26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 5 Eylül 2016 haber 4 EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: FUNDA YAŞAR ERDOĞDU Alevi ve solcuydu ama FETÖ’den tutuklandı Mesleki başarılarıyla gündeme gelen akademisyen Doç. Dr. Hüseyin Can, birkaç kişinin “Ben öyle duydum, bence öyle” demesiyle FETÖ soruşturması kapsamında tutuklandı “Üreten bir insanın nasıl tüketildiğinin kanıtıdır benim eşim.” Genç bir kadın, Pelin Pınar Can, eşi Doç. Dr. Hüseyin Can’ın uğradığı haksızlığı anlatmaya çalışırken kuruyor bu cümleyi. Bugünlerde yaşanan onlarca, yüzlerce belki binlerce hikâyeden biri onlarınki. Pelin, İzmir Karşıyaka’da eğitimci bir ailenin kızıdır. Nazilli Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra bir süre özel sektörde çalışır. Bu sırada Adnan Menderes Tıp Fakültesi’nden mezun olan Hüseyin Can ile evlenmiştir. Hem kendi ailesinin İzmir’de yaşaması hem de eşinin öğrencilik hayatının orada geçmesi nedeniyle İzmir’e yerleşmeye karar verirler. Hüseyin Can’ın hedefi akademik kariyer yapmaktır. Yrd. Doç. olunca İzmir dışındaki birçok üniversiteden teklif gelir. Ama o İzmir’deki Katip Çelebi Üniversitesi’ne başvurmaya karar verir. Hazırladığı dosya gerekli şartların bile üstündedir üstelik. Dosyasına bile bakılmadı Başvurusunu yaptıktan sonra dosyaya bile doğru dürüst bakılmadan kendisine “memleketi nedeni ile araştırma yapılacağı” söylenerek geri çevrilir. Çünkü Hüseyin Can, Tuncelili Alevi bir aileye mensuptur. Ancak üniversitede derslerin başlamasına kısa bir süre kala Hüseyin Can’a gelin başlayın denir. Çünkü aile hekimliğinde akademisyene ihtiyaçları vardır. Ve Hüseyin Can 2013’te Yrd. Doç. olarak Katip Çelebi Üniversitesi Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar. 2014 yılında bir oğulları olunca Pelin de iş hayatını noktalar. Çocuğunu büyütürken uluslararası ilişkilerde yüksek lisans yapmayı planlar.. AYıyldşıerım Görünürde her şey yolundadır. Ama perdenin gerisi hiç de öyle değildir. İşine âşık, asistanları ve öğrencileriyle mutlu bir akademisyen olan Hüseyin Can aynı zamanda NLP trainer’dı, yani kişisel gelişim eğitimleri veriyordu. Adaletli, hasta ve öğrenci haklarını savunan bir sistemi savunuyordu. Gecesini gündüzüne katmış, aile hekimliği ile yetinmemiş bir de kanser hastalarının yaşam kalitesini artırmak için üniversiteye bağlı Yeşilyurt Eğitim Araştırma Hastanesi bünyesinde Palyatif Bakım Servisi açmıştı. Sayısını bile hatırlayamayacağı kadar kanser hastasının hayatına değer katmıştı. Karşılığını ise aldığı ödüllerle görmüştü. O denli başarılıydı ki yurtdışından Palyatif Bakım Servisi’ni görmeye gelen heyetler bile oluyordu. Her alanda faaldi Hüseyin Can aynı zamanda Ankara merkezli ve İzmir ilinde şubesi olan Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği’nde İzmir Şube Başkanı, merkezi İzmir olan İzmir Onkoloji Grubu Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, İzmir Kanser Araştırmaları Derneği üyesi, İzmir Aile Hekimliği Akademisi Derneği üyesiydi. Hastane yönetimindeki çalışmaları nedeniyle de üç yıl önce ödüllendirilmişti. Bakanlığın Sigara Bıraktırma Hattı per Cbgeeüzlanireüsvniiznüdmbeaezkhalkymiayeşamaonyaerın “Kendi halinde basit bir hayat çekirdek ailenin, bir iki kişinin ne olduğunu bilmediğim dertleri yüzünden dağılmasını herkes bilsin istedim” diyor Pelin Pınar Can. Ve o da biliyor ki kendileri gibi birçok örnek var artık Türkiye’de. Onun için başta kurduğu cümleyi yineliyor: “Üreten bir insanın nasıl tüketildiğinin kanıtıdır benim eşim...” sonellerine eğitim veriyor, yine bakanlığın dumansız hava sahası ve tütünle mücadele çalışmalarına destek oluyor, bir takım görevler üstleniyordu. Bu arada üniversitedeki kimi akademisyenlerin çekememezlikleri başlamıştı bile. Ama o bunların üstünde bile durmuyordu. 10 ay kadro verilmedi Yaklaşık 10 ay önce Doçentlik sınavına girdi Hüseyin Can. Ve 33 yaşında doçent oldu. Ama üniversite bu 10 ay boyunca kendisine doçentlik kadrosu açmadı. Alttan alta 2,5 yıldır yaşadığı mobbinge bir yenisi eklenmişti. Önce dumansız hava sahası çalışmalarından çıkarılmıştı, sonra döner sermayeden. Bir gün kongreden döndüğünde odasının kilidinin değiştirildiğini fark etti ve kendisinden odasını boşaltmasını istediler. Bununla da kalmadı. Daha sonra kendi elleriyle kurduğu Palyatif Bakım Servisi sorumluluğu da elinden alındı. Ve tüm bunların hiçbirinde haklı ya da haksız bir gerekçe gösterilmedi. Bunlar olunca iki kez istifa dilekçesi verdi Hüseyin Can ama hakkını yasal yollarla arayacağını beyan etti. Ve işte tam da mobbing davası açmaya hazırlanıyordu ki 15 Temmuz darbe girişimi oldu. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi de soruşturma kapsamındaydı. Bir akşam mesai bitiminde hiç beklenmedik bir ma il geldi Hüseyin Can’a. Disiplin soruşturması kapsamında 2 ay uzaklaştırma verilmişti. Hüseyin Can, haksızlığa uğradığından, üniversitede kendisinden rahatsız olan bazı akademisyenlerin uğraşları sonucu uzaklaştırıldığını söylüyordu eşine. İki ay sonra görevine döneceğinden emindi. Zaten bazı öğretim görevlileri dönmeye başlamıştı. Ama onun için öyle olmadı. 13 Ağustos sabaha karşı saat 04.10’da kapısı çalındı. Karşısında polisler vardı. Arama ve gözaltı emriyle gelmişlerdi. 07.45’e kadar süren aramada hiçbir şey bulunamadı. Ama Hüseyin Can’ı gözaltına alarak gitti polisler. O sırada 2,5 yaşındaki oğlu uyuyordu. Ailesi ertesi gün eve döneceğinden emindi. Çünkü, iddia edildiği gibi Fethullahçılarla hiçbir bağı olamazdı. Zaten, Alevi ve solcuydu. Ama yine hayal kırıklığı yaşadılar. Can, bırakılmadı. 11 gün boyunca kimseyle görüştürülmedi. 24 Ağustos pazartesi günü adliyeye sevk edildi. O ana kadar dik duran ve meslektaşlarının iftirasına boyun eğmeyeceğini söyleyen Can, eşinin kollarından kopup yanına koşan oğlunu gördüğünde gözyaşlarını tutamadı. Mahkemede aleyhine en ufak bir delil yoktu... Sadece birkaç kişinin “Ben öyle duydum, bence öyle...’’ şeklindeki ihbarları delil kabul edildi ve tutuklandı. Kartal’da darbe karşıtı miting Aralarında sendikacı, akademisyen, sanatçı, gazeteci ve yazarların olduğu 40 imzacının çağrısıyla duyurulan ‘Gericiliğe, emperyalizme ve darbecilere karşı’ başlıklı miting, İstanbul Kartal’da yapıldı. “Türkiye siyasetinin, darbe girişiminin ardından AKP’nin önderliğini yaptığı ‘milli mutabakat’ çizgisine hapsedilmesine karşı” denilerek gerçekleştirilen mitinge Gezi Direnişi sırasında öldürülen Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan ile babası Sami Elvan, oyuncu Levent Üzümcü’nün da aralarında bulunduğu çok sayıda isim kaldı. Che tişörtüyle sahneye çıkan şair Nihat Behram, 1976’da büyük antifaşizm mitinginde okuduğu “Dövüşe dövüşe yürünecek” şiirini tekrar seslendirdi. Etkinlik, Nejat Yavaşoğulları ve Akın Eldes’in sahne alması sonrası düzenlenen yürüyürüşle sona erdi. KESK’liler beraat istiyor 2013’te gözaltına alınan KESK’liler, operasyonu yapan polisler ile tutuklama isteyen hâkim ve savcıların tamamına yakınının FETÖ’den cezaevinde olduğunu söyledi ALİ AÇAR KESK’e yönelik 19 Şubat 2013 tarihinde 28 ilde gerçekleştirilen operasyonda gözaltına alınan 167 kamu emekçisi, dinleme yapan ve operasyon gerçekleştiren polisler ile birlikte tutuklanma kararı isteyen savcı ve hâkimlerin tamamına yakınının FETÖ/PDY soruşturmasından tutuklandığını ya da arandığını söyleyerek, 6 Eylül’deki duruşmada beraat kararının verilmesini istediklerini söyledi. KESK Kamu Emekçileri Cephesi’ne yönelik 2013 tarihinde gerçekleştirilen operasyonda gözaltına alınan kişilerden 74’ü tutuklandı. 6 Eylül’de duruşma var Yaklaşık 1 yıl kadar cezaevinde kalan kamu emekçileri, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 2 yıllık yargılama süresi içinde 8 kez hâkim karşısına çıkan emekçiler hakkında çeşitli cezalar istendi. 6 Eylül günü bir kez daha hakim karşısına çıkacak olan emekçiler, gelinen son süreci Cumhuriyet’e anlattı. Tutuksuz yargılanan Büro Emekçileri Sendikası (BES) İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı Dursun Doğan, 2009’da dinleme kararı veren polis müdürleri Ömer Köse, Yurt Atayün, Serdar Bayraktutan, Nazım Aksoy ve Ferdi Taşkaya ile Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde KESK İstanbul dosyasını hazırlayan savcılar Ramazan Saban, Hikmet Usta ve Ayhan Bedirhan ile hâkimler Davut Sedir, Hadi Çağdır, Mehmet Ekinci, Süleyman Karaçöl ve Yakup Kaya gibi isimlerin FETÖ/PYD soruşturması kapsamında meslekten uzaklaştırıldığını kimisinin tutuklu olduğunu kimisinin ise arandığını söyledi. Doğan, “Bizim tutuklanma gerekçemizde KESK’i ele geçirecekler diyorlardı. Yöneticiliğini yaptığımız ve MYK’sinde görev aldığımız sendikayı nasıl ele geçireceğimizi sormuştuk. Bugün gelinen noktada bunların hepsinin birer komplo olduğunu gördük. Ergenekon, Balyoz ve Şike davası gibi birçok dava FETÖ’nün kumpası gerekçesi ile düşürüldü. Ama memurlara da operasyonu yapan bu insanlardı. Şimdi AKP 17/25 Aralık’ı FETÖ’nün üzerine yıkıyor. Ancak bizim davalarımızda hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya ise devam ediyor” dedi. Doğan,“Bizlerin demokratik bir ülke talebi ve bağımsız Türkiye talebi bizleri F tipine kadar götürdü. Ancak siyasi iktidar şimdi aynı hataya düşüyor. Bu süreci AKP’nin başka cemaatlere götüreceği kaygısını yaşıyoruz. Biz salı günü görülecek duruşmada bu hukuksuz sürecin durdurulmasını bekliyoruz” dedi. Basın açıklamalarına 65 yıl Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası İstanbul 1 Nolu Şube Toplu Sözleşme Hukuk Sekreteri İbrahim Sönmez de siyasi iktidarın kendi ile çeliştiğini belirterek özetle şunları söyledi: “Bizim temel suçlamalarımızın temelini yasal, demokratik sendikamızın yaptığı basın açıklamaları oluşturuyor. Benim üzerime iddianamede 13 basın açıklamasını ‘örgüt propagandası’ olarak geçirdiler. 4+4+4 eylemleri, laiklik açıklaması, 1 Mayıs çağrısı ve öğrenciler için parasız eğitim istemeyi örgüt propagandası yaptılar. 13 basın açıklamasına 5’er yıldan toplam 65 yıl ve örgüt üyeliğini de ekleyerek 80 ile 90 yıl arası hapis istiyorlar. Gerçekten komik ve trajik durum. Hukuksuzluk hukuksuzluktur. Bunun seni beni yoktur.” l İSTANBUL ULUSLARARASI PEN’DEN DİLEK DÜNDAR AÇIKLAMASI: Pasaportunu derhal iade edin Gazetemiz köşe yazarı ve eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar’ın pasaportuna el konulması ve yurtdışına çıkışına engel olunması, Uluslararası PEN Yazarlar Birliği’nin de gündemine dahil oldu. Konuya ilişkin PEN’e bir açıklama yapan Can Dündar, “Bu son örnek, Türkiye’nin OHAL uygulaması altındaki otoriter hâkimiyetine mükemmel bir örnek teşkil ediyor” derken, “Yeni ‘kanunî’ düzende, herhangi biri dava edilirse, o kimsenin tüm ailesi de suçlu muamelesi görebilmektedir” ifadesini kullandı. PEN’in resmî internet sayfalarından yapılan açıklamada, söz alan PEN Uluslararası Direktörü Carles Torner da şunları kaydetti: “Bu karar, Türkiye’de soruşturmaya uğrayan kimselerin yakınları veya ortaklarına yönelik, olağanüstü hal adına halihazırda alınmış aşırı gaddarca tedbirlerin bir yansıması. Bu aynı zamanda, Türkiye Devleti’nin, soruşturdukları bir yana, ailelerinin de pervasız bir güç kullanımıyla bu sürece serbest dolaşım hakkının bastırılmasıyla dahil edilişinin bir örneği. Bugün, suça teşebbüsün bile suçlu olabilmek adına artık önkoşuldan bile sayılmadığı bir Türkiye için, gerçekten kara bir gün. Bizler, Dilek Dündar’ın geçerli seyahat evrakının iadesi ve özgürce seyahat olanağının da Türk makamlarınca kendisine geri verilmesi çağrısını yapıyoruz.” Selfie çekelim mi? Geleceğini hak edemezsen, bugününü de elinde tutamazsın... HHH Selfie, bilirsiniz, özçekim. Cep telefonu kaldırılır, birbirine yanaşıp foto çekilir. Yeni köprüde selfie çekimleri kazalara neden oldu. İnsanlar arabalarını durdurup selfie çektiler. Dünyada salgın. Özçekim. Kendini görmek, dayanılmaz bir şey olmalı. Yani, böyle gülüşerek kendini tarihin bir parçası yapıyorsun. İyi de kendini o fotoda görüyor musun? Yani oradaki sen misin? Gülüyorsun da mutlu musun? Rahat mısın? Eleştirmek için değil, biz de selfie çektik. Köprü elbette önemlidir. Köprüler hep mühendislik harikalarıdır. Çeliğin, daha kimbilir ne çeşit malzemelerin, büyük planlarla, büyük bir teknikle, büyük emekle köprü olması. Önemli. Ama siz, hiç ağaçlarla selfie çektirdiniz mi? Ormanda. Meşelerle, gürgenlerle, akağaçlarla, otlarla, çimenlerle. Yemyeşil bir dünyanın içinde olarak. Keşke onları da düşünseydiniz. Ülkeyi büyük kentlere doldurup çile çektirmenin nelere yol açtığı da akıllara gelseydi. Ama gelmedi işte. Olsun. Çaldılar ama çalıştılar, helal mi olsun, haram mı olsun, ne diyelim? Öyle diyenlere söylüyorum. HHH Sarayda da selfie çekildi mi acaba? Adli yıl açılış töreninde? Yüksek yargı üyeleri oradaydı da. Cumhurbaşkanı gelince ayağa kalkıp alkışlamışlar. Meğer yüksek yargı üyeleri ayağa kalkmaz, kimseyi alkışlamazlarmış. Çünkü onlar bağımsız olurmuş, cüppelerinde düğme de yokmuş. Bu nedenle cüppe iliklemezlermiş. Bizim burda öyle olmuyor. Yüksek yargı üyeleri ayağa kalkıp cüppelerini topluyorlar. Öyle elpençe divan durunca zaten cüppenin iki kenarı birbirine kavuşuyor. Öyle ki düğme olsa böyle kaftan gibi olmaz. Keşke onlar da selfie çekselerdi. Kendilerini görürlerdi. Bağımsızlık da böyle bir şey demek ki? Yargı bağımsızdır. Demekle olmalı. Burda böyle. İşine gelirse ne âlâ. Yoksa yallah. HHH Bir de “Yenikapı ruhu” diye bir şey çıktı. Nedir diyene anlatıyorlar. İşte, “uzlaşma var, milli birlik beraberlik var, el ele, kol kola her şeyi birlikte yapacağız” falan. Öyle mi oluyor? Evet, öyle oluyor. İktidar, karar verdiklerini yapıyor. Sonra da muhalefete bilgi veriyor. Bitti gitti. Muhalefet de, elbette CHP, düşündüklerini söylüyor. İktidar dinliyor. Teşekkür ediyor. İşbirliği böyle oluyor. İş iktidardan, birlik muhalefetten. MHP zaten muhalefet değil. İktidarın yedek parçası. “Yenikapı ruhu” işte böyle bir şey. Lokman ruhu gibi. Baygınlık gelince koklayacaksın, ferahlarsın. HHH Ruh deyince, Saray’da zikir yapılmış. Bin kişi bir şeyhin rehberliğinde zikir yapmışlar. Videosu var. Onca insanın halka olup zikir yapması görülesi bir şey. Laiklik kutlaması sayılır. Yani, o da var, bu da var misali. Şimdi bu FETÖ olayından sonra kimi saftirik laikler, “işte gördünüz durumu, bütün tarikatlar kapatılmalı” gibi ileri geri laflar ettiler ya. Al sana cevap. Hadi bakalım. Cemaatle tarikatı birbirine karıştırmayın. O ayrı, bu ayrı. Tamam mı? Daha, kadın polis müdürünün tesettür üzerine şapkası var. O da tuhaf oluyor. Şapkayı kaldırmalı. Gavur âdeti. GATA, Askeri Hastanesi. Adını Abdülhamit koymuşlar. Yenikapı ruhudur. Olur. Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nin adını da “Sultan Vahdettin” koyunca tamamdır. Osmanlı’nın kurucusu köprüde (Osmangazi), sonuncusu denizde (Vahdettin), hepsi de gözümüzün önünde. Yenikapı, ruhun şad olsun... İstanbul’da iki F16, helikopter kovaladı Avşa Adası’ndan rapor vermeden havalanan Ağaoğlu şirketine ait Bell 430 tipi helikopter paniğe neden oldu. Maltepe civarında iki F16, helikopteri teşhis etmek için alçaktan uçtu. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ‘hava’daki tedirginlik sürüyor. İstanbul’da heyecan yaratan olay saat 17.15’te meydana geldi. Avşa Adası’ndan kalkan, Ağaoğlu’na ait TCHCM tescilli helikopter, Hava Trafik Kontrol Merkezi tarafından tanımlanamayınca, durum Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bildirildi. AvşaÇekmeköy rotasında uçan helikopter için Balıkesir’den kalkan iki F16 uçağı, dakikalar içinde bölgeye geldi. Bu sırada helikopter hava trafik kontrol merkezi ile temas kurdu. Tescil ve uçuş planının kontrol edilmesinin ardından F16’lar geri dönerken helikopter de uçuşuna devam etti. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear