29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 MAYIS 2014 CUMARTESİ 14 Görevler ve Mezarlar Tamam İki Yanlış Bir Doğruyu Götürmez Maden işçilerinin ölümü hak ettiklerini söyleyenlere, “fıtrat” diyerek “yaradılışa” vurgu yapanlaradır sözümüz: O işçilerin ömürleri boyunca hiçbir hakları yoktu ki, katı yürekle “ölümü hak ettiler” demeye getiriyorsunuz... Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı döneminde, 1960 sonrası toplumcu yelin etkisiyle çıkarılan yasalar sayesinde işçiler, özellikle de maden işçileri önemli haklar elde etmişlerdi. 12 Eylül geldi, bütün o hakları ezdi geçti. Sonra geçmişte işveren sendikası adına hak biçmeyi iyi bilen “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” geldi, işçileri yok saydı, sendikaları küçümsedi, emeğin haklarını alaya aldı. Gördü gününü. Meydanlar doldu, toplu vizite eylemleri ile ilk kez Türkiye’de genel grev uygulamaya konuldu, maden işçileri Zonguldak’tan yürüyüşe geçti, Çankaya’daki şişman, toplum gözünde yerin dibine batırıldı! Emeğin eylemle yarattığı ortam ve birikim, daha sonra iktidara gelen aslan sosyal demokratlarca heder edildi. Havanda su dövdüler. Özelleştirmelere olanak tanıdılar, hatta ortak oldular. Taşeronlaşmaya sağcılarla birlikte göz yumdular. AKP’nin iktidara taşınması ile de kayırma ve yolsuzluğa bulaşmış piyasacılık doruk noktasına ulaştı. İşçilerin, garibanların, yoksulların zerre kadar hakkı makkı yoktu epeydir. Var gibi gözüküyordu, yalnızca kâğıt üzerinde. Bunu, hiç açlık çekmemiş, işsizlik kaygısı yaşamamış, çaresiz kalmamış, eve ekmek götürememe korkusunu duymamış, kira ödememiş, yerin altında ve kör karanlıkta ana rahmindeki çocuk gibi iki büklüm kazma sallamamış, mafya bozuntusu taşeronla yüz yüze gelmemiş, tefeciye borçlanıp ancak rüşvet vererek işe girmemiş birinin zaten işçileri anlaması olası değildir. Trilyonlarla oynayan bir siyasetçinin ya da dolgun maaşlı, geleceğini güvenceye almış bir kişinin, ölen işçilerle ve onların aileleriyle duygudaşlık içine girmesi zordur. Anlamazlar, anlayamazlar, işçilerin yaşama karşı verdikleri dirençli, bir o kadar da kırılgan savaşımı. O yüzden üstten, ukala, yüzeysel, şeşi beş bir bakış açısıdır; “müstahak”. Cahilcedir, dışlayıcıdır, acımasızdır, ayıptır; “fıtrat”. Her iki tanımlama da yüz kızartıcıdır, bozuk düzenin öldürdüğü 300’ü aşkın insan evladına karşı büyük haksızlıktır. AKP’ye iliştirilmiş Anadolu Ajansı, Soma katliamı sonrası Enerji Bakanı Taner Yıldız’ı, “facianın metanetli bakanı”, “adamlığın zirvesi” diye övdü. Dostumuz, emekli iş müfettişi Dr. Sabahattin Şen, aynı fikirde değil: “Soma Kömür İşletmesi’nin ruhsatı Türkiye Kömür İşletmeleri’ne, yani Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na aittir. Maden; rödovans, yani çıkarılacak ton başına Soma Holding’e para verilerek bu şirkete ihale edilmiştir. Bu, bir taşeron ilişkisidir. Bugüne değin çeşitli Yargıtay kararları, rödovansın bir taşeronluk yöntemi olduğunu kabul etmiştir. Örnek karar isteyenler, Türkiye Taşkömürü Kurumu ile ilgili verilmiş Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 4 Nisan 2006 tarih ve 13632/3529 sayılı kararına bakabilir. önce yazdığımız gibi gelişiyor. Sorumludur diye buldular biriki tane maden mühendisi ve maden teknikeri, onları tutukladılar. İşverenin kendisini değil, oğlunu tutukladılar. Onu da birkaç aya kalmaz, bir gerekçe bulup salıverirler. Zaten, Başbakan’ın işine gelmeyen mahkeme kararlarının uygulanmayacağını açıkladığı bir ülkede gerçekten adalet dağıtılacağına inanmak saflık olur. Genelkurmay Başkanı’ndan milli takıma herkes gitti Soma’ya, elleri havaya açtılar, bir fatiha, ardından üç kulhüvallâhü, bir elham okudular, görev tamamlandı. Ölen 301 işçi kardeşimiz artık birer mezar taşıdır. Bugünkü anlayışa göre ölüm, onların yaradılışları gereği vardıkları metanetli zirvedir. Öldükleriyle kalacaklardır. Her zaman olduğu gibi... Kırklar Dağı Diyarbakır Kitap Fuarı nedeniyle beş yıldır her mayıs ayında bir haftamı bu kadim kentte geçiriyorum. Diyarbakır çeşitli efsaneleriyle de ün yapmış bir kent. Bunlardan biri de Kırklar Dağı efsanesi. Üzeri tepsi gibi düz olan bu görece alçak dağ, kentin güneybatısında Dicle ırmağı kıyısında yer alıyor. Mervaniler döneminde Diyarbakır hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından 1065 yılında yaptırılan, On Gözlü Köprü olarak da bilinen Dicle Köprüsü de burada bulunuyor. Efsane söyle: Zamanında kırk evliya dağdaki mağaralardan birine girmişler, bir daha dışarı çıkmamışlar. Rivayete göre bu evliyalar halen insanların arasında yaşıyorlar ve her perşembe akşamı toplanıp birer beyaz güvercine dönüşüp mağaraya girerek bir ateş yakıyorlarmış. Sabaha kadar ibadet edip cuma namazını kıldıktan sonra dağılıyorlarmış. Halk bugün de o mağaradaki sudan içip dilek diliyor, adak adıyor. Yine bir rivayete göre yakın zamanda Diyarbakır’da yaşayan varlıklı Süryani ailelerinden biri, çocukları olmadığı için Kırklar ziyaretine gidip dilekte bulunmuş. Çiftin bir süre sonra bir kızları olmuş. Adını Suzi/Suzan koymuşlar. Annesi kızını her doğum gününde dağa götürür, bir kurban kestirirmiş. Gel zaman git zaman kızla Müslüman komşuları Adil arasında büyük bir aşk başlamış. Yine bir doğum gününde Kırklar ziyaretine giden kız, gizlice dağa gelmiş olan Adil ile buluşmuş. Fakat öfkelenen evliyalar kızı cezalandırmışlar. Suzi/Suzan geri dönüş yolunda On Gözlü Köprü’den Dicle’ye düşüp ölmüş, Adil de aklını yitirmiş. Âşıkların ardından bir de türkü yakılmış: Kırklardağı’nın yüzü Karanlık sardı düzü Ben öleydim Suzan Suzi Ziyaret çarptı bizi Köprü altı kapkara Anne gel beni ara Saçlarım kumlara batmış Tarak getir de tara Köprünün orta gözü Sular apardı düzü Ben öleydim Suzan Suzi Dicle ayırdı bizi. Başka bir anlatıya göre de Kırklar Dağı adını orada toplanan Kırklar Meclisi’nden almış. Kadim Diyarbakır’da yaşayan farklı dinlerden, dillerden, milletlerden olan kırk bilge insandan oluşan bu meclis kentin sorunlarını tartışır, yöneticilere öneriler sunar, yol gösterirmiş. Bu durumda Enerji Bakanı Taner Yıldız, asıl işveren olarak Soma faciasının sorumlusudur.” Benzer bir değerlendirmeyi de CHP milletvekili Hurşit Güneş yaptı. Ona göre de özelleştirme politikasındaki yanlışlıktan tutun, gerekli önlemlerin alınmamasına değin Soma’daki tüm sorunlardan sorumlu olan Başbakan ve tüm kabine üyeleri. Üstlerine alırlar mı? Hiç sanmam. Soruşturma süreci daha Ekmekçi’nin Kalıtı Halkın gazetecisi Mustafa Ekmekçi’yi andık hafta içinde. Ekmekçi, bir yazısında demişti ki: “Cumhuriyet’i, gözünü kırpmadan yazarak yaşatmak, bir boyun borcu değil mi?” O borç henüz ödenmiş değil. Göreve devam... Korkağın Türküsü Necati Tosuner’in son kitabı “Korkağın Türküsü”nden: “Dünyayı başkasının başına yıkanlardan.. dünyayı başkasının başına yıkmaktan zevk alanlardan var mı kendisi de yıkıntı altında kalmayan.. kalmayacak olan! Hangi zalim kurtulabilmiş kuyuya düşmekten?.. Kendi kazdığı kuyuya düşmekten! Kendi kazdırdığı kuyuya... Zalimlik arttıkça, derinlik artmadı mı kuyuda?.. Zalimlik çoğaldıkça, nasıl da çoğaldı kuyunun kapkara korkusu, sessiz ürküntüsü, derin soğuğu!..” Soma Katliamı ve Sonrası SADIK ÇELİK Madenciliğin ülkemizdeki koşullarda yapıldığında isminin “modern kölelik” olduğunun bilincinde, bu acımasız sisteme dur diyebilecek, devrimsel nitelikte yasa, düzenleme ve uygulamalarla hesap sormalıyız, sormalıydık. Fakat ne yazık ki bunu sormak bir yana, Soma’daki ocaklarda işçilerin yeniden işbaşı yaptıklarını öğreniyoruz. Faciaya sebep olan affedilemez ihmallerin hiçbiri henüz düzeltilmemişken, etkin denetim ve güvenlik önlemleri hayata sokulmamışken işçiler tekrar o cehennemlere yollanıyor. Bugüne kadar onlarca kez değiştirilen Kamu İhale Yasası’ndan kaynaklı “daha ucuza yapan almalı” anlayışıyla, “bu iş bu paraya nasıl yapılır?” diye sormadan alınan işlerde insanlar, yetersiz, sağlıksız güvenlik tedbirleri altında, küflü, miadı dolmuş, Çin malı maskelerle yer altlarında, “rödovans”, “daha çok üretim”, “üretim zorlaması”, “dayıbaşı” gibi sömürüye dayalı taşeron, arızalı sistemler altında ekmek peşinde koşmaya mecbur bırakılıyor… Hal böyle olunca işte etkin olarak hiçbir hakkı bulunmayan işçilerin yaşadığı Nijerya, Bangladeş, Guatelama gibi ülkelerle aynı listede boy gösteriyoruz ve emeğin değerini herkesten çok bilmesi gereken bu coğrafya, her iki günde bir maden işçisinin hayatını kaybettiği, işçiler için dünyanın en berbat ülkelerinden biri olarak gösteriliyor. Bir zamanların kaynağı bol, çeşitli, toprağı zengin, ürünü kıymetli coğrafyası… Tarlalarını, ziraatını, yanlış ithalat ve yanlış tarım politikalarına kurban eden, tarımı ve tarımsal geliri öldürerek çiftçiyi hayatta kalabilmek ve evini geçindirebilmek için yeni çıkış yolları aramaya mecbur bırakan bir sistem. Başlıca geçim kaynakları olan tütünü, domatesi, zeytini para etmemeye başlayan insanları yerin metrelerce altına sokan ve orada onları, daha fazla kazanmak uğruna hoyratça kullanan, sömüren. Ve zamanı geldiğinde gözünü kırpmadan silip atan; zira geçmişten bugüne yaşanan maden cinayetlerinden sonra hakkını arayan fakat ulaşamayan pek çok mağdur işçinin, emekçinin ve yakınının varlığı ve isyanı hepimizin malumu. Üstelik tüm bu ihmaller ve sömürü düzeni neticesinde yaşanan felakette birden fazla yakınını kaybeden acılı ve tepkili maden işçileri, vatandaşlar devlet eliyle tokatlanıp, tekmelenip, hakarete uğrayabiliyor. Ve sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, eleştirilebilir ya da ayıplanabilir olsa da düşünce özgürlüğü kapsamında kabul edilebilecek sözleri sebebiyle “sürüngen” olmayı ya da işinden edilmeyi hak etmeyen; daha doğrusu hiçbir demokratik ülkede başbakanların bu türden müdahalelerine maruz bırakılmayacak olan gazetecileri günah keçisi ilan etmek… Soma katliamı ve sonrasında yaşananların da, Başbakan’ın kendisinin ve danışmanının parçası olduğu skandalların da unutulup olayın, hoşa gitmeyen laflar eden bir iki gazetecinin lincine indirgenmeye çalışılması. Bu gazetecilerin “hak ettikleri” cezayı almaları için medya patronlarına açıktan çağrıda bulunulabilmesi… Sanki sahip olduğu Başbakanlık müşavirliği unvanına gü venerek vatandaşı çılgınca tekmeleyen, sonra da gidip incinen ayağı için doktor raporu alan Yusuf Yerkel’e hak ettiği ceza verilmiş gibi. Sanki çalıp çırpan, vatandaşa söven, sayan, hatta toplumsal inançlarla alay eden bürokratların, işadamlarının, milletvekillerinin; ihmalkârlıklarıyla, görev suiistimalleriyle kitlesel ölümlere sebebiyet verenlerin hak ettikleri cezaları aldıkları, alacakları bir memlekette yaşıyormuşuz gibi. Ne acayiptir ki burası, hak etmeyenlerin hak etmedikleri cezalara layık görülüp, hak edenlerin, cezalandırılması gereken vukuatları için ödüllendirildiği, baş tacı edildiği bir ülkeye dönüşüyor hızla. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Tarih, doğa kıyıcısı beton severler ne yazık ki Kırklar Dağı’na da el atmışlar. Efsanelere konu olan bu dağa ardı ardına yapılar dikiyorlar. İçler acısı bu görüntü kentlerini seven Diyarbakırlıların yüreklerini burkuyor. Not: Değerli okurlarım. Ülkenin bu gergin, kanlı, bunaltıcı ortamında hepimiz siyasetten başka bir şey düşünemez, yazamaz olduk. Oysa bu ülkede siyaset dışında da üzerinde durulacak, ele alınacak binlerce konu var. Kırklar Dağı kıyımı da bunlardan biri. Uğur Kurt’un ölümü Ülke 301 işçinin ölümüne ağlamaya devam ederken ve Gezi’nin yıldönümü yaklaşırken Okmeydanı’nda eylem yapan bir grup gence müdahale eden polis, olaylar sırasında bir yakınının Okmeydanı cemevindeki cenaze törenine katılan Uğur Kurt’u başından vurdu. Böyle bir ülke burası. Ekmek almaya giderken de öldürülebilirsin, evlenmek istediği ablasıyla evlenemeyen caninin canı istedi diye de, Alevisin diye de, daha çok kazanmak uğruna daha çok ihmal edilen madenlerde de, Reyhanlı’da da, Roboski’de de. İktidarın başbakanlık danışmanından güvenlik güçlerine kadar hemen her kademesinde ve dolayısıyla toplumda da, şahsa veya topluma muhalif her türlü vakada ilk müdahale yöntemi olarak şiddetin tercih edilmesinin, buna önleyici bir yöntem olarak kolaylıkla başvurulmasının ilk olmayan ve böyle giderse son da olmayacak olan hazin neticelerinden biridir Uğur Kurt. Bu satırları yazarken yine Okmeydanı’nda gece saatlerinde çıkan olaylarda, parça tesirli bombanın yüzüne isabet etmesi sonucu bir hayatın daha söndüğünü öğreniyoruz… BULMACA HARBİ SEMİH POROY SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1/ İpekten yapılmış, 1 işlemeli bir kumaş cinsi. 2/ Telefon sö 2 zü... Takılmış ad. 3 3/ Futbolda, hemen hemen diklemesine 4 atılan top... Roman 5 ya’nın plaka imi. 4/ Bin metrekare de 6 ğerinde yüzey öl 7 çüsü birimi. 5/ Tarih öncesi çağlarda 8 tanrılara adak ola 9 rak sunulan küçük heykelcik... Okul1 2 3 4 5 6 7 8 9 larda çocukları çalıştır 1 P İ S T O L E A makla görevli kimse. 6/ R A K AM Japon lirik dramı... Gü 2 U R A ney Amerika’da tanınmış 3 F İ Z Y O L O J İ bir şelale. 7/ Çalı çırpıdan 4 L L A S O A R yapılmış kulübe... Bir or5 A H I R F E N A ganımız. 8/ Türlü bitkilerin yaprak ve kabuklarıy 6 A D E NOM L la kokulandırılmış acım 7 E T E N B İ S tırak bir içki... Bir etkin 8 K I R B İ N İ Ş liğin geçici olarak durduEMU rulduğu süre. 9/ Sıkıntı 9 E L E J İ verme, üzme... Sarılığını gidermek için çamaşırın son suyuna karıştırılan toz boya. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dağkeçisinin tüylerinden dokunan ve “Keşmir şalı” da denilen, çok yumuşak bir dokuma. 2/ Bir göz rengi... Yağda kavrulmuş unu suyla pişirerek yapılan bir tür bulamaç. 3/ Ana motifin yinelenmesinden ibaret canlı ve hareketli bestelere verilen ad... Gözleri görmeyen. 4/ Yabani zeytin. 5/ İncir ağaçlarında döllenmeyi sağlayan sinek... Hayvan yeminin, yendikten sonra arta kalan kısmı. 6/ Çam ağacının çiğnenip emilen iç kabuğu. 7/ Bir renk... İskambilde bir kâğıt... Tuzağa düşürülen şey. 8/ Bir meyve... “Ben ordan geçerken biri / Amca dese gir ” (Nâzım Hikmet). 9/ Tanımlanamayan, ama doğruluğundan da kuşku duyulmayan önerme. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear