23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
10 HAZİRAN 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET kultur@cumhuriyet.com.tr SAYFA KÜLTÜR 19 Fotoğraf: VEDAT ARIK Gezi Parkı Kitaplıkları… “…Böylesi hiç görülmemişti!” Son günlerdeki direnişleri en iyi özetleyen, ortak bir paydaya indirgeyen deyişlerden biri sanırım buydu ve bu deyiş, düşünülebilecek en doğru saptamalardan birini de içerdiği için bunca çarpıcıydı; evet: “Böylesi hiç görülmemişti!” Başka deyişle, ortada bir “büyük ilk” vardı. Çatısının altında çeşitli “ilk”leri barındıran bir büyük ilk. Bu çeşitli ilklerden biri de, Taksim’deki Gezi Parkı’nda, yani bütün direnişlerin odak noktası niteliğindeki mekânda bir “kitaplık” kurulmasıydı. Evet. İnsanca bir çevre için, böyle bir çevrede yaşanması gereken insanca hayatlar için direnişe geçen gençliğin ilk işlerinden biri, Taksim’deki mekânlarında bir kitaplık kurmak oldu. Kalaslarla ve beton taşlarla raflar yapıldı. Bu raflar hızla uzadı. Çünkü uzadıkça daha çok kitapla doldu. İnsanlar, bu kitaplığın hızla zenginleşmesi için çanta ve kucak dolusu kitap taşıdılar. “Başkaları da” okusunlar diye. Sonra kitaplığın çevresindeki ağaçların altları, bağdaş kurmuş veya uzanmış olarak ellerindeki kitaplara dalmış gençlerle doldu. Kendi başlarına okuyan ya da okuduklarını hemen başkalarıyla paylaşmaya, tartışmaya koyulan gençler. Burada gerçekleşmesini çok istediğim bir düşten söz etmiyorum. Yıllar boyu gerçekleşmesini çok istediğim ve o yılların ardından günün birinde, hayatım boyunca yaşamış olduğum şehrin en tarih yüklü meydanında karşıma somut bir olgunun tüm gücüyle çıkan bir gerçeklikten söz ediyorum. İstanbul’dan sonra, aynı gerçeklik ile Ankara’da karşılaştık. Gezi Parkı direnişlerinin tarihi çok ama çok dikkatle yazılmalı. Bu ülkede kitlelerin, kendi hayatlarını kendi kurguları çerçevesinde yaşama özgürlüğü için, başka deyişle birey olabilme özgürlüğü uğruna yollara düşüp meydanlarda toplananların ve (evet, kocaman bir VE!) bu özgürlük savaşımı için zorbalığı değil, fakat kitap okumayı ve okutmayı araç olarak seçenlerin oluşturdukları kitlelerin tarihi, çok dikkatle, çok saygıyla, bütün yönlerinin hakkı verilerek yazılmalı. Böyle yapılmalı, çünkü yaşadığımız ülkenin demokrasi, özgürlük ve eşitlik tarihinde “kitap”, ilk kez yiyecek ve içecek kadar, gecenin serinliğinden ve neminden korunmak için sırta geçirilenler kadar veya çadırlar kadar “olmazsa olmaz” niteliğiyle direnişin meydanlarına getiriliyor. Getirenlerin nitelikleri de çok ama çok önemli. Çünkü o getirenler, direnişin meydanlarında hemen kitaplıklar kuranlar, on yıllardır izlenen bir “resmi” eğitim politikası gereği kendilerine “nasıl düşünmeleri gerektiği”nin öğretilmesi yerine, “neleri düşünmeleri gerektiğinin ezberletilmeye çalışıldığı” kuşaklardan geliyorlar. Onlar, yani Gezi Parkı’nda kendi kurdukları kitaplıkların başında ve çevresinde öbeklenenler, böyle bir eğitim politikasının ne denli çağdışı olduğunu kanıtlama görevini üstlenmiş olan gençler. Onlar, ne yakma ne yıkma ne de yağmalama peşindeler. Onlar, hayatlarını kurgulamak, kendi iç yolculuklarını gerçekleştirmek için kitabı, yani DÜŞÜNMEYİ rehber edinmiş olan gençler. Ve bu nedenle de, “kimileri” için, “kimilerinin” gözünde doğal olarak çok ama çok sakıncalılar! ‘ Geleceğiniz için gezinin CELAL ÜSTER u Demir Özlü: Bir açıdan, yıllardır savunduğumuz ‘birey’in ortaya çıkışıdır da bu. Taksim Gezi Parkı Direnişi, getirdiği taptaze soluğun, akıllarımıza taşıdığı yepyeni düşünceler, anlayışlar ve tutumların yanı sıra kuşak tartışmalarını da gündeme getirdi. Gerçekten de bu eylem, farklı kuşaklardan insanların da katıldığı, destek verdiği bir direniş olmasına karşın, tüm özellikleri, nitelikleri ve ruhuyla gençlerin damgasını taşıyor. Alışılmış davranış kalıplarını kıran özellikleriyle de yalnızca iktidarın değil, pek çok kuşağın da ezberini bozuyor. Direnişin başlangıcından bugüne, sayısız politikacı, gazeteci, yazar ya da sanatçı görüşünü açıkladı, dile getirdi. Ben de çok daha farklı bir “kuşağa”, edebiyatımızda ’50 Kuşağı’na Taksim Gezi Parkı eylemleriyle ilgili düşüncelerini sorayım dedim. Edebiyatımızda ’50 Kuşağı denince, öncelikle, ilk kitapları 1950’li yıllarda yayımlanan yazarlarımız, şairlerimiz gelir aklımıza. Demir Özlü’nün ilk yapıtı “Bunaltı” 1958’de çıkar. Onat Kutlar’ın, bugün edebiyatımızın kült kitapları arasında yerini alan “İshak”ı 1959’da yayımlanır. Kemal Özer’in “Gül Yordamı”nın yayımlanış tarihi de 1959’dur. Tıpkı, Ferit Edgü’nün “Kaçkınlar”ı gibi. 1950’lerde yazmaya başlayan Erdal Öz’ün ilk öykü kitabı “Yorgunlar” ve ilk romanı “Odalarda” 1960’ta basılır. Adnan Özyalçıner de ilk öyküleri 1950’li yıllarda dergilere yansıyan yazarlarımızdandır, 1960’ta yayımlanan ilk kitabı “Panayır”ı, 1963’te “Sur” izler. ’50 Kuşağı yazarlarının bu yapıtlarından bir edebiyat akımının çıktığı söylenemez belki, ama onları birleştiren daha önemli “bir şey” vardı. Bu “birleştiren”i de, sanırım, en özlü biçimde Ferit İlk kitaplar Herşey bir ilkle başlar: Şiir bir sözcükle Aşk bir dokunuşla Gelecek bir adımla. HHH Unutma Hiçbir güç senden daha Güçlü değil. HHH Onlar geçmişi inşa etmek istiyor Gençlik ise yepyeni bir geleceği. HHH Dün dündür bugünse yarın HHH Her gecenin bir sabahı vardır Bu ülkede bile. HHH Oturmayın Geleceğiniz için gezinin. HHH … Ve bir anı: De Gaulle 1968 gençliğine “Maskaralar” dedi. Ama sonunda evinin yolunu tutan O oldu. ‘ Edebiyatımızda ’50 Kuşağı yazarları, Gezi Parkı Direnişi’ni Cumhuriyet için yorumladı dırı şiddetle bastırılırsa, Türkiye’nin sonu olan kanlı bir diktatörlük başlar ki, onun günümüz dünyasında yeri yoktur” diyor. Özlü, Gezi Parkı’ndaki direnişi duyunca, ayrıntılarını öğrenince geniş bir ferahlıkla mutluluk duyduğunu söylüyor: “Bir İzmir seyahatinden yeni dönmüştüm. Aklımda ilk oluşan düşünce ‘Ne mutlu, bugünleri gördüm’ oldu. Çünkü yıllardır, ağır bir baskı altında yaşıyorum. Bütün kimliğimizi silmek isteyen, bu kimliği oluşturmuş olan çevreyi de ortadan kaldıran bu aslında İstanbul’un ruhunun bütünüyle öldürülmesidir de bir anlayışla karşı karşıyaydık. Bir açıdan yıllardır savunduğumuz ‘birey’in ortaya çıkışıdır da bu.” GEZİYORUM Çanakkale’de müziğin bin bir tonu n Kültür Servisi Çanakkale, bu yıl 9 14 Temmuz tarihleri arasında, müziğin bin bir tonuyla buluşuyor. Kentin her sokağından farklı notaların yükseleceği 2. Çanakkale Korolar Festivali, Türkiye’nin dört bir köşesinden tam 33 koro ve toplamda 1000 koristi ağırlamaya hazırlanıyor. “Avrupa Kültürünün Elçisi” unvanıyla Bulgaristan Ulusal Radyosu Çocuk Korosu’nun da “özel davetli” olacağı festivalde, workshop çalışmaları, söyleşi ve sosyal sorumluluk etkinlikleri de yer alacak. u Ferit Edgü: ‘Oturmayın / Geleceğiniz için gezinin.’ Başkaldırıda birleşen u Adnan Özyalçıner: Parka dokunan bana da dokunmuş demektir. Ardından, karakterlerini yitirmiş tipleri, kaypak “entellektüeller”i de düşünFerit Edgü düğünü belirtmeden edemiyor Özlü: Edgü dile getirmişti: “Yıllardır ne tiksinti veri“1950’lerin biz genç yazarlaci kişilik aşınmaları görmüştük. rını, şairlerini birleştiren neyOnların herkesten önce çark di? Tek bir sözcükle: Başkaledeceklerini düşündüm. Sonradırı. ki günlerde de bunun örnekleri Politik, etik, estetik her alangerçekten ortaya çıkmaya başda başkaldırı. Eskimiş dile, pör ları. Sivil cesaretle ortaya çıkan sümüş imgeye, her alanda, her bu sivil, doğal, bağımsız itaattür tutuculuğa karşı başkaldısizliği elbette destekliyorum. rı.” Bütünüyle umutsuz değildim. Peki, 1950’lerin “başkaldırıAma benim düşündüğümden da birleşen” yazarları, Gezi Pardaha önce başladı.” kı’ndaki başkaldırıya nasıl bakıyorlardı? Bugün aramızda olmaoluğumuzu kesemezler yan Kutlar’ın, Öz’ün, Özer’in haAdnan Özyalçıner ise, “Soluyatta olsalar ne düşüneceklerini ğumuzu kesemeyecekler” diye kestirmek için çok derin bir düşbaşlıyor söze. “Parka dokunan gücü gerekmiyor. Ama Edgü’ye, bana da dokunmuş demektir. Özlü’ye, Özyalçıner’e sorma olaBenim yaşam alanımı da elimnağım var ve soruyorum. den almaya kalkıyor demektir. Gezi Parkı’nı, ardından Takivil itaatsizlik sim Alanı’nı ortadan kaldırDemir Özlü, Türkiye toplumaya çalışmak ister, eski Topmunun 1950’lerden günümüze çu Kışlası’nı yeniden yaşatmak bir çözümlemesini yapıyor ve 12 adına olsun, ister kilisenin karMart ile 12 Eylül’ün iki kuşağı şısına dikmek istedikleri caheba ettiğini vurguluyor: mi vesilesiyle olsun, kentin en “Bu çökertilen toplum önemli, en tarihi Cumhuriyet 2002’ye kadar güçlü hükümettarihi bakımından elbet alanını ler yaratamadı. 2002’de ise bu ortadan kaldırmak demektir. zayıflık içinde beklenmedik bir Ağacı, yeşili yok ederek, doNurcu topluluk iktidarı alabillayısıyla insanlarla kuşları oradi. Program, modern, laik, badan kovalayarak, çevreyi beğımsızlıkçı, devrimci, uygarlık tonlaştırarak kentin soluğunu yolunda olan Cumhuriyet’ten kesmek benim de soluk almaarta kalanları temizlemek armı engellemektir. Taksim, dizusudur. Bunun bugünkü dünkilmek istenen yeni yapılarla, ya koşulları içinde yapılamamasmavi parıldayıp ışıyan gökyacağını bilmiyorlar. Sosyoloyüzünü de yitirecektir. Buna jiktarihsel görüşleri yok. Eshiç kimse izin vermez/vermeyeki kültürel birikimler bir yana, cektir.” yeni kapitalizm atağının getirdiği kültürün etkileri dahi buzlü yanıtlar na imkân vermez. Bunun cidFerit Edgü’ye gelince, o, tüm di bir yanı da var: Günümüzün anlatılarındaki, dahası tüm sanat kimi Batılı düşünürlerinden ya yazılarındaki “tutumluluk”tan pılan bazı iyi çeviriler. Örnekşaşmıyor sorumu yanıtlarken se: Habermas... Sivil itaatsizlik, de... Gezi Parkı Direnişi’ni izlerbireyin ortaya çıkışı ve özgürken kaleme aldığı “GeziYorum” lük alanı...” başlıklı özlü sözlerle yanıt vermeyi yeğliyor: “Oturmayın / Geleiddetle bastırılırsa... ceğiniz için gezinin.” Bu kısacık Gezi Parkı’ndaki eylemle baş“yorumlar”ı ayrı bir kutuya alılayıp tüm yurda yayılan direniyorum, belki gazeteden kesilip bir şe gelince, Özlü, “Bu başkalyerlere yapıştırılır diye… Kaypak entellektüeller S S Ö Ş
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear