24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KULTUR Özgürlük Parkı’nda tiyatro festivali 14. Kadıköy Tiyatro Festivali 5 Ağustos’ta başlıyor. 14 gün sürecek festivalde oyunlar, 18 Ağutos’a kadar Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda sahnelenecek. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun “Ben Eskiden Küçüktüm” oyunuyla başlayacak festivalde “Fü”, “Anlatılan Senin Hikâyendir”, “Ölü Ozanlar Derneği”, “Yalınayak Müzikhol”, “Sadece Diktatör” gibi oyunlar ücretsiz sergilenecek. 14 Pazar 31 Temmuz 2016 kultur@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: EZGİ ATABİLEN Yenimahalle’de sinema günleri Yenimahalle Belediyesi tarafından her yıl düzenlenen “Açık Hava Sinema Günleri” 1 Ağustos Pazartesi başlıyor. Etkinlikte Yeşilçam’ın usta oyuncularının filmlerinin yanında “Mucize”, “Bir Küçük Eylül Meselesi”, “Senin Hikâyen”, “Hayattan Korkma”, “Anadolu Kartalları” gibi son dönem filmler de izleyiciyle buluşacak. İlk gösterimin Meydan AVM’de olacağı etkinliğe katılım ücretsiz. ‘Bir tarafta darbe öbür tarafta faşizm’ Dün Sanat Meclisi’nden “Darbeler ve OHAL’ler ortasında bir ülke” başlığıyla bir kamuoyu açıklaması paylaşıldı. Açıklamada şöyle denildi: “(...) Darbe sonrası ülke çapında tüm kurumlara yönelik bir kıyım başlatıldı. Kıyım her geçen gün büyüyor. Darbeyi gerekçe gösteren iktidar, tüm ülkede OHAL ilan ederek, halka karşı baskının şiddetini olabildiğince arttırdı. Tüm yasal demokratik haklar bu bahaneyle rafa kaldırıldı. Ülke çapında hukuk askıya alınmış durumdadır. Bizler bu ülkenin sanatçıları olarak kıyımın üstümüze doğu hızla geldiğini görüyoruz. 45 yıldır sanat insanları olarak darbelere karşı durduk. Bunun bedellerini ödedik. Bugün de elbette ki darbenin karşısında duruyoruz. Ancak oynanan oyun bu kez farklı. Bize bir tarafta darbeyi gösterenler öte yandan faşizmi alkışlamamızı şart koşuyorlar. Ülke halkı da bugün bu korkunç ikilemin ortasına itilmeye çalışılıyor. İktidarın hukuk dışı bütün uygulamalarını alkışlamalı ve desteklemelisin, yoksa... Yoksa darbe yanlısısın! Ülkede birçok sanatçı da bu ikilem karşısında darbeci olmamak için dik tanın yanına itiliyor (...) Ortada tek bir demokratik talebin haykırılıp dillendirilmediği bir “demokrasi şamatası” yaşanıyor. Bugün ülkede bir demokrasi kavgası yaşanmıyor. Varolan, iktidarparaihaleçıkar kavgası yapan çevrelerin çıkardığı bir gürültüdür. Sanat Meclisi, ülke halkı üzerinde oynanan bu kirli oyunun da, darbenin de, OHAL’in de karşısındadır.” ‘Kozalar’la AVIGNON FESTİVALİ NOTLARI – 2 yaşafePsAmtNiGvaAlaRE’ıKnkİBİ ...rkYRaTımzöpfea,Y,naFjseGivaÖYrneakaiarrdtarçzs/dnaımzeimliofeısSsamoieımkğtıenz::anclc:sutCYnıOAaaY,teilkğysaUdaağomaairsartluıourd:alçzEıeYsrmArı,evmdtııllEmlagvm:iiAccndriUa:raaağıairsetOmnr,ztahıane:öEokuAs:TRdrarğtıl,Au:toznPlDPuuAğenllreYne,açinoAYha,HnkeijYllldöoeHaaii,vTa,bdnraAaKasMeıddvnmkiofneted,aoioşmeKrelGğeKirrekoleld,erüouorMniMPlr,sentn:ÜePetaaoosAüekksptegymmyötykenprşmaray,eaetütjfÖan::saan:iz.B:,CnsimGlıMCi,aanŞtöBerangüeaıkranmsümzknsudGilnkıuılaE:ıniSüo:rkşTvanTğd:GogBkueOlaaumıüalzşunr,kşn,,,rğı,tFiDşdCsaIomTşoiyalKaııtğrknauoyBasnzuğEunullakg,,Sraıa:y, GÖKNUR GÜNDOĞAN (AVİGNON, FRANSA) Pangar Tiyatro Topluluğu Ayşenil Şamlıoğlu’nun rejisini üstlendiği, Adalet Ağaoğlu’nun “Kozalar” adlı eseriyle bu yıl 7 Temmuz tarihinde Avignon Festivali’nde prömiyer yaptı. Dünyada ve çevrelerinde yaşanan gelişmelere karşın, kendi evlerinde korku kozaları ören ve onlara sığınmaya çalışan üç isimsiz/milletsiz kadının hikâyesini anlatan oyun, günceli kalbinden yakalayan yapısıyla kendinden bahsettiriyor. Demet Evgar, Binnur Kaya ve Esra Dermancıoğlu gibi güçlü oyuncuları bir araya getiren yapımın festivale katılan sanatseverlerden ve uluslararası basından aldığı yorumları paylaşmadan önce festivalin kuruluşundan bu yana Türkiye’yi bu organizasyonda temsil etmiş sanatçılarımızı kısaca anmak gerek. Türklerin festivaldeki varlığı Sahne sanatları profesyonellerimiz 1970’li yıllardan beri Uluslararası Avignon Festivali’ne katılım göstermekteler. Ulaşabildiğim kaynaklarda yer aldığı kadarıyla Türkiye’yi temsil eden isimleri kısaca anmaya çalışacağım. Arşivlerde isimlerine ulaşamayıp eksik andığım sanatçılarımız olursa peşinen affola. Mehmet Ulusoy’un Paris’te kurduğu “Théâtre de Liberté” (Özgürlük Tiyatrosu), 1973’te Nâzım Hikmet’in “Sevdalı Bulut”unu sahneye uyarlayıp Avignon Festivali’nde programlanarak bilinen ilk büyük başarıya imza atan isim. Ulusoy’un ilerleyen yıllarda sahnelediği yapımlar (1974’te Bertolt Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi” ve Karl Marx’ın “Das Kapital”inden Yüksel Arslan ile beraber sahneye uyarladıkları “Buzlu Suların Bencil Hesapları”) Avignon Festivali’ndeki ününü pekiştiriyor. 1980’de ise Nâzım Hikmet’in şiirinden uyarladığı “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” ile Festivalin Off bölümü programındaki oyunların afişlerinin asılı olduğu bir duvar. festivalin açılışını yapan ilk Türk yönetmen olarak büyük bir ilke imza atıyor Ulusoy. Fransa’da sahnelediği son oyunu “ToporParty” ise 2000’de Avignon Festivali’nin kapanışını yapan oyun. Ulusoy dışında, birçok değerli tiyatro insanımız Avignon’da kültürümüzü ve eserlerimizi temsil etmiş. 1962’de Genco Erkal ve Çetin İpekkaya oyunculuklarıyla festivalde övgü kazanıyorlar. 1989’da sürgündeyken Avignon’a katılan Halk Oyuncuları’nın, Türkçe oynadıkları “Mustafa Suphi Destanı” Ayşe Emel Mesci rejisi ve koreografisi ile başarı kazanmış, aynı grup 1993’te Fransızca oynanan “Dünyaya Atılan Bir Çığlık”la ve yine Mesci rejisiyle Avignon’a katılmış. 1990’da ise Güngör Dilmen ustanın Tuğrul Artunkal tarafından Fransızcaya kazandırılan “Kurban”ını (L’Offrande) Fransızca sahneleyen Ayşe Emel Mesci, Avignon Off’ta yine bizleri temsil ediyor. 1993’e geldiğimizde, Genco Erkal’ın 23 kişiliği birden canlandırdığı Philippe Minyana’nın “Nereye Jeremie?”si Avignon’daki nefesimiz oluyor, Lulu Menase de aynı yıl Fransızca sergilediği “Canterburry Masalları” ile festivalde bulunmuş. 1993 festivali, aynı zamanda “Doğum Gecesi” isimli, 17 farklı yazarın metnini bir araya getiren IN seçkisin de, yazarımız Memet Baydur’un eserini de selamlıyor. 2006’da ise, Bartabas’ın ‘Güneş’in Doğuşu’ (Lever de Soleil) adlı gösterisinde, iki başarılı Türk müzik insanı Neyzen Kudsi Ergüner ile Nezih Uzel sabahın erken saatlerinde günü selamlamak için sanatseverlerle buluşuyor. Sevgili Özen Yula’nın “Sahibinden Kiralık” eserinin metin okuması da 2006 programına dâhil edilmişti. 2016 festivalinde ise Pangar Tiyatro, Ayşenil Şamlıoğlu yönetiminde (“Kozalar”la) Entrepôt Tiyatrosu’nda ve Hayal Perdesi ekibi, Aleksandar Popovski yönetiminde (Anton Çehov’un “Üç Kız Kardeş”i ve Boris Vian’ın “İmparatorluk Kuranlar”ı ile) Tremplin Tiyatrosu’nda bizleri temsil ediyor. Sedef Ecer’in Karim Barras, Romain Cinter ve Florence Minder tarafından okuması Fransızca yapılan “epasseur.com” (emülteci.com) eseri de gurur duymamıza neden oldu. 23 yıl sonra Avignon’da Demet Evgar’ın kurduğu Pangar Tiyatro Topluluğu’nun bu yıl Avignon’a katılan “Kozalar”ının başarısı ise hem 1993’ten beri Avignon’a katılan ilk yerli tiyatro grubu olmasından, hem de her şeyiyle Türkiye’den (İstanbul’dan) gelen bir ekibin Avignon’da Türkçe sahneledi ği ilk oyun olmasından ileri geliyor. Adalet Ağaoğlu’nun eseri “Kozalar”, Fransız izleyicisinin ve sanatseverlerinin büyük ilgiyle karşıladıkları ve günceli kalbinden yakalayan bir yapım. Télérama, Humanité, Marianne, Naja21, Marseillaise, La Lettre du Spectacle ve SceneWeb gibi önemli yayınlardan övgü içeren eleştiriler alması sevindirici. Türk sahne sanatlarının ekonomik olarak içinde bulunduğu zor süreçte, tümüyle Pangar Tiyatro’nun öz kaynakları tarafından finanse edilen oyun, 18 tiyatro profesyonelini Fransa’ya taşıdı. Gazeteci Veronique Giraud; “İstanbul’dan ulaşan kıymetli bir rüzgâr” olarak nitelediği ve karakterleri vurdumduymazlıklarıyla “domestik şeytanlara” benzettiği oyunun metni için; “çarpıcı bir sadelikte ve insani olarak çok etkileyici” tanımlamasını kullanmış. Aynı şekilde Ayşenil Şamlıoğlu rejisinin ve Şamlıoğlu’nun kurduğu sahne mekaniğinin groteskle desteklenerek eseri daha da güçlendirdiğini belirten Giraud, makyaj, ışık ve kostümlerin de başarısının altını çizmiş. Marianne gazetesinden Jacques Dion’un dikkat çeken övgüleri ise “Ülkelerindeki ünlerini kesinlikle haklı çıkaran muhteşem oyunculuklarından ötürü üç kadın oyuncu”ya gidiyor. Tuluğ Tırpan tarafından kotarılan müziklerin de tarafından büyük beğeniyle karşılandığını vurgulamalı. Dünyanın içinde bulunduğu konjonktürde, Paris’i, Brüksel’i, İstanbul’u, Ankara’yı, Nice’i kısacası terör belasından muzdarip tüm insanlığı temsil eden kadınların tutumunu ve içinde bulunduğumuz çıkmazı sahneye taşıyan “Kozalar” prömiyerini Avignon’da yaptı. Yurda dönüşte, ekim ayından itibaren seyirciyle buluşması planlanan yapım, 30 Temmuz’a dek Fransa’da, Avignon Off’un en iyi mekanlarından seçilen Théâtre de l’Entrepôt’da salı hariç her gün 19.45’te izlenebilir. Niyazi Koyuncu / ‘Liva’ / Kalan Denizin kuruduğunu ilk görenlerden Adını suyun rengi ve ısısının değişmesiyle birlikte şehre baharın geldiğini müjdelemesinden alan “Liva”, Niyazi Koyuncu’nun dört yıl sonra çıkardığı ikinci albümü. Sırtını anonim şarkılara yaslayan, repertuar orijinli Karadeniz albümleri devrinin kapandığını, burada artık denizin kuruduğunu ilk gören müzisyenlerden biri Niyazi. Bu gerçek, ilk albümüyle ikincisi arasındaki farkların özeti. Okumalarının gelişmesi, sözünün sadeleşmesi, soundunun gençleşip modern bir anlayışa bürünme yoluna girişi, şarkıların çokça prova edilerek pişirildikten sonra yeniden akıllıca düzenlenmesi; bunların hepsi tartışılmaz gözlemler olarak bir yana... Hepsinden önemlisi, “Liva” albümünün her yönüyle sahibini ilk çalışmaya göre çok daha iyi ifade edişi. İlginç bir biçimde taşıdığı olgunlaşma belirtilerini, gençleşerek ifade eden bir albüm “Liva”. Az sayıdaki geleneksel şarkının tür sınırlarını aşmaya çabalayan yorumları ve Batı formlarına yaslanan özgün bestelerin payı büyük bunda kuşkusuz. Aşk ve doğa üzerine çeşitlemeler içeren “Liva” albümündeki şarkıların ana duygusu hüzün. Bunun müsebbibi ise hepimizin içinde bulunduğu geminin hırçın Karadeniz sularında alabora olma tehlikesi geçirmesi. muratbeser@muratbeser.com Cem Karaca / ‘Yiyin Efendiler’ / Anadolu Büyük ustadan yıllar sonra gelen plak Sürgün hayatında epey dert biriktirmişti, ne çok şey vardı söylenecek şarkı namına. En iyi albümlerinden biri olacakken direkten dönmüştü “Yiyin Efendiler”, bazı teknik imkânsızlıklar münasebetiyle. Şov amaçlı bir afla bu geçmişi silinmiş ülkeye döndükten sonra, kendiyle özdeşleşen koca gözlükleri ve ondan daha da kocaman şapkası ile tutunmaya çalışıyordu Cem Karaca, bu plağı doldurduğu günlerde. Bu şarkılar, ustanın (maddimanevimüzikal açıdan) eski havasının uzağında kaldığı zor günlerine denk gelmişti. Bunda kendinden ziyade değişen, değiştikçe tuhaflaşan yeni bir düzenin ve insanlarının rolü vardı. Şanlı ta rihine rağmen, sadece para ödülü nedeniyle (sözleri kendisine ait, müziği Cahit Berkay, düzenlemesi Uğur Dikmen tara fından yapılan “Kâhya Yahya” ile) Altın Güvercin Şarkı Yarışması’na katılmak mecburiyetinde kalışı trajedinin ta kendisiydi. İlk kez 12 Eylül darbesinin ve ardından gelen liberal zihniyetin tüm ezici sonuçlarının ortaya çıktığı kirli yıllarda çıkan bu albüm, sadece kaset formatında farklı baskılar yapmıştı bugüne değin. Şimdi ise plak... Kapağının şekline şemailine, kaydının kötülüğüne takılmayın; eğer o günlerde dinlemediyseniz daha fazla vakit kaybetmeden tanışın. Atatürk Sesleniyor Nicedir iki kitap hakkında yazmak istiyorum... Ama günü gününe yaşadığımız olaylar izin vermedi... Bugün pazar, özgürlüğü seçip kitaplara dönüyorum... Hıfzı Topuz’un “Atatürk Sesleniyor” (Remzi Kitabevi) kitabını bir solukta okudum. 94 yaşındaki yazarın bu yeni kitabı da öncekilerinin özelliklerine sahip. Yani akıcı bir dil, duru bir Türkçe... Çarpıcı birkaç fırça darbesiyle koskoca bir manzara resmi ortaya çıkarmak... Kısa, özlü anekdotlarla kıssadan hisse vermek... Tarih bilgisi, engin bir kültürle öykülemeyi buluşturmak... Bilgiyi, bilgiçlik taslamadan paylaşmak... Anlatmaktan sonsuz bir tat almak ve bu tadı okura da geçirmek... Hıfzı Topuz’un anlattığı insan Neyzen Tevfik ya da Nâzım Hikmet olsun; anlattığı olay Kurtuluş Savaşı ya da Lumumba’nın direnişi olsun; anlattığı dönem Osmanlı’nın son günleri, Paris ya da Afrika mevsimleri olsun, hep tutkulu, heyecanlı anlatımın peşinde! Bu açıdan yaşı kaç olursa olsun, o her daim genç kalıyor ve genç kalacak. “Atatürk Sesleniyor”da sayısız kaynaktan ve kendi anılarından seçtiği, derlediği anekdotlar, öyküler, tanıklıkları bir araya getirerek yaşayan Atatürk portresi çiziyor. Atatürk’ün insan yanını vurgulayan, eğlenmeyi, dans etmeyi, şarkı ve türkü söylemeyi, güreşmeyi, kürek çekmeyi, satranç ve bilardo oynamayı seven; alçakgönüllü, güleryüzlü, bilime ve ilime tutkun, “Harpçi olamam, çünkü harbin fecaatlerini herkesten iyi bilirim” diyen Atatürk’ü anlatıyor... Bildiğiniz anıları bile yeniden keyifle okuyorsunuz. Hele şu sahte ve takıyyeci Atatürkçülük yarışı günlerinde sahici ve gerçek olan, tam bir ilaç niteliğinde... Şeyh Bedreddin sesleniyor Elimdeki öteki eser, bir ilk kitap. Nurdan Arca’nın “Şeyh Bedreddin: Uzun İnce Bir Yol” adını taşıyor (Kırmızı Kedi Yayınları). Kitabı okurken nasıl mutlu oldum ve ne çok öğrendim anlatamam. Belgesel sinemacı olan Nurdan Arca daha önce Şeyh Bedreddin üzerine bir film yapmıştı. Yıllar boyu süren araştırmasını damıtarak yazdığı kitabı, belgeselden farklı. Çok girift ilişkiler ağının elle tutulur olmasından; mekânda ve zamanda ileri geri sıçrayışlarla çok geniş kapsamlı dönemleri, olayları, düşünceleri somut hale getirmesindendi mutluluğum... Kitapta birkaç zaman dilimi var. Bedreddin’in yaşadığı 1415 yüzyıllar; müritlerinin Trakya topraklarına göçü; 20 yüzyılda Nâzım Hikmet’in Destanı ve günümüzde Nurdan Arca ve ekibinin Bedreddin’in izlerini arayışı... Tarih ve coğrafyada (Balkanlar, Anadolu), düşünce ve eylem dünyasında müthiş bir yolculuk! 600 yıl öncesinden bir Rumeli çocuğu... Padişahları eğitmiş, kitaplar yazmış bir bilim adamı... Dünyanın insanlara değil, insanların dünyaya ve kainata ait olduğunu savunan bir sufi... Irk, dil, din ayırmadan insanlığı kucaklayan... Adaletin ve ordunun zirvesinde bir kazasker... İsyanlara ilham kaynağı olmuş, sürgün hapis yemiş... Tuzağa düşürülüp idam edilen bir aydın! Aydınlanma mirası Gelin en iyisi Atatürk’le Şeyh Bedreddin’i kitaplar aracılığıyla bir araya getiren bu yazı Nurdan Arca’dan bir alıntıyla bitsin: “Şeyh Bedreddin’in akılla maneviyatı buluşturan düşünceleri daha 15. yüzyılda erken aydınlanmanın tohumlarını atmıştı. 500 yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk manevi mirası olan akıl ve bilimin rehberliğine giden yolun taşlarını döşemeye başlamıştı. Geçmiş bugünün içinde saklıydı. Yalnız ve güzel ülkemizi çevremizdekilerden farklı kılan şey, herhalde yüzyıllardır tarihin derinliklerinden gelen o aydınlıktı.” Bingöl ‘Hayalkırıklığı’ ile MetropolitanMüzesi’nde Galeri Zilberman bünyesinde çalışmaya ve yapıtlarını sergilemeye devam eden güncel sanatçı Burçak Bingöl’ün 2013 tarihli ‘Hayalkırıklığı 2’ isimli karışık teknik yapıtı, ABD’nin New York kentinde yer alan ve dünyaca saygınlığı kabul edilmiş olan Metropolitan Sanat Müzesi Koleksiyonu’na dahil edildi. Sanatçı, eserlerinde, Doğu ve Batı gelenekleri üzerinden, ‘süsleme ve yanlışlık’ kavramlarına odaklanan ‘manzaralar’ ortaya koyuyor. Bingöl’ün altıncı kişisel sergisi ise gelecek yılın şubat ayında İstanbul’da açılacak. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear