23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
8 ŞUBAT 2014 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Tape Bir Güzel İş Geçen hafta, İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı’nın kurucular kurulu toplantısı için Soma’daydık. Tonguç’un oğlu, birikimli aydınlarımızdan Dr. Engin Tonguç, eşi Dr. Müstesna Tonguç’un vasiyeti üzerine Soma’da bir kız yurdu yaptırdı. Avukat Özgür Aydın’ın bürokratik işlemlerini yürüttüğü, mimar Bülent Çetiner’in projesini çizdiği, jeoloji mühendisi İnan Ünal’ın da yükleniciliğini üstlendiği o yurt, bugün Soma’da, pırıl pırıl bir eğitim ve iyi insanlık simgesi olarak yükseliyor. Yurdun işletmesini Ege Çağdaş Eğitim Vakfı üstlenmiş. 80 öğrencinin kalabileceği olanaklara sahip yurttan bugün 36 kız öğrenci yararlanıyor. Anadolu’nun birçok köşesinde hekim olarak çalışıp halka hizmet etmiş olan Müstesna Tonguç’un adı, şimdi yeni kuşaklara el verecek. Yurtta kalan kız çocuklarından yeni yurtseverler yetişecek... Ne mutlu! Aloo.. Selamun aleyküm ve rahmetullah ve berekatuhu. Amin. Villanın taharet fıskiyesini nasıl buldun abi? İyi fışkırtıyor mu? Debisi yüksek maşallah. Ondan bir sıkıntımız yok, ama asıl havuzu doldurmak lazım. Eyvallah doldururuz abi, yeter ki sen iste. Ya Allah; 100 sen at, 100 o, 100 de öbürü... Hele sen ihaleyi ver, evelallah dört takla bile atarız abi. Havuz dolduktan sonra ikinci kattan görünmesin maazallah... Merak etme abi, perde takarız, olmadı üstünü örteriz alimallah. Oğlanın vakfına da üç beş bir şey verirsiniz artık, neuzübillah. Biz alıştık, eyivallah... Allah rızası için, bizim kıza da bir burs... Hasbünallah, ya sabır... Allah, Allah, Allah, dünüre de dönüm dönüm çiftlik... Fesubhanallah... Para kasası, ayakkabı kutusu, vallahi de, billahi de doldu, taştı rüşvet kuyusu. Aman Allah, illallah! Dayak Arsızı Olmak Çocukluk yıllarımızda sokaklarında oynadığımız mahallemizde itilip kakılmak, sopalanmak için sürekli kaşınan yaşıtlarımız vardı. Ne yapar ederler, bizi çileden çıkarmayı başarırlardı. Pataklanınca önce rahatlar gibi olurlar fakat bir süre sonra daha da artmış bir ölçüde kaşınmaya başlarlardı. Beterin beteri bir kısırdöngüydü bu. Sopalandıkça daha fazlasını isteyen bu dayak arsızlarıyla baş etmek son derece güçtü. Sonunda pes eden biz olurduk. Geçen perşembe günkü gazetemizde yayımlanan KONDA anketinin verilerine bakınca o dayak arsızlarını anımsadım. AKP seçmenlerinin yüzde 28’i ülkemizde “yolsuzluk”, yarıya yakını da “rüşvet” çarkı döndüğü inancında olmasına karşın bu durumun oy tercihlerini değiştirmeyeceğini söylemiş. 17 Aralık 2013’te ayyuka çıkan büyük yolsuzluk ve rüşvet olayları AKP’nin oyunu iki ay içinde yalnızca eksi 4 puan etkilemiş. HHH Bakan çocuklarının evlerinde görüntülenen deste deste paralar, para kasaları, para sayma aygıtları, bir banka genel müdürünün evindeki ayakkabı kutularında istiflenmiş milyon dolarlar, elbise torbalarında dağıtılan servetler… Açılır açılmaz engellenen yeni yolsuzluk/rüşvet soruşturmaları, siyaset katında boşluğa bırakılan savcılık fezlekeleri… Değiştirilerek yandaşlara peşkeş çekilen SİT alanları… Ve daha nice usulsüzlük, yolsuzluk, rüşvet olayları… AKP seçmenlerinin büyük çoğunluğu tüm bunları umursamıyor. “Soyulan, ezilen, parası hortumlanan, doğası yıkıma uğratılan benim” diyor, “ben razıyım, kime ne,” yollu bir davranış sergiliyor. Söz konusu anket eğer üç aşağı beş yukarı gerçeği yansıtıyorsa toplam seçmenin yaklaşık yüzde 48’i boğazına kadar usulsüzlük, yolsuzluk, rüşvet batağına batmış AKP iktidarını destekliyor. Bu davranış dayak arsızlığının ötesinde Stockholm Sendromu denen bir psikolojik sarsıntıya işaret etmiyor mu? HHH Stockholm Sendromu, “rehinelerin, kendilerini esir alanların duygularını anlama noktasına gelmeleri ve kendisini rehin alan kişilerle geçirdikleri sürenin sonunda onlara yardımcı olmaya başlaması ve nihai olarak da onlarla özdeşim kurmaları” olarak açıklanıyor. NP Hastanesi’nden Yrd. Doç. Dr. Fuat Beşkardeş’e göre, “Bu sendromun anlamı genişletilerek insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri görmemesi, ezenin yanında yer alması olarak da tanımlanabilir.” Buna göre AKP seçmenlerinin büyük çoğunluğunun ilk kez 1973 yılında İsveçli psikiyatr Nils Bejerot tarafından tanımlanan Stockholm Sendromu’ndan malul olduğunu söyleyebiliriz. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Haziran 2011’de yapılan bir Merkez Yürütme Kurulu toplantısında benzer saptamada bulunmuş, mutsuz olmasına rağmen AKP’ye oy verenleri mutsuz olmalarına rağmen “Bizi kurtarmayın” diye polise direnen Stockholm rehinelerine benzetmiş, bu da AKP’lilerin tepkilerine neden olmuştu. AKP’lilere göre bu benzetme “milli iradeye” saygısızlıktı. Oysa burada tartışılan “seçim” ya da “milli irade” değil, seçmeni seçiminde yönlendiren olgulardır. Eğer bir ülkede seçmen çoğunluğu “her şeye rağmen” seçme davranışını değiştirmiyorsa, değiştirmemekte direniyorsa bunun üzerinde düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Konuyu gelecek yazımızda sürdüreceğiz. Açık Niyet Askeri darbeler, solun ezilmesi, aydınlanmanın karartılması derken yüzde 50’nin üzerinde cahil ve yarı cahillerden oluşan, işini bilir, bencil, çıkarcı, birilerinin kılı olmaktan övünen yığınlara ulaştık. “Yolsuzluk” diyorsun, umurunda değil. “Soyuluyorsun” diyorsun, “Yiyor, ama iş yapıyor” diye avunuyor. “Oğlu götürüyor” diyorsun, “Keşke benimki de götürebilse” diye bakıyor. İşadamları, ihaleler karşılığında aptal kutusu medya oluşturmak üzere havuza para atarken telefonda birbirlerine asıl niyetlerini açık etmişler bir kere: “Bu milletin a.... koyacağız.” Daha ne desin? Adaylar Belirlenirken CHP’de yetkili organlar çoğu “çantada keklik” görülen büyük ilçelerin belediye başkanlarını belirlemek üzere toplanıyor. Belirleme yöntemi pek demokratik olmadığından birçok aday adayın hakkı yenecek. Örneğin, Ankara Yenimahalle’de Fethi Yaşar yine aday gösterilirse, CHP için yıllardır gözünü kırpmadan çalışan, ilkeli, alanında uzman bir isim olan Erhan Ulugöl elenmiş olacak. Erhan Ulugöl, elenirse partisine küser mi? Küsmez, ama görev verildiğinde iyi işler yapabilecek bir adayın 5 yılı yenmiş olur. Diyeceğimiz o ki, CHP yetkili organlarındaki yöneticilerin sorumluluğu çok yüksek. O sorumluluğu duyumsamadan yapılacak ve çıkarın, kayırmacılığın, duygusallığın öne çıkarıldığı her atama, insan ve zaman yitimine neden olacak... “Başbakan’a suikast” savıyla yargılanıp altı yıl sonra beraat eden Pilot Yüzbaşı Murat Eren, meslektaşımız Saygı Öztürk’ün “Balyoz’da Kumpas” adlı kitabında, YAŞ kararıyla silahlı kuvvetlerden çıkarılmasından sonra neler yaptığını anlatmış: “Pazarcılık yapmaya karar verdim. Havlu, çarşaf, masa örtüleri alıp pazar pazar dolaşıyordum. Havlu işini yürütemeyince, Ankara kurban pazarında su, çay, simit sattım. Adım başbakana suikast yapacak pilot HESAP yüzbaşı olarak çıktığı için ne kadar gizlerseniz gizleyin, duyuluyor. İnsanlar fişlenme korkusu yüzünden gelemeyince açtığım kafeyi de kapattım. Ara ara öğretmen pilotluk yaptım. Ankara’da işler olmayınca İstanbul’a gittim. Bir güvenlik şirketinde üç yıl çalıştım. Kısa süre önce de kendi işimi kurdum.” Hakkında yolsuzluktan soruşturma açılmış oğlunu özel kuvvetlere korutanlar, insanlara çok çektirdiler. Hesap pusulası önlerine konulacak mı? Orası belirsiz işte... Taşeron İşçilerin Reçetesi Taşeron işçileri, AKP iktidarının Çalışma ve Maliye bakanlarına, “taşeron çalışanları açlığa mahkum etmelerinden ve çalışanları kadro vaadiyle kandırmadaki gayret ve üstün başarılarından dolayı” takdir belgesi verdiler. Bir de reçete yazdılar: “843 TL ile geçinebilme testi, kadro vaadiyle kandırılma testi, kölece çalışmaya dayanma testi.” Reçeteye konu tanılar da şöyle: “Taşeronid. Açlığa bağlı nefes kokusu, kadro vaadinin gelmemesinden verem olma, 843 TL romatizması.” Gerekli iyileştirme araçlarını da reçeteye eklediler: “İş Yasası’ndan gelen hakların kullanılması. Mahkeme ve muvazaa kararlarının uygulanması. Kadrolu ve iş güvenceli çalıştırılmaması, işten çıkarılmanın yasaklanması, kadrolu/taşeron işçi ayrımının kaldırılması.” Tapeler, Havuzlar, Sinkaflar, İnternet Yasakları ve Anketler SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Ses kaydı ve tape yağmuru arasında son olarak Başbakan Erdoğan’la bir yayın kuruluşunun yönetim kurulu üyesi arasında geçen telefon görüşmesinin kaydıyla karşılaştık. Gezi olaylarının başladığı günlerde Başbakan Fas’tan bahsi geçen ismi arıyor ve yöneticisi olduğu televizyonda Devlet Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı’nı göreve çağırmasıyla ilgili haberin yayından kaldırılmasını söylüyor. Emir hemen başüstüne alınıyor. Muhalefetsen işin, hatta varlığını koruma mücadelen bile birkaç misli daha zordur bu ülkede. Her şeyden önce sesinin millete ne oranda ulaşabileceği, gerçek demokrasiye kör ve sağır bir iktidarın elindedir çünkü. Binali Yıldırım’ ın ta pe’sinde ise derin bir havuz problemiyle karşılaşıyoruz. Sabah ve atv’yi satın almak için oluşturulan havuza musluk temin eden müteahhitler esirgemedikleri “yardımlarından” bahsederken, ufukta gördükleri kazların verdiği coşkuyla olsa gerek, millete öylesine sinkaflı bir selam gönderiyorlar ki biz okurken utanıyoruz… Bu saygısızlık, bu cüret ve bu pişkinlik karşısında dilimiz tutuluyor. Ses kayıtları, dinlemeler, tapeler bir bir etrafa saçılıyor. Bir devletten, bir paralel devletten. Her gün bir yenisinin ortaya çıkmasına bakılırsa iki tarafın da biriktirdiği kaynaklar bir hayli sağlam. Aradaki sözde kardeşliğin bir gün sona ereceği ve arkasından acımasız bir savaşın patlak vereceği çok önceden tahmin edilmiş ve tüm tedbirler ona göre alınmış. O “manidar” zamanlar geldiğinde ellerindeki tedbirleri sırayla gün yüzüne çıkarıyorlar. Ve bizler ibretle okuyoruz, duyuyoruz, seyrediyoruz olup bitenleri. Her zaman değil ama. Bazen de görüp duymamız alenen engelleniyor tüm bunları. Bir gece yarısı Meclis’ten geçen torba yasayla birlikte internete getirilen olağanüstü sansürler sayesinde başta yolsuzluk, bilgi, belge ve haberleri ile hoşa gitmeyen diğer tüm gerçekleri gizleme ve karartma çalışmaları devreye sokuldu örneğin. Ayrıca internet kullanıcılarını fişlemek için onların internetteki izleri de sürülecek bundan böyle. İtinayla arşivlenen kayıtlar, manidar ya da manidar olmayan zamanlarda birer tehdit ve baskı unsuru olarak devreye sokulabilecek. “Düzenleme” kisvesi altında halihazırda kör topal varlık göstermeye çalışan özgürlüklere yeni, öldürücü darbeler indiriliyor. Yayın yasağı getiriliyor. Bu şekilde, belgelerle ortaya dökülen iddialar, fezlekeler halka ancak “sızabildikleri” oranda, kaçak yollarla ulaşabilecekler; büyük oranda da ulaşamayacaklar... Ve biz böylece ne türden kuralların hâkim olduğu bir ülkede yaşadığımızı daha iyi anlayacağız. Acaba gerçekten anlayabilecek miyiz? Belki de anlayamadı ğımız için yaklaşan yerel seçimlerin bir tür aklanma mekanizması, bir çeşit referandum olarak kullanılacağı ve oyların, 17 Aralık’tan bu yana etrafa saçılan tüm pisliği temizleyeceği ilan edilebiliyor. Anlayamadığımız için, KONDA’nın ocak ayı anketine göre AKP seçmeninin yaklaşık yüzde 50’si, bakanların ve oğullarının isimlerinin karıştığı rüşvet skandallarına inandıkları halde bu durumun oy tercihlerini değiştirmeyeceğini dile getirmiş. Toplumun genelinde, yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının oy tercihlerine yansımayacağını bildirenlerin oranı ise yüzde 77. “Soyduysa beni soydu, sana ne?” anlayışının seçim anketleri üzerinde kendini gösterişi. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY HP denklemin neresinde? Peki KONDA’nın bildirdiği bu yüzde 77’nin oluşmasında muhalefet partisi olarak CHP’nin payı nedir? Açıkça “yolsuzluk ve rüşvetin cezasını sandıkta vermeyeceklerini” söyleyen insanları bu karara iten durum nasıl izah edilebilir? Gerçekten toplumda hırsızlık ya da siyasette yolsuzluk kavramlarıyla bu derece hemhal olunmuş mudur; ahlak anlayışı kendini böylesine kaybetmiş olabilir mi? Yoksa insanları bu tercihi yapmaya iten etmenler arasında muhalif zayıflığın payı mıdır muhalefet gözüyle asıl sorgulanması gereken? CHP, aslında akılları karışmış, hayal kırıklığına uğramış azımsanmayacak sayıda insan için neden daha güçlü bir sığınılacak liman olamadığı üzerine düşünüyor mu? sadik.celik.gorus@gmail.com C UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bir açılış, 1 bir kutlama 2 için düzenlenen içkili top 3 lantı. 2/ Huni 4 biçiminde çu 5 kur yer... Ka6 dastro haritalarında parseller 7 topluluğu. 3/ 8 Tehlikeli, en 9 dişe verici durum... Argoda 1 2 3 4 5 6 7 8 9 esrar. 4/ Bir işlem 1 F A T M A C I K ya da durumun sap 2 A T E L A S E R tanması amacıyla dü 3 S A R A T I R A zenlenen ve ilgililer 4 A M A N O S E V ce imzalanan yazı. 5/ A K S E Kültür... Yassı ve dar 5 R A M İ İ F A N biçimli metal parça. 6 İ N İ 7 T S A B A H A T 6/ Geminin kaplama B İ T İ R İ M tahtaları arasını üstü 8 pü ile doldurup zift 9 B U N K İ R A Z leyerek su geçirmez duruma getirme işi. 7/ Bir nota... Çapraz çubuklarla yapılan ve pencerelere takılan siper. 8/ Uzakdoğu kökenli dövüş sporlarında “erdemli yol, sanat” anlamında kullanılan sözcük... Tanınmamak için yüze geçirilen nesne. 9/ Su motorundan yapılan, tarım ve taşımacılıkta kullanılan bir taşıt... Yabancı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Alkollü ve alkolsüz içeceklerin karıştırılmasıyla hazırlanan içki. 2/ İç Anadolu Bölgesi’nde bir yayla... Her yanı suyla çevrili kara parçası. 3/ Eleştiri... Bilgisiz, kültürsüz kimse. 4/ Kanıt, delil. 5/ “İnsan bir misali / Seni eken biçer bir gün” (Karacaoğlan)... Güney Amerika’da yaşayan bir yük hayvanı. 6/ Osmanlı Devleti’nde yüksek makamdaki görevlilerin giydiği bir başlık. 7/ Lantan elementinin simgesi... Argoda hapishaneye verilen ad. 8/ Bir nota... Yüz ve boyun güzelliği için cilde sürülen krem. 9/ Halı, kilim gibi şeyleri döverek tozunu almak için kullanılan yassı ve saplı alet... Bir organımız.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear