16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
22 ARALIK 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] A Türkiye eşitsizlikte dünya rekoru kırdı B ölçütüne göre Türkiye’de 2012’de nüfusun yüzde 56.6’sı şiddetli maddi yoksunluk içinde yaşarken nüfusun en zengin yüzde 1’lik kesimi son 10 yılda ülke servetinden aldığı payı yüzde 43 artırdı. AKP döneminde servetine servet katan yüzde 1’lik zengin kesim, servetin yüzde 54.3’üne sahip EKONOMİ 11 PELİN ÜNKER İ stanbul Bilgi Üniversitesi Profesörü Ahmet Tonak, “Rusya’da servetin yüzde 66.2’si en zengin yüzde 1’e ait. Türkiye yüzde 54.3 ile Rusya’nın ardından geliyor. Ancak servet artışına baktığımızda Rusya’yı geçtik ve dünya birincisiyiz. ‘AKP ne yaptı’ sorusunun en açık cevaplarından birisi bence bu” dedi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Tonak, İsviçreli Credit Suisse tarafından yayımlanan Küresel Servet Veri Kitabı’na göre 2014 ortası itibarıyla Türkiye’nin en zengin yüzde 1’lik kesiminin ülke servetinin yüzde 54.3’üne sahip olduğunu belirterek “Bu rakamla Türkiye dünyanın ikincisi. Önünde ise Rusya var. Ancak bir konuda Rusya’yı geçmiş durumdayız. 20002014 arasında Türkiye, en zengin yüzde 1’lik kesimin toplam servetteki payının, yüzde 43 yükselerek en hızlı arttığı ülke oldu. Rusya’da bu oran yüzde 25. ‘AKP ne yaptı’ sorusunun en açık cevaplarından birisi bence bu” dedi. İstanbul Kültür Üniversitesi tarafından Doç. Dr. Sinan Alçın moderatörlüğünde düzenlenen Yoksulluk Paneli’nde, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Tonak ve Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nden (BETAM) Dr. Ayşenur Acar, Türkiye’de gelir ve servet eşitsizliğinin artan boyutlarını masaya yatırdı. Prof. Ahmet Tonak, Dünya Bankası’nın 2012 verilerine göre, Türkiye’de 16.6 milyon yoksul olduğunu, bunun da nüfusun yüzde 22’lik kesimine denk geldiğini belirtti. Dünya Bankası’na göre kişi başına günlük 4.3 doların altında harcama yapanlar yoksul olarak tanımlanıyor. Nüfusun beşte birinden fazlasının yoksul olduğuna işaret eden Tonak, Türkiye’de yoksulluğu besleyen en önemli unsurları, kırsal alanlardaki nüfusun güvencesiz çalışan kesime dönüşümü, düşük ücret ve işsizlik olarak sıraladı. Türkiye’de servet bilgisini yakalamanın zor olduğuna işaret eden Tonak, bu nedenle bu konuda ciddi işler yapılmadığını belirtti. Prof. Tonak, yoksullukla mücadele için ise şunları önerdi: “Birincisi; insanca yaşanabilir bir ücret. Ancak bu vatandaşlık geliri değil. Vatandaşlık geliri, belli bir seviyenin altında geliri olan aileye devletin yaptığı yardım. AKP bunu bir şekilde yapıyor. Ancak bu yoksulluğu çözmüyor, ancak yönetilebilir hale getiriyor. Her iş için uygulanacak ücretin insanların temel ve insani ihtiyaçlarını karşılayacak düzeye çıkarılması gerekir. İkincisi ise çalışma saatlerinin indirilmesi. Günlük 8 saatten 7 saate indirilmesi bile işsizlik oranında yüzde 12.5’lik bir azalma sağlar.” Bölgesel adaletsizlik zirvede AKP yoksulluğu yönetiyor Nüfusun yarıdan fazlası yoksun Avrupa Birliği’nin ölçütüne göre ise Türkiye’de 2012’de nüfusun yüzde 56.6’sı şiddetli maddi yoksunluk içinde yaşıyor. BETAM Araştırmacısı Dr. Ayşenur Acar’ın verdiği bilgiye göre, AB şiddetli maddi yoksunluk ölçütünde yer alan 9 göstergeden 4’üne sahip olamayanlar “şiddetli maddi yoksun” olarak tanımlanıyor. Bu göstergeler, “kira ve faturaların ödenmesi, evin ısınma ihtiyacının yeterince karşılanması, beklenmedik harcamaların karşılanması, her iki günde bir et, balık ya da protein eşdeğer gıdaların tüketilmesi, evden uzakta bir haftalık tatil masrafının karşılanması, bir arabaya, bir çamaşır makinesine, bir renkli televizyona, bir telefona TÜİK’in yoksulluk sınırı ölçütüne göre bölgesel göreli gelir yoksulluğu yüzde 19.2 iken Güneydoğu Anadolu’da yüzde 60.1’e çıkıyor. Credit Suisse’nin raporuna göre ise Türkiye’nin en zengin yüzde 1’lik kesiminin toplam servetten aldığı pay 20102014 arasında yüzde 42.52 oranında artarken en zengin yüzde 10’luk kesimin payı yüzde 16.5 arttı. Türkiye’de en zengin yüzde 1 ülke servetinin yüzde 54.3’üne, yüzde 10 ise servetin yüzde 77.7’sine sahip. Asgari ücretli, milli gelirden payını alamıyor DİSKAR’ın raporuna göre, ekonomi 3.9 kat büyürken asgari ücret yerinde saydı. Asgari ücret kişi başına milli gelir oranında bir artış kaydetseydi brüt 2 bin 117 TL, net 1667 TL olacaktı. Ekonomi Servisi DİSKAR’ın “Asgari Ücret ve Ekonomik Büyüme Raporu”na göre, 36 yılda ekonomi 3.9 kat, kişi başına milli gelir 2.4 kat büyürken asgari ücret neredeyse yerinde saydı. Asgari ücretlinin kişi başına milli gelirden payını alamadığına dikkat çeken raporda “Asgari ücret artış oranı, bu dönem için Cumhurbaşkanlığı Bütçesi’nin artış oranına eşitlenmelidir. Bu rakam yaklaşık net 1800 liradır” denildi. Raporda şu tespitler yapıldı: * Asgari ücret kişi başına milli gelir oranında bir artış kaydetseydi brüt 2 bin 117 TL, net 1667 TL olacaktı. * Asgari ücreti geçen yıllarda kriz nedeniyle yüzde 22 düşüren Yunanistan’daki rakam bile yaklaşık Türkiye’dekinin iki katı. * 19 Aralık 2014 tarihli TCMB döviz kuru verileri üzerinden yapılan hesaplamaya göre Yunanistan’da asgari ücret brüt 1962 TL (683.76 Avro). Yunanistan’da resmi haftalık çalışma süresi 40 saattir. 45 saat için ücret 2 bin 428 TL’ye denk geliyor. * Türkiye’de brüt asgari ücretin kişi başına düşen milli gelire oranı 2014 beklentileri için yüzde 58. 1977 ve 1979’da bu değer yüzde 80’in üzerinde. sahip olunması” olarak sıralanıyor. Yoksulluğun ölçülmesinde farklı yöntemler kullanıldığını belirten Acar, şunlara dikkat çekti: * AB ölçütüne göre 2012’de temel ihtiyaçlarda yoksunluk yüzde 20.6. * Yoksul şartlarda büyüyen çocukların ileride yetişkin olduklarında yoksul olma ihtimali daha fazla. Türkiye’de 015 yaş arası çocukların şiddetli maddi yoksunluk oranı 2011 verilerine göre yüzde 63.5. * Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de kişi başına günlük 4.3 doların altında harcama yapanların oranı yüzde 2.02, 2.15 doların altındakilerin oranı yüzde 0.6. * Türkiye’de göreli gelir yoksulluğu 2013’te yüzde 22.4, bölgesel göreli gelir yoksulluğu 2012’de yüzde 19.2. Memur maaşı eridi 2 bin 350 lira olan bir memur maaşı nda temmuz zammı ve enflasyon farkı verilmemesi nedeniyle yaklaşık 150 liralık bir kayıp gerçekleşti. Geçen hafta salı günü Küba Devlet Başkanı Raul castro ile ABD Devlet Başkanı Barack Obama 45 dakika süren bir telefon konuşması yaptılar. Böylece ABD ve Küba arasında diplomatik ilişkiler yarım asır sonra yeniden kurulmuş oluyordu. Çarşamba sabahı kimi tutukluların serbest bırakılmasıyla, bir tür “casus” değiş tokuşu gerçekleşti. Castro ve Obama halklarına hitaben birer televizyon konuşması yaparak bu tarihi gelişmeyi, yeni bir reform sürecinin başladığını açıkladılar. New York Times olayı “Hoş geldin Küba” başlıklı bir yorumla karşıladı. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Roussef de, Mercosur zirvesinde yaptığı bir konuşmada, ABD ve Küba arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasının, ABD sermayesinin Küba’ya girmesini kolaylaştırarak, “uygarlıkta bir değişim” anlamına geldiğini söylemiş (Folha de S. Paulo, 17/12/2014). Folha, haberinde “Brezilya sermayesinin Küba’ya, dışa açılma başlamadan girerek avantajlı bir konum elde etmeyi amaçladığını” da yazıyor. Papa’nın da aracılık yaptığı anlaşılan bu gelişme birçok yayın organında ve diplomatik çevrede “normalleşme” olarak nitelendi; dolayısıyla, üzerinde düşünmeye, bu kavramdan başlamak yararlı olabilir. Türk Dil Kurumu Sözlüğü “Normal” sözcüğü için, “Aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama... Kurala uygun, alışılagelen, olağan,” tanımlarını veriyor. Bu kavramların hepsi bir “şeye” göre anlam kazanırlar. Bugün, kapitalist dünya ekonomisinde, krize rağmen hâlâ tek geçerli modelin “serbest piyasa” (neoliberal küreselleşme), finanssallaşma (mali sermayenin belirleyiciliği) olduğunu, devletler arası sistemi hegemonyacı, emperyalist dinamiklerin belirlediğini göz önüne alırsak Küba’nın neye kıyasla, neye uyum sağlamak üzere “normalleşmeye” başladığını görebiliriz. Bu saptamayla “sinik” bir sözcük oyunu yapmıyorum. Yalnızca Castro ve Obama’nın konuşmalarının içeriği, ‘Hoş Geldin Küba’ 1gündeme gelen yeni “reformlar” değil, son yıllarda Küba’da uygulanmaya konan ekonomik “reformlar” da bu “normalleşme” sürecinin çoktan başladığını gösteriyor. Aslında Küba, 2009 yılında Fidel’in Küba’yı ziyaret eden Amerikalı Gazeteci Jeffery Goldberg’e bir öğle yemeğinde “Küba modeli hâlâ başka ülkeler için geçerli mi?” sorusuna karşılık olarak “Bu model artık bizim bile işimize yaramıyor”... “ekonomide devletin ağırlığı çok fazla” sözleriyle açıkladığı gibi (The Atlantic, Eylül 2009) “normalleşmeye”, ekonomik modelini değiştirmeye 78 yıl önce karar vermişti. Bu modeli değiştirmeye yönelik ilk eğilimler ortaya çıkmaya başladığında, iki eski dost James Petras ve Fidel Castro arasında 2007 yılında sert tartışmalar yaşandı. Castro, eleştirel tutum alan Petras’ı, “süper devrimciler” ifadesiyle tersleyip bu eleştirilerle Amerika’da itibar gördüklerini ima etti. O zaman “PartiDevlet çizgisi”, “sosyalist yolu onaylayarak modeli değiştirmek” biçimindeydi. Ancak pratikte devreye giren reformlara bakınca, gerçekten de bir model değişikliği, piyasa kapitalizmine, dünya ekonomisine entegrasyona doğru bir yönelim görüyoruz. Adeta “sosyalizme selam, piyasacı reformlar devam.” Bu reformları kabaca, şu başlıklar altına özetleyebiliriz, birincisi, 500 bin kamu çalışanının işten çıkartılarak devlet desteğiyle küçük üreticiye, hizmet sektörü girişimcisine dönüştürülmesi. Küçük işletmelerde başlamış olan kapitalistleşmenin, tarım sektörünü de kapsayacak biçimde desteklenmesi. Yabancı sermayenin gelebilmesine uygun altyapının, kurumsallaşmanın başlatılması. Küba’nın Mariel Limanı’nın 800 milyon dolarlık bir yatırımla “serbest ticaret bölgesine” ve uluslararası konteynır limanına dönüştürülmesi. Bu “reformlar”, ABD ve Batı’da büyük yankı uyandırdı, geçen haftaki gelişmelere yol açan, 18 ay sürdüğü iddia edilen pazarlıkların başlamasına zemin hazırladı. ‘Emperyalist hesaplara uyum...’ Geçen hafta açıklanan yeni reform lar, ABD’nin Küba’ya uyguladığı ambargoyu henüz kaldıramıyor (bunun için Kongre’nin onayı gerekiyor) ama, Amerikan internet, telekomünikasyon şirketlerinin, bankalarının Küba’da iş yapmaya başlamalarının önünü açıyor, ABD’de çalışan Kübalıların üç ayda bir ailelerine göndermelerine izin verilen para transferi haklarını dört kat artırarak 2000 dolara çıkarıyor. ABD Küba konsolosluğunu “gerçek ve çaplı bir yapıya dönüştürmeye”, bir aşamada belki de Obama’yı da içerecek, üst düzey diplomatik ziyaretlere zemin hazırlıyor (Financial Times, 18/12/2014). Buna karşılık Küba’nın ABD’nin siyasi tutuklu olarak tanımladığı 53 muhalifi serbest bırakmayı, Küba’da kalmalarına, faaliyet göstermelerine izin vermeyi kabul ettiği, internet kullanımını genişleteceği anlaşılıyor. Global Research sitesinde yazan Andrew Korybko, Küba’nın Ukrayna, Libya ve Burma ‘Normalleşme’ deneylerinden ders almadığını, adeta 53 tane rejim karşıtı Aung San Suu Kyi yaratılmasına, “renkli devrimlere” çanak tuttuğunu savunuyor. (18/12) “Normalleşme” için verilen tanımlardan biri de “uyum.” Obama’nın televizyon konuşmasındaki “Bugüne kadar uygulanan tecrit politikası sonuç vermedi. Ulusal çıkarlarımızı gerçekleştirme konusunda başarısız olan bu politikayı terk ediyoruz” sözleri, “uyumun”, aslında Amerikan Ticaret Odası’nın “serbest piyasa ve açıklık amacına”, bunun da ABD’nin ekonomik, siyasi ve kültürel etkisine açmak anlamına geldiğini açıkça ortaya koyuyor. (Counter Punch, Peppe, 18/12) Aynı anda kendi ülkesinde TV’de konuşan Raul Castro’nun “Biz ABD’den ekonomik ve siyasi sistemini değiştirmesini talep etmediğimiz gibi, biz de bizimkiyle ilgili pazarlık yapmayı kabul etmiyoruz” sözleri ise ne yazık ki havada kalıyor: Küba’nın ekonomik modeli çoktan değişmeye başladı. “Normalleşme” açıklandığında Küba halkının, özellikle ticaretle uğraşanların sergilediği sevinç (NYT 17; FT 18) Küba devletinin bunları bir nevi sosyalizm gibi sunma çabası, kültürel havanın da çoktan değişmeye başladığını kanıtlıyor. Wall Street Journal’ın General Motors, Cargill gibi uluslararası şirketlerin bu normalleşmeden ne kadar hoşnut olduğuna ilişkin aktardıkları (WSWS, 19/12/2014) da bu değişimin nereye doğru olduğunu bir kez daha gösteriyor. Küba devriminin, gelir dağılımını çalışanlardan yana düzenlemesi, eğitim ve sağlık alanında başarıları, uluslararası alanda antiemperyalist direnişlere katkısı asla unutulamaz, küçümsenemez. Ancak, Küba rejiminin önce SSCB desteğiyle, sonra Venezüella yardımlarıyla ayakta durabilen bir “azgelişmiş” ülke konumunu aşamadığını da kabul etmek, Küba deneyiminden kimi dersler de çıkarmak gerekiyor. SSCB’nin çöküşünden pek bir ders çıkarılmadığını anımsayınca, bu konuda iyimser olmak zor. Yine de ben çarşamba günü bazı “hassas” noktalara değinmeye çalışacağım. Ekonomi Servisi Bağımsız BüroSen’in yaptığı hesaplamaya göre, ortalama 2 bin 350 lira olan bir memur maaşında bu yıl hükümet ile yetkili konfederasyonun 123 lira seyyanen zamda uzlaşması, temmuz zammı ve enflasyon farkı verilmemesi nedeniyle yaklaşık 150 liralık bir kayıp gerçekleşti. Araştırmada, toplusözleşmede altı aylık dönemler için maaşlara yüzde 3+3 zam yapılmasının kararlaştırıldığı belirtildi. ‘Ocağı devlet işletsin’ Yurt Haberleri Servisi Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde Hattat Holding’e bağlı HEMA kömür işletmesinde çalışan madenciler, 60 arkadaşlarının iş akitlerinin feshedildiği gerekçesiyle başlattığı 2 gün süren ocaktan çıkmama eyleminin ardından dün CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk ve Kandilli Belediye Başkanı Mustafa Aydın ile bir araya geldi. Aydın, “İşletme yetkilileri burayı yılbaşına kadar kapatmayı planladıklarını, 70100 kişilik gruplar halinde iş çıkışları olacağını söyledi. Sendika işçilere, ‘biz de bunu kabullendik’ dedi” diye konuştu. Milletvekili Köktürk ise “Ölümler oluyor diye ‘ocakları kapatıyoruz’ diyemezsin. Madenci ücretinin 2 asgari ücretin altında olmaması gerekir. Özel sektör burada üretim yapmayacaksa devlet sorumluluğu eline almalı” dedi. İş akitleri feshedilen maden işçileri de 2 gün süren ocaktan çıkmama eyleminin sonlanmasının ardından ne yapacaklarını bilemediklerini, kapatma kararı alan özel sektörün yerine maden ocağını devletin değerlendirmesi gerektiğini belirtti. TOBB madenci ailelerine ev alacak Ekonomi Servisi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğu, Ermenek’te meydana gelen maden kazasında hayatını kaybeden madencilerin ailelerine yardımda bulunacaklarını belirterek, “TOBB Yönetim Kurulu olarak ailelere birer ev alma kararı aldık” dedi. Soma’daki maden kazasında hayatını kaybeden madencilerin aileleri için topladıkları 17 milyon lirayı hükümete takdim ettiklerini hatırlatan Hisarcıklıoğlu, “Ermenek’te vuku bulan maden faciası için de benzer bir yardım planlıyoruz. TOBB olarak yılbaşı dolayısıyla başkanlarımıza ve üyelerimize ajanda dışında herhangi bir hediye dağıtımı yapmayacağız. Bunun yerine Ermenek’te meydana gelen kaza nedeniyle mağdur olan ailelere yardımda bulunacağız” diye konuştu. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear