22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 28 MART 2014 CUMA 2 HABERLER G İstanbul Halkının Ulaşım Sorunu eçmişinde olduğu gibi, bugün de İstanbul’un en büyük sorunu halkın ulaşımıdır. Bu iş artık çoğu zaman bir zahmet olmaktan çıkıp günün belli saatlerinde ve/veya yağışlı havalarda adeta bir işkence halini almıştır. Dünyadaki diğer bütün büyük şehirler, yarım asırdan fazla bir zaman önce ulaşımı yeraltına indirerek bu sorunu çözmüşken, İstanbul ne yazık ki bu gelişmeyi uzaktan izlemiş ve ulaşım sorununu yüzeysel düzenlemelerle halletmeye çalışmıştır. İstanbul’da ulaşım sorununun, bütün iyi niyetli çabalara rağmen bir türlü çözülememiş olmasının sebebi, konuya yanlış yönden yaklaşılmış olmasıdır. Aynı hata hâlâ devam etmektedir. Zira ulaşım denince ilk akla gelen şey, motorlu araçlar denilen her cinsten yerüstü araç manzumesinin yollardaki durumu ve bunların sebep olduğu tıkanıklıklardır. Mesela, çok kısa mesafelerin alınması için nasıl saatlerce beklenildiği, artık işitile işitile gına getiren müzmin şikâyetlerden biridir. Ulaşım sorunu yerüstü araçlarıyla birlikte düşünüldüğünde varılan sonuç budur. Halbuki, özellikle halkın ulaşımı söz konusu olduğunda ilk akla gelmesi gereken husus “halkın bir noktadan diğerine en kısa zamanda ve zahmetsizce nasıl gidebileceği” olmalıdır. Sorun bu şekilde ortaya konduğunda çözüm bellidir: Birbiriyle entegre şekilde büyük bir metro ağı. Nitekim tüm büyük şehirler, içinde yaşayan halkın ulaşım sorununu bu şekilde çözmüşler ve çözmeye de devam etmektedirler. Nitekim Londra, New York, Paris, Tokyo gibi şehirlerde halkın ulaşımının yüzde 80’den fazlası metro ile yapılmaktadır. İstanbul’da ise bu oran, hafif metro da dahil, şu anda sadece yüzde 8.4’tür. Diğer yandan metro yapılırken göz önünde bulundurulması gereken birkaç önemli husus vardır. Bunlardan bir tanesi “metro yapım hızı”dır. İstanbul’da 1980’li yılların sonlarında başlayan metro yapım faaliyetleri, son zamanlarda biraz daha hız kazanarak devam etmiş ve bugün toplam 82 kilometre uzunluğa erişmiştir. Aynı tarihlerde metro kazısına başlayan ve İstanbul’un yarı nüfusuna sahip olan bir Çin şehrinde ise bugün bunun beş katı bir uzunluğa erişilmiş bulunulmaktadır. Dolayısıyla İstanbul’daki metro yapım hızı çok yavaştır. Mesela son 10 yıldaki ortalama metro yapımı yılda 10 km kadardır. Bu şu demektir: Bu hız ile İstanbul halkı daha birkaç nesil ulaşım çilesini çekmek zorunda kalacaktır. Bir asra yakın bir süre metro olayına yabancı kalmış bir şehrin, halkın ulaşımına acilen bir çözüm getirebilmesi için, yılda en az 4050 km. metro yapılması gerekmektedir. İkinci çok önemli eksiklik, met İstanbul’daki ulaşımın böyle uzun süre çözümsüz kalmasının sebeplerinden biri de, halkın “olabileceği istemek” yerine, büyük bir tevekkülle “kendisine ne verilirse onu kabul edip onunla yetiniyor” olma alışkanlığıdır. Nitekim halk, elindeki o muazzam seçim kozunu kullanarak ulaşım konusunda geçmişte daha bilinçli ve daha kararlı bir tutum sergileyebilseydi, şimdi geldiği nokta çok farklı olurdu. Önemli olan bir diğer husus da, şehri yönetmeye talip olanların niteliklerinde yatmaktadır. Gerek coğrafi konumu gerekse tarihi özellikleri dolayısıyla dünyanın en önemli metropollerinden biri olan İstanbul gibi bir şehrin idaresine talip olanlarda bazı seçkin niteliklerin olması gerekmektedir. Prof. Dr. ŞİNASİ ESKİKAYA ro hatlarının bir master plan çerçevesine alınmadan yapılıyor olmasıdır. Sonradan bu hatların birbirleriyle entegrasyonu bazen zor, hatta bazan da imkânsız olacaktır. Bir hattan diğerine aktarma yapmak için insanları yeryüzüne çıkarıp yürütmenin anlamı yoktur. Dolayısıyla metro yapımında göz önünde bulundurulması gereken son derecede önemli iki temel unsur vardır: 1 Yolcu sayısının en büyük kesiminin hiç aktarmasız ve/veya en az aktarma yaparak seyahat etmesi, 2 Tüm aktarmaların yeraltında ve zahmetsizce yapılması. Öyle ki, bir kişi bir defa metroya bindikten sonra hiç yeryüzüne çıkmadan, aktarmalarla bütün metro hatlarını kullanabilmelidir. Bu ise önce bir “metro master planı” yapıp hat oluşumlarını bu plan çerçevesinde gerçekleştirmeyi gerektirir. Böyle bir plan yoktur. Olsaydı herhalde şimdiye kadar basınımızda yer alırdı. Londra’da en fazla yük alan metro hatlarından biri “circle line” isimli, şehrin en yoğun iş merkezlerinden geçerek ring seferi yapan bir hattır. Bizde de otobüs seferleri olarak bunun örnekleri vardır: 30M, 30A ve diğer ben zerleri gibi. Benzer bir uygulama metro hatları için de geçerli ve gereklidir. Herhangi bir etüde dayanmamakla birlikte, söylenmek istenenin açıklanması açısından böyle bir hat mesela “BeşiktaşKabataşKaraköySirkeciSultanahmetBeyazıtAksaray FatihMecidiyeköyŞişliTaksimBeşiktaş” şeklinde oluşturulabilir. Eğer Haliç geçişi dolayısıyla böyle uzun bir hattın yapımı problemli olacaksa, Haliç’in her iki tarafında, söz konusu iş merkezlerini içine alacak şekilde daha küçük ölçekli iki ayrı ring hattı düşünülebilir. Toplamda en fazla 3540 km. kadar olabileceği tahmin edilen böyle bir ring hattının (veya hatlarının) bir başkanlık döneminde yapılıp bitirilmesi mümkündür ve yapıldığında da oldukça önemli bir işleve sahip olacağı şüphesizdir. Benzer bir ring hattının Anadolu yakası için de düşünülmesi mümkündür. Beşiktaş, gerek konumu gerekse Anadolu yakası ile en kısa bağlantıyı gerçekleştiren bir yer olması dolayısıyla, ulaşım açısından Taksim’den bile daha önemli bir işleve sahiptir. Buna rağmen nedense metro dendiği zaman sadece seçim zamanları akla gelip, meydanına bir tabela dikilmekle yetinilmektedir. Beşiktaş’tan (veya hatta Kabataş’tan) başlayarak “OrtaköyBebekEmirgânİstinye ve Yeniköy üzerinden Sarıyer’e uzanacak bir “sahil metro hattı” da Boğaz trafiğini rahatlatmak açısından öncelik verilmesi gereken hatlardan biridir. Enerjinin ve halkın parasının “havaray” gibi, biraz fantezi intibaı veren oluşumlara harcanırken iyice düşünülmesi gerekir. Dünyanın en büyüğü olacak şekilde planlandığı iddia edilen yeni havaalanı yapılırken, ulaşım bakımından karayolları düşünülüp ihaleye dahil edilmiş, ancak bu safhada metro olayına yer verilmemiştir. Yılda 150 milyon yolcu kapasiteli bir havalimanının, özellikle de otellerin yoğun olduğu, mesela Taksim, Aksaray gibi şehrin merkezi kısımları ile olan ulaşım bağlantısının, ikisi Avrupa ve biri de Anadolu yakasında olmak üzere en az üç müstakil metro hattı ile gerçekleştirilmesi gerekir. İhale aşamasında bunun akla gelmemesi, ulaşım açısından metro konusunun yöneticilerimiz tarafından yeterince algılanamamış olmasının tipik bir göstergesidir. Hemen yapımına başlanmasında yarar vardır. Özetlemek gerekirse: İstanbul’daki ulaşımın böyle uzun süre çözümsüz kalmasının sebeplerinden biri de, halkın “olabileceği istemek” yerine, büyük bir tevekkülle “kendisine ne verilirse onu kabul edip onunla yetiniyor” olma alışkanlığıdır. Nitekim halk, elindeki o muazzam seçim kozunu kullanarak ulaşım konusunda geçmişte daha bilinçli ve daha kararlı bir tutum sergileyebilseydi, şimdi geldiği nokta çok farklı olurdu. Önemli olan bir diğer husus da, şehri yönetmeye talip olanların niteliklerinde yatmaktadır. Gerek coğrafi konumu gerekse tarihi özellikleri dolayısıyla dünyanın en önemli metropollerinden biri olan İstanbul gibi bir şehrin idaresine talip olanlarda bazı seçkin niteliklerin olması gerekmektedir. Bunlardan bir tanesi, “bir sorunun çözümü için çeşitli alternatiflerin arasından en doğrusunu bulabilme” yeteneğidir. Çünkü bu safhada yapılan hatanın telafisi çok zordur. Bu kişi ayrıca, verdiği kararı gerçekleştirmek hususunda “hiçbir güçlükten yılmayacak bir azim ve cesarete” ve çözüm için “en uygun koşulları oluşturabilecek bir beceriye” sahip olmak zorundadır. Ama bütün bunlardan daha önemlisi, “geniş bir bakış açısı” yani “çok iyi bir vizyon sahibi olma” niteliği,bir başkan için “olmazsa olmaz” hasletlerden biridir. Unutulmaması gereken husus şudur: Danışmanlar ve teknik ekipler sadece yardımcı unsurlardır. Halkın yararına olan en doğru hedefleri tespit etmek ve son kararı verip son sözü söylemek daima başkana ait bir görevdir. CHP’nin Önemi ve Kılıçdaroğlu Politikacıların kafası normal vatandaştan farklı çalışır: Düşünce ve dikkat dünyaları daha çok rakiplerine, öteki politikacılara, özet olarak, siyaset dünyasına odaklıdır. Elbette bu normal ve anlaşılabilir bir tutum ve davranıştır: Çünkü ülkenin kaderi de kendi kaderleri de siyaset dünyasında belirlenir. HHH Bu özellik liderler düzeyinde çok daha belirgindir: Lider, hem rakibi olan partinin liderine ilişkin birtakım şeyler söyler, hem de onun söylediklerine karşı kendini savunur. Böylece kamuoyunu da etkilemeye çalışır; çünkü kamuoyu da partileri, liderlerin kişiliğinde algılama eğilimindedir... Dolayısıyla bu diyaloglar, daha doğrusu karşılıklı atışmalar, seçmenin genel eğilimlerini de etkiler. HHH Yukarıda yazdıklarım sadece genel gözlemler değil: Siyaseti ve liderleri hep dikkatle izledim, ayrıca dört siyasal liderle çok yakın çalıştım: Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Erdal İnönü ve Altan Öymen. Hepsi, rakip liderlerin her dediğine, halkın verdiği önemden daha fazla önem veren, onu hemen yanıtlamaya yönelik bir tutum ve davranış içindeydiler ve haklıydılar da! HHH Bugünkü duruma baktığımızda da aynı süreci görüyoruz: AKP lideri Erdoğan, CHP’yi, Kılıçdaroğlu üzerinden yıpratmaya çalıştı uzun süre: Ne etnik kökenini, ne mezhebini, ne genel müdürlüğünü bıraktı... Zaman zaman nefret söylemine giren ifadelerle bile saldırdı. Neden böyle yaptı? Çünkü Baykal’ı “kaset komplosuyla” bertaraf ettikten sonra, CHP’yi Kılıçdaroğlu üzerinden zayıflatmaya çalışıyordu... Ana muhalefet partisi olan CHP’nin, eninde sonunda, kendi iktidarına karşı ciddi bir seçenek oluşturacağının bilincindeydi. Sonuç ne oldu? Kılıçdaroğlu, çekilmek istendiği etnik ve mezhepsel tuzakların hiçbirine düşmedi... Üslubunu, ağırbaşlılığını, efendiliğini, insan haklarına saygısını, demokratik yaklaşımını hiç bozmadı. Üstelik son seçim kampanyasında açıkça görüldüğü gibi, Erdoğan’ın kavgacı ve öfkeli üslubuna karşı, kendi efendiliği içinde çok başarılı söylemler geliştirdi ve genel kamuoyunu etkilemeyi başardı. Ve olaylar öyle gelişti ki, Erdoğan kendi tuzağına düştü: Ne karizması kaldı, ne kurtarıcılığı... Yakın çevresiyle birlikte, partisini aşağı çeken bir yük haline geldi. Tam bu noktada, CHP’nin “Cumhuriyet”i ve “Demokrasi”yi kuran kimliğiyle, özgürlükçü yaklaşımıyla, Kılıçdaroğlu’nun liderlikte sergilediği nitelikler kesişti ve ana muhalefet partisi yeniden umut oldu. K Kırım’ın Başına Gelenler... Öyle veya böyle, oyunu şu sıralar Rusya iyi oynuyor. Bunu da lütfen bir kenara not alın. Oyununu bozmaya niyet edenlere ise kâh sert çıkacak, kâh taviz verecek. Şimdi önümüzde olan senaryonun dibâcesi bu. Prof. Dr. SEMA dın” ve ötesi oldu. Bunun orijinal Lafontaine hikâyesinden farkı ise uzun yılların sürtüşmesindeki “kurt”un, aslında karikatürlerdeki “ayı” olması. Ama “kuzu” rolündeki Ukrayna da gerçekte, pek “kuzu” değil. Açıkçası “Ukrayna bu duruma kaşındı. Hak etti demiyorum. Ama kaşındı.” KALAYCIOĞLU Bir ara Suriye’ye askeri müdahalede bulunalım mı, bulunmayalım mı tereddüdüne düşüp kıvrım kıvrım kıvranırken, Sergei Lavrov gibi dört dörtlük bir diplomatın önerisi olan, “Suriye kimyasal silahlarının tespit ve imhası”nın üstüne atlayan o ABD; şimdi muhtemel bir Rus gaz ambargosuna karşı, AB müttefiklerine, kaya gazı satmayı planlayan bu ABD çok mu masum? Yoksa Suriye’ye saldırmama konusunda çözüm öneren Rusya’ya karşı bir kuyruk acısı mı var ki, Rusya’nın Kırım politikasına yaptırım alternatifleri üretiyor? Acaba açıklanan o yirmi küsur isim, vize yasağını ciddiye alıyor mu? Veya “varlıklarınıza el koyarız” tehdidine karşı, bugüne kadar hiç hazırlık yapmadılar mı? Tabii Putin’in denge boşluğu bulunan dünyada, “her istediğimi yaparım” havası pek tehlikeli. Ama burada kartları en açık oynayan bence Rusya. Neden mi? Çünkü Rusya, en kaba biçimde olsa bile ne istediğini ve ülkesinin hayati çıkarlarının ne olduğunu her zaman en yalın cümlelerle açıklamış bir ülke de ondan. Rusya her zaman için belli konuları hayati çıkarı olarak görüyor ve onları sonuna kadar savunacağını söylüyor. Evet Ruslar için çok sevdikleri ülkelerinin çıkarı önemli. Mutlaka Putin’in çıkarı değil. Ama Putin de kendi hesabı ile güç ve üstünlük peşinde olduğu aşikâr. Hassas konular da aşağıdaki gibi: l Karadeniz’de, Rusya’nın içinde yer almadığı enerji projelerinin engellenmesi(Nabucco’yu hatırlayın). l Batı Avrupa’ya uzanan boru hatları ile ilgili sorun ve tasarruflar(Ukrayna’nın başına gelenleri unutmayın). l Türkmen gazını Rusya olmadan temin etme girişimlerine rıza gösterilmemesi (Türkiye ile olan sürtüşmeyi hatırlayın). l Her an patlayabilecek ve güneyden desteklenebilecek İslami radikalizmin önüne geçilmesi (açık açık ifade ettikleri bir gerçeği, hem Çeçenistan sorunu, hem de Tataristan ve Başkurdistan ile ilgili endişelerde ile duyduk). l Suriye konusu ve özellikle Katar gazını Akdeniz’e boru hatları ile taşıyarak Rusya’nın ocağına incir dikme hesaplarına karşı Esad rejiminin desteklenmesi. l Bu konularla bağlantılı olarak, müttefiklerine karşı yapılması planlanan askeri müdahalelere karşı önlem alması ve tavır takınması (Suriye’yi aklınızdan hiç çıkarmayın). l Ulusal çıkarlarında yanında yer alabilecek müttefiklere destek verilmesi (İran’a yaptığı 2 yeni nükleer reaktör teklifini hatırlayın). Öyle veya böyle, oyunu şu sıralar Rusya iyi oynuyor. Bunu da lütfen bir kenara not alın. Oyununu bozmaya niyet edenlere ise kâh sert çıkacak, kâh taviz verecek. Şimdi önümüzde olan senaryonun dibâcesi bu. ırım’da yaşananlar ne beklenmedik bir gelişme ne de yarımadanın kaderi. Bence kısmen bir tarihi gerçeğin günümüzdeki ayak izleri. Rusya için 18. yüzyılın sonundan itibaren doğal bir parçası kabul ettiği topraklara bir çeşit geri dönüş. Ama aynı zamanda yeni bir çıkar dengesi arama hamlesi. Ukrayna için ise “geç bulup, çabuk kaybettiği” ama gereken önem ve özeni göstermediği topraklardan sonra “bu iş burada kalmaz” endişesi. Bu açıdan söylenecek pek bir şey yok. Ama uzaktan bir işgal gibi gözüken sorunun ardında yapılacak çok iş var. Kırım doğalgaz alanları ne olacak? Kırım halkının, karayolu bağlantıları nasıl sağlanacak? Rusya bir iki koridor açmakla yetinecek mi? Ya Kırım’a içme suyu veren Ukrayna bunu kesecek mi? Vermeye devam ederse karşılığında ne alacak? Bunlar henüz cevabı olmayan sorular veya pazarlık konuları. 1994 yılından itibaren, Batı ile birlikte, Ukrayna’yı mutasavver bir düşmana karşı koruma sözü veren Rusya, Ukrayna’yı nükleer silahlardan ve tesislerden bu söz sayesinde vazgeçirmişti. Ama Batılı ülkelerle birlikte can siperane koruduğu Ukrayna pek nankör çıktı. Rusya, 1990’ların sonundan itibaren Ukrayna’daki yolsuzluklardan, doğalgaz boru sistemlerinden gaz çalınmasından, paraların ödenmeyip harcanmasından pek şikâyetçiydi. Üstelik, “Ukrayna’nın Kırım’a verdiği su da pek bulanık, pek pisti.” Dolayısıyla şimdi olanların bahanesi, “suyumu bulandırdın”a ilaveten “gazımı çal ‘Masum değil hiçbiri’ Yani Ukrayna hiç ama hiç masum değil. Üstelik Rus gazına göbekten bağlıyken AB’ye güvenip onları da bu işe karıştırabileceğini hesaplayarak yıllarca Rusların damarına ve nasırına bastı. Öte yandan AB üyelerinin Rusya’ya bağımlılığı sadece doğalgaz ve petrolle değil ki. Başta Rusya’ya bile silah ve savaş gemisi üretip satan Almanya ve Fransa olmak üzere, pek çok ülkenin Rusya’ya karşı yumuşak karnı var. Mini mini güzel şehirleri için geçim kaynağı olan G36’lar, MP5’ler Orta Afrika Cumhuriyeti’nden Nijerya’ya, NATO’dan Rusya’ya geniş bir coğrafyada fır dönerken AB’nin güzide üyeleri Ukrayna için Rusya’ya ciddi yaptırımlarla posta koyabilir mi? Bu işi yanlış hesapladılar ve Bağdat yerine Bahçesaray’dan döndü. Şu sıralar Barack Obama, AB merkezlerinden Rusya’ya gözdağı veriyor. Kime karşı koruyorlardı ki? Rusya’ya gelince Tabii bir de kuyruk acısı var
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear