20 Mayıs 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KULTUR Cuma 17 Nisan 2015 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK ‘Notre Dame’ın Kamburu’ Mersin’deydi... Hakan Kalkan yönetimindeki Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin yapımı, Victor Hugo’un aynı adlı eserinden baleye uyarlanan “Notre Dame’ın Kamburu” dün akşam sahnelendi. Üç boyutlu dekoru ve Quazimodo’nun saatler alan plastik makyajıyla göz kamaştıran “Notre Dame’ın Kamburu” balesi Mersinli sanatseverlerle son kez buluştu. Yapıtın müzikleri Cesane Pugni’ye, düzenleyemesi Bujor Hoinic’e ait. Sansür, karanlığın başka adı... nat Kutlar yaşasaydı, şimdi bir kez daha öldürülmüş olurdu. Onun göz nuru ve çocuğu olan İstanbul Sinema Festivali sansürle vuruldu, yara aldı, bitirildi...Günlerdir bu sayfalarda “Bakur” (Kuzey) belgeseliyle başlayan ve giderek tüm sinemacılar ve kurumların sansüre direnişiyle büyüyen eylemleri; sürecin tüm ayrıntılarını; buna karşın Kültür Bakanlığı’nın yanıtlarını okudunuz. Bunları tekrarlayacak değilim. Ancak sansür konusunda bir kaç satırbaşını vurgulamak istiyorum: 19 O landığından, otosansür hızla yayılıyor... Nabza göre sansür olmaz İkinci vurgulamak istediğim, nabza göre şerbet verilir ama nabza göre sansür olmaz. Eğer bir festival yapıyorsanız, her filme eşit mesafede durmak gereki yor; yönetmeni, konusu, hiç fark etmez. Kayıt tescil belgesi ya hepsi için istenir ya hiçbiri için.... Şu yaşadığımız son sürecin İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından çok iyi yönetildiğine inanmıyorum. Öte yandan Kültür Bakanlığı’nın bir an önce tüm sinema kuruluşlarının temsilcileriyle bir ara ge lip, Sinema Yasası’nı bir an önce çıkarması, Türkiye Sinema Kurumu’nun kurulması için yol açması gerekiyor. En korkunç olan otosansür Sadece sinema alanında değil, bugün yaşamımızın her alanında, tiyatroda, edebiyatta, gazetelerde, konuşmalarda, şarkıda, türküde her alanda sansür var. Açık ya da kapalı ama var. En korkunç olanı ise insanın kendini sansürlemesi, yani otosansür. İnsanın kendine sınır koyması, denetlemesi, başıma bir iş gelmesin endişesiyle küçülmesi, kapanması... Bizde genellikle yasaların belirlediği değil, tek adamın eleştiriler karşısında takındığı tutumdan, duygularından, o günkü haleti ruhiyesinden kaynaklanan bir sansür uygu İ Yalnızlığın heykeli stanbul Pera Müzesi’nde Alberto Giacometti sergisini hâlâ görmediyseniz acele edin. Son on güne girdik. Retrospektif, çok yönlü, geniş kapsamlı. Türkiye için bir ilk. 26 Nisan son gün. Kaçırmayın. Heykeller, resimler,desenler, fotoğraflar, mektuplar, belgeler... Tüm bir yaşam... İnsanlığın evrensel ifadesi... Sergiyi yeniden gezerken Jean Genet’nin “Giacometti’nin Atölyesi “kitabındaki sözler bana eşlik etti: “Onun yapıtı, her insanın , her şeyin yalnızlık bilgisini aktarır” diyordu Genet. “Ben yalnızım diyor sanki her nesne; demek ki, karşısında hiçbirşey yapamayacağınız bir zorunluluğa kapılmışım. Eğer kendimden başka hiçbir şey olmazsam, yıkılmaz olurum. Ne isem o ve sakınılmaz olduğuma göre, yalnızlığım yalnızlığınızı tanıyor.” Fotoğraf: LARA ORAL NOT Bu akşam kaçırılmaması gerek bir şey daha var: İs Sanat’ta Philarmonia Berlin Kuarteti ve muhteşem çellistimiz Efe Baltacıgil birlikte! Bugün 17 Nisan. Köy Enstitülerinin 75. yaşgünü. Mustafa Kemal Atatürk’ün , harf devrimi, Öğretim Birliği Yasası gibi, eğitimdeki devrimci hareketinin bir üçüncü halkasıydı Köy Enstitüleri. Atatürk’ün vizyonuna, Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un sahip çıkmasıyla gerçekleşen bir mucize... Bugün Türkiye’nin birçok yerinde anılacak Köy Enstitüleri. “Aydınlanma ışığı sönmedi, sönmeyecek” diyenlerden biri de İzmir, Balçova Belediyesi. Orada “Aydınlanma Onur Ödül”ü Yılmaz Büyükerşen’e verilecek. Kemal Kocabaş’ın yönlendireceği, Evin İlyasoğlı, Mustafa Balbay, Ahmet İnam, Engin Tonguç ve benim katılacağım bir programla bu mucizenin izini süreceğiz... NOT Yarın İzmir’de TÜYAP Kitap Fuarı açılıyor: Yolu düşenler. Aziz Nesin sohbetime (14.00), Cumhuriyet Standına (16.00) ve “O güzel İnsanlar” söyleşime (19.15) beklerim! Aydınlanma Onur Ödülü Büyükerşen’e Bu bilimkurgu değil, gerçek! merikan vatandaşlarını mahkeme emri olmaksızın dinleyen, gözetleyen NSAUlusal Güvenlik Dairesi’nin ‘çok gizli’ belgelerini, karanlık sırlarını, hayatını büyük bir riske sokmak pahasına, tüm ayrıntılarıyla medyaya (The Guardian’la Washington Post gazetelerine) açıklayarak dünyayı sarsan, eski CIAMerkezi İstihbarat Kurumu ve NSA çalışanı, bilgisayar uzmanı, 1983 Kuzey Carolina doğumlu, halen geçici sığınmacı olarak Rusya’da ikamet eden Edward Snowden’in, sürükleyici bir gerilim filminden farksız gerçek hikâyesini anlatan “Citizenfour”, başından sonuna dek soluk soluğa izlenen, çok önemli ve anlamlı bir belgesel. Her nasılsa bu yılın en iyi belgesel Oscarı ödülüne layık bulunan, festivalimizin de en çok ses getirecek filmlerinden biri olmaya aday “Citizenfour”, bence bugünün dünyasında soluk alıp veren herkesin izlemesi gereken, beylik deyişle kaçırılmayacak bir belgesel baştan belirtmek gerekirse. A En iyi belgesel Oscarı’nı kazanan “Citizenfour”, festivalden sonra haftaya gösterime girecek dan sıyrılamayan, peşine düşmüş ABD hükümetinden de kaçarak Hong Kong, Rio de Janeiro üzerinden Moskova’ya postu seren, muhalif firari Snowden, casuslukla, vatan hainliğiyle suçlanarak hedef tahtasına oturtuluyor, (WikiLeaks olayının ünlü kaçağı) yeni bir Julian Assange olarak. Paranoyak bir ABD portresi... Rota değişikliği mi? MEHMET BASUTÇU 68. Cannes Film Festivali ana seçkileri açıklandı erede olursa olsun, Kaptan Köşkü’ne yeni bir ad geldiğinde, bu soru kaçınılmaz olarak gündeme gelir. Cannes gibi dünyanın en önemli sinema festivali söz konusu olduğunda, soru doğallıkla küresel bir önem içerir. Kaldı ki, yöneticilerinin genellikle çok uzun süre görevde kaldığı, tutarlı bir sinema çizgisi izleyerek zamana uyum sağlamayı başardığı, ilk sırayı kimseye kaptırmayan bir etkinlikten söz ediyoruz... Geçen yıl, rotayı 35 yılı aşan uzun bir süre boyunca belirleyen emektar kaptan Gilles Jacob’un yarı emekli olarak Cinefondation Vakfı’nın başkanlığıyla yetinmesinden sonra, yerine Canal + televizyon kanalının kurucularından Pierre Lescure’ün getirilmesi, festivalin rotası değişecek mi sorusunu daha da kaçınılmaz kılmıştı. Yanıt ne evet ne de hayır. Cannes Festivali’ni Titanic’ten de büyük devasa bir yolcu gemisine benzetebiliriz. Rota değişikliği çok yavaş manevralarla gerçekleştirilmek zorundadır. Üstelik, yeni başkan programın N oluşturulmasından sorumlu değil; ayrıca, içeriğe pek fazla karışacak bir konumda da bulunmuyor. Festivalin sanat çizgisini belirleyen film listelerini, bu görevi ilk aşamada Gilles Jacob’la birlikte, son on yıl boyunca da bağımsız olarak gerçekleştiren sanat yönetmeni Thierry Frémaux oluşturmakta... Sonuç olarak, bu yılın bir geçiş döneminin doğal belirsizliğini içerdiğini söyleyebiliriz. Dün yapılan basın toplantısında Altın Palmiye için yarışacak filmlerin sadece 16’sı açıklandı: Gus Van Sant ve Nanni Moretti gibi emektar yönetmenlerin dışında Fransız sinemasının dört filmle ciddi bir ağırlık gösteriyor olması dikkati çekiyor. Ayrıca, son yıllarda festivale yöneltilen ‘Neden hiç kadın yönetmen yarışmıyor?’ eleştirisinin göz önüne alındığı söylenebilir. Ana yarışmada iki Fransız kadın yönetmenin bulunma sı dikkati çekiyor. Yarışma dışı sunulacak olan açılış filmi “Başı Dik”in de (La Tête haute) başka bir Fransız kadın yönetmenin, Emmanuelle Bercot’nun imzasını taşıdığı göz önüne alındığında, cinsel eşitlik konusunda çok önemli(!) bir adım atıldığı söylenebilir... Bu arada, ciddi sosyal içeriğiyle de dikkati çektiği söylenen “Başı Dik”in, açılış filmlerinin geleneksel ‘hafifliğine’ ters düşüyor olması da, sanat sinemasına verilen önemden taviz verilmeyeceği mesajını taşıyor olabilir. Woody Allen, George Miller ve Barbet Schroeder’in son filmlerinin yarışma dışı programlanması da, festivalin yıllardır sadık kaldığı usta yönetmenleri sevgi ve saygıyla izliyor olmasının yeni bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Ne Altın Palmiye yarışında, ne de “Belirli Bir Bakış” yan bölümünde şimdilik (önümüzdeki haftalarda yaklaşık on film daha listelere alınacak) Türk sinemasından bir örnek yok ama, Kısa Film Altın Palmiye yarışına katılacak 9 film arasında Ziya Demirel imzalı “Salı”nın bulunması genç Türk sinemasına yönelik umutları tazeliyor. Bu arada, Rezan Yeşilbaş’ın, 2012’de, “Sessiz” ile kısa film dalında Altın Palmiye kazandığını da anımsayalım. Önümüzdeki haftalarda, Coen kardeşlerin başkanlık görevini üstlendikleri ana jüri üyelerinin, resmi programa seçilen yeni filmlerin ve bağımsız yan bölüm seçkilerinin açıklanmasıyla, 13 24 Mayıs tarihleri arasında Cannes’da izlenecek filmlerin listeleri tamamlanmış olacak. l PARİS ‘Başı Dik’ 16 film açıklandı Cannes’da yarışacak kısalar belli oldu Mayıs’ta başlayacak Cannes Film Festivali’nde yarışacak 10 kısa film belli oldu. Türkiye’den Ziya Demirel’in yönetmenliğini yaptığı “Salı” yarışacak filmler arasında yer alıyor. 100 ülkeden 4 bin 550 filmin başvurduğu yarışmaya katılan filmler ise şöyle: Ely Dagher (Waves ‘98), Shane Danielsen (The Guests), Celine Devaux (Le Repas Dominical), Ziya Demirel (Salı), Dan Hodgson (Love Is Blind), Basil Khalil (Ave Maria), Jan Roosens, Raf Roosens (Copain), Eva Riley (Patriot), lair Said (Present Imperfect). l Kültür Servisi 13 NSA ile işbirliğindeki Google, Facebook, Twitter, Yahoo, Hot Mail, vb. gibi izlemeyidinlemeyi mümkün kılan devasa komünikasyon şirketlerinin de, kuşkusuz özgürlükle eşdeğer özel yaşam hakkına hiç saygı göstermediğine pek ilişmeyen film, sonuçta o malum ulusal güvenlik bahanesiyle özel yaşam mahremiyetini paspas gibi çiğneyen, paranoyak bir ABD hükümeti portresi çiziyor ki breh breh. Demokrasi adına Amerikan halkını, onlar için ve onlara karşı neler yapıldığına dair bilgilendirmek amacıyla hareket etmesinin sonucunda geçici Rus sığınDinlememası altında izlemeMoskova’da yaşamak zofişleme “Citizenfour”, runda kalan, ideSteven bence alist kahraman Soderbergh’in uySnowden’in bu ifşabugünün gulayıcı yapımcıatları, ABD anayasası, güvenliği açıdünyasında sını bile iplemeyen sından ABD’den soluk alıp Obama hükümetini Almanya’yazora soktuysa da soveren Berlin’e taşınan nunda her şey yetbelgeselcigazeteherkesin kililerce kitabına ci Laura Poitras’ın izlemesi uyduruldu yine. da yönetmeni olTıpkı gerilim doduğu film, ABD hü gereken, zu yüksek bir John kümetinin ötedenbeylik deyişle Le Carre romanınberi zorbaca sürekaçırılmayacak dan fırlamış bir kagelen yasadışı dinrakter gibi kendilemeizlemefişlebir belgesel ni oynayan, alabilme faaliyetlerinin, baştan diğine soğukkanartık baba Georlı ve sempatik muge Orwell’in demir belirtmek halif Ed Snowden’ın baş kitabı ‘1984’tegerekirse. deneyimli aktörleri ki gibi sadece bihiç aratmayan perlimkurgu romanlaformansıyla sürükrına, distopik eserlere özgü bir lediği, yine olaya karışmış gazedurum değil günümüzün artık teci Glenn Greenwald, Jacop Apnerdeyse kanıksanıp sırdadanlaştırılan, ürkünç bir gerçeği ol pelbaum ve emekli istihbaratçıfelçli itirafçı William Binney giduğunu vurguluyor özetle. bi yan oyuncuların da kendileEskiden komplo teorisi girini başarıyla canlandırdıkları, bi gelen konusu artık Snowden yönetmen Laura Poitras’ın açıkolayı sonrasında kabullenilen, lamalı diyaloglarla bezeli, bütüürkütücü bir gerçek bu. nüyle gerçeklere dayanan, ger2013’ün ocak ayında, Citigin bir kurmaca örgüsüne de zenfour kodunu kullanan Edward Snowden’den, hukuku as sahip, işlek anlatımıyla sürükleyici kıldığı, Oscar amca dahil kıya alan NSA’nın özel haya10’dan fazla büyük ödül kazantın gizliliğini resmen ihlal edemış bu “Citizenfour”, belgesel rek yasadışı dinlemeizlemetüründe yeni bir kilometre taler yaptığını kanıtlayacak belşı olabilir, tıpkı Orson Welles’in gelere sahip olduğunu bildiren, anaakım sinemada, 75 yıl kadar şifreli epostalar alan yönetönce sinema dilini yenileyen men Laura Poitras, Snowden’le Hong Kong’daki bir otel odasın “Citizen Kane” başyapıtı gibi. Sonuçta festival kataloğunda da gizlice buluşuyor, The Guarbelirtildiği gibi, cep telefonudian gazetesi muhabiri Glenn nuz, epostanız, kredi kartınızGreenwald’la (ve kamerasıyla) la ilgili düşüncelerinizi , hatbirlikte tabii. ta dünyaya bakışınızı bile deAilesiyle sevdiği kadını bu tehlikeli sürece dahil etmeğiştirebilecek nitelikte, sıra dıyip hayatını fedakârca tehlikeşı, görülesi bir belgesel bu “Ciye atıp, 11 Eylül paranoyasıntizenfour”. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear