Biraz sayılarla, oranlarla konuşalım bu gün. Şu FETÖ darbe girişiminden önce yapılan anketlerdekamuoyu yoklamalarında başkanlığı öngören bir anayasa değişikliğine, seçmenin ilgisi yüzde 40’ın altındaydı. Yüzde 32’lere kadar inen bir tablo vardı karşımızda. Ki 78 yıldır Cumhurbaşkanı ve yandaşlarının başkanlık anayasası propagandası yapmalarına rağmen! Dahası, AKP’ye oy veren seçmenin da ancak yüzde 6070 kadarı RTE anayasasına evet diyordu. Tayin edici olan iki nokta var: AKP’ye oy veren seçmendeki oran ve MHP seçmeninin tavrı. Genel seçimlerde AKP seçmeni ile başkanlığa oy verecekler arasında bir açık var. Şimdiki yüzde 5 ile 10 arasında deniyor. Bu en az açıktır. Yani yüzde 5 de olabilir, yüzde 10 veya daha fazlası da. AKP iktidarda kalsın, ama Başkanlık rejimini onaylamıyorum, diyen seçmen kitlesinin oranı, bugünkü koşullar devam ederse, gün geçtikçe artacaktır, diyebiliriz. Her şeyden korkulabilir AKP’nin 7 Haziran 1 Kasım arasında yaşattığı olağandışı terör korkusunu oluşturacak koşullar yeniden ortaya çıkar mı? İktidar, toplumu yeniden böyle bir cenderenin içine sokar mı referandum sonucunu garantilemek için? Genel bir davranış biçimi olarak, böyle ağır koşullarda toplum kendi asıl tercihlerini bir kenara bırakıp iktidarın çevresinde toplanıyor. Her şeyden korkulabilir. Çünkü iktidarın lideri ya herro ya merro ikilemi içine kendisini sıkıştırdı. Olumsuz bir sonuç, büyük bir kırılma yaratır. Bunun koşulları giderek büyüyor! Referandumda evet oyu vermeyecek AKP seçmeninin varlığını, en üst oran olarak yüzde 5 kabul edelim. Bunun üstüne MHP’nin, pardon Devlet Bahçeli’nin evet oyları gelecektir. MHP uzmanı gazeteci Kemal Can, Birgün’de yayımlanan söyleşisinde, bu oran şimdiki MHP oy oranı neyse, bunun üçte biri olabilir kestiriminde bulunuyor. Yani yüzde 12’nin yüzde 4’ü. Etti yüzde 49, diyelim 49.5. Gerisi yok. Gerisi ancak, AKP seçmeninin hepsini ve Bahçeli seçmeninin yarısını ikna etmekle var olur. Bu mümkün mü? Ciddi sorunları var İlki, yakın geçmişte 7 Haziran 2015 seçim sonuçları: Yüzde 40.87 oy oranı ve sadece 288 milletvekili sayısı. Yani büyük bir seçim kaybı. Bu seçimdeki oy oranında, Başkanlığa Hayır diyen seçmen ayıklanmış durumda mı?! Demek ki yüzde 40 ciddi bir olasılık olarak ortada duruyor. İkincisi, başkanlığı iktidarın hukuki desteği ile adeta gasp etmiş durumda olan Bahçeli’ye karşı MHP muhalefeti 81 ilçede Başkanlığa Hayır kampanyası planladı. Partiyi geri alma kısa sürede buna bağlı. Üçüncüsu: 2010 referandumundaki AKP lehine olan koşullar bugün eksik. Kendisine büyük destek veren liberaleski solcu ve uyduruktan “solcu” örgütler eksik. Bunların bazı liderlerini üstelik hapse bile tıktı. Ayrıca “ölüleri mezarından kaldırıp oy kullandırın” diye fetva veren F.G. gibi bir destekçisi de yok. Onları da yaşadığımız büyük kapışma sonucu içeri tıktı. 2010’da iktidarın yanında olan Saadet Partisi hayır oyu kullanacak. Özellikle bu partinin görüşünü açıkladığı basın toplantısına, “Reis’in adamı” olarak boy gösteren, gazeteci ve muhalif parti ve kişilere karşı yamyam saldırılarıyla; yasadışı ve ahlak dışı büyük karalamalarıyla temayüz eden kişiden anlıyoruz ki, Saadet Partisi’nin kararı epey panik yaratmış. Şimdi önümüzdeki iki aylık bir saha mücadelesine tanık olacağız. İktidar, durumu lehine çevirmek için ne gibi manevraları sahneye koyacak, izleyeceğiz. Muhalefetin blok oluşturmasına zerre gerek yok. Herkes en mükemmel kampanyasını örgütlemeli; eskileri aşacak bir başarım, plan, program ortaya koymalılar. Kampanyayı Reis üzerine inşa etmek kadar da sakat bir kampanya olamaz. NOT: BANA ATILAN GOL Ahmet Hakan, yine seslenmiş dün. Bana “attığı gol”ü çıkarmaya çalışıyormuşum. Hımmm. Demek mesele gol atmak üzerine. Bu konuda eline su dökemem! Ama şöyle bir denklemi de var: “Atılsın” sözüm o kadar ağır bir suç ki, “Benim günahım çok, kabahatim çok, eksiğim çok” diye saydıklarını sözümün karşısına oturtuyor. Ve tahterevallide tabii hafif kalıyorum! “Allaha şükür kapının önüne demişliğim yok” ile günahlarını siliyor. Bu günah işinden anlamam. Sanırım iki dua ile arınmış. Ayrıca, konu üzerine yazdığım iki yazı da var. Karşılıklı iki polemik notlarını de uydurarak vermiş. Allah kurtarsın! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear