23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13 NİSAN 2013 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ulusal Kimlik ve Anayasa Aklın Yolu AKP’NİN “yeni anayasa”yla başkanlık sistemi getirmekten vazgeçip Fransa’dakine benzer bir “yarıbaşkanlık”ta karar kıldığından söz ediliyor. Cumhurbaşkanı, partili adayların da katıldığı bir yarışta yine doğrudan doğruya halkın oylarıyla seçilecek ama partisiyle ilişkisi kesilerek parlamenter sisteme uygun bir devlet başkanı olarak görev yapması düzenlenecekmiş. Kamuoyunun ve muhalefet partilerinin tepkisi üzerine aklın yolu bulundu ve böylece o yolda doğru hedefe yaklaşma olasılığı görüldü demektir. Ama bulunan formül üzerinde biraz daha çalışmak gerekiyor. Çünkü, formülde sırıtan bir ibare var: Seçilen cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisini kesmek. Bu deyiş, Türkiye gibi demokrasi geleneği henüz tam anlamıyla yerleşip olgunlaşmadığı ülkelere özgün bir zayıflığı sergilemiş oluyor: “Eşyanın tabiatı”na ters düşen durumları zorlama hükümlerle düzeltmeye kalkmak. Devlet başkanlığına yükselmiş kişinin sıradan partizanlık yapmasından korkmak diye bir şey olabilir mi? Yahut, kişi öylesine olumsuz tıynette ise bu tür “kesme”ler böyle kişide neyi nasıl keser? umhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi parlamenter sisteme uygun devlet başkanı profili üretmek bakımından pek başarılı olamayacağa benziyor. Halk tarafından seçilen kişi sistemin istediği “sembolik” niteliği aşıp Başbakan karşısında “siyasal” bir ağırlık kazanmış oluyor ve yönetim çarklarının dişlileri arası takılmalar ortaya çıkıyor. Fransa örneğinde bile sık yaşanan durumlar bunlar. olayısıyla, parlamenter sistemde kalınacaksa, bu tür ıvır zıvırla uğraşmak yerine o mevkie geçecek kişinin sembolik niteliğini doğru belirleyebilecek bir seçim tarzı üzerinde daha yaratıcı bir sistem düşünmek gerekiyor demektir. Öyle sistemler de yok değil. Seçici kurula Meclis’teki üyelerden başka yerel meclislerden, sendikalar, meslek kuruluşları gibi başka kuruluşları da temsil eden başka seçici üyeler eklemek gibi. Sorun çok önemli, fakat çok kolay değildir. “Etnik kökenini tanımayanlar ve kendi ulusal kimliğine sahip çıkmayan ülkeler, tarih sahnesinden er geç yok olurlar. Uzun tarih sürecinde yüzlerce ulus ve ülkenin kaybolup gittikleri gibi.” Olcas Süleymanov, UNESCO Kazakistan Daimi Temsilcisi, ünlü Kazak yazar. kan? Şimdi halkın yarısının şiddetle karşı olduğu bir anayasanın, ülkeyi iki kutba ayırmasına ve gerçek anlamda bölmesine nasıl evet diyebileceksiniz? Oysa anayasaların bu ismi hak edebilmeleri ve uzun ömürlü olabilmeleri, ülke vatandaşlarının en geniş kesimi tarafından benimsenmesi ve kabul görmesiyle olasıdır. Ne var ki Başbakan, amaçladığı kontrolsüz yetkilerle “devlet başkanı” olma projesi için, PKK’ye tahmin edemediğimiz ödünleri vermeye hazır gözüküyor. “Türk”, “Türk Devleti” ve “Türkiye Cumhuriyeti” kavramlarının yeni anayasada tartışmaya açılmaları ve Kürtçenin ikinci bir “resmi dil” olarak gündeme gelmesine yönelik ödünler, Sayın Erdoğan’ın aklına taktığı bu projenin yaşama geçirilmesi içindir elbette. Bilinmelidir ki bu proje, son derece ciddi sürtüşmeleri ve hatta uzun süreli çatışmaları beraberinde getirme riskini taşımaktadır. Günümüzde, büyük etnik azınlıkları bulunan hiçbir ülke, ne ABD, ne Çin, ne Rusya, ne Avrupa Birliği ülkeleri, kendi ulusal kimliklerinden ve tek resmi dillerinden asla ödün vermemişlerdir. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya etnik kökene dayanan anayasal federal yapıları nedeniyle dağılmışlardır. İki dillilik sorunu ise, Belçika’yı bölünme aşamasına getirmiştir. Sayın Başbakan, etkin bir parti lideri olabilirsiniz. Ancak saygın ve kalıcılığı olan devlet adamı olarak tarihe geçebilmek, ülkenin, halkın ve devletin uzun hedefli çıkarlarını göz önünde tutarak politika izleyen liderlere nasiptir. Oysa siz yalnızca kendi şahsi hesaplarınıza ve çıkarlarınıza göre partinizi ve ülkeyi yönetmekte ısrarlısınız. Ne yazık ki partinizdeki biat anlayışı, sizin bu politikanızı izlemenize olanak sağlıyor. PKK’ye ödün verilecek Oscar Wilde mı, Helen Rowland mı? Cumhuriyet gazetesi bir okuldur! Sadece okurları için değil… Yazarları için de! Bu gazetenin yazarlarıyla okurları arasındaki ilişki, karşılıklı bir eğitim, bir alışveriş ilişkisidir… Siz yazarsınız; okurlar yorumlarını, tepkilerini, katıldıkları, katılmadıkları konuları belirtir ve size yollar… Böylece karşılıklı bir eğitim süreci sürüp gider. 60 yılı geçen Cumhuriyet okurluğum ve neredeyse 20 yıla yaklaşan Cumhuriyet yazarlığım sırasında, gerek yazarlardan gerekse okurlardan çok şey öğrendim; hâlâ da her gün öğreniyorum ve bundan büyük bir zevk duyuyorum. HHH Geçen hafta, değerli televizyoncu Ece Üner’in bir söyleşideki şu ifadesini alıntılamış ve kendisini övmüştüm: “Evlilikte iki şey öğrendim: Birincisi, evlilikte mutluluğun sırrı hâlâ bir sır. İkincisi, kadın erkeği daha az sevmeli daha çok anlamalı… Erkek ise kadını daha çok sevmeli ve anlamaya çalışmamalıdır” diyordu. Yazımın yayımlandığı gün, okurlarımdan hemen ikinci ilkenin bir alıntı olduğunu belirten uyarılar geldi. Değerli okurlarımın çoğu, bunun Oscar Wilde tarafından söylendiğini, birkaçı, internette dolaşan isimsiz bir deyişten alıntılandığını, yalnız bir tanesi de Amerikalı gazeteci, mizahçı Helen Rowland’a ait olduğunu belirtiyordu. HHH Ece Üner, alıntılar konusunda çok hassas olduğunu, söyleşi sırasında, bu sözleri Oscar Wilde’dan alıntıladığını belirttiğini, ama bu ifadesinin yazıda atlandığını söyledi. HHH Önce, en güvenilir kaynak olarak, sevgili Şakir Eczacıbaşı’nın Oscar Wilde üzerine yazdığı kitaba baktım, orada bulamadım, içime bir kuşku düştü… Mecburen internete bakmaya başladım. Bu internet, nasıl kullandığınıza bağlı olarak, hem bir cennet, hem bir cehennem: Birçok kaynak, sözlerin Oscar Wilde’da ait olduğunu belirtiyordu… Ve bunlar doğru değildi! Özellikle İngilizce kaynakları taradığımda, nihayet sözlerin asıl sahibinin Helen Rowland olduğunu buldum; (benim için zaten çok özel olan) o tek okurum haklıydı. Bu satırları, hâlâ okurlarından ve çocuklarından bir şeyler öğrenmenin keyfini yaşayan bir yazar ve bir baba olarak yazdım; sağ olun, var olun! İ Prof. Dr. Hakkı KESKİN Siyasal Bilimci de olmayan ve buna sahip çıkamayan ülkeler, er geç yok olmaya gerçekten de mahkumdurlar. AKP’nin ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın, “Türk”, “Türk Devleti” ve “Türkiye Cumhuriyeti” isminin tartışılır duruma gelmesinin yolunu açması, gerçekten de inanılır gibi değil. Gerçi AKP içerisinde şeriat yanlısı ve Osmanlı hayranı kesimlerin, Cumhuriyet yönetimiyle ciddi sorunları olduğu öteden beri bilinmektedir. Ancak eski Türk devletlerini de göz önüne alırsak, binlerce yıllık tarihi olan “Türk” ve “Türk Devleti” kavramlarına bile karşı olabileceklerini anlamakta ve buna inanmakta insan güçlük çekmektedir. Oysa karşı oldukları bu Türkiye Cumhuriyeti, “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” olarak tüm vatandaşlarını eşit sayarak, farklı etnisiteler ve inanç sahipleri arasında ayrım yapmaksızın, herkesin devlet hiyerarşisinde en üst görevlere gelebilmesine olanak sağlamaktadır. Bu durum, bir türlü kabul edemedikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin son derece saygın ve büyük bir kazanımı değil midir? AKP artık açıkça, Barış ve Demokrasi Partisi ismini taşıyan ve PKK’nin parlamentodaki temsilcisi olduğunu kanıtlanmış olan partiyle birlikte, amaçlanan yeni anayasayı yapabileceklerini, pervasızca söylemekten çekinmemektedir. Nerede “yeni anayasanın” parlamentonun ve kamuoyunun en geniş desteği sağlanarak hazırlanacağını söyleyen AKP ve Başba C D stanbul’da 35 Nisan 2013 günleri “2. Dünya Türk Forumu” düzenlendi. Türki Cumhuriyetlerden ve dünyanın dört bir yanından Türkleri temsilen yüzlerce bilim adamı, yazar, düşünür, parlamenter ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri katıldı ve sunulan tebliğler üzerinde tartışıldı. “Türk”, “Türkiye Cumhuriyeti” gibi kavramların anayasada yer alıp almayacağının da anımsandığı söz konusu forumda, esprisel bir serzenişle, peki “Dünya Türk Forumu” ismini de değiştirecek miyiz acaba uyarısında bulundum. Çünkü bu forumların temel amacı, dünyanın dört bir yanında “Türk” kimliğine sahip ülke ve toplum temsilcilerinin bir araya gelerek, yakın diyalog ve işbirliklerini geliştirmekti. Diğer ülkelerden gelenlerin ve “Dünya Türk Forumu”nda doğal olarak, Türkiye’ye öncü bir rol verenlerin, Türkiye’deki bu tartışmalar karşısında yaşadıkları derin hayret ve şaşkınlık çok belirgindi. Belki de bir, çoğu bu duyduklarına inanmak bile istemiyorlardı. UNESCO’nun Kazakistan Daimi Temsilcisi dünyaca ünlü yazar Olcas Süleymanov “Özel Duayen Oturumu”nda tek ve son konuşmacıydı. Türklerin uzun tarihi üzerinde yıllardır yapılan ve UNESCO’nun da desteklediği araştırma ve çalışmalara ilişkin soluk tutularak izlenen konuşmasını yaptı. Ünlü yazarın akıllarda derin iz bırakması gereken yukarıdaki cümlesi, adeta Türkiye’deki güncel dayatmaya uyarı niteliğindeydi. Evet ulusal kimlik bilincin Kişisel kaprisler BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ ÇALIŞANLARI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear