20 Mayıs 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 12 Nisan 2015 EDİTÖR: MİNE ESEN TASARIM: BETÜL BERİŞE pazar yazıları 21 ‘Çalışmayana ekmek yok’ STUTTGART AHMET ARPAD Baku, şairler kenti... 1 822 Mart tarihindeki Baku yolculuğumun izlenimlerini gazetemiz için yazmayı tasarladığımda, zihnimde birden, sanki bir el onları oraya koymuşçasına “Azerbaycan Azerbaycan” sözcükleri çınladı... Nereden, hangi zamandan anımsıyordum bu şarkı ya da şiir dizesini, bu sözcük tekrarını. Bilinçaltımızın bizim bildiğimiz kişiliğimizden bağımsız bir yanı olduğundan kuşku yok.... Hiçbir şey unutulmuyor, gerilere çekilip gizleniyor sadece. Sonra vakti geldiğinde belleğin ya da bilinç altının sislerinden sıyrılıp çıkıyor aydınlığa. Bu kez de öyle oldu... Ayrıntıları anımsamama yardım etmesi için internete başvurduğumda, çağdaş Azerbaycan şiirinin en büyüklerinden Samed Vurgun’un ünlü şiiri sayısız sitede çıkıverdi karşıma. Öyleyse Baku izlenimlerimi yazmaya, sekiz heceli dizelerle yazılmış bu uzun BAku ATAOL BEHRAMOĞLU Baku 1. Uluslararası Şiir Buluşması katılımcıları bir arada. İlk yolculuklarımdan anılar 1 970 yılında Stuttgart istasyonunda trenden indiğinde elinde tahta bir bavul, cebinde de biraz para vardı. Fakat istekliydi, yetenekliydi ve çalışkandı. Onu bekleyen gizem dolu zor yaşamın üstesinden geleceğini biliyordu. Deneyimliydi, diplomalıydı ve İstanbul Hilton’dan bonservisliydi. Bundan 45 yıl önce Stuttgart’a ayak basan genç Burhan korkusuzdu. Henüz 16 yaşında Kastamonu’dan İstanbul’a geldiğinde tek amacı aşçı olmaktı. Ağabeyi Küçük Bebek’te lokanta işletiyordu. Fakat Burhan “akraba yanında çalışılmaz” deyip orada işe başlamaz. Çalışkanlığı, yeteneği ve güleryüzü ile kendi yolunu çizer. Yanında başka aşçılarla villalardaki zengin davetlerinde mutfaktan çıkmaz. Maçka Palas’ta, Bostancı’nın köşklerinde varlıklılara yemek pişirir. Bir zaman sonra Suat Hayri Ürgüplü’nün yanına girer. Yeşilyurt’taki villasında patronunun misafirlerine yeteneğini kanıtlar. Suat Hayri Bey Ankara’da senato oturumlarına gittiği günlerde tek başına Yeşilyurt’un keyfini çıkarır. Sonra aşçılık diploması, Hilton yılları ve birilerinin aracılığı ile geldiği Almanya... ve dokunaklı şiirin, Azerbaycan sözcüğünün art arda iki kez tekrarlandığı ikinci kıtasıyla, hem de özgün Azeri Türkçesi ve alfabesini koruyarak başlayayım: El bilir ki sen menimsen Yurdum yuvam meskenimsen Anam, doğma vetenimsen Ayrılarmı könül candan? Azerbaycan, Azerbaycan! Samed Vurgun’un Türkiye Türkçesine uyarlanmış bir şiir kitabı var mı, bilmiyorum. Buna karşılık yine internette, hakkında yapılmış ilginç incelemelerle karşılaştım. Samed Vurgun’un şiirleri, iyi kullanıldığında hece ölçüsüyle de çok iyi çağdaş şiirler yazılabileceğinin; dahası, Türkçe yaşadık Azerbaycan’a ilk yolculuğum 1970’li yılların başlarında, o sırada Moskova Devlet Üniversitesi’nde lisans üstü bir çalışma yaptığım Rusya’dandır. Bu ilk yolculuğumun izlenimlerini “ülkelerizlenimler” başlığı altında topladığım kısa şiirlerde dile getirmiştim. Gerçek miydi kurmaca mı şimdi tam anımsamıyorum ama, bu şiirlerden Azerbaycan’a ilişkin olanların ilki şöyleydi: ça bu hece ölçülerinin de gündemden hiçbir zaman bütünüyle kalkmayacağının kanıtıdır. 19061956 yılları arasında yaşamış bu çağdaş Azerbaycan şairi, A.S. Puşkin’in başyapıtı Yevgeni Onegin’in Azerbaycan Türkçesine çevirmeni ve benim sevgili arkadaşım Vagif Samedoğlu’nun, babasından hiç de daha az değerli olmayan bu zekâ ve duygu adamı şairin babası olarak da benim için ayrıca önemlidir. “Uçak şimdi Düşüyor” Dedi yanımdaki. Düşmenin bilmesem İnmek olduğunu Azericede Herhalde o saat Yüreğime inerdi. Sözünü ettiğim geçen ayki Baku yolculuğu 1. Uluslararası Şiir Buluşması’na katılmak içindi. Bu buluşma sırasında başka Azerbaycan şiirlerimin yanı sıra yukarıdakini de okudum, fakat sanırım bu dil şakası tam anlaşılamadı. Çünkü Azerbaycan Türkçesinde “yüreğe inmek” deyimi sanırım bulunmuyor. Buna karşılık, kimi konuşmalarda Azeri arkadaşların “düşmek” yerine “inmek” sözcüğünü kullanmaya özen gösterdiklerini gözlemledim. Şairlerin heykelleri Stuttgart’ın değişik lokantalarında Alman mutfağını öğrenir. “Çalışmayana ekmek yok” deyip girdiği her yerde kendini sevdirir. Ve sonunda yöresel mutfağı yeğler. 1990’lı yılların başında Burhan Stuttgart’ın merkezinde kendi işini kurar. Küçük lokantasının adı kısa sürede duyulur. Masalar hiç boş kalmaz. Almanlar, önce biraz kötümser olsalar da kısa süre sonra bir Türk’ün pişirdiği Alman yemeklerinin tadına doyamazlar. Burhan işini geliştirir. Taşındığı yeni yer diğerinin üç katı büyüklüğündedir. Burası da dolup dolup boşalır. Bugün Almanya’da resmi verilere göre tam 274 “yıldızlı lokanta” var. Çoğu kendi buluşları olan ‘modern’ yemekleri zengin müşterilerine sunuyor. Yöresel mutfağın temsilcileri ise gittikçe azalıyor, gerçek Alman mutfağı yok oluyor. İşte Kastamonulu aşçı Burhan’ın başarısının gizemi, bu boşluğu doldurmak. Birkaç yıl önce yine kent merkezine döndü, büyük bir Alman lokantasını devraldı. Stuttgart’ta ağzının tadını bilenler yine Burhan’a gidiyor. Öğle akşam masalar dolu. Haftanın hangi günü giderseniz gidin, rezervasyonsuz yer bulmanız güç. Ünlüler müşterileri. Ağzının tadını bilen politikacısı, sanatçısı, futbolcusu en iyi yöresel yemeği pişiren Türk’e gidiyor. Alman medyası da onu çoktan keşfetti. Gazeteciler, televizyoncular, radyocular sık sık uğruyor lokantasına. Porsiyonlar büyük olsa da hafif, sindirimleri kolay. Et yemekleri az yağlı, yanında bol sebze. Hele bir patates salatası var ki, yeme de yanında yat! Şu sıralar Burhan lokantasını kendi gibi aşçı olan oğlu Fuat’a bırakıyor. Bu “devir teslim süreci” yavaş yavaş gerçekleşiyor. Yemeklerin tadında hiç değişme yok. Hâlâ 20 yıl önceki gibi leziz. Devamlı müşterilerine yenileri katılıyor. O ise artık mutfağa daha az giriyor. Oğluna öneriler veriyor, yapılanlara uzaktan bakıyor. Tanışlarını kapıda karşılıyor. Masalarına oturup çene çalarken bir gözü mutfakla serviste! Bana kalırsa, uzun yıllardır tanıştığım Burhan, geleneksel Alman mutfağını kurtardığı için madalya vermeleri gereken birisi! Artık daha sık gidiyor Türkiye’ye dinlenceye. Kimi zaman birlikte uçuyoruz Dalaman’a. O taksiden Marmaris’te iniyor, ben devam ediyorum yoluma. Datça’ya!.. www.ahmetarpad.de Yöresel mutfağa yöneliş Tenten şimdi de çizgiopera oluyor rüksel’in ruhunun ayrılmaz bir parçasıdır çizgi roman. Kent duvarlarını süsleyen çizgi roman kahramanları Brüksel’in çizgi roman başkenti olduğunu sessizce haykırır. Tüm kahramanlar arasında Tenten’in ayrıcalıklı yerini fark etmemek mümkün değildir. Kentin farklı mekanlarındaki Tenten heykelleri ya da duvarlardaki çizgi roman kesitleri bunun kanıtıdır. Hergé (Georges Remi) tarafından 1929 yılında yaratıldıktan sonra 70’ten fazla farklı dile çevrilen ve çizgiroman albümleri 200 milyondan fazla satan Belçikalı çizgi roman kahramanı gazeteci Tenten sadece çizgi romanlarda kalmıyor, farklı sanat dallarında değişik şekillerde karşımıza çıkıyor. Tişörtlerde, hediyelik eşyalarda, posta pullarında ya da madeni paralarda Tenten’e rastlamanız, video oyunlarında Tenten’i karşınızda bulmanız mümkün. Sinemada ve televizyonda film ve çizgi film olarak beyazperdeye ya da ekrana yansır Tenten. Son olarak 2011 yılında Steven Spielberg’in yönettiği “Tenten’in Maceraları” gerçek oyuncularla dijital ortamda çekilmiş ve Motion B BRükSEl ERDİNÇ UTKU capture ve CGI yöntemleriyle üç boyutlu olarak anime film haline getirilmişti. Tenten’in Belçika ve İngiltere’de tiyatro oyunları ve müzikalleri de yapıldı. Hatta 1941 yılında Tenten çizeri Hergé, mizah yazarı Jacques Van Melkebeke ile birlikte “Tintin aux Indes : Le Mystère du diamant bleu” (Tenten Hindistan’da: Mavi elmasın sırrı) adlı 3 perdelik tiyatro oyununu yazdı. Orijinal metne sadık Opéra Pour Tous (Herkes İçin Opera ) adlı kültür derneği, açık hava opera performanslarının 20. yılını Tenten çizgi romanlarından uyarlanan Les Bijoux de la Castafiore (Castafiore Mücehverleri) adlı opera ile kutlayacak. Eserin Mozart, Rossini, Offenbach, Puccini, Gounod ve Verdi müzikleri ve Hergé çizgi romanlarındaki metinlerle oluşan komik bir çizgiopera olacağı belirtildi. Belçikalı şarkıcı Amani Devos Tenten’i, soprano Hélène Bernardy ise Bianca Castafiore’u oynayacak. Kaptan Haddock ise komedilerde oynayan Mic hel de Warzée tarafından canlandırılacak. Çizgi romanı operaya dönüştüren ve operayı yönetecek olan François de Carpentries “Çizgi roman albümüne mümkün olduğu kadar sadık kalmak istiyoruz. Çizgi romandaki diyalogları opera diyaloglarına uyarladık ama operada Tenten’in aslını olduğu gibi yansıtmak için çaba harcıyoruz. Castafiore Mücehverleri, Tenten albümleri arasında bu işe en uygun olanı” şeklinde konuşuyor. Planlanan 8 opera gösterisi 17 ve 27 Eylül’de tarihi miras olarak koruma altına alınan Terhulpen Şatosu bahçesinde gerçekleştirilecek. Tenten maceralarında yer alan opera sanatçısı Bianca Castafiore, aptallığı ile komik, kaprisli, dalgın, geveze, sesinin tiz ve itici bir şekilde yüksek olduğunun farkında olmayan kilolu bir kahraman. Kaptan Haddock bayan Castafiore’yi ve şarkılarını itici bulmasına rağmen o nereye gitse karşısına çıkıyor. Bu katlanılamaz derecede kulak tırmalayıcı şarkıcı, Spielberg’in son Tenten filminde de boy göstermişti. Bakalım sahnede beyaz perdedeki kadar başarılı olabilecek mi? [email protected] Baku’ya yolculuklarımdan ilkinde mevsim bahardı ve çevremdeki doğal yeşillik, serin ve parlak hava, çocukluğumun Kars’ındaki gibiydi. Sonra bir heykeller kenti olduğunu fark ettim Baku’nün ve bu heykellerin neredeyse hepsinin de şair heykelleri olduğunu. Beni en çok etkileyenler ise yine o izlenim şiirlerimden birinde yazdığım gibi, çevresinde çocuklar bağrışıp çağrışarak oynarlarken Doğulu sükunetini bozmaksızın bir kayada oturan “koca Sabir”inki ve kadın şair Natevan’ınkiydi... 18321897 yıllarında yaşayıp 19. yy. Azerbaycanı’nın sanat ve kültür yaşamında derin izler bırakmış olan, o yüzyılın Fuzuli okulunun en seçkin temsilcisi sayılan, şiirlerinden yapılan bazı besteler klasik Azerbaycan musikisinin en güzel örnekleri arasında yer alan Hurşidbanu Natevan için bir de şiir çırpıştırmıştım zarif heykelin bende uyandırdığı izlenimlerle... “Natevan Anıtına” başlıklı bu küçük izlenim şiirini de alıyorum buraya: Tam ortasında bir kentin Bir kadın şairin anıtı varsa Ve çocuk elleri Akılla alnıyla Dünya güzeliyse bu kadın Sırf onun şerefine bir gün Körkütük sarhoş olmaz da Ne yaparsın Belleğim yanıltmıyorsa beni, şiirde dediğimi yapmıştım gerçekten... Natevan anıtı yerli yerinde duruyor. Sözünü ettiğim ilk yolculuklar sırasında cep telefonu icat edilmemişti henüz ve fotoğraf makinesi kullanmayı da oldum olası beceremedim. Fakat bu kez cep telefonlarıyla birkaç fotoğrafını çektik Natevan heykelinin. HAFTAYA: NEVRUZ VE SU BAYRAMININ BULUŞTUĞU ŞİİR FESTİVALİ Oğluna devrediyor Hoşgörüsüzlükten kaçarken azeteler adının Hande Ö. olduğunu yazdı. Öldürüldüğüne ilişkin çeşitli haberlerde Hande Ö’den bahsedilirken “kadın, erkek, kişi, trans erkek” kelimeleri kullanıldı. Kiminde ise “fahişelik, kurban ve mülteci” de eklenerek... Hande Ö. Samsun’da doğmuş, İzmir’de büyümüş. Zamanla erkek değil, kadın olduğunu hissetmeye başlamış ve uzun yıllar bunu saklamaya çalışmış. İzmir’de muhasebeci olarak çalışmış. Cinsel tercihi doğrultusunda ameliyat olmuş, sonrasında bir kadın olarak yaşamaya başlamış... Aslında yaşam mücadelesi vermiş demek daha doğru... Başta ailesi, akrabaları olmak üzere sosyal çevresi Hande’yi dışlamış. Bununla da kalmamış Hande’ye zor kullanmışlar. İşsiz kalmış... Geçimini sağlayabilmek için de vücudunu satmaya başlamış. Daha sonra ise çocukluktan başlayan kaçışlar, horlanmalar, dövülmeler, kovulmalara son verebilmek için toleranslı olabileceğini düşündüğü Avusturya’ya G kaçmış, gelmiş. 2014 yılının temmuz ayında gelKADİM ÜLKER diği Avusturya’da hemen mülteci başvurusu yapmış. Bir müddet Aşağı Avusturya’nın Traiskirchen kasabasında bulunan mültecilere ayrılmış kampta kalmış. Mültecilerin yoğunluğundan dolayı kasabalıların hiç de hoşgörülü olmadığını kısa sürede fark eden 35 yaşlarındaki Hande başkent Viyana demiş. Hani şu operanın, klasik müziğin ve rahat yaşamın başkenti sayılan Viyana... Burası parası ve işi olana yaşamak için bulunmaz bir kenttir. Olmayana ise iş, aş, ev aslanın ağzındadır. Çalışma izni bile olmayan özellikle iltica başvurusu kabul edilmemişlerin işi zordan da ötedir. Oysa Hande Viyana’ya geldiğinde şansı yaver gider. Eşcinsel yardım derneği elini uzatır ve Viyana’da Türklerin yoğun olarak ikamet ettikleri mahalle Ottakring’de bir ev bulunur. Viyana’da en küçük evin aylık kirası mahallesine ve konumuna göre 500 Avro’dan başlar. Hande’ye mülte VİYANA cilerin zorunlu ihtiyaçları için 200 Avro ve buna ek olarak da 120 Avro kira yardımı ödenecektir. Bu para 2013 araştırmalarına göre tek başına yaşayanlar için yoksulluk sınırı olan 1100 Avro’nun çok altındadır. 320 Avro ile geçinemeyecek olan Hande’nin yaşamını sürdürebilmesi için ek gelire ihtiyacı vardır. Bu kazancı sağlayabilmesi için kaçak ya sezonluk işlerde ya da en ağır, kötü şartlarda en düşük ücret ile çalışması gerekmektedir. Bunların dışında kimileri için bir başka seçenek ise vücudunu satmaktır. O da öyle yapar, yabancıları evine getirir... İki hafta kadar Hande ortalıkta görünmez. Hande’nin arkadaşlarından biri polise haber verir. Polis Ottakring’deki eve girer ve onu elleri arkadan bağlı yatakta cansız halde bulur. Uzmanlara göre boğularak öldürülmüştür. Hande’nin trajik yaşam öyküsüne Avusturya ulusal medyası geniş yer verdi. Haberin objesi Türk Nefret söylemleri olur da gazetelerin internet sayfalarında yorumlar rekor kırmaz mı... Kimilerinde, Hande’nin daha hoşgörülü diyerek sığındığı ülkenin insanları üzüntülerini dile getirip, olayı yererken kimilerinde ise “su testisi su yolunda kırılır” diyen, “Avusturyalı ev bulamazken, eşcinsel birine ev bulunmasına” tepki gösteren nefret söylemleri dikkat çekiyordu. Cinayetten bir ay sonra ise Hande’nin katilinin yakalandığı haberleri basına yansıdı. Katil 32 yaşında bir Sırp’tı, cinayeti parasızlıktan dolayı işlediğini söylüyordu. Hande’nin Türkiye’den hoşgörüye kaçtığı ülkedeki yaşamı Temmuz 2014’ten Ocak 2015’e kadar sürdü. Hoşgörüsüzlükten dolayı doğduğu, büyüdüğü ve kaçtığı ülkeye cenazesi döndü. Geride elinde fotoğraflarıyla gözü yaşlı arkadaşı Kübra kaldı. Kübra, gazetecilere cesedinin bile nerede toprağa verildiğine dair bilginin olmadığı arkadaşı Hande’nin “hayatı ne kadar da çok sevdiğini” hüzünle anlatıyordu... [email protected] C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear