22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Olaylar ve GOrUSler KÜLTÜR SANAT Salı 3 Kasım 2015 Mizahın imtihanı PROF. DR. BÜLENT VARDAR Okan Üniversitesi GSF Dekanı 16 posta@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA 000’li yıllarla birlikte sinemamızın üretim koşullarında olumlu yönde bir değişme ortaya çıkmış olup bu süreçte komedi filmlerindeki artış da dikkati çekmekte. Ne yazık ki komedi filmlerinde bu artışla ters orantılı olarak kalitenin de düştüğü dikkati çekiyor. Düzeysiz espriler, abartılı ve vasat oyunculuk, sıradan kaba güldürme eylemi gibi... “Hokkabaz”, “Pek Yakında”, “Eyvah Eyvah”, “Neşeli Hayat”, “Beynelmilel”, “Organize İşler”, “Vizontele” gibi filmler bu değerlendirmenin dışında bırakılabilecek örnekler. Ancak bu filmlere eklemeler yapmak bile söz konusu olsa, tablonun geçmişten günümüze olumsuz şekilde değişiklik gösterdiği ortada. Bu sürecin ortaya çıkmasında, şüphesiz ülkemizin eğitim düzeyi ve kalitesinin arttırılamamasının payı büyük. Komedi sineması örneği olarak daha kaliteli işlerin, kaba güldürme dışında da filmlerin yapılması söz konusu olabilir. Ama geçmişten bugüne Türk sinemasının her zaman üstüne yapışmış olarak kalan “halkımızın tercihi” tanımlaması bu durumun aşılmasını engelliyor. 2 Günümüz sinemasına genel anlamda egemen olmaya başlayan ‘komedi’ anlayışının, sinemamızı iyi bir yere götürdüğünü söylemek kolay değil. Komedi filmlerindeki artış ile ters orantılı olarak kalitenin de düştüğü dikkat çekiyor. Yetim bir emekçi kız hikâyesi.. Genç oyuncu Esme Madra’nın sürüklediği, gerçekçi anlatımıyla öne çıkan “Nefesim Kesilene Kadar” gösterimde ep uzaklardaki uzun yol kamyon şoförü babasının (Rıza Akın) doğru dürüst babalık etmediği, yurtlardayetimhanelerde aile sevgisinden mahrum büyümüş, mecburen ablasıyla eniştesinin evinde kalan, bir tekstil atölyesinde ortacı olarak çalışan, az gördüğü ve ikna etmeye çalıştığı babasıyla tutacağı bir evde yaşamanın hayallerini kuran ancak kaypak babasının sürekli oyaladığı, yalnız bir emekçi genç kızdır Serap (Esme Madra). Pek rahat vermediği gibi haftalığına da göz koyan eniştesinden saklayıp biriktirdiği paraları, kaçakçılıktan hapis yattığını daha sonra öğreneceğimiz ama ev tutma önerisini hep sallayan, eyyamcı babasına verir Serap. İşyerindeki kül yütmaz amiri Sultan Hanım’ın (Sema Keçik) göz yummasıyla kaldığı atölyede bir köşede kıvrılıp yatar gizlice. İş arkadaşı Dilber (Gizem Denizci), Serap’la uzaktan kesişen atölyenin şoförü Yusuf’la (Uğur Uzunel) kırıştırınca Dilber’i Sultan Hanım’a ihbar eder, onu bir gece diskoya götüren Yusuf’un da parasını çalar. Atölyeye yeni gelen toy kıza (Ece Yüksel) yardımcı olur. Bir süreliğine ucuz bir otelde birlikte kaldığı babasını da bir hayat kadınıyla iş tutarken basar. Serap’ın, yeni bir iş alıp kamyonuyla Almanya’ya gidecek olan yalancı babasını sonunda yine kaçakçılık yapacak diye polise ihbar etmesiyle finale bağlanan, buraya dek ‘Nefesim Kesilene Kadar’ konusunu özetlediğimiz “Nefesim Kesilene Kadar”, kısa film ve belgeselden yetişen, ilk uzun metrajı “İch Liebe DichSeni Seviyorum”la 2012’de dikkati çekmiş, 1984 doğumlu Emine Emel Balcı’nın senaryosunu da yazıp yönettiği, bu yıl seçildiği Berlinale’nin Forum bölümünde gösterilip oldukça beğenilmiş ikinci uzun metrajı. Son derece gerçekçi anlatımı, inandırıcı ana ve yan karakterleri, özellikle Serap’ı canlandıran oyuncu Esme Madra’nın öne çıktığı, Rıza Akın’ın da baba rolünde göz doldurduğu oyuncu kadrosu ve baştan sona sürekli Serap’ı izleyen, Murat Tuncel’in devingen omuz kamerasıyla sağlanan işlek görselliğinin, doğrusu acemi işi bir ikinci filmden beklenmeyecek kadar başarılı kıldığı “Nefesim Kesilene Kadar”, Berlin’in ardından dünya festivallerini dolaşmaya koyuldu. Daha önce “Çoğunluk”, “Zenne”, “Evrenin Sonu” gibi filmlerde de oynamış, 1987 doğumlu Esme Madra’ya, Güney Kore’de düzenlenen Asya’nın en saygın film şenliği olan Jeonju Festivali’nde özel mansiyon kazandıran ve sinemamıza Emine Emel Balcı adındaki yeni bir okullu, kadın yönetmenin gelişini müjdeleyen “Nefesim Kesilene Kadar” sonuçta bence yılın kayda değer yerli filmlerinden biri. Nisanda gösterildiği son İstanbul Festivali’nde (benim gibi) kaçırmış olan sinemaseverlere duyurulur. H 1940 Charlie Chaplin’in yönettiği ve başrolünü Paulette Goddard ile paylaştığı ilk sesli film ‘Büyük Diktatör’ ‘Lümpen sinema’ Bu tarzdaki sinema anlayışını sadece “lümpen sineması” diye tanımlamak da bugünün sosyolojik koşullarında kolay olmasa gerek. Günümüzde toplumsal tabakalar arasındaki kültürel ayrışma yerini kültürel benzeşmeye ve yozlaşmaya bırakmış durumda. Bugün bir üniversite profesörü ile düşük eğitimli bir kişi de aynı filmdeki kaba esprilere gülebiliyor. Bu tespitlerle bir ötekileştirme yapmak ya da seçkinci bir bakış açısı tuzağına düşmek istemem. Amacım eğitim seviyesi yüksek bireylerle geniş halk kitleleri arasına set çekmek de değil. Ama özellikle yakın geçmişte aydınların bu bağlamda suçluymuş gibi hedef tahtasına konulması ve aşağılanması, seçkin zevk ve beğenilerin horlanarak, vasati ortalamanın yüceltilmesiyle de günümüzde üretilen kaba güldürü filmleri arasında bağlantı kurmak olası. Kaliteli komedi Vahşi kapitalizm kurallarının hüküm sürdüğü, demokrasinin sandıkla eşdeğer görüldüğü ortamın koşullarında bir değişiklik yaratamadan kalitenin arttırılmasını beklemek gerçekçi olmaz. Ayrıca genel anlamda yüzlerin asık ve mizahın neredeyse düşman bellendiği bir ortamda, kaliteli bir komedi anlayışını geliştirmek zor görünüyor. Bununla birlikte geleceğin teminatı olan gençlerin önyargılardan daha uzak olmaları, uzlaşma ve değişime açık bir görüntü vermeleri ve mizah duygularının gelişmişliğinin özellikle “Gezi” olayları sürecinde gözlendiğini de not etmeden geçmemek gerek. gülümsemeyle karşılanmıyor. Mizahı geliştirecek toleransı yaratmakta başarı elde edildikçe, daha kaliteli komedi filmlerinin de ortaya çıkmasını beklemek gerçekçi olacaktır. Aksi takdirde günümüz sinemasına genel anlamda egemen olmaya başlayan “komedi” anlayışının, sinemamızı iyi bir yere götürdüğünü söylemek kolay değil. Kaldı ki bu durum salt gişe yapan filmlerin üretilmesini olanaklı kılmaya başlar ve kültürün sanat yoluyla demokratik ifade kanallarının daralmasına neden olur. Bu duruma örnek bir yansımayı hızla kapanan ve neredeyse yok olan Emek Sineması gibi “mabetler”den de gözleyebiliriz. AVM sineması realitesi, bu süreci ortaya çıkarmış, sinema ise alışverişten yorgun düşen kitlelerin giderek dinlenme aracı haline gelmeye başlamıştır. Tüketim Dinlenme aracı mı? Mizah ve tolerans Mizah, zekâ ve birikim desteğine ihtiyaç duyar. Günümüzde ise ne yazık ki sadece ülkemizde değil, dünyada da mizah, tolerans ve kültürünün müşterilerini de kaba güldürünün müşterisi yapmak daha kolay bir seçenek olmuştur. Günümüzde bir filmin kaç kopyayla vizyona gireceği, ne zaman vizyona gireceği ya da vizyona girip giremeyeceği neredeyse AVM sinema işletmecileri tarafından belirlenir hale geldi. Şüphesiz bir anakronizmi savunmak olası değil. Zamanın değişimine ayak diremek de. Bununla birlikte ülkemizin çok boyutlu kültürel, dinsel, etnopolitik sorunları, terör olayları, çevremizdeki yangının oluşturduğu göçmen dramları düşünüldüğünde sinemanın büyük dehası Chaplin’in “Altına Hücum” (1925), “Büyük Diktatör” (1936), “Asri Zamanlar” (1940) gibi unutulmaz filmlerindeki toplumsal olaylara yönelik keskin mizah anlayışı ve güldürü boyutunun gücü, umarım sinemacılarımız için zihin açıcı örnekler olarak katkı sağlayabilir. İktidarın basın özgürlüğü! Nuh Hüseyin Köse Yargıçlar Sendikası İstanbul Temsilcisi Kanlı geçmişten sıyrılamamak u yazının konusu yargının da iktidara paralel olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, Avrupa Mahkemesi kararlarını ve iç hukuk düzenlemelerini öteleyerek gazetecilere açtıkları, mobbing derecesindeki soruşturmalar. Ve bu soruşturmaların yargı bağımsızlığını bertaraf edici etkisi. Radikal gazetesinde özetlendiği şekliyle, gazeteci Cüneyt Özdemir, iki yıl önce röportaj yaptığı bir kadının, bu röportajdan 4.5 ay sonra PKK’ye katılması sebebiyle “terör propagandası” yapmakla suçlanıyor. Ahmet Hakan hakkında ise, Diyarbakır Baro Başkanı Elçi’nin, CNN Türk Televizyonu’nda yayımlanan Tarafsız Bölge programında “PKK terör örgütü değildir....” dediği programı sunduğu için soruşturma açıldığı bildiriliyor. B 7 Haziran 2015 seçimleri arifesinden bu yana, muhalif gazeteler ile özellikle gazeteci Cüneyt Özdemir ve Ahmet Hakan iktidarın hedefi halinde. İktidarın kızgınlığının nedeni ise herkesin malumu. cektir; cezalandırma işin çok güçlü sebepler bulunmadıkça, cezalandırma tasavvur dahi edilememelidir. Mahkeme, cezanın çok küçük olduğuna dair hükümetin argümanını kabul etmemektedir; burada önemli olan şey, gazetecinin mahkum edilmiş olmasıdır.’’ Bu kararın tarihi 1994. İfade hakkı Ülkemizde gazetecilerin hâlâ bu nedenle soruşturuluyor olmalarının iki nedeni olabilir; ya savcılar Türkiye’nin de yargılama yetkisini kabul ettiği uluslararası mahkeme kararlarını takip etmiyorlar ya da savcılar, yürütmenin etkisinde veya baskısı altında kalıp, muhalif yayın yapan gazeteciler hakkında kolay soruşturma açıyorlar. Her iki durumda da soruşturmaya uğrayanlar açısından sadece ifade hakkı değil, adil yargılanma hakkı da ihlal edilmektedir. Çünkü AİHS’ni 6. maddesi uyarınca herkes, alanında uzman, bilgili, tarafsız ve bağımsız savcılar tarafından soruşturulmalıdır. Yargıçlar Sendikası olarak, yargının, yürütme etkisinde hareket ederek iktidarın hoşlanmadığı haberler yapan basın mensuplarını baskılamasını, basın özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını ve bunlar kadar önemlisi de yargının bağımsızlığını ihlal ettiği inancındayız. Her türlü insan hakkı ihlaline karşı olduğumuz ve ihlallere karşı hakları savunduğumuz gibi, gazetecilerin haber yapma, ifade özgürlüklerinin yargı aracı kılınarak baskılanması karşısında, basın ailesinin yanındayız. ‘Güneş Tepedeyken’ on Cannes Festivali’nde ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünün jüri özel ödülüne değer görülen, Hırvatistan yapımı “ZvizdanGüneş Tepedeyken”, eski Yugoslavya’nın parçalanışının ardından, Tito zamanında yıllarca dost kaldıktan sonra 1990’larda azgın bir etnik nefretle birbirleriyle savaşa tutuşup düşman olmuş, Hırvat ve Sırpların 2 komşu köyünde geçen, Filmekimi’nde atladığım, duygusal bir dram. Balkanları yakın tarihte büyük keder ve acılara boğan bu iç savaşın etkilerini taşıyan 3 ayrı dönemdeki 3 farklı yasak aşk hikâyesini anlatan “Güneş Tepedeyken”in ilk bölümü, savaşın geldiğini hissettiren yıllardan 1991’de geçen Jelena ve İvan’ın aşkı. Müzisyen İvan’ın sevdiği kız Jelena’nın köyünün askerlerince, ufuktaki büyük savaşı ve kıyımları haberlercesine, alnından vurulmasıyla biten ilk bölümü izleyen, daha savaş yaralarının henüz sarılmadığı 2001’deki ikinci bölümdeyse, annesiyle köyüne dönen Sırp Natasha’nın, evlerini ona S Referans karar AİHM’ni bu konuda verdiği, hukuk dünyasında en sık referans alınan kararı, 1994 tarihli Jersild/ Danimarka’ya karşı davası kararıdır. Karara dayanak teşkil eden olaylar şöyle gelişmiştir; bir televizyon gazetecisi olan Jens Olaf Jersild, çalıştığı bir Danimarka televizyonunda yayımlanan programında, ırkçı görüşlere sahip “Yeşil ceketliler” olarak bilinen bir grup gençle röportaj yapmıştır. Yeşil ceketliler röportajda, siyah lar ve yabancı işçiler için küfürlü ve aşağılayıcı sözler söylemişlerdir. Gençlerin televizyonda yayınlanan ve nefret içeren bazı sözlerini aktarayım: l“(Amerika’da) Kuzey Eyaletler zencileri özgür insan yapmak istemişler, ama onlar insan değiller, hayvanlar... İnsanların köle sahibi olmalarına izin verilmeli.” l“Zenci insan değildir, hayvandır, bu durum Türkler, Yugoslavlar ve kendilerine ne denirse densin diğer bütün yabancı işçiler için de geçerlidir.” Bu röportaj nedeniyle Jersild’e 1000 Kron, haber müdürüne de 2000 Kron para cezası ve alternatif olarak 5 gün hapis cezası verilmiştir. Karar kesinleştiğinde Jersild, AİHM’ye başvurmuştur. AİHM kararında şu görüşlere yer verilmiştir: “Röportajlara dayanan haberler, ister düzenlenmiş isterse düzenlenmemiş olsun, basının ‘halkın gözcüsü’’ rolünü oynayabileceği en önemli araçlardan birini oluşturur. Bir gazetecinin başka bir kimsenin röportaj sırasındaki beyanlarının yayılmasına yardım etme suçundan cezalandırılması, basının halkı ilgilendiren konularda tartışmaya katkıda bulunmasını ciddi surette engelleye ran Hırvat usta Ante’yle ilişkisi anlatılıyor. 2011’de geçen son bölümse, sevdiği Marija’yı hem de hamile bırakmışken terk etmiş Luka’nın, köyüne ve Marija’ya dönüşü üstüne. Acı, kuşku, kötülüklerle dolu, kambur gibi taşıdıkları geçmişlerinden hâlâ sıyrılamamış âşıkların herşeye yeniden başlamaları hâlâ mümkündür aslında. Aşırı milliyetçilikten uzak duran, acılı, sancılı, hüzünlü bir Balkanlar atmosferini yansıtan, duygusal ve hümanist bir yaklaşımın ürünü olan, Hırvat yönetmen Dalibor Matanic’in imzaladığı, aynı oyuncularca oynanmış, 3 ayrı yasak aşk hikâyesine dayanan, bol ödüllü “Güneş Tepedeyken”de Jelena, Natasha ve Marjia’yı seksi Tihana Lazovic, İvan, Ante ve Luka’yı Barcelonalı ünlü futbolcu Messi’ye çok benzeyen Goran Markovic canlandırıyor. Etnik nefret ve düşmanlıklara set çeken ve ayrı cephelere savrulmuş tüm yasak aşklara ve âşıklara adanmış bu dram, kuşkusuz haftanın görülesi filmlerinden. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear