28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Olaylar ve GOrUSler 16 posta@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Seyahat özgürlüğü KÜLTÜR SANAT Cumartesi 26 Mart 2016 O. Suat Özçelebi Seyahat Özgürlüğü Gönüllüleri Sözcüsü Ancak bütün bu kriterler konuşulurken, Türkiye’de vatandaşların önünde temel bir engel oluşturan bir kriter hep atlandı. Biz Seyahat Özgürlüğü Gönüllüleri buna “73. Kriter: Seyahat Özgürlüğü Engellerini Kaldırmak...” diyoruz. Temelde kaldırılması için uğraş verdiğimiz büyük bir seyahat özgürlüğü engeli AB vizesi dışında, Türkiye ve AB tarafından görüşmelerde göz ardı edilen Türkiye’nin kendi vatandaşlarına koyduğu “vizeler” var. “Seyahat Özgürlüğü”, hem İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 13’üncü hem de anayasamızın 23’üncü maddesinde düzenlenen temel bir hak. Ancak uygulamada, ülkemizde temel haklar kategorisinde bile kabul edilmiyor. Kamu otoritesinin istediği zaman keyfi bir biçimde sınırlama getirebildiği, elinizden alabildiği hatta yok sayabildiği bir “hak” niteliğinde. Eşitsizlikler... Ülke içinde örneğin bir kente ulaşım, kente girmek ya da çıkmak, sokağa çıkma yasakları hatta bir parka ne zaman girip ne zaman çıkacağınız dahil kolaylıkla kısıtlanabiliyor. Seyahat özgürlüğünün kolaylıkla yok sayılabildiği bir düzen ve zihniyet ile karşı karşıyayız. Öğrenciler ve yurtdışındaki yurttaşlarımız için yapılan son düzenlemeler, Türk vatandaşları için “seyahat özgürlüğü”nün yaygınlaşmasına değil, aslında daha da büyük eşitsizliklere ve haksızlıklara yol açtı. En pahalı pasaport Artık Harçlar Kanunu’nun harçtan muaf olanları düzenleyen 85. maddesinin 1. fıkrasına eklenen “Tahsilde olup 25 yaşını doldurmamış olanlara verilecek pasaportlar” bendiyle, 25 yaşına kadar tüm öğrenciler sadece pasaport defter ücreti ödeyerek 87,5 liraya pasaport alabile Türkiye ve AB’nin 2013 yılında başlattığı vize muafiyeti olarak adlandırılan diyalog, sonunda 72 kritere bağlandı. Bu kriterler yerine getirilirse vizesiz Avrupa seyahatlerinin haziran ayı sonunda gerçekleşebileceği ileri sürülüyor. Seyahat özgürlüğünün kolaylıkla yok sayılabildiği bir düzen ve zihniyet ile karşı karşıyayız. cekler. Türkiye’de dünyanın en pahalı pasaportunu kullanıyoruz. Dünyada ortalama 6070 ABD doları, Avrupa Birliği’nde 6070 Avro düzeyinde 10 yıllık çipli bir pasaport. Türkiye’de 620,6 lira. (yaklaşık 200 Avro) Bunun 87,5 lirası defter parası, geri kalanı harç. Pasaport bir “değerli kâğıt” olduğu için, harçlar yasasına tabi ve her yıl “yeniden değerleme” oranında “otomatik zam” geliyor. Dünyada her yıl otomatik zamlanan tek pasaport, T.C. pasaportu. Peki çözülmesi gereken 73. kriter, “seyahat özgürlüğü”nün önündeki engeller neler? l Yurttaşlarına dünyanın en pahalı pasaportunu satan devlet önemli bir genç kitleyi yüksek harçlardan korurken, büyük eşitsizliklere ve çelişkilere de yol açmaya devam ediyor. 67 yaşında bir öğrenci 87,5 liraya pasaport alırken, örneğin 5 veya 1 yaşındaki kardeşi aynı 5 yıllık pasaporta 621 lira ödemeyi sürdürecek. l Yasa gençler arasında “tahsil de olan/olmayan” ayrımı yapıyor. l Yurtdışında yaşayan bir va tandaş 100 Avro’ya devletin vatandaşlarına vermek zorunda olduğu bir kimlik belgesine sahip olabilirken, yurtiçindeki vatandaşlar aynı pasaporta yaklaşık 200 Avro ödemek zorunda kalıyorlar. l Devlet daha 5 yıl önce yenilediği ve çipli, çok güvenli dediği pasaportları şimdi AB kriterlerinde güvenli değil diye tekrar yeniliyor. Üstelik parasını ödediğiniz pasaportların parasını yine bizden alarak. Sorular... Seyahat Özgürlüğü Gönüllüleri olarak soruyoruz: Biyometrik pasaportun içindeki çip dahil yaklaşık 1520 liraya mal olduğunu Darphane yetkilileri açıkladı. Devlet yurttaşlarına vermek zorunda olduğu bir kimlik belgesi için nasıl bu kadar fahiş bir ücret belirleyip, onlara “yurttaş” değil adeta “müşteri” muamelesi yapabiliyor? Vatandaşları arasında ye şilbordo pasaport ayrımı yapan (Bütün dünya ülkelerinde 3 çeşit Türkiye’de 4 çeşit pasaport var), çocuklara 5 yıllık pasaportu 10 yıllık fiyatına satan, yurtdışı çıkış harcı alan devlet, bunca eşitsizlik ve ayrımcılık yetmiyormuş gibi, şimdi de “yeni haklar sağlıyorum” diyerek, yurtdışında yaşayanlaryaşamayanlar, öğrenci olanlarolmayanlar ayrımcılığı yapıyor ve parasını ödediğimiz pasaportu yeniden bize satarak neyi hedefliyor? T.C. pasaportu yurttaşlarımızın uluslararası kimlik belgesi, nüfus cüzdanıdır. Asgari ücretin 1.300 lira olduğu bir ülkede 620,6 liraya pasaport “satılamaz”. Devlet yurttaşları arasında “ayrımcılık” yapamaz, anayasanın “kanun önünde eşitlik ilkesi”ni yok sayamaz. AB vize muafiyeti için sadece 72 kriter değil, 73. kriter de yerine getirilerek vatandaşlarımızın önündeki seyahat özgürlüğü engelleri kaldırılmazsa, bu muafiyet gerçekleşirse, sadece küçük bir azınlığa hizmet edecektir. Çocuklar için üç küçük adım Çağatay Güler HÜ Tıp Fak. Halk Sağlığı AD Çocukların babalarının, annelerinin sırtında daha iyi bir gelecek umuduyla bir bilinmeze yürüdükleri günümüz dünyası... Dalgaların çaresizliklerini kıyıya taşıdığı minik el ve ayaklar, yitik umutlar... Yani neredesin “büyük insanlık!” Kanayan vicdanların mesaj patlaması sosyal medyada ve unutuş... Magazin kalabalığına boğulan geceler kirli bir battaniye gibi örtüp karartıyor bellekleri. Evet, “doğan her çocuk, Tanrı’nın insanlardan umudunu kesmediğini gösterir.” Tagor’un dediği gibi, ya ölen her çocuk? Her şeye rağmen umudu yazmalıyız. Ancak umudu umut yapan, “olmazsa olmazlarının” gerçekleşme olasılığıdır. Okullar devam ederken, okul ergonomisinden, okul çevre sağlığına kısacası tüm okul sağlığı sorunlarına değinme zorunluluğu var hâlâ. Okul sağlığı hizmetleri eğitim, tıp ve diğer meslek üyelerinin katkılarıyla çocukların ve bazen çocuklarla birlikte ailelerin sağlık ve iyilik durumlarının geliştirilmesine yönelik uygulamaların tümüdür. Okul sağlığı Okul sağlığı, okul çağındaki çocukların karşılaşabilecekleri hastalık, sakatlık ve bağımlılık durumlarının erken belirlenmesi, Okul sağlığı, okul çağındaki çocukların karşılaşabilecekleri hastalık, sakatlık ve bağımlılık durumlarının erken belirlenmesi, önlenmesi ya da iyileştirilmesine yönelik temel uygulamaları kapsar. düzeltilmesi, önlenmesi ya da iyileştirilmesine yönelik temel uygulamaları kapsar. Bu tanım temel olarak değişmez ancak yer ve zamana göre nitelik, tür ve boyutlarında önemli farklılıklar olacaktır. Geçen yüzyılda yiyecek ve beslenme, okul kantinleri, asalaklar ve hijyen, şiddet; ilaç, tütün ve alkol bağımlılığı, ağız diş sağlığı, ergonomik sorunlar (çanta, sıralar vb), kazalar, okul çevre sağlığı sorunları, okul bina standartları, vb sorunlar konusunda yaratılan farkındalık düzeltmeye yönelik adımların atılmaya başlamasında etkili oldu. Evde eğitim mi? Gelişmiş ülkeler sağlığı geliştiren okullar aşamasına çoktan ulaştılar. Gelişmekte olan ülkelerde de ailelerin bilinçlenmesinin de katkısıyla çözüm arayışları arttı. Buna karşın yeni yüzyılın kendine özel, daha karmaşık sorunların tohumlarını taşıdığı bu sütunlarda ayrıntılı olarak vurgulanmıştı. Bu konuları tartışmak istediğim yetkililerin çoğu “her çocuğa dağıtılacak tabletlerden, gün gelip ilkokullara gerek kalmayacağından” söz ettiler: Herkes evinde oturarak tamamlayabilecekti eğitimini! Gençken Japonya’da katıldığım bir eğitimde bu soruyu sormuştum safça: Bilgisayar bu kadar yaygınlaştığına göre Japonya’da ilkokullar kapanacak mıydı? Sorumun cezası ağır oldu. Beni eğitim bakanlığının konuyla ilgili yetkilisine gönderdiler. Bana yarım gününü ayıran yetkili “Öğrenci sınıfta oturup defteri kitabı açtığında bir öğrenmeye hazır olma durumu oluşur. Bunu teknoloji sağlayamayacak hiçbir zaman...” diye başlayıp gelecek elli yılda okul ve öğrenci yansımalarını ve yaptıkları araştırma sonuçlarını yığıvermişti önüme... Sonuçta çocuklar için yapmamız gereken öyle çok şey var ki... Şu üç basit şeyden başlamaya ne dersiniz? 1. Toplu taşıma araçlarında oturma önceliği çocuk hamileyaşlı biçimindedir. Taşıt kazalarında örselenenlerin sıralaması şöyledir de ondan: Ayaktaki çocukayaktaki hamileayaktaki yaşlı... Uygar ülkelerde metroda, otobüste bir çocuk gülümseyerek önünüze dikilirse en iyisi hemen kalkıp yerinizi vermeniz... Yoksa size yönelen bakışlar buna mecbur eder sizi! 2. Çocukların hızlı gelişme süreci özellikle egzoz gazlarının bileşimindeki birçok maddeden çok kötü etkilenir. Üstelik kimse farkına varmaz bu etkilenimin, geri dönmez aşamaya gelmeden. Her türlü istismar ve sahtekârlığı sineye çekerek okul servis araçlarına geçiş üstünlüğü sağlayabilir miyiz? 3. Okul bahçelerini otopark olarak kiralamak yerine, tüm anlamıyla “güvenli” bir çocuk oyun alanı haline getirebilir miyiz? Yetkililerin “delinin derdi kırmızı pabuç” deyip omuz silktiği üç basit şey! Kitapta kampın geçmişi fotoğraflarla belgeleniyor. Kamp Armen’in hafızası bu kitapta Hrant Güzelyan’ın imzasını taşıyan ‘Kamp Armen’e Giden Yol’ kitabı, Hrant Dink Vakfı Yayınları’nca basıldı. Fotoğraflar ve çeşitli metinlerle zenginleşen kitapta, 19 Ocak 2007’de katledilen gazeteci yazar Hrant Dink’e ait bir metin de yeniden yer alıyor Hrant Dink Vakfı Yayınları, ‘Kamp Armen’ olarak anılan İstanbul Çocukevi ve Tuzla Çocuk Kampı’nın hikâyesini kitaplaştırdı. ‘Kamp Armen’e Giden Yol’ adlı çalışmanın kapak tasarımını Sera Dink üstlenirken Açık Toplum Vakfı’nın desteklediği çalışma, Çocukevi’nin ve Kamp Armen’in kuruluşundan kapatılışına uzanan çeyrek yüzyıllık süreci, bu özverili ve kolektif çabanın başmimarı ola rak tanınan Hrant Güzelyan’ın imzası ile aktarıyor. Güzelyan, ‘artakalanların hikâyesi’ni anlattığı bu otobiyografik çalışmayla, Türkiye’nin yakın tarihinin gizli kalmış noktalarından birine ışık tutuyor. Hrant Dink Vakfı Yayınları tarafından, Sevan Değirmenciyan’ın çevirisiyle Türkçeye kazandırılan kitap, canlı anlatımı ve fotoğraflarıyla, okuyucuya edebî olduğu kadar görsel bir anlatım da sunuyor. l Kültür Servisi Dink’in satırlarıyla ‘Kamp Armen’ Davacıyım Ey İnsanlık! Aldılar bir sabah biz 13 çocuğu... Gedikpaşa’dan yürüyerek Sirkeci’ye... Oradan vapurla Haydarpaşa’ya.. Haydarpaşa’dan trenle Tuzla İstasyonu’na... İstasyondan da bir saat yürüyerek, göl ile denizi kenarlayan geniş ve uçsuz bucaksız düz bir araziye götürdüler. O zamanın Tuzla’sı, bugünkü gibi zenginlerin ve bürokratların villalarıyla dolu bir mekân değil. İnce kumlu, bakir bir deniz kenarı ve denizden kopma bir göl parçası... Uçsuz bucaksız arazide bir iki ev, tek tük incir ve zeytin ağaçları ve hendek kenarlarına serpilmiş dikenli böğürtlen çalıları... Bir de bizim kurduğumuz Kızılay çadırları... 8 ila 12 yaş arası biz 13 çelimsiz için yazları Gedikpaşa Yetimhanesi’nin beton bahçesine mahkum olma sona ermişti... Ailelerimizi, yakınlarımızı ancak geceleri uzaklarda, parlayıp sönen kent ışıklarını izlerken anımsıyorduk. Yere düşmüş ve üst üste yığılmış yaşlı yıldızlara benzetiyorduk kent ışıklarını. Üç yıl şafak vakti kalkıp, gece yarılarına dek çalışarak kamp binasını tamamladık. En kısa boylularımızdan biri olan ‘Kütük’ (Zakar’a böyle hitap ederdik) bir başına çimento torbasını kucaklayıp çatıya kadar çıkarabiliyordu. Geceleri uykuda yorgunluktan altımıza işerdik. Sekiz yaşımda gittim Tuzla’ya. Tam 20 yıl oraya emek verdim. Eşim Rakel’i orada tanıdım. Birlikte büyüdük. Orada evlendik. Çocuklarımız orada doğdu... 12 Eylül’den sonra kampımızın müdürünü “Ermeni militan yetiştiriyor” suçlamasıyla içeri aldılar. Haksız bir suçlamaydı. Hiçbirimiz Ermeni militanlar olarak yetiştirilmemiştik. Başsız kalan kampın ve yetimhanenin kapanmaması için görevi bu kez ben ve oradan yetişen arkadaşlarım üstlendik. Ama bir gün elimize bir mahkeme kâğıdı tutuşturdular. “Siz azınlık kurumları yer satın alma hakkına sahip değilmişsiniz! Biz zamanında size izin verirken yanlış yapmışız. Artık burası eski sahibinin olacak.” Beş yıl süren direnişimize rağmen yenildik. Ne yapalım ki karşımızda devlet vardı. Şikâyetim var ey insanlık!.. Bizi, yarattığımız uygarlığımızdan attılar. Orada yetişmiş 1500 çocuğun alınterinin üstüne oturdular. Bizlerin çocuk emeğini gaspettiler. Orayı tekrar yoksul çocuklar için bir yetimhane yapsalardı, kimliği ne olursa olsun, yoksul ya da özürlü çocuklar için kamp olarak kullansalardı, hakkımı helal ederdim. Ama bu şekilde emeğimi helal etmiyorum. Ve artık bizim yarattığımız ‘Tuzla Yoksul Çocuk Kampı’mız, bizim ‘Atlantis uygarlığı’mız şimdi bir harabe... Çocuk cıvıltıları çekilince suyu da çekilmiş kuyunun. Binanın omuzları düşük... Toprak çorak... Ağaçlar küskün... Benim isyanımın pike uçuşları ise, binbir özenle yaptığı yuvası bir darbeyle yok edilmiş kırlangıcınki kadar keskin... Lakin çaresiz... Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir El Koyma Öyküsü (İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, 2000) C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear