26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Cumartesi 26 Mart 2016 EDİTÖR: CAN DOKER TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Dayanışmanın büyük gücü İZLENİM haber 11 DÜNDAR VE GÜL, YARGILAMA ÖNCESİ YAPACAKLARI SAVUNMA METİNLERİNİ DAĞITTI: Sizin yerinizdeDÜCNADNAR: olmak istemezdim HİLAL KÖSE Dündar ve Gül’e destek olmak için adliyeye gelenler, duruşma salonuna sığmadı, koridora taştı. İki gazeteciyle selfie çektirenler kuyruk oluşturdu. O isimlerden biri de İngiltere İstanbul Başkonsolosu Leigh Turner’dı. Tutuklama endişesi taşıyanları da yine Can Dündar ve Erdem Gül rahatlattı. Duruşmayı Fransa İstanbul Başkonsolosu Muriel Domenach, Hollanda İstanbul Başkonsolosu Robert Schuddeboom, Kanada, İtalya, İsviçre, Avusturya, İsveç, Polonya ve Amerika konsolosluklarından temsilciler, Almanya, Hollanda ve Novreçli parlamenterlerler de izledi. Yuh sesleri kaçırdı Gizlilik kararı gelince mahkeme heyetine, “Kalkın oradan Erdoğan otursun” diye tepki gösterenler, “Yazıklar olsun” diye bağıranlar, yuh çekenler vardı. Heyet apar topar salondan çıktı ve duruşmaya ara verildi. Gizlilik var konuşamam Gül, gizlilik kararını “Ne diyeyim, gizlilik var” diye ti’ye aldıktan sonra “Eninde sonunda adalet kazanacak. Gizli olan bir şey yok. Avrupalılar, basın özgürlüğünden konuşurken, Mars’tan konuşuluyor gibi oluyoruz. Bir an önce biz de Mars’a gitmeliyiz ve özgür olmalıyız!” dedi. Tutuklanacak mısınız? Dündar herkesin sorduğu o malum soruya, “Herkes inatla tutuklanacak mısınız diye soruyor. Biz de inatla beraat edeceğiz diyoruz. Savcının, tutuklama hevesiyle geldiği anlaşılıyor. Burdaki dayanışma zannediyorum karar vericiler üzerinde etkili olacaktır” dedi. Ara bitti heyet gitti Ara bitti, milletvekilleri, davaya katılma talep etmek için salona geldi. Bir süre beklediler, dilekçe verdiler. Heyet ise müdahale taleplerini reddettiğini açıkladı ve duruşmayı aceleyle bitirdi. Avukatlar, “Milletvekillerinin talebi kayda alınmadı” diye tutanak tuttu. Sloganlarla dışarı çıktılar Erteleme haberi gelince, koridorda bekleyenler çıkışa doğru yöneldi. Sloganlar adliye binasını inletti: “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Özgür basın susturulamaz”, “Faşizme karşı omuz omuza.” Tezcan: Saldırıdır CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, “Bugün aslında gizlenmek istenen şey, örgütlü olarak düşünce ve ifadeye dönük saldırı ve demokrasiye dönük saldırıdır. Türkiye, basın özgürlüğünden yana mı tercihini kullanacak yoksa ülkeyi tek adam diktatörlüğüne taşıma hesabı içerisinde olanların talimatlarına teslim mi olacak? Gelinen nokta budur” dedi. Tanrıkulu: İki hukuksuzluk var CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da bu davanın bizzat Erdoğan’ın talimatı ile açıldığını söyleyerek, “Bugün de iki ayrı hukuka aykırı karar verildi. Erdoğan’ın şahsi müdahilliği ve gizlilik kararı. Bu davada gizlenecek hiçbir şey yoktur. Yazılmaya devam edilecek” şeklinde konuştu. Erdoğan yönlendiriyor HDP’li milletvekili Filiz Kerestecioğlu “Biz Meclis’te zaten devlet sırları denen şeylerle ilgili gizli oturumlara katılıyoruz. Nasıl bize davayı kapatırsınız dedik. Hiçbir şekilde dinlemeden cübbeleri çıkarıp salonu terk ettiler” dedi. HDP’li Meral Danış Beştaş da, “AYM aslında beraat kararı verilmeli dediği halde, Erdoğan hakkı varmış gibi mahkemeyi yönlendiriyor. Suç işliyor. Ama bugün bizim hakkımızda suç duyurusu oldu. Fezleke kaygımız yok” dedi. Boğaziçi ‘en iyi gazete Cumhuriyet’ dedi Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlediği “2016 Boğaziçi Medya Ödülleri” kapsamında “Yılın gazetesi” ödülüne Cumhuriyet Gazetesi layık görüldü. Ödüllerin verileceği 13 kategoride adaylıklar öğrencilerin oylamalarıyla belirlendi. Ödüller 28 Mart Pazartesi günü Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’de saat 19.30’da düzenlenecek tören ile verilecek. “Doğrusu bugün sizin yerinizde olmak istemezdim. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyup bizi tahliye ettiğiniz için Cumhurbaşkanı’nın açık ithamına muhatap oldunuz ve yandaş medya tarafından doğrudan hedef hale getirildiniz. Cumhurbaşkanı, tahliye kararınız hakkında aynen şöyle söyledi: “İlk derece mahkeme, kararında direnebilirdi. Dirense olaylar farklı gelişirdi. Diren bakalım. Anayasa Mahkemesi ne yapacak onu görelim.” Bu demeç, Cumhuriyet tarihimizde bir ilktir. İlk kez bir Cumhurbaşkanı, hukuku hiçe sayarak, bir mahkemeye, Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımama çağrısı yapmaya cüret etmiştir. Bitmedi. Bir başka konuşmasında Cumhurbaşkanı, bu hukuksuzluk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde cezalandırılırsa “Parası neyse veririz” demeye getirmiştir. O cümleyi de burada kayda geçirmek istiyorum: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi’nin istikametinde karar verirse o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır; devlet o tazminatı öder.” Bu sözlerden sonra yandaş basında Anayasa Mahkemesi ve mahkemeniz üyeleri hakkında karalama kampanyası başladı. Yandaş kalemler yeniden tutuklanmamızı isteyen yazılar yazdı. Son olarak duruşmaya saatler kala duruşma savcısının değiştirilmesi, yargı bağımsızlığına ilişkin ciddi kaygılar oluşturdu. Bugün bu ortamda yapacağınız yargılama, sadece Türkiye’de basın özgürlüğünün değil, hukukun üstünlüğünün de göstergesi olacak. Dünyanın gözleri önünde Türk yargısının bağımsız olup olmadığını da kanıtlayacak. O yüzden size kolaylıklar diliyorum. ‘Bilgi, belge akışı yoğundu’ Gazeteciyseniz, hele bir gazetenin yayın yönetmeniyseniz, her gün elinize çok sayıda belge, bilgi geçer. Biz, gazetemizde uzun süredir Türkiye’nin Suriye politikasını eleştiren yayınlar yapıyorduk. Radikal İslamcı militanların Türkiye’deki kamplarda eğitilip Suriye’ye gönderildiğine, orada yaralananların geri gelip Türk hastanelerinde tedavi gördüğüne, sınırda istihbarat araçlarıyla yapılan silah ve insan trafiğine dair haberler yayımlamıştık. Türkiye’nin oradaki iç savaşa müdahil olmasını sakıncalı görüyorduk. O yüzden bu konudaki bilgi ve belge akışımız yoğundu. Geçen yıl mayıs ayı sonunda benim elime bir görüntü ulaştı. Görüntü, 19 Ocak 2014 günü Adana’da Ceyhan ilçesi Sirkeci gişeleri önünde çekilmişti. Görüntüde 3 TIR’ın il jandarma komutanlığına bağlı askerlerce durdurulduğu, araçtakilerin yaka paça indirildiği, yüzükoyun yere yatırılıp ellerinin arkadan kelepçelendiği görülüyordu. TIR’lara eskortluk yapan araçtakilere de jandarma komando ekiplerince uzun namlulu silahlarla müdahale ediliyordu. Müdahale sırasında kelepçelenenlerin ısrarla MİT mensubu olduklarını söyledikleri, ama dinletemedikleri işitiliyordu. Peki, bu görüntüler bir “SIR “ teşkil ediyor mu? Önce buna bakalım: Bizim bu haberi ilk veren gazete olduğumuz zannediliyor. Büyük hafıza kaybı... Olayın ilk kez kamuoyuna yansıması, bizim haberimizin çıkmasından 14 ay önce, TIR’ların çevrilmesinin hemen ertesi günüdür. 20 Ocak 2014 tarihli gazeteler MİT’in kontrolündeki TIR’ların jandarma tarafından durdurulduğunu manşetten vermişti. Hemen ertesi gün, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, TIR’larda silah taşındığını belirtmiş, MİT’in silah kaçakçılığı görevi olmadığını söylemiş, “Türkiye’nin uluslararası alanda meşruiyeti tartışmalı konuma geliyor” demişti. AKP Sözcüsü Ömer Çelik, TIR’larda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez deyince CHP Grup Başkanvekili İnce, “Vergilerimizle El Kaide’ye, ÖSO’ya silah gönderiyorsanız, ülkemizin başını belaya sokuyorsanız bizi ilgilendirir” cevabını vermişti. Konu Meclis’te defalarca gündeme gelmiş, aydınlanması için soru önergeleri verilmiş, Cumhurbaşkanı, Başbakan bu konuda demeçler vermişti. Demem o ki, bu bir sır ise de, bizim haberimizin çıkmasından 16 ay önce deşifre olmuş, sır vasfını yitirmişti. 21 Ocak 2014 tarihli Aydınlık gazetesi, o silahların fotoğrafını da yayınlamıştı. Yani gizlilik çoktan ortadan kalkmıştı. Bu kadar bilinen bir haber, her yerde yayınlandıktan sonra Cumhuriyet’te çıkınca olay olup müebbetlik suç sayılıyorsa, ben burada, haberi görmezden gelinen diğer gazeteler adına mahcubiyet, kendi gazetem adına gurur duyarım. Demek ki hiçbirinde olmayan bir etkileme kudretine sahipmişiz ki, onlar yazınca görmezden gelinen konu, biz yazınca hadise oldu. Bizim haberimizde yeni olan, baskın esnasında çekilen görüntülerdi. Vedat ARIK Hükümet işlediği suçun, istihbarat teşkilatı beceriksizliğinin hesabını vereceği yerde, suçu ortaya çıkaranlara saldırmayı tercih etti. Suçlular değil, biz karşınıza geldik. Dünyanın hiçbir yerinde, kendisine gazeteciyim diyen hiçbir basın mensubunun görmezden gelemeyeceği bir haber vardı ortada... Bir gazeteci, bir haberi hazırlarken “Devlet sırrı mı? Yazarsak hükümet kızar mı? Başbakan’ın lehine mi olur? Yabancı ülkeler ne der?” diye düşünmez. Bunları sormaya başladınız mı artık habercilik yapamazsınız. Bunları sormak, devlet adamlarının görevidir. ‘İki kıstas vardır’ Bir gazeteci için önüne gelen haberi yayınlamak konusunda iki kıstas vardır: 1. Haber doğru mu? 2. Yayınlanmasında kamu yararı var mı? Ben 37 yıllık gazeteciyim. Bırakın casusluk yapmayı, bana böyle bir şey teklif edenin alnını karışlarım. Hangi ülkenin casusuymuşum? Nereye askeri ve siyasal bilgi temin etmişim? Hangi devlet, hangi servis bize, ne zaman, nerede, nasıl talimat vermiş, hangi haberle o talimat yerine getirilmiştir? Bunu yazma cüreti gösteren savcının buna dair en ufak bir kanıt ya da tanık göstermesi, elle tutulur bir belge sergilemesi gerekmez miydi? Savcının ortaya koyabildiği yegâne belge, gazetede çıkan makale ve haberlerimizdir. Sorarım size: Hangi şaşkın casus, bulduğu bilgiyi götürüp gazetesine basar? Biz, ele geçirdiği ilk belgeyi gazeteye basarak ilk işinde yakalanan iki acemi casus olarak karşınızdayız. Kariyerimize bakın; bize casusluk gibi bir leke süremezsiniz; ancak bu silahları gizlice nakledenlerin, Meclis’ten habersiz sınır ötesi gizli örgütlere sevk edenlerin, onlara bu emri, yetkiyi verenlerin, yayın yasağı koyanların, gazetecileri hapsettirenlerin, dünya çapında bir skandalı örtbas edenlerin yarın casuslukla suçlanmaları hiç sürpriz olmaz. Bu silahları gizlice nakledenlerin başka ülke menfaatine bunu yapmadıkları ne malum? Adalet Bakanı bizim durumumuzu değerlendirirken “Dünyanın her ülkesi, güvenliğiyle ilgili konularda hassastır” demiş ve WikiLeaks örneğinden yola çıkarak, Julian Assange, Edward Snowden ülkesine girebiliyor mu” demiş. ‘Pulitzer ödülü aldılar’ Bu benzetme için sayın Bakan’a teşekkür ederim. Tam da vurgulamak istediğimiz bu... Biliyorsunuz, WikiLeaks skandalı Kasım 2010’da patladı. Amerika Birleşik Devletleri arşivinden gizli nitelikte 2000 kadar belge yayınlandı. Belgelerin önemli bölümü, Amerikan ordusunun Afganistan savaşındaki yazışmalarından oluşuyordu. Yapılan yargısız infazları, sivil katliamları belgeliyordu. Belgeleri sızdıran er, Bradley Manning tutuklandı. Assange ise Ekvador hükümetine sığındı. Belgeler 28 Kasım 2010 tarihinden itibaren ABD, İngiltere ve Almanya’nın en itibarlı üç yayın organında, New York Times, Guardian ve Der Spiegel’de yayımlandı. Bakanın örnek verdiği Snowden ise, Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu NSA’nın bir çalışanıydı ve o da çalıştığı kurumun gizli belgelerini basına sızdırdı. Belgeler, Guardian ve Washington Post’ta yayımlandı. Dünya, Amerikan hükümetinin birçok devlet başkanını illegal yollarla dinlediğini böylece öğrendi. ‘Özgürlüğün sınırı geniş’ Snowden hakkında casusluk davası açıldı. Yayınlayan gazetelere ne oldu dersiniz? Guardian ve Washington Post o yılın Pulitzer ödüllerini paylaştı. Öyledir. Batı’da basın özgürlüğünün sınırları geniştir. Bir gizli belge yayınlandığında, devlet belgeyi sızdırandan hesap sorar; yayınlayandan değil. Assange ve Snowden örnekleri bizim durumumuzla örtüşmüyor. Bizler gazeteciyiz. O yüzden bu örnekte olsa olsa Guardian ve Washington Post’a benzetilebiliriz. Ve tıpkı onlar gibi Cumhuriyet de bu cesur gazeteciliğinden ötürü Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün basın özgürlüğü ödülünü almıştır. Gazetecilik açısından bakıldığında ise, bu dava, basın özgürlüğüne bir darbe olarak görülmektedir. Mesele sadece bizim yargılanmamız değil, o kararda da belirtildiği gibi, bu yargılama, diğer gazeteciler üzerinde de “caydırıcı etki” yapmakta, yani medyanın toptan baskı altına alınmasına vesile olmaktadır. Dolayısıyla kamunun bilgilenme hakkına da darbe vurmaktadır. Biz, yaptığımızın tamamen bir habercilik faaliyeti olduğuna inanıyoruz. Halkın, yöneticileri hakkında gerçekleri öğrenme hakkını savunuyoruz. Basın ve ifade özgürlüğünden güç alıyoruz. Bizi casuslukla suçlayanları, haberimizle biz aynı iddiayla suçluyoruz. Başa dönersem, işiniz zor.” ERGDÜELM: Gazetecilik adliyeden çıkmalı “‘Basın ülkenin aynasıdır’ denilir. Ülkemizi yansıtan ayna olan basınımız içinde bulunduğumuz dönemde yine hassas ve kritik bir süreçten geçiyor.  Bugün bizim ülkemiz de Batı’da olduğu gibi büyük saldırı ve katliam girişimleriyle çok ciddi bir can güvenliği tehdidiyle karşı karşıya. Ancak Batı’da basın, girilen bu yeni durumdan etkilenmeden özgürce kendi yayın çizgisini sürdürürken ülkemizde gazetecilere yönelik hakları geriletici yeni yasal düzenleme ve adımlar ilk akla gelen önlemler olarak karşımıza çıkıyor. Oysa Batı’da basının elindeki hakları alan ya da gazetecileri doğrudan cezai yaptırımlarla kar şı karşıya getirecek tek bir olay ve örnek bile söz konusu değil.Biz bu iddianamenin şüphelisi, suçlusu değiliz. Ama gazeteciyiz. Gazeteciden suçlu çıkarma mantığının bu mahkemeden döneceğine inanıyorum. Bu davada sanık olmayı yalnızca basın ve ifade özgürlüğünü savunmak için kabul etmiş sayıyorum kendimi. Mahkemenin bir mahkumiyet kararı vermeyeceğine inanıyorum. Gazeteci işini yaptığı için suçlu kabul edilemez. ‘Basın için ağır yaptırım’ Bizim iki gazeteci olarak bu kadar ağır cezalarla yargılanmamız aslında ülkemizdeki basın için de ağır bir yaptırım dır. Bu dava bu nedenle kişisel olmanın sınırlarını aşmıştır. Artık gazeteciler bazı haberler için sırf bu dava sürdükçe haber yazmaya yazı kaleme almaya cesaret edemeyecektir. Bunun basın dilindeki anlamı koyu bir otosansürdür. Ve halkın haber alma hakkının gaspıdır. Benim kişisel olarak suçlandığım haberim ayrıca bir adli soruşturma dosyasındaki kriminal rapordur. Ben bu raporu haber yaptığım için bu kadar ağır suçlamalarla karşınızdayım. Bu iddianame o kadar ciddiyetsiz ki savcılık 4 aylık dava açma süresini kaçırdığı için 15 Ekim tarihli gazetenin bana ait olmayan manşetini de şahsıma atfederek delil di ye karşınıza iddianame olarak koyabilmiştir. Bu, savcılığın işlerini ne kadar ciddiyetle yaptığının göstergesidir. Son olarak sıfatında bağımsız ve tarafsız nitelikleri bulunan iki kurum var. Biri yargı biri de basın. Biz şimdi bağımsız ve tarafsız ve de özgür basının temsilcileri olarak bağımsız ve tarafsız yargının karşısındayız. Bağımsız ve tarafsız yargıdan basın özgürlüğü adına suçlamaları düşürerek bizi beraat ettirmesini talep ediyorum. Gazetecilik adliye binasından çıkarılmalı, yargı adliyeye düşürülmek istenen basını adliyeden çıkarıp haber kokladığı kendi mekânlarına göndermelidir.” C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear