11 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
6 MART 2015 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 YAŞAR KEMAL’İN 15 ŞUBAT 1960’TA CUMHURİYET’TE ÇIKAN ‘NEDEN GELİYORLAR’ RÖPORTAJINI YENİDEN YAYIMLIYORUZ Ölümden kaçan adam İstanbul şehrinde nerede küçük bir açıklık görürsen orası, iş bekliyenlerle dolu. İstanbul ağzına kadar, iş beklemenin kederinde, iş bulmuşun sevincinde insanlarla dolu Geldim buraya, şuna bak, ev mi bu? Ben köyde böyle yere bizim eşeği bile sokmazdım. Köyün telli kavakları gözümün önünden gitmiyor. Köyüm burnuma burcu burcu tütüyor. Hasretlikten ölmüşüm. Ama köye bir daha geri gidemem. Aaaah kardaş, çaresiz, bu derdin dermanı yok, gidemem.” “ Nedir bu büyük derdin? Adam mı öldürdün? Kan davası mı?” “ Söyliyemem.. Söylersem gülersin. Herkes de güldü. Bizim memleket gurbetçi memleketi. Avradına darılır Karısı sabırsız: “ Ne uzatıp durursun. Söyle kardaşa kı, bak bakalım gülecek mi? Akıllı adam bizim başımıza gelene, güler mi?” “ Kardaşım,” dedi, “uzun sözün kısası, ben evleneli otuz yıl olur. Otuz yıldır ne kadar çocuğum doğduysa öldü. On bir, on iki çocuğum doğdu doğdu öldü.” Kızı gösterdi: “İşte bu kız doğunca, avrada dedim ki, haydi avrat, dedim, biz de gurbete gidelim. Bize çocuk vermiyen bu yurdu neyliyelim. Varalım gidelim, belki şu kızcağızı kurtarırız. İşte yedisine geldi. Çok şükür kurtuldu. Tosun gibi... Köyde üç yüz dönüm tarlam yatar, işte bu sebepten köye gidemem. Gidemem kardaş, gidemem..” Kadın öfkeyle: “ Gitmemizin de bir gerekliği “ Ben hiç bir zaman mekân tutamam. Bir ay sonra da.. ver elini.. gene gurbet. Gurbeteldir bizim vatanımız.” Bir hoş ihtiyar bu. Bir hafta on gün, bunun ilden il’e dolaşışının sebebini bulayım, dedim. Bir türlü çözemedim. Adı Osman Uzunyatmaz. Kendi kendine taktığı adı, mekânsız. Ahpaplığı ilerlettikçe, sözü derinleştirdikçe, adam usul usul kendini vermeğe başladı. Bir gün birdenbire : “ Ben gurbeti sevmem,” dedi. “Gurbet batsın. Yerin dibine batsın gurbetel. Beni kocaltan gurbet. Gurbet olmasa ben daha onbeşinde gibi olurdum. Bir gurbet batsın, bir de .. bir de ölüm..” Ölümden müthiş korkuyordu. Her işinin, sözünün başı ölümdü. Durup durup en olmıyacak bir yerde, ölümden söz açıyor: “Demek hep öleceğiz. Hiç birimiz, hiç birimiz kalmıyacak. Yüz yıl sonra şu yaşıyanlardan hiç birisi kalmıyacak. Vay anam vay! Hiç hiç bir mahlükat kalmıyacak. Yok olacak. Dayanılır mı?” diyordu. Osman Uzunyatmazın derdini sezinler gibi olmuştum. Azıcık çözer gibi. Bir sabah eve damladı; gülerek: “ Mekânsız Osman gidiyor,” dedi. “Sağlıcakla kal. Kimbilir nerede kalır ölümüz!” Güneye, Urfa’ya gidiyorlardı. Onları Haydarpaşadan uğurladım. Karısı küçücük, tatlı tatlı bakan, buruşuk, tertemiz, hep “kurban olayım” diyen, bir yaşlıydı. Gülerken, arada da bir öfkeleniyordu. Biz Uzunyatmazla konuşurken, (gene ölümkalım konuşuyorduk) sözümüzü kesti: “ Oğul, bu adam deli,” dedi. “Bu ölümden, Ezrailden kaçar. Sanki Urfada ölüm onu bulamıyacakmış gibi. Vallahi, bu delinin aklındaki, yaşlandı yaşlanalı, hep bu.. Kaçar kaçar kaçar.. Sanki kaçınca onu ölüm bulamıyacakmış gibi. Kaçsın bakalım. Güldüğüne bakma. Vallahi ölümden kaçıyor. Deli bu.” Anadolu Ekspresine bindirdiğimde Osman Uzunyatmazın yüzü sevinç içindeydi. Gülüyordu. Kimbilir daha kaç gün gülecek? Sonra, sonra Urfada ölüm korkusuna düşüp, gene böyle gülerek başka bir şehire göç edecekti. (Yaşar Kemal, Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, Yapı Kredi Yayınları) NOT: Yazının aslına uygun kalındığından yazım yanlışları vardır. Haziran Sıcağı Kaptan, “Satırlarınızı sayın artık” dedi, “hem puntolar küçülmesin, hem habere yer kalsın.” Haklıdır. Zaten şu gökyüzünün altında söylenecek fazla söz de kalmadı aslında. Kalmışsa da onu bulup çıkarmak uzmanına yakışmaz mı? Ama köşe yazarlığı denilen “iş” de yine kaptanın dediği gibi tuhaf bir iştir. Yazanla okuyan arasında verimli bir alışveriştir; kimi zaman alıcı kim, satıcı kim hiç belli olmaz. HHH Tamam, “kısa yazın” dedi kaptan. Kısası şu; “binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete” diyenlerin sayısında hızlı bir yükseliş var. Karamsarlık bu satırların yazarı da dahil pek çok ihtiyarı sarmış durumda. Oysa ihtiyarlıktan sıyrılıp yaş almanın gençliğe, delikanlılığa engel olmaması gerektiğini kabul etmek bize daha çok yakışmaz mı? HHH Umutsuzluğumuzun kaynağı yenilgilerden yanlış sonuçlar çıkarmamızdır bana sorarsanız. Siyaset sahnesindeki bölünmeleri kendimize dert etmekten vazgeçmedikçe de yukarı doğru tırmanmak zordur. İşte Haziran Hareketi’nin seçimlerle ilgili açıklamasını düzden okuyan da, tersten okuyan da “eyvah” demekten kendini alamıyor. Peki, ne olmuş? Haziran Hareketi’nden CHP ya da HDP için bir destek çıkmamış. Peki, ama sevgili arkadaşlar, kardeşler, yoldaşlar, Gezi’nin izinden gidenler, farklı siyasi eğilimlerin dürüst temsilcileri, Gezi size hedefi mi gösterdi, yolu mu? “Engebelidir hedefe giden yollar” da demiştir belki. HHH Haziran Hareketi yani Hazirancılar siyasi partilerden gelen “bana mecbursunuz, durum böyle gerektiriyor” tuhaflığına evet demediler? Peki neye, kime evet diyecekler; kısası seçime giden yolda ne yapacaklar? Her şeyden önce Türkiye’nin zorbalığa teslim olmasına hayır diyecekler. Bunu yapmanın yollarını arayacak, “bize mecbursunuz” diyen olursa, sokağın hiçbir şeye mecbur olmadığını, kendi gündemi, kendi hedefleri, zamanı ve eylemi olduğunu gösterecekler. HHH Sokak en büyük partidir. İlk hedefle son hedefin diyalektiğini iyi kuran da sokağı kazanır. Sokağı kazanan seçimi kazanamasa da geleceği kazanır. Daha zaman var ve siyasi partiler şantaj yapmayı bırakıp işe girişseler iyi olur. Peki, sokak bu kadar büyükse neden hep yeniliyor? Sokak büyüktür ama daha sermaye siyasetçilerinin, dinle iş görenlerin oyunlarıyla baş edebilecek kadar “akıl baliğ” olmadı, olamadık; peki, olacağımız kesindir ama. HHH “Ne zaman?” diyenlere “bu seçimde ne olacak?” diyenlere halkın umut bağladığı partilerin Gezi romantizmini bırakıp yüzlerini Gezi’ye, yani sokağa dönmelerine, onun ne istediğine, ne dediğine bakmalarına bağlı olduğunu söylemekten başka ne yapabiliriz. “Seçimlerden umutlu musun” diye soruyor bir okurum. AKP’nin gideceğini umuyorum; nasıl gideceğini bilmiyorum; dışarıya değil içeriye bakıyorum. HHH Kaptan “kısa yazın” dedi. Kısa kesiyorum, telgraf çekiyorum, sokak diyorum, ne varsa sokakta diyorum. Partilere bunu iyi düşünmelerini salık veriyorum. Ötekilere de Yaşar Kemal’den selam ediyor; “zulmünüz artsın...” diyorum. Taksim Alanı, Çemberlitaşın dibindeki yer, Nuruosmaniye Camiinin avlusu, Mecidiyeköyün alanı, Levent, Kadıköy, Kuştepe, Esentepe, Gültepe, Yandımtepe, yüzlerce tepe, u Beş kişiydiler. Ellerinde çekiçleri, taşları boş yerler, sabahçı kahveleri, makırıp, kaldırım döşüyorlardı. Sağ başta çalışan halle arasındaki gurbetçi kahveleri insanlarla, iş bekliyenlerle doadamın yanında 78 yaşlarında bir kız çocuğu lu. İstanbul şehrinde nerede küçük duruyordu. Bir hafta her gün oradan birkaç kere bir açıklık görürsen orası, iş bekligeldim geçtim. Yolumun üstüydü de ondan. Kız yenlerle dolu. İstanbul ağzıçocuğu hep orada, o adamın yanında dikilmiş na kadar, iş beklemenin kederinde, iş bulmuşun sevinduruyor, adamın ellerine bakıyordu. cinde insanlarla dolu. Yani gurbetçilerle, gurbet kuşlariyle dolu. Yurdundan yuvasından, ana toprağının kıracından ayrılmışlarla dolu. Memnunlar, memnun olmıyanlarla dolu. Kimisinin dumanı başından tütüyor hasretten. Kimisi, çok şükür kurtulduk, diyor. Kimisi, yağmurdan kaçarken doluya tutulduk, diyor.. ‘Gurbet batsın’ Hürriyet Tepesi’nde bir göz ev... Köylerden şehre akının bir tek sebebi yok. Türlü türlüsü var. Çoğunluk tabii sosyal sebepten gelmiş. Bazısı da, kişisel yönden. Bunlardan ikisini size anlatayım: Beş kişiydiler. Ellerinde çekiçleri, taşları kırıp, kaldırım döşüyorlardı. Sağ başta çalışan adamın yanında 78 yaşlarında bir kız çocuğu duruyordu. Bir hafta her gün oradan birkaç kere geldim geçtim. Yolumun üstüydü de ondan. Kız çocuğu hep orada, o adamın yanında dikilmiş duruyor, adamın ellerine bakıyordu. Karda, kışta, kıyamette kız çocuğunun işi ne? Belki anası yoktur. Belki de evleri yok. Adama yaklaştım. Konuştuk. Ahpaplığımız ilerledi. Beni evine götürdü. Hürriyet Tepesinde bir gözcük, tahtalardan yapılmış bir gecekondu. Karısını tanıdım. Ellisinde ya, doksanında gösteriyor. Adamın adı Ömer Budaklı. Çorum köylüklerinden. “ Sen de mi tarlasızlıktan, geçim darlığından düştün gurbete?” Güldü: “ Herkes öyle ama, ben değil.” “ Neden sen değil?” “Benim memlekette üç yüz dönüm tarlam var. Üstelik de sulak. Her dönümü bir kan öder. İneklerim, atlarım da vardı. Rahatım da yerindeydi. Bana da köyde Budaklı Ömer Ağa derlerdi. Bir de damım vardı. Allah seni inandırsın tam dört göz, beş pencereli. Bir de kavaklığım vardı. Bizim memleket gurbetçi memleketi. Bizim köyden çokluk çalışmağa, memleketin her yanına giderler. Adanadan tut da İstanbula kadar. Ama bizim sülâle, ne babam, ne de babamın babası köyden dışarı bir adım atmamış. Ben de atmazdım ya... gurbete çıkar da kimse gülmez. Ben gurbete çıkarım da herkes güler.” ‘Gülsünler’... Karısı söze karıştı. Hınçla: “ Gülsünler,” dedi. “Gülecek ne varmış ki... Açık bir yerimizi mi görmüşler ki gülüyorlar. Oh olsun düşmanlara, gözü yemezlere, gülsünler. Onlar gelir burada aç kalırlar. Kira verirler. sen ayda üç yüz lira kazanırsın ağa gibi, bir de evin var paşa gibi, gülsünler varsınlar. Onlar gelirler aç aç sürünürler, para kazanamadan arkalarına baka baka geri giderler de, avratları da aç kalır... Gülsünler. Deli desinler de sana gülsünler. Allah gül kızımı bana bağışladı ya, gülsünler. Söyle efendi kardaşa da, bakalım güler mi?” Ömer Budaklı başladı anlatmağa. Çabuk çabuk, sözlerin yarısını yutarak, heyecanlanarak söylüyor: “ Bak kardaş, hiç gülme benim üstüme. Allahını seversen bana deli deme. Herkes deli dedi de.. Bak kardaş, benim işim çok ibretli bir iş. Başına gelmiyen bilmez..” u İstanbul gurbetçilerle, gurbet kuşlariyle dolu. Yurdundan yuvasından, ana toprağının kıracından ayrılmışlarla dolu. Memnunlar, memnun olmıyanlarla dolu. Kimisinin dumanı başından tütüyor hasretten. Kimisi, çok şükür kurtulduk, diyor. Kimisi, yağmurdan kaçarken doluya tutulduk, diyor.. yok. İstanbul iyi,” dedi. “Bana kızımı veren, evliyası güzel İstanbul. Doktoru güzel İstanbul!” Adam boynunu büktü: “ Gidemem kardaş, gidemem.” dedi. HHH Yaş yetmişten yukarı. Memleket Eğin. Köyü çok kayalık. Doğduğundan bu yana gurbetçi. Türlü mesleği var. Sarraçlıktan tut da hallaçlığa kadar. Şimdi hallaçlık yapıyor. Canı sıkılınca da soba tamir eder, ayakkabı boyarmış. İşin kötüsü olmaz, diyor. İşin kötüsü, çalışmamak, diyor. Türkiyede hiç bir il komamış gezmedik. “ Neden bir yere yerleşip de mekân tutmadın amca,” diye sordum. “Bak elinde bunca hünerin var.” Başını kaldırdı, ak sakalı ışıladı. Gözlerinin kirpikleri de beyazdı. Gözleri kırışık içindeydi. Yukardan güldü: “ Cümle mahlükatın mekânı var, kurdun mekânı olmaz oğul,” dedi. Gözlerime delercesine gözlerini dikti. “ Olmaz amca,” dedim. “ İşte bu yüzden..” dedi. İri, çok uzun boyluydu. Beli azıcık bükülmüştü. VATAN PARTİSİ GENEL SEKRETERİ ‘JİTEM davası Türk subaylarını hedef alıyor’ Haber Merkezi Vatan Partisi Genel Sekreteri Serhan Bolluk, önceki gün gazetemizde çıkan “JiTEM’in bıçağı korumada” başlıklı haberle ilgili bir açıklama yaptı. Bolluk açıklamasında ‘Albay Hasan Atilla Uğur’un Türkiye’yi bölmek isteyenlerin dün olduğu gibi bugün de hedefi olduğunu’ belirterek özetle şunları kaydetti: “Türk Subaylarını hedef alan bu dava, gizli tanık Aydos’un ve yine gizli tanık Oğuz’un uydurma ifadelerine dayandırılıyor. Gizli Tanık Aydos’un ifadesi 27 Ekim 2008 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde alınmış, 6 yıl bekletildikten sonra uydurma ifadelere yer verilmiştir. Ergenekon Davası, Tuncay Güney ve Osman Yıldırım üzerine kurulurken, ‘Faili Meçhuller Davası’ ise koyun hırsızı olduğu saptanan Gizli Tanığa dayandırılıyor. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, aldığı kovuşturmayı durdurma kararı ise hukuka uygundur. Çünkü, H. Atilla Uğur dönemin en üst kolluk amiri olarak görev yaptığından kovuşturmanın soruşturulması HSYK’nin iznine tabidir. Bu sebeple bu kararın bir ‘koruma’ olarak ifade edilmesi gerçeği çarpıtmaktır.” YARIN: ‘KÖYDE TARLALARIMIZ, KAPIMIZDA SIĞIRIMIZ, VE İSTANBUL’DA KAYIKLARIMIZ VAR’ KADINLAR KONFERANSINI l İnsan Hakları Derneği’nden çağrı SATIR TEHDİDİ İPTAL ETTİRDİ Değişmeyen tek SİNAN TARTANOĞLU ANKARA Çankaya Üniversitesi’nde 9 Mart’ta düzenlenmesi planlanan, avukat Şenal Sarıhan, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gamze Yücesan ve Umut Kuruç’un konuşmacı olarak katılacağı “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konulu konferansın sağ görüşlü öğrencilerin baskısı ile iptal edildiği öğrenildi. Sarıhan, “reis” diye anılan bir öğrencinin üniversitenin kültür işlerine giderek “Bunlar komünisttirler. Bir tanesi Sivas davasının avukatı. Muhakkak olay çıkaracağız. Yumurta atacağız, gerekirse satırla geleceğiz” dediklerini aktardı. Üniversite yönetiminin konferansı “güvenlik gerekçesi ile iptal ettiğini” belirten Sarıhan, “Sivas davasının avukatı olmak bile üniversitelerde komünistlik olarak algılanıyor” diyerek tepki gösterdi. Kadınlar Günü’nde kadın haklarını tartışmanın bile engellendiğini dile getiren Sarıhan, “Rektörlük de güvenlik nedeni ile konferansı iptal ederken, bu öğrencileri disipline vermeleri gerekirdi” dedi. Sarıhan, üniversitelerde bu konunun bile tartışalamadığını belirterek, “Sivas davasının avukatı olmak bile üniversitelerde komünistlik olarak algılanıyor” dedi. şey kadın ölümleri l ANKARA (AA) İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkez Kadın Sekreteri Songül Erol Abdil, kadına yönelik şiddete ilişkin “2014 yılında 296 kadın öldürüldü, 39 kadın intihar etti, 191 kadın taciz ve tecavüze uğradı, 585 kadın darp edildi ve yaralandı, 6 kadın namus cinayetiyle, 13 kadın kuşkulu şekilde öldürüldü” tespitinde bulundu. İHD Genel Merkezi’ndeki toplantıda Abdil “2015’in ocak ayında 28, şubatta ise 24 kadına şiddet uygulanarak öldürüldü” dedi. Abdil, iktidara çağrıda bulunduklarını dile getirdi ve “Şiddeti özendirici söylem ve uygulamalardan vazgeçin. Hiçbir şekilde tahrik ve iyi hal indirimi uygulanmamalı, yasalarda öngörülen cezalar üst sınırdan verilmeli” dedi. Cezaevinden çıktı eşini vurdu İZMİR/ KAYSERİ (Cumhuriyet) Tire’de yaşayan Gülcan Oğuz, önceki gün işyerinde başından vurularak öldürüldü. Jandarma, kadının, kendisine şiddet uyguladığı için girdiği Ödemiş Cezaevi’nde 90 gün kaldıktan sonra, 4 günlüğüne izinli olarak çıktığı belirlenen eşi Ufuk Oğuz tarafından vurulduğunu belirledi. Oğuz, Ödemiş’te bir birahanede yakalandı. EÜ’de gerginlik l Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yakınındaKayseri’de eşinin balkondan ki boş alanda toplanıp kadın cinayetlerine dikkat attığı 5 haftalık hamile Ebru Ç, çekmek için etkinlik düzenlemek isteyen öğren(19) ağır yaralanarak, bebeğini cilerle özel güvenlik görevlileri arasında gerginlik kaybetti. Eşinin kayınvalidesiyyaşandı. Öğrencilerin alana iple astıkları balonle birlikte kendisine saldırdığını lar, rektörlük kararı gereği özel güvenlik görevyardım istemek balkona kaçtığılileri tarafından patlatılırken öğrenciler duruma nı belirten Ebru Ç eşinin 2. kattepki gösterdi. Fakültede Fırat Çakıroğlu’nun taki balkondan kendisini attığını bıçaklanarak öldürülmesinin ardından güvenlik söyledi. Ferhat Ç’nin tutuklandı. önlemleri üst düzeye çıkarılmıştı. Balonların patlattılar Hamile eşini 2. kattan attı C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear