15 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 MART 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Bahara hep birlikte hoş geldik. Her 21 Mart, tabiat için resmi bir başlangıçtır. Kadim Orta Asya kavimlerinde yeni yılın ilk günüdür. Kara kışın, kara günlerin bitmesidir. Nev Ruz’dur, Yeni Gün’dür. Bu 21 Mart, PKK ve Apo için de gerçekten bir yeni gün oldu. Kürtlere ve Türklere ne olacağını ise kimse bilmiyor. Çünkü kimlerin Kürt sayılacağı tam bir muamma! Apo ile başlatılan pazarlık sürecinden... “Kürt’üm” diyen, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in... Apo’dan bile daha Kürt olan (çünkü Kürtçe konuşup, okuyup yazabilen) Tarım Bakanımız Mehdi Eker’in çıkarı ne olacaktır.. Gerçekten demokratik Türkiye söylevi veren Apo dahil, Türkleri pek düşünen yok. Umudumuz ‘akil adamlar’da da diyemiyoruz. Adı geçenler arasında Kürtçü Türkler çok. Ama Türkçü Kürtler hiç yok. Peki, Türkleri kim düşünecek? Meclis’teki AKP’li Kürt bakanlar ve milletvekilleri de “akil adam” sayılmıyor. HHH Her 21 Mart gibi, Güneş bu yıl da Koç Burcu’na girerken her bahar olduğu gibi insanlığa iki ayrı beyaz defter sunuldu. Birinci defter yurttaşların özel yaşamları için... İkincisi siyasetçilere kamusal ortak yaşamı düzenlemeleri için. 2. deftere yazılanlar, elbette 1.’sine yazılanları da etkileyecek. Hele şimdi daha çok etkileyecek. Bu defa yurttaşlara ve devlete sunulan kamusal hayat defterinde eskitip pörsüttü. Bu tür ve her tür belaya karşı son sığınak dualardır. Kıbrıslı Rumların yaptığı gibi... Nuruosmaniye Camii’nin efsanevi imamı rahmetli Hafız Hasan Akkuş’un da çok kısa bir duası vardı: “Ya Rabbim, az verip gezdirme, çok verip azdırma!” Bu dua elbette tüm insanlık içindi... Ama şu sıralarda PKK ile girişilen “alver” süreci için daha çok geçerli. Adına “Kürt sorunu” denilen ama tanımını ve sınırlarını Apo dahil kimsenin söylemediği “sorun” için de çok çok geçerli. PKK az verilirse dağ bayır gezmeye... Çok verilirse azmaya devam edecek! Ama önce “az”ın ne olduğunu çözmek... “Çok”un nerede başlayıp bittiğini bilmek gerek! “Anadilinde” eğitim “az”a mı giriyor, “çok” tanımına mı uyuyor? Ya da Apo’ya özgürlük!.. Kürt sorununun bir tanımını yapmak artık şart. Daha işin başındayız... “PKK güçleri” sınır dışına giderken beraberlerinde taşıyacakları Kalaşnikoflar ve el bombaları sorunu bile dert oldu. Bunları “ruhsatsız silah taşımaktan” tutuklatacak bir cumhuriyet savcısı çıkar diye korkan bakanlarımız var. Onların korkularını gidermek, Kürt sorununun çözümü için de... Barış dilini doğru hecelemek için de şart... Asıl adımları atabilmek için... PKK’lilere “geçici silah ruhsatı” verebilmeliyiz mesela. Madem yıllardır kol kanat gerdi, ‘Şengen vizesi’ falan sağlamak da şart… Özetle bu bahar ya ülkemizin en uzun baharı olacak. Ya da başlamadan bitecek. GÖRÜŞ Fatma ESİN Az Verip Gezdirmek Çok Verip Azdırmak... Amerika’nın da İsrail’in de eli var. Bu bahar itibarıyla Türkleri de Kürtleri de bıçak sırtında bir “yeni” hayat bekliyor... Yeni derken, yeniyi de abartmamak gerekir. Her yeni güzel değildir... Yeniye anlam kazandıran, yeninin kendisi değil... Yeninin yazgısını kimin belirleyeceğidir. Yeni kendi başına hiçbir şeydir. AKP de yeniydi. Ama ülkenin ruhunu on yılda Önyargılı Yargı Memleketin birinde bir zanlı yargılanıyormuş. Yargılama bitmiş. Başkan hükmü açıklamış: Zanlı suçlu. Cezası: İdam. Mahkeme karışmış. Çünkü mahkeme heyetinin diğer üyeleri bu suçun cezasının idam olmaması görüşündeymişler. Fakat başkan kararından dönmemekte kararlıymış. Derken işin içine kamuoyu da karışmış. Halk ayaklanmış. Ülkenin dört bir yanından “karar adil değil” feryatları yükseliyormuş. Ülkede iç savaşı çağrıştıran belirtiler başlamış. Bu durum karşısında başkan kamuoyunu sakinleştirme gereğini duymuş. Halkın karşısına çıkmış, “Ben kararımın doğruluğundan eminim” demiş. Ardından dinden, yüce bir kuvvetin varlığından, Tanrı’nın adaletinden söz etmiş ve eklemiş. “Madem benim adaletimden kuşku duyuyorsunuz, ben de Tanrı’nın adaletine başvuracağım, hepinizin huzurunda suçluya bir şans vereceğim” demiş. “Eğer sizlerin düşündüğü gibi suçlu gerçekten bu cezayı hak etmemişse, Tanrı yardımcı olur, şansı onu idamdan kurtarır.” Sonra da suçlunun bu şansı nasıl kullanacağını açıklamış: “Bir kâğıdına ‘evet’, bir diğerine ‘hayır’ yazacağım ve onları sıkı sıkı kapatacağım. Suçlu hepinizin huzurunda bunlardan birini seçecek. Eğer ‘evet’ yazanı seçerse Tanrı da benim kararımı onaylıyor demektir. Ölüm cezası uygulanır. ‘Hayır’ yazanı seçerse kurtulur.” O gün gelmiş. Suçluya başkanın önündeki iki kâğıttan biri seçtirilmiş ve açması istenmiş. Halk heyecan içinde açmasını beklerken suçlu kâğıdı açmadan parça parça etmiş. “Aman, ne yaptın? Şansını kaybettin” diye bağırmış halk. “Korkmayın” demiş suçlu. “Şansımı kaybetmedim. Kâğıtta ‘hayır’ yazıyordu.” “Nereden biliyorsun?” diye sormuşlar. “Açın başkanın önünde kalanı” demiş. “Onun ‘evet’ olduğunu göreceksiniz. Bu durumda yırtılanın ‘hayır’ olması gerekir.” Açmışlar ve gerçekten öyle olduğunu görmüşler!.. HHH Özel yetkili mahkemelerde yıllardır süregelen davaların kararlarına, “pes doğrusu, kura yöntemine bile taş çıkarttılar” dememek mümkün mü?.. Kamuoyu yıllardır süre gelen bu davaların şaibeli delillerle suç üretilerek başlatıldığını anladı. Yine de adil bir yargılama ile gerçeğin ortaya çıkacağını umut etti, bekledi. Fakat davalar sürerken düş kırıklıkları birbirini izledi. Zanlıların savunma haklarının kısıtlandığını, buna karşın “gizli tanık” denilen bazı kişilerin ifadelerine özel önem verildiğini, savunma avukatlarının sık sık susturulduğunu, bilirkişi raporları ile çürütülen delillerin doğruymuş gibi dikkate alındığını gördü. Ne savunmalar ne de saygın hukukçuların uyarıları dikkate alındı ve kararlar açıklandı. Bu sonuç kamuoyunda, kararların, bu davalar açılmadan önce verildiği ve adil yargılama olmadığı kanısını oluşturdu, vicdanların sızlamasına neden oldu. Bu kararlar açıklanırken bir yandan da ülkede, birlik beraberlik söylemlerinin dalga dalga yayılmasına çalışılıyor. Ülkenin büyük bir kesimi adil yargılamaya olan inancını, güvenini yitirmişken, vicdanlar sızım sızım sızlarken nasıl sağlanacak bu birlik ve beraberlik Trajikomik bir durum, değil mi?.. IMF politikalarının mucidi Friedman’a Fatiha okuyacak halimiz yok. Ama bir sözünü hatırlamak sevap olacak: “Hükümetler bazen, bir sorunu çözmeye kalkınca, o sorunu daha da büyük bir sorun haline getirirler!” Bu lafı yine de PKK macerası için değil... “İyi hükümet etmek!” kavramıyla ilgili anımsamak gerek. Bu kavram son on beş yılın deyimi. İngilizcesi “good governance”... Dilimize “iyi yönetişim” diye çevirenler de var. Yukarısı Çankaya, aşağısı Kasımpaşa Bu sözü, “sürdürülebilirlik” kavramı gibi uluslararası belgelere ilk kez koyduran Dünya Bankası oldu. HHH Türkiye de birçok uluslararası belgeye “iyi yönetişim” için imza attı. Ama belli ki, Tayyip Bey’e bilgi verilmedi. “İyi hükümet etmek” Ama bazen “hayırlı iş yaparken” balta taşa vurulur. ABD’nin efsane başkanı Truman bunu şöyle anlatır: “Bir hükümet etkinliğinin sınırlarını zorlamaya başlamışsa orada  diktatörlük başgösterir!” Tayyip Bey 10 yıldan beri “etkinliğinin sınırlarını” zorlayıp duruyor. demek, zamanın ruhuna uygun dille “hayırlara vesile işler yapmak(!)” demektir.. Şaşılacak ama AKP bile zamanında tehlikeyi görmüş ve “sınır zorlanması”na karşı önlem almış: “Siyasal otorite toplumdaki otorite türlerinden sadece birisidir. Ve etkinlik alanı, toplumdaki otorite türlerinin etki alanının sınırına gelince durmalıdır!” (Ak Parti Bildirgesi Muhafazakâr Demokrasi 2004. sayfa 28) “Etki alanının sınırı” Tayyip Bey için Çankaya’nın dış duvarlarıdır. Oradan aşağısı? Ya 3. sınıf bir diktatörlük.. Ya da milletin Kasımpaşası! Deliğe Süpürmeyip Kullanmak Meriç Velidedeoğlu “ABD” bu işi çok iyi başarıyor; “AB” ise henüz “ABD”nin düzeyine erişemedi; “AB”nin parlamenterleri, bizimkilerin yüzlerine, “Siz artık SEVR’i kabul edin!” diye haykırıyor. Kuşkusuz “ABD” de bunu istiyor, söylüyor ama ustalıkla; ilkin “adamını” ayarlamak var ki, bu konuda “ABD”ye yardım da ediyoruz, öneri götürüyoruz; oysa hiç gereği yok; o seçimini yapmış, üstelik biz de biliyoruz; yine de “yalvaryakar” oluyoruz; “Deliğe süpürme tepe tepe kullan!” diye... O da öyle yapıyor, istediği sonucu alıyor, kısacası “kullanan” da, “kullanılan” da memnun... Kullanılması istenen, kullanılan yalnızca R.T. Erdoğan değil kuşkusuz; terör örgütü “PKK”nin lideri “Teröristbaşı A. Öcalan” da var listenin başlarında; bu durumda “ikinci” sırada olmalı. Artık zamanı gelmiş ki, “ikinci” de, üstelik bu kez “yengi” kazanmış bir “kahraman” gibi dünya gündemine sokuldu; böylece oluşturulan bu “İKİLİ” karşı karşıya “masa”ya oturtuldu; “Türkiye Cumhuriyeti” vatandaşı kimliğini taşıyan bu “İKİLİ”, “Türkiye”yi; “parçalamak” da geçerli olmak üzere “yeni”leyeceklermiş(!). Yıllarca Anadolu halkının; beşikteki “bebe”; okuldaki “öğrenciöğretmen” demeden; çeşme başında “bekleyen”ler; “hamile” kadınlar demeden; dışarda çalışan “emekçi”; tarlasını süren “köylü” demeden; otobüslerdeki yaşlı, hasta “yolcu” demeden; evinin balkonunda “oturan”lar, pencereden “bakan”lar demeden; pazar yerinde “alışveriş” yapanlar demeden; hastanelerin bahçesinde ziyaret için “bekleyen”ler demeden; muayene sırasını bekleyen “hasta”lar vö’ler demeden; “sivil” halkın “da” oluk oluk “kan”ını akıtan... Geride kalanlar; “öksüzyetim” bebeler; eli, kolu, bacağı “koparılan”lar; “kör” edilenler; “felç” olanlar... Başta “şehit”lerimiz olmak üzere, oluk oluk “kan”larını akıttıklarından söz ediyor da, bu geride kalanları anmayı bile gerekli görmüyor... Bu arada “İKİLİ”yi oluşturan “öteki”nin, “şehit”ler için: “Askerlik yan gelip yatmak değildir!” haykırışını da unutmayalım. Ve sürdürelim; “Teröristbaşı” dağa kaldırdıklarını da salıvermiyor; ancak medyatik olarak “ikiüç” kişiyi bırakıyor; geri kalanları “müzakere” sürecinde “kullanmak” için elde tutuyor; hem onları hem de onca “aile”yi “acı”lar içinde kıvrandırarak... “Din” i de kullanıyor; in sanları “İslam Şemsiyesi” altında toplamaya kalkışıyor. “Referansımız İslam’dır!” diyen “öteki”yle “partneri”yle ağızbirliği edercesine. İnsan, “nereden nereye” demekten de kendini alamıyor; “MarksistLeninist” temele dayanan bir “Kürdistan”ı “silah”la kurmak için yola çıkan “PKK”nin lideri, tam “180” derece dönüş yapıyor; insanımız buna: “Tükürdüğünü yalamak!” der; ama bu konuda “İKİLİ”nin “öteki”siyle kimse yarışamaz. Başbakan “R.T. Erdoğan”ın, “sabah” söylediğini “akşam” yadsımasına (inkâr) alışığız; bu aralar bu “fırıldaklık”, “Türk” sözü üzerinde yoğunlaştı; bunun anayasada yer almasına kesinlikle karşı; istemiyor, direniyor... Fırıldağı ters döndürerek anımsayalım; “AB” Komiseri “Hammerberg”, “Ne mutlu Türküm diyene!” seslenişinin, “etnik” bir kökeni yücelttiğini ileri sürüp “yasak”lanmasını istemişti (1.10.2009). Bu isteğe Başbakan öyle öfkelenmişti ki, tam “12” sayfalık bir yanıt vermişti. Şöyle: “Türk’ kelimesi ‘etnik’ bir kökene dayanmıyor, ‘TC vatandaşlığı’nı ifade ediyor; TC vatandaşı olanların ‘ülke topraklarına bağlılığını ifade ediyor.” (Ekim 2009) Ne var ki fazla dayanamaz “fırıl fırıl” dönme başlar; sonunda Başbakan: “Ne mutlu Türküm diyene!’ söylemini dağa taşa yazmak İLKELLİK’tir!” diye vargücüyle haykırıverdi. (26.9.2011) Bugünlerde de böyle bir tutum bekleniyor kendisinden; “Teröristbaşı”nın, “TBMM”de bir “Komisyon” kurulması isteğine olumsuz yanıt veren “Erdoğan”ın, bu yanıtının arkasında durup durmayacağı, “fırıldağın” esen rüzgâra dayanıp dayanmayacağı söz konusu. Bilmem ki bu “fırıldaklık” konusunda ne dersiniz? Bunun, “kullanılmayı” içine sindiren bir “kişilik”te olmakla bir bağlantısı olabilir mi? Ayrıca bu “İKİLİ”nin, “demokrasi” hakkındaki görüşlerine de şöyle bir değinelim diyorum. Başbakan’ın “tramvay” demokrasisini bilmeyen, duymayan kalmadı sanırım. “Teröristbaşı”; ilkin bir “amaç” gibi başlayan, ama ardından Türkleri, Kürtleri de içeren “Ortadoğu” halklarını birbirine yakınlaştıracak, bağlayacak bir “demokrasi” tanımıyla; “İslam”ı kullandığı gibi “demokrasi”yi de kullanıyor. Bu “demokrasi” ona göre; “Ortadoğu ’nun temel ‘iki stratejik güç’ünün; kendi öz ‘kültür’lerine ve kendi öz ‘uygarlık’larına uygun şekilde ‘inşa’ edilecek!” Demek ki, “evrensel demokrasi”den ayrı bir “Ortadoğu Demokrasisi” oluşturuluyor... “İslam Şemsiyesi” altında toplanacak halkların “uygarlığı” da “İslam Uygarlığı” olduğuna göre, bu demokrasi “yapısal” bakımdan “İslam Demokrasi”(!) olacağı apaçık. Bunca yıldır tartışılan “İslam” ve “demokrasi” konusunu da bu “İKİLİ” böylece bir “sonuç”a(!) ulaştırmış oluyorlar... Haftaya da sürdürelim diyorum; ne dersiniz? KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Çin’den 1 ve Çin 2 malların3 dan duyu4 lan korku. 2/ Yoksul5 lara yiye6 cek dağıtan hayır kuru 7 mu.... Bir 8 soru sözü. 9 3/ Sessiz, uslu... Çam 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ağacından ya1 T U RN A G Ö Z Ü pılmış su testi2 U L A D A L A N si. 4/ Taş ya da 3 R U L M A N M maden çıkarılan 4 N L A M E L İ F yer... Türlü par5 A C İ Z M A N A çaların birleştiI S İ D rilmesi ilkesine 6 K İ A R K A Ç dayalı bir oyun 7 I R A 8 R İ Y A L E R A cak. 5/ Gevrek bir elma cinsi... 9 I T I R T E İ N Sıcak ve kuru bir rüzgâr. 6/ Gümüş elementinin simgesi... Genellikle silindir biçiminde tahıl ambarı. 7/ Bir tiyatro oyunu için gerekli sahne eşyası. 8/ İsrail’in plaka imi... Mikroskop camı... Bir nota. 9/ Közlenmiş patlıcan, sarımsaklı yoğurt ve kıymayla yapılan bir tür meze. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yemek yemekten duyulan korku. 2/ Köydeki işlerin elbirliğiyle bitirilmesi... Muğla’nın bir ilçesi. 3/ Yinelenen dize. 4/ Önü hendekli siper... Ruanda’nın başkenti. 5/ Silindir biçimli bir tür başlık... Hava ve gaz akımları oluşturmakta kullanılan aygıt. 6/ Yolcu evi... İlk damıtılan ve içinde anason bulunmayan rakı. 7/ Daha çok mehter müziğinde kullanılan üflemeli bir çalgı. 8/ Bursa’nın bir ilçesi... Silisyum elementinin simgesi. 9/ Kazançlı, hesaplı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear