26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KULTUR Nigel Kennedy, Hendrix çalmaya geliyor Nigel Kennedy, 4 Kasım Cuma akşamı İstanbul’daki Volkswagen Arena’da sahneye çıkacak. 1989 tarihli “Vivaldi The Four Seasons” albümüyle iki milyo nu aşkın satış rakamı yakalayarak Guiness Rekorlar Kitabı’na giren Kennedy, konserde Jimi Hendrix’in eserlerini yorumlayacak. Biletler Biletix’te. Pazartesi 5 Eylül 2016 EDİTÖR: EZGİ ATABİLEN TASARIM: ZARİFE SELÇUK kultur@cumhuriyet.com.tr 15 KADRAJINDA iNSANLIK VAR Le Carré’ın öyküsü Güvercin Tüneli’nde Yazar ve eski casus John le Carré’ın oto biyografisi, “Gü vercin Tüneli” başlığıyla kitap laştı. Guardian gazetesine konu şan yazar, anne si ve babası hakkında da itiraflar John le Carré da bulundu. Beş yaşında annesinin kendisini terk et tiğini söyleyen yazar, babasından ağır şiddet gördüğünü, ayrıca ken disinin de hiçbir zaman örnek bir eş veya baba olamadığını dile getiriyor. Edebiyat ve gezi dünyasında yas var Yazar, bilişimci, çevirmen, filolog, fotoğ rafçı A. Özhan Yiğitler (d. 1970) önceki gün hayata veda etti. Sosyal medya daki Gezegence.com ve Haberci.com kaynakları nın kurucusu Yiğitler, bu Özhan Yiğitler gün çesi Balıkesir’in Eğilmezler Edremit ilCamii’nde ki öğle namazının ardından Edremit Şe hir Mezarlığı’na uğurlanacak. 30’u aş kın ülkeyi gezip yazan ve belgeleyen Yiğitler’in İngiliz ve Amerikan edebiya tından çeviri kitapları, bilişim alanında kaleme aldığı özgün eserleri bulunuyor. Beyonce da Tussauds Müzesi’nde Bu yılın sonunda Beyoğlu’ndaki Grand Pera projesinin ilk iki katında iki bin metrekarelik alanda ziyarete açılacak Madame Tussauds İstanbul’da dünyaca ünlü şarkıcı Beyonce’un üç yıl önceki halini yansıtan bir balmumu figür de yer alacak. Beyonce’un dünya çapındaki 12 Madame Tussauds müzesinde iki farklı figürü bulunuyor. Fransız Haber Ajansı AFP üyesi Yunan fotomuhabir Aris Messinis, Midilli Adası’na sığınmacı olarak ulaşmaya çalışan Suriyelileri görüntülediği çalışmalarıyla Visa d’Or Haber Fotoğrafçılığı Ödülü kazandı. Türkiye’de 15 Temmuz sürecini de fotoğraflamış olan Messinis, ödüle “savaş alanlarında çektiği fotoğraflardan ötürü” değer görüldü. Messinis, 3 Ağustos akşamı Fransa’nın güneyinde ki Perpignan’da yapılan ödül töreninde “Objektif olmak adına, bizler mesafemizi korumakla da yükümlüyüz” dedi. Messinis son olarak üç ay evvel ailesiyle birlikte savaştan kaçan Suriyeli bir çocuğun Midilli’de sahile çıkışına yardım ettiği sırada görüntülenmişti (solda). Başarılı fotomuhabiri, bu eylemini “kişisel bir seçim” olarak yorumlamıştı. Denizin bebeği ‘Hayat Işığım’, okyanustaki bir ada fenerinin kıyısına sürüklenen küçük bebeğin dramatik öyküsünü işliyor 5yıl kadar önce “Blue ValentineAşk ve Küller” melodramıyla çıkış yapan İngiliz yönetmen ve senarist Derek Cianfrance halen sürmekte olan Venedik Festivali programında yer alan ve cuma gününden itibaren bizde de “Hayat Işığım” adıyla gösterilen yeni eseri “The Light Between Oceans”la çok satan kitaplardan sinemaya uyarlanan popüler filmler kervanına katılıyor. Tek eksikleri çocuk Cianfrance’ın senaryosunu yazar M. L. Stedman’ın, tragedyadan melodrama savrulan, 30 yıllık bir süreçte geçen uzun romanından aktararak çektiği “Hayat Işığım”, ölmüş Alman babasıyla sandal içinde denizden gelen bir bebeği yetkililere bildirmeyerek evlat edinen fener bekçisi Tom’la (Michael Fassbender), yaptığı iki düşük do ğumun ardından feleği şaşmış ve anne olamamanın acısına gömülmüş genç karısı Isabel’in (Alicia Vikander) dokunaklı hikâyesi. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlara karşı savaştığı ve her an ölümü hissettiği dört feci yıldan sonra kafasını dinlemek için 1918’de okyanusun ücra, ıssız, volkanik bir adasındaki fenere bekçi olan, suskun, bezgin, kederli İngiliz askeri Tom, piknik yaparken rastgelip romantik mektuplarla süren tutkulu bir aşkla bağlandığı, hayat dolu genç kızla evleniyor ve kayalık, çorak fener adasına gelin gidiyor Isabel. Bomboş adada sürdürdükleri, tavuk, horoz, oğlak ve keçilerle çevrili, sevgi dolu, mutlu Robinson hayatında tek eksikleri çocuk. İki düşükten sonra okyanustan çıkagelen, Lucy adını taktıkları bebekle bu boşluk da gideriliyor, çok benimsedikleri anababa rolünü dış dünyaya karşı yürekten oynuyor çiftimiz. Mutlu aile tahterevallisini tamamlıyor büyüdükçe şirinleşen Lucy bebek. Ama önceleri sırf karısının mutluluğu sürsün diye ses çıkarmayan, kurallara bağlı, vicdan sahibi Tom, 40 yıl önce fenerin yapılmasına destek vermiş bir yöre zengini (Bryan Brown) olan babasının ırkçı yaklaşımına aldırmaksızın gönül verdiği bir Almanla evlenmiş büyük kızı Hannah’nın (Rachel Weisz), Grace adını taktığı Lucy’nin aslında biyolojik annesi olduğunu anlayınca bütün sorumluluğu üstlenip durumu açıklıyor, çocuk hırsızlığıyla, cinayetle suçlanmayı ve hapse girmeyi göze alarak. Hannah’nın da soyluca davranarak sonuçta TomIsabel çiftini bağışladığı hikâye, 1950’de artık genç bir kadın olan GraceLucy’nin kundaktaki bebeğiyle birlikte, karısını yitirmiş ve artık yaşlanmış cici babası Tom’u ziyaretiyle noktalanıyor. Brecht’e selam veriyor Uzaktan uzağa Bertolt Brecht ustanın tanınmış oyunlarından, doğuranın mı, yoksa büyütüpyetiştirenin mi çocuğun annesi olduğu sorunsalını işleyen “Kafkas Tebeşir Dairesi”ni de çağrıştıran “Hayat Işığım”da yine melodramın enginlerine açılmış yönetmen Cianfranco, kahramanları, olay örgüsü ve mizansenleri bakımından anaakıma ve dönem filmi kalıplarına uygun, süresi biraz uzun tutulmuş, dümdüz seyreden, gişeyi önemseyen, beylik bir geniş kitle filmi kotarmış İngiliz usulü. Her zamanki düzeyini korumuş (bu kez yarıya dek bı Michael Fassbender yıklı) Michael Fassbender’in derin ifadeli, anlamlı bakışlarıyla başı çektiği, Rachel Weisz’ın da göz doldurduğu oyuncu kadrosunun çabalarına ve kameraman Adem Arkapaw’un genelde insan yüzü ağırlıklı, yakın planı yeğleyen görüntülerine dayanan, göz alıcı bir görselliğe, belirgin bir dekorkostüm özenine de sahip “Hayat Işığım”, diyaloglarla suskunluğun, Alexandre Desplat imzalı müziklerle sessizliğin dengelendiği, seyirciyi alabildiğine duygusallığa yaslanarak 2 saat boyunca içine çeken, durağan, ağdalı ama düzeyli bir ‘melo’ olarak rahatlıkla izleniyor. Benim gibi Michael Fassbender tutkunlarının özellikle kaçırmayacağı “Hayat Işığım”, görüntüler üstüne döşenmiş müzikleriyle lirik bir atmosfer yaratmanın üstesinden de geliyor sonuçta çokça iz bırakmasa da. Mezopotamya’da Enlil olmak... Mezopotamya uygarlıklar beşiğidir, dünyanın en kadim kültür ve edebiyatları bu topraklarda yeşermiştir. O mitolojiler, destanlar insanın zaman ve mekân ötesine taşan varoluşsal ve toplumsal sorunlarına ilişkin derslerle doludur. Bir isyan ürünü: İnsan Sümer Yaratılış Destanı’nda “İnsan”, ilginç bir isyan girişiminin sonucunda yaratılır. Bu destanın sonraki biraz da ironik bir versiyonuna göre, başlangıçta sadece tanrılar vardır ve aralarında hiyerarşik bir işbölümü yapılmıştır. Büyük tanrılar sadece yönetir ve tüketirler; “en alttaki” tanrıların işi ise çalışmak ve üretmek, yani büyük tanrıları beslemektir. Ama gün gelir en alttaki tanrılar isyan ederler ve tanrıların kralı konumundaki Enlil’in sarayını kuşatırlar. Enlil çok korkar, panikler. Hizmetkârı ise sakin olmasını ve derhal bir tanrılar meclisi toplamasını önerir. Tanrılar meclisinde Enlil isyanın elebaşının bulunup öldürülmesini ister. O zaman, yeryüzü iktidarını bırakıp gökyüzüne çekilmiş bilge Anu, “Önce isyancıların ne istediklerini öğrenelim, uzlaşabilir miyiz bir bakalım” der. İsyancıların istekleri sorulur ve en alttaki tanrıların artık çalışmak istemedikleri, diğer tanrılarla aynı statüyü talep ettikleri anlaşılır. Bu noktada aklın sesi olan Enki devreye girer ve artık çalışmayacak bu tanrıların yerine yeni bir mahluk yaratılmasını önerir: İnsan. İnsanın bileşimi İnsan karma bir varlık olarak yaratılacaktır: Yerlerini alacakları tanrılar kadar verimli olmaları için onlara yakın; ama yarın öbür gün başkaldırmamaları, tanrısal statü talep etmemeleri için de onlara bir o kadar uzak olmalıdırlar. O zaman kurnaz Enki sihirli formülü bulur: İnsan kilden yapılacak, ama bu kil kurban edilecek bir tanrının kanıyla yoğrulacaktır. Kil ölümlülüktür, tanrısal kan ise akıl ve ruhtur. Ölüm korkusu içindeki insanoğlunun tanrılara kulluk edeceği, ama aklı sayesinde de üretim verimini düşürmeyeceği varsayılmıştır. Ama böyle “üst akıl” planları her zaman işlemez; hem mitoloji hem de insanlık tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Sümer destanının özgün versiyonunda, çıkan isyanla tanrılar dünyası birbirine girdiğinde, Enlil bu durumdan yararlanarak panik içindeki tanrılara, “Size yardım ederim ama beni tanrıların kralı yaparsanız” şartını koşmuştur. Enlil itaat bekler Enlil kral olur, ama mutlak iktidarı tanrılar ülkesini yönetebilmesine yetmez. Bu da destana, “insanların çıkardığı gürültüden rahatsız olan Enlil’in doğru dürüst uyuyamaması” şeklinde yansır. İnsanlar çok konuşmakta, bu sürekli vızıltı kralın kafasını şişirmektedir. Halbuki Enlil mutlak bir sessizlik ve itaat beklemektedir. İnsanları yok etmek için çok uğraşan Enlil, sonunda Tufan çıkarır. Bütün dünyayı sular kaplar, yaşanan katliam karşısında tanrılar pişman olur, biz o tanrılar meclisinde bu karara nasıl onay verdik diye dövünürler. Ama iş işten geçmiş, koca bir dünya yok olup gitmiştir. Yine de insanlığın sonu gelmez, çünkü Atrahasis’in (Nuh’a kadar uzanacak Tufan kahramanları zincirinin ilk halkası) gemisi uçsuz bucaksız su örtüsü üzerinde oturacağı kara parçasına doğru ağır ağır ilerlemektedir. Toplumsal sorunları “Enlil yöntemleri”yle çözmeye çabalamak kadim Mezopotamya uygarlıklarından bu yana dertlere çare olamamıştır. Yürüyen Merdiven, ‘Çınar, Güneş ve Bir Deli’ (Kabak & Lin) Marşların ve türkülerin yüzbinlerce insan tarafından meydanlarda söylendiği, ekmek ve hürriyet kavgasının yükseldiği günlerin ruhunu taşıyor bu albüm. Aynı şekilde yıllar sonra Fikret Kızılok ve ilk dönem Ezginin Günlüğü şarkılarının tek başına mırıldanıldığı... Davulcu Mustafa Kemal Emirel ile albümdeki dokuz parçanın yedi tanesinin söz ve müziklerini imzalayan piyanist Yiğit Özatalay tarafından oluşturulan Yürüyen Merdiven’in ilk albümü “Çınar, Güneş ve Bir Deli” yaklaşık on yıllık bir emeğin ürünü. İkili müzikal estetik anlayışlarını özgün bestelerle ifade etmenin yanı sı ra yaşadıkları coğrafyanın kültürüne ve tarihine de ustaca dokunmayı iyi becermiş. Özellikle iki Nâzım Hikmet uyarlaması, “Haziran Direnişi” ve “Haydarpaşa” adlı parçalar bunun so nucu. Yiğit, caz piyanosunun iç içe kullandığı geleneksel ve modern armonik yapısını Türkçe sözlerle zekice buluşturan bir tarza sahip. Buna şüphesiz ikilinin dünyaya baktığı hülyalı pencereyi de eklemeli. Albümün en vurucu taraflarından biri olan sözmüzik uyumu konusunda renkli sesleriyle eşlik eden Tülay Günal, Ülkü Aybala Sunat ve Genco Erkal’ın katkısı büyük. Bu albüm 2016 yılının gizli hazinesi; Amerika’yı değil Yürüyen Merdiveni keşfedin. Hilde & Engin Arslan & İlkin Deniz, ‘Sudan Sebepler’ (Z / Kalan) İlkin Deniz ile Engin Arslan’ı tanıyoruz; İlkin, Erkan Oğur ve Telvin ile çalışan, sayısız projede imzası bulunan emektar ve usta bir basçı, Engin sayısız albüm ve film müziğine imza atmış lavta, cura ve yaylı tambur çalan değerli bir müzisyen. Burada gözümüzün ısırmadığı isim Hilde. Hilde Belçika’da muhtelif topluluklara dersini verdiği darbukasıyla eşlik eden Türk müziği ve etnik şarkılar söyleyen mütevazı bir müzisyen; alabildiğine doğal. Farklı sicillere sahip bu üç güzel insan yakın zamanda küçük bir Ege kasabasında karşılaşmış. Dost ortamlarında verdikleri dinletilerin ardından, doğaçlama ağırlıklı çalışmalarını kaydet meye karar vermişler. Sonuçta “Sudan Sebepler” çıkmış. İsmail Altunsaray ve Hüseyin Yalçın’ın konuk olduğu albümde yer alan 14 parça “Dere Geliyor Dere”den her bir müzisyenin solo pasajlarına dayalı “Fış Fış Kayıkçı”ya bir şekilde “Su” teması etrafında birleşiyor. Bir gönderme olarak “su” teması, memleketi, özle mi, kederi ve korkuyu temsil ediyor. Albümün adı da manidar, zira “Sudan Sebepler” emperyalist politikaların kurbanı olarak karanlık sularda ölüm yolculuğuna çıkan sığınmacılara ithaf edilmiş. Karada ya da suda! Hepimizin aynı botta olduğumuzun türküleri yakılmış. 15 Temmuz bu kapakta Tarih Vakfı Toplumsal Tarih dergisi eylül sayısında, Osmanlı’dan bugüne ayaklanmalar, darbeler ve sıkıyönetim uygulamalarını kapağına taşıdı. Mehmet Ö. Alkan editörlüğünde hazırlanan dergide Noémi LévyAksu, Taha Akyol, Evren Balta, Turgut Çeviker, Edhem Eldem, Murat Meriç, Burak Onaran ve Altan Öymen gibi isimlerin yazıları yer alıyor. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear