24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Ahde Vefa Tarkan’dan Türk sanat müziği albümü 22 Pazar 13 Mart 2016 EDİTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: FUNDA YAŞAR ERDOĞDU Ah benim Tarkan’ın Türk sanat müziği albümü “Ahde Vefa”, tüm müzik marketlerde ve ilk olarak iTunes’ ta olmak üzere dijital platformda müzikseverlerle buluştu. “Ahde Vefa”, 35’i aşkın ülkenin iTunes Dünya Müziği sayfasında yer aldı. Tarkan albümle ilgili olarak “Nevi şahsına münhasır ses ve yorumlarıyla Türk sanat müziğini benimle canım tanıştıran, kalbimi bu aşkla dolduran tüm Türk sanat müziği sanatçılarına sonsuz teşekkürlerimi bildirmeyi borç bilirim. Bu albüm bendeki etki ve katkılarınızla hayat buldu. ‘Ahde Vefa’nın sıkıntılı ve zorlu şu zamanlarda bir nebze de olsa içinizdeki kara bulutları dağıtmasını, yüreklerinizi aşkla doldurmasını temenni ediyorum.” annem, stili hep ikon annem Aslı’nın annesi: Esin Esin Hanım bloga gönderdiği mailde kendini şöyle anlatıyor: “Epey bir süre resimleri karıştırdım. Çok komik, ama bana çok da eskilermiş gibi gelmedi. Zaman çabuk geçiyor. Bir de ne hikmetse herkes saçını boyatır ve sarışın olurdu. Ben de doğuştan sarışın olduğum için nefret ederdim Adanalı esmer hanımların sarışın olmasından. Bir süre saçlarımı kahve tonlarında boyattım. Adana standartlarının dışında, sarışın ve mavi gözlü olduğum için her gösteride ya da resmi geçitte başrollerde beni seçerlerdi. İlkokulda podyumlarda profesyonel bir mankendim artık. Adana’daki İncirlik Üssü’nden dolayı Amerikan Pazarı avantajımız vardı. Evlenmeden önce bütün harçlığımı oraya yatırırdım. Orijinal converse’ler, levis’lar, wrangler spor kıyafetlerim vardı. Tenis raketlerine, şampuanlara ve özellikle m&m draje çikolatalara sahip olma lüksümüz vardı o dönem.” Naz’ın annesi: Nuran Anneleri ‘ikon anne’ yapan çarpıcı hikâyeler, giyimkuşam ritüellerini aktaran moda blogu ‘ikonannem’ herkesin annesine açık. Blogdan bir tutam ikon anne manzaraları sunuyoruz Benim annem de bir ikon diyorsanız Barış Çakmakçı’nın hazırladığı moda blogu “ikonannem”i ziyaret etmelisiniz. Herkese açık olan, herkesin katılımıyla renklenen, gelişen, zenginleşen bir moda ortamı. Annenizi “ikon anne” yapan çarpıcı hikâyelerini, giyimkuşam ritüellerini, alışveriş adreslerini ön plana koymak isteyenler ikonannem@gmail.com’a mail atabilir. “ikonannem”, “ah benim canım annem, stili hep ikon annem” alt başlığıyla sunuluyor. İkon annelerin buluştuğu blogdan bazı ikon anneler: Aylin’in annesi: Füsun CHP’li Selin Sayek Böke ile Aylin Sayek’in anneleri Füsun Sayek mücadeleci, kararlı, başarılı ve önder ruhlu olarak niteleniyor. 1970 yılında mezun olduğun Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin mezuniyet yıllığında onun için şöyle yazıyor: “Etiyolojisi aydınlanmamış diyabet vakalarından biridir. Aatlılığının doğuştan mı, yoksa sonradan mı olduğu tıp çevrelerince sık tartışılan bir konudur. Annesinden gülerek ve konuşarak doğduğu, içine girdiği toplulukların bu vakanın etki siyle gülmeye başladıkları bilinir. Neşeli olmanın ömrü uzattığına olan inancı yüzünden, ömrünü uzatmak için ancak mutlu bir azınlığın uygulayabildiği bu eski tedavi metodunu kullanır.” Blogun yazarı Barış Çakmakçı da şunları ekliyor: “Fotoğraflarında da tüm bu başarılara imza atarken bir de nevi şahsına münhasır detaylarınla bir “Füsun Sayek stili” de yaratmışsın. Bu arada itiraf etmem gerek, bu karelerde bana Serseri Aşıklar’daki Jean Seberg’i anımsattığın da bir gerçek.” Seçkin’in annesi: Nemika Naz anlatıyor: “1978, Ankara. Renkli annemin renkli kıyafeti. Sarı ipek bluz ve mor ipek etek özel olarak terziye diktirilmiş. Kırmızı onun vazgeçilmezlerinden. Kırmızı ojeli tırnakları ve ruju ise zamansız bir klasik. Lise yıllarında beyaz deri şapkası ve beyaz dize kadar gelen deri çizmeleriyle döneminin ilerisinde bir şıklık sergiliyor. Üniversiteyi bitiren annem resepsiyonist olarak çalışmaya başladığı Marmaris Martı Motel’in bahçesinde kuzeniyle birlikte çok sevdiği pilili eteği, o dönem pek kimsede olmayan yeşil süet ayakkabıları ve Vakko’dan alınmış yarım kollu çizgili yeleğiyle... Gözündeki kemik çerçeveli gözlükleri bugüne kadar saklamış. Camını değiştirdim ve ben kullanmaya devam ediyorum.” Nemika. ‘Aşk mektubu’ demekmiş. Yıl 1932, yer Malatya. Doğumdan sonra dedesi kucağına alıp önce kulağına ezan okuyor ve ardından üç kez “Senin adın Nemika” diyor. Seçkin, annesini anlatıyor: “Bu hikâyeyi çocukluğumdan beri cok severim. Ne tatlı anlatırdı annem. Gözleri ışıldar, dudağı gururdan kıvrılırdı zevkle. Ailenin üçüncü çocuğu, ikinci kızı olarak dünyaya gelmiş. Sonbahar bebeği. Annesi güzelliğiyle dillere destan alımlı bir kadın, babası ise bir ağanın şehirde yaşayan ileri görüşlü oğlu; eskilerin deyimiyle dağ gibi bir adam. Beyaz tenli, ela gözlü yakışıklı bir adam ve ticaretle uğraşıyor. İstanbul’dan mal getirip satıyor; kumaşlar, ipekler, şallar, aksesuarlar... Mutlu, huzurlu, sakin ve refah bir hayatları var. Annem Nemika, sonradan aileye eklenen kız kardeşi ve ablası ile, ailenin bir dediği iki edilmeyen kızlarından biri.” Şimdi o ‘Ertuğrul Gazi’ ve memleket topraklarında gittiği her yerde öyle karşılanıyor. En son Erzurum’da kent girişinde muazzam bir kalabalıkla takviyeli törende kendisine Engin Altan Ertuğrultakdim edilen ‘Kayı boyu sancağı’nı, kutusunu öpüp başına koyarak teslim aldı. Düzyatan Gazi! Engin Altan Düzyatan, “Ertuğrul Gazi” olmadan önce “Eeengiiin Aaaltaan Düzyataaan, Engin Altan Düzyatann”dı. Şimdi o “Ertuğrul Gazi” ve memleket topraklarında gittiği her yerde öyle karşılanıyor. Tabii o da bu yeni haline uygun vaziyet içinde, o eski “pop” hafifliğin çok ötesinde, bir cihan imparatorluğuna doğuş verecek “sulb”ü taşıyor olmanın mesuliyetiyle bezeli bir ağırlık, bir “kemâl” ile hareket ediyor. En son Erzurum’da kent girişinde folklor ve cirit ekipleri ile mehter takımının da hazır bulunduğu, muazzam bir kalabalıkla takviyeli törende kendisine takdim edilen “Kayı boyu sancağı”nı, kutusunu öpüp başına koyarak teslim aldı. Doğru yaptı. “Kitle”nin önünde akan sular durur ve Engin, “Ertuğrul” olur. İlk değil Benzeri çok örnek var. Bir dönemin büyük iş yapan sitkom dizisi Çocuklar Duymasın’da iki çocuk annesi “Meltem”i canlandıran Pınar Altuğ, o dönemde evli olduğu halde bir yasak ilişki yaşadığı dedikoduları çıktığı için az daha işinden, yani dizideki rolünden olacaktı. O kadar köşeye sıkıştırılmıştı ki “Bugüne kadar Meltem karakterine yakışmayacak hiçbir şey yapmadım” demek zorunda kaldı. “Meltem” nasıl Pınar’ı kendisine tâbi olmaya zorladıysa “Ertuğrul Gazi” de Engin Altan’ı bundan sonra “Osmanlı’nın ceddi” olmanın gereklerini yapmaya zorlayacaktır. Aksi halde sokak affetmeyeceği gibi “Saray” da affetmez. Hatırlayın, Muhteşem Yüzyıl’ın “Kanuni”si Halit Ergenç, Gezi olayları sırasında o zaman başbakan olan Erdoğan’ın huzuruna olayları yatıştırma yolunda arabuluculuk çabasına soyunmuş grupla çıkıp biriki lâf etme cüreti gösterdiğinde “Sen Osmanlıca biliyor musun, asıl ondan haber ver” diye nasıl paylanmış ve bir daha da ağzını açmaya cesaret edememişti!.. (Tüm İslâm dünyasında artık klasik bir başyapıt olup huşu içinde izlenen Çağrı filminde “Hazreti Hamza”yı canlandırmış müteveffa Anthony Quinn’e “Sen neden Müslüman değilsin, niye olmadın” diye kızmak gibi bir şey!) Malkoçoğlu’ndan Kanuni’ye Böyledir! En tepesinden tırnağına kadar ergen bir bilişsel düzlemde çakılıp kalmış bu toplumda nasıl rahmetli Erol Taş yıllarca sokaklarda küfre, hakarete, saldırıya maruz kalıp Cüneyt Arkın “Malkoçoğlu” diye ülfete mazhar olmuşsa... Bugün de “Kanuni”yi devletlularının gözünde hakkıyla temsil etmeyen Halit Ergenç taşlanırken “Ertuğrul Gazi”yi tam anlamıyla nabza göre şerbet misali oynayan Engin Altan Düzyatan baş tacı ediliyor. Evet, bu iş böyledir ve şakası da yoktur. Değil mi ki Kurtlar Vadisi’nde gönüllerde taht kurmuş mafya babası “Süleyman Çakır” (Oktay Kaynarca) öldürülünce gıyabi cenaze namazı kılmış bir toplumdan bahsediyoruz. Değil mi ki ondan daha eskide Asmalı Konak’ın çekimlerinin yapıldığı Kapadokya’daki konağa düzenlenen “turistik” turlarda “Seğmen Ağa”nın (Özcan Deniz) elinin değdiği kapı kolunu yalayan fanatik, tutkulu, ateşli hayranlarla karşılaştık. Hayali Osmanlıcılık Değil mi ki Özcan Deniz’e televizyon programlarında gönderilen mesajlara şahit olduk, “Kızma Özcan, ama biz Seğmen’i senden daha çok seviyoruz” diye... Bugün de Engin Altan Düzyatan’a “Eeengiiin Aaaltaan Düzyataaan, Engin Altan Düzyatann” diye bir zamanlar çığlıklarla yaklaşan şımarık fanların yerinde, ona “Soy soylayasın, boy boylayasın Ertuğrul Beyim” diye sancak sunanlar var. Çünkü bir yandan da devir, hayali bir Osmanlıcılık devri... Hayır, “yeniOsmanlıcılık” diye bir şey yok. İktidar güdümüyle adeta kitlesel histeri halini almış bir Osmanlı illüzyonu var. Ve Diriliş Ertuğrul, bu illüzyonu beslemeye dönük olarak dizi endüstrimiz içerisinden çıkan, teknik donanımından tematik şekillenişine kadar başarılı bir kurgu. O yüzden toplumda yabana atılmaz etki ve titreşimlere de yol açıyor. Daha birkaç gün önce “Diriliş Osmanlı Başkanları” diye bir grup çıktı ve Erdem GülCan Dündar için tahliye kararı veren Anayasa Mahkemesi’nin önünde protesto gösterisi yapıp (cumhurbaşkanı ağzıyla) kararı içimize sindiremiyoruz, saygı da duymuyoruz dediler. Belli ki diziyi ilgiyle, sevgiyle, tutkuyla izliyorlar. Erdoğan da “Diriliş”le 6 yaşındaki torununun bile dirildiğini, onu devamlı takip ettiğini, eğer kaçırmışsa ertesi akşam izlediğini dizinin yapımcı ve senaristi Mehmet Bozdağ’a sanat ödülü verirken söyledi ya önceki gün!.. Yarın ne olacak? E, böyle olunca insan düşünmeden edemiyor: Düne kadar “Eeengiiin Aaaltaan Düz yataaan, Engin Altan Düzyatann” olan... Şimdi “Er tuğrul Gazi” olarak ortalıkta “Kayı boyu sancağı”nı öpüp başına koyarak dolaşan... Engin Altan Düzyatan yarın ne olacak diye... Herhalde olsa olsa Hidayet gibi o da “Saray”a başdanışman olur bundan sonra. Aşağısı kurtarmaz!.. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear