25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 15 Haziran 2015 KULTUR EDITÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Bilkent Müzik Günleri’ne çağrı var Bilkent Müzik Günleri Haziran’da Katica Illényi Jazz Ensemble konseriyle başlıyor. Sanatçılar 20 Haziran Cumartesi günü saat 20.30’da Bilkent Konser Salonu’nda bir konser verecek. 19 Maja Weyermann’ın ‘Uzaktan Mektuplar’ adlı sergisi Depo’da görülebilir sviçre doğumlu sanatçı Maja Weyermann, Berlin Senatosu Kültür İşleri Birimi’nin desteğiyle hazırladığı, 16 Temmuz’a kadar izlenecek ‘Uzaktan Mektuplar’ sergisiyle İstanbul Tophane’deki Depo’da izleyicilerle buluşuyor. Sanatçı, çoklu video yerleştirme projesinde Ermenilerin 1915’ten önce Türkiye’deki halı üretimi ve ticaretinde oynadıkları rolü ele alırken, İlmek ilmek tarih peşinde... İ ilgilendiği zaman dilimini de İstanbul’daki Ermeni vakıflarına ait mülklere el konmasıyla bağlantılandırıyor. Projesinde İstanbul’da yaşayan ve halen Cağaloğlu’nda üreten, gazetemizde de konu olmuş Kumkapılı eski Ermeni halı ustası Avak Şirinoğlu’nun sözlerine yer veren sanatçı, sergisinin temelini Hrant Dink Vakfı’nın 2012 tarihli beyannamesine dayandırmış bulunuyor. Bu beyanname, Ermeni vakıflarının Türk devletince el konulmuş taşınmazlarının kapsamlı bir envanterini de içeriyor. Sanatçının sergisi, kimi vakıflara ait nesne ve belgeler ışığında bu mülklerin günümüzdeki halleriyle ziyaret edilmesiyle şekilleniyor. Depo’daki sergi projesi Calouste Gulbenkian Vakfı işbirliğiyle gerçekleşirken, çalışmada İstanbul ve Türkiye’nin Kayseri, Sivas, Gaziantep, Adana ve Kayseri gibi bölgelerinde, çoğunlukla yetim veya kimsesiz genç Ermeni kadınlar ve çocuklarca kimi Osmanlı sarayı için dokunmuş halıların hikâyeleri, tarihsel olaylarla baş başa aktarılıyor. l Kültür Servisi Weyermann’ın tarihsel belge ve söyleşilere de dayanan sergisinde, vaktiyle Türkiye’nin Adana gibi kentlerinde halı yapımı için çalışmış genç Ermeniler de konu ediliyor. Demokrasinin mağduriyeti... andaş basının ‘mağdurları’ çabuk ortaya çıktılar. Seçimden hemen sonra. Her zaman olduğu gibi. Söylemleri de hep aynı. “2011 seçimlerinde bile AKP’ye oy vermiştim. Ama sonra...” Evet, ama sonra? Evet, ‘ama sonra’? – Meğer ‘yanılmışlar’! Meğer Erdoğan çok değişmiş. Aralarında onca zamanın hukuku, allayıp pullamaları, çoğunlukla en adisinden yalakalıkları varken – Meğer Erdoğan çok değişmiş. Daha ilk hoşuna gitmeyen eleştiride onları kapının –yani gazetelerinin– önüne koyduruvermiş! Y Sönmez’e göre eserler, görünenlerin arkasındaki farklı anlam bütünlükleriyle adeta ‘görünmez bir ağ’ örüyor. D Sinemacının fotografik gözü NECMİ SÖNMEZ Özgürleşme dilde başlar il inanılmaz bir dönüştürme gücüne sahiptir. Çünkü insan sözcüklerle düşünür. Sözcüklere, dolayısıyla dile egemen olan, zihinlere egemen olma yolunda çok önemli bir mesafe kat etmiş demektir. Bunun tersi de doğrudur elbette: Özgürleşme dilde başlar. Sistemler üzerine kuruldukları temelleri dil yoluyla toplumda içselleştirme mücadelesini hiç ara vermeden sürdürürken, muhalif çeşitli toplumsal gruplar veya bireyler sistemin dilini benimserler veya kendileri de alternatif olarak başka bir sistem dili önerirlerse zincirleri kırmaları hemen hemen olanaksızlaşır. İnsan sözcüklerle düşünür. Sözcüklere, dolayısıyla dile egemen olan, zihinlere egemen olma yolunda çok önemli bir mesafe kat etmiş demektir. im Wenders’in 70 yaşına basması nedeniyle doğduğu ve sanatsal oluşumunun ilk adımlarını attığı Düsseldorf’ta bilmeceyi andıran “4 Real & True 2” başlıklı fotoğraf retrospektifinin bitmesine günler kaldı. Sanatçının sergisi, kendi gibi “sıra dışı” bir karaktere sahip. Seksen çalışmanın yer aldığı kapsamlı sergi, Wenders’in hem 1970’li yıllardaki siyah beyaz çalışmalarını, hem de 2000’lerden itibaren gerçekleştirdiğ büyük boyutlu renkli kompozisyonları izleyicilere sunuyor. “Analog” bir fotoğraf makinalarıyla, stativ kullanılmaksızın ve dijital olarak herhangi bir değişikliğe uğramadan basıldıklarına dair kesin bilgilerin verildiği serginin yapımcılığını Kunstpalast’ın müdürü Beat Wismar üstlendi. W Eleştirmen Necmi Sönmez, Alman sinemacı Wim Wenders’in Almanya’nın Düsseldorf kentindeki Museum Kunstpalast’ta izlenen devasa peyzaj ve fotoğrafları üzerine yazdı. Dil kirliliği ‘Fotoğrafsal anlatım’ Dev boyutlu renkli fotoğraflar, “diasec” tekniğiyle üretildikleri için olsa gerek, izleyicide sıradan bir fotoğraf sergisi aşan izlenim bırakıyorlar. Birbirine sıkça karıştırılan “fotoğrafsal anlatım” ile “filmsel kurgu” arasındaki farklılıklar Wenders’in sergisinde neredeyse her adımda karşımıza çıkıyor. Şair Nilgün Marmara sayesinde tanıma olanağı bulduğum ve bu yazımı kendisine ithaf ettiğim sanatçı, fotoğraflarında filmlerinde karşılaşmadığımız için “tüketilmemiş” bir kurgu anlayışıyla manzaralara, doğaya yakınlaştığında, tuhaf şekilde insanlardan uzaklaştıkça adeta insanoğlunun ardında bıraktığı duyguların peşinde iz sürüyor. İster Kuzey Amerika’nın uçsuz bucaksız hormonlu mı sır tarlalarında, isterse Avustralya’nın ünlü Kızıl Dağlarında olsun, Wenders doğayı şekillendiren insan elinin ardında bıraktıklarına yöneltiyor kamerasını. Bu öylesine etkileyici bir bakış açısı ki, kutsal toprak sayılan Kudüs’te resmen çöpün, pisliğin içinden çıkan garip bir duygu fırtınası, o toprakların huzursuz hikâyelerini duyumsatıyor izleyiciye. Anlatımcılığa, “gerçek bu işte” hissiyatına, filmsel kurgunun ağdalı tuzaklarına düşmeden sanatçı Havana’yı, Erevan’ı, Palermo’yu, Berlin’i çalışmalarına konu ederken, bilmediğimiz, henüz keşfedilmeyen bir “kültürel bakış” açısını kompozisyonlarının omurgasına yerleştirmeyi başarıyor. Kısaca tanımlamak gerekirse, geçtiğimiz yıl Türk Sineması’nın 100. yılı bağlamında sorunlu sergileme zinciriyle fotoğraflarını satışa çıkaran Nuri Bilge Ceylan’ın yapamadığını duyumsuyoruz Wim Wenders’in kurgularında: Gerçeklik, gerçekliğe ait olmayan elemanların yardımıyla “şiirsel” olarak aşılırken, gözün gördüğü ile kalbin hissettikleri arasında alışılmadık bir adaşlık kuruluyor. Bu “aykırı görsellik” farklı sadece farklı imgelerin kapılarını aralamıyor. Görünenlerin arkasındaki farklı anlam bütünlükleriyle adeta “görünmez bir ağ” örülüyor. Üstelik öyle bir iletişim ve popüler kültür çağında yaşıyoruz ki, biraz abartarak söyleyecek olursak, en çok internet, cep telefonu ve televizyonla konuşuyoruz. Ana iletişim kanallarımız, yani sözümüzü belirleyen en temel etkenler dünyamızı çepeçevre kuşatmış uydulardan beynimize akan sinyaller oluyor. Bu iletişimde bir yanıyla tartışmasız bir özgürleşme ve bilgi akışında demokratikleşme söz konusu. Ama madalyonun diğer yüzünde hızın ve erişimde kolaylığın birikimi, emeği, hakikat arayışını, yani daha ağır ama derinlemesine bir gidişi giderek gölgelemesi yer alıyor. Dil kirleniyor. Uzun süredir aklıma takılan bir sorun bu, üstelik sadece günümüzün konusu da değil. Hölderlin’in yüzyılların ötesinden Sofokles’e yönelttiği eleştirinin temelinde de dilin kirlenmesi değilse de aktarılanın derinliğinden kopması, sözcüklerin dip akıntılarını değil ılık yüzey sularını yansıtması vardır. Bana tüm bunları tekrar dü şündüren, son zamanlarda kulağımı çok tırmalamaya başlayan bir çift sözcük oldu: Satın almak. Satın almak Sözlük anlamı, bir malı ederini ödeyerek almak olarak açıklanıyor. Uygarlık kadar eski olan, hatta uygarlığın doğuşunun temel saiklerinden biri olması bakımından onu öncelediği de söylenebilecek ticaretin iki ana eyleminden biri bu: satmak ve satın almak... Elbette, iktisadi modellere göre satma ve satın almanın koşulları tarih içinde değişip durmuştur, diye düşünüyorum. Ama ticaretin var olduğu her toplumda karşılığı belli olan bir terim bu. Her terim, her sözcük gibi “satın almak” da kendi doğrudan karşılığının dışında da çeşitli yan anlamlar yüklenebilir, bunda da şaşırtıcı bir yan yok. Örneğin, benim hatırlayabildiğim kadarıyla, en azından son dönemlere gelinceye dek “satın alma”ya genellikle olumsuz yan anlamlar yüklenirdi: Bir insanı satın almak, ona doğruluğuna inanmadığı şeyleri para veya herhangi bir çıkar karşılığı yaptırmak manasına gelirdi. Veya çıkar uğruna düşüncelerinden vazgeçen insanlar için “düşüncelerini, inandığı doğruları sattı” denirdi. Oysa bugün “satın almak” terimi kabul görmek manasında da kullanılır oldu: “Halk bu üslubu satın aldı”, “bu fikir satın alındı”, “seçmen kitlesi bu lideri satın alıyor.” Bir terimin geçirdiği bu anlamlanma macerası, çok aşırı genellemelere gitmek istemesem de, Türkiye toplumunun geçirdiği süreci, daha doğrusu egemen zihniyet akımlarının toplumda içselleştirmeye çalıştıkları kalıbı bence gayet iyi yansıtıyor. “21. Yüzyılda Kapital” adlı, tüm dünyada geniş yankı uyandıran kitabın yazarı, Fransız iktisatçı Thomas Piketty Türkiye’ye geldiğinde, ülkemizde Japonya’dan çok milyarder olması konusundaki soruya şu cevabı vermişti: “Yanlış bilmiyorsam Japonya’nın gayri safi yurtiçi hasılası Türkiye’den yüzde 20 oranında yüksek. Japonya’da bile bu kadar milyarder yok. Bu kadar milyarderinizin olması son derece tuhaf.” Kim bilir, “satın alma” teriminin kısaca özetlemeye çalıştığım sürecinde, Piketty’ye “tuhaf” gelen bu durumun ve “her mahallede bir milyoner yaratacağız” zihniyetinden Japonya’dan fazla milyarder üretme noktasına gelen sistemin de bir etkisi olmuştur, ne dersiniz? Ya da şöyle sormak gerekir belki: Bütün bu trajikomik hayhuyun içerisinde aslında bir ‘değişim’ veya ‘yanılma’ mı söz konusu, yoksa bir ‘yabancılaşma’ mı? Yani diyeceğim şu ki, sakın siz herkesi –ve herkesten çok kendinizi!– ‘yanılmışım’, ‘değişmiş’ falan filan diyerek aldatmaya çabalarken, aslında korkunç bir ‘yabancılaşmanın’ pençelerine düşmüş olmayasınız? Evet, yanlış okumadınız, sorum şöyle: Sakın siz, çoğu kez de bilincinde olarak, yıllanmış uğraşlarınıza, yani gazetecilik uğraşına yabancılaşmış olmayasınız? O uğraş ki, yeryüzünde ortaya çıktığından bu yana tek ve en yüce varlık gerekçesi ancak ve ancak gerçeğin peşine düşmekte ve erişebildiği gerçekleri kitlelere hiç çarpıtmaksızın, hiçbir yalanın kılıfına sığdırmaya çalışmaksızın iletme çabasında bulmuştur. Ve yine o uğraş ki, kendilerini ona adayanlar, birileri karşılarına yaptıklarını önemsizleştirmek amacıyla; “Gerçek, nedir ki?” sorusuyla çıktıklarında, canları ve özgürlükleri pahasına da olsa hiç sarsılmaksızın hep şu yanıtı verirler: “Gerçek, hiçbir yalana benzemeyen bir şeydir?” Peki, gerçekte değişen kim? Peki, ne uğrunaydı bu yabancılaşmanız? Bu sorunun yanıtı çok kısa, ama ne yazık ki bu kısalığı ile hiç orantılı kılınamayacak ölçüde korkunç: Sizler, yani bugün ekranlarda ve sayfalarda hiç gecikmeksizin yeniden görünmeye başlayan düzmece mağdurlar, kendinizi ve uğraşınızı, dürüst kalsaydınız eğer, hep gerçeklerin hiç bulanmayan aydınlığını seçseydiniz, asla kavuşamayacağınız kadar parlak hayatlar uğruna sattınız! O hayatlar, yirmi beş, otuz bin liralık aylıklarla, fiyatları yedi yüz bin dolardan başlayan katlarla, yatlarla, çiftliklerle doluydu. Ve sizler, bugünün düzmece mağdurları, içine düştüğünüz yabancılaşma uçurumunda bütün bu saydıklarımı işsizlerin ve yoksulların sayısının ancak milyonlarla ifade edilebildiği bir ülkede ‘normal’ sayabilecek kadar körleştiniz! Hayır! Sizler mağdur falan değilsiniz. Yalnızca son kullanım tarihleri çoktan geçmiş ‘yazıcı’larsınız, o kadar! Bir yabancılaşmanın bedeli... Her şey Kraliçe, bu yılın çocuklar için ‘soyluları’nı açıkladı ankaya Belediyesi’nin, çocukların kitap okumanın keyfine varmaları ve yepyeni dünyalarla tanışmaları için hazırladığı ve Dünya Klasiklerinden Seçmeleri buluşturan “Tükenmez Kitaplar” adlı serisinin dağıtımı sürüyor. İlk etapta köyleri de içeren 30 okulda dağıtımı yapılan kitaplar, ilçe genelindeki tüm okullara dağıtılacak. Diğer yandan, belediyenin Bin Çocuk Korosu seçmeleri de başladı. Başvurular 19 Haziran’a kadar sürecek. l Kültür Servisi Ç ngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, doğum günü sebebiyle yine bir çok sanatçı ve aydını onurlandırdı. Bu yılki listede ABD’li aktör Kevin Spacey de yer aldı. Tiyatroya katkılarından ötürü ‘onursal Şövalye’ ilan olunan Spacey, ülkede 11 yıl boyunca bir tiyatroyu yönetmişti. Kraliçe’nin ‘CBE’ ve ‘OBE’ nişanelerini verdiği öteki ‘soylu’lar listesinde ayrıca, Sherlock Holmes karakterine getirdiği özgün yorumla İ bilinen Benedict Cumberbatch’ın yanı sıra, Stephen Hawking’i canlandıran oyuncu Eddie Redmayne, bir başka aktör olan Chiewtel Ejiofor ve meslektaşı Lesley Manville bulunuyor. Listede ayrıca Sir Neville Mariner, Van Morrison ve komedyen Lenny Henry ile çocuk kitapları yazarı Michael Bond ve şarkıcı Patti Boulaye de yer alıyor. l Kültür Servisi C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear