17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 2013 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Almanya’da Koalisyon SPD Yazarımızın yazısı elimize ulaşamadığından yayımlayamıyoruz. Üyelerinin Onayına Kaldı u Koalisyon sözleşmesinin imzalanmış olması koalisyon hükümetinin işbaşı yapması anlamına gelmiyor. Bunun için SPD üyelerinin sözleşmeyi onaylaması gerekiyor. Çünkü SPD yönetimi daha koalisyon müzakereleri başlamadan önce koalisyonla ilgili kararı “partinin sahipleri olan üyelerin” vereceğini açıklamıştı. ERCAN KARAKAŞ CHP PM Üyesi vereceğini açıklamıştı. Şimdi tüm Almanya hatta Avrupa, SPD üyelerinin kararını bekliyor. Almanya’da ve sanırım tüm dünyada ilk kez bir koalisyon hükümetinin oluşumu üyelerin tercihine bırakılmış durumda. SPD Genel Başkanı ve Merkez Yönetim Kurulu, bu girişimin parti içi katılımı, dolayısıyla parti içi demokrasiyi ileri boyutlara taşıyan yeni bir “standart” oluşturacağı görüşündeler. 475 bin SPD üyesi oyunu mektupla kullanacak. Oy pusulalarından sonra, koalisyon sözleşmesi de tüm üyelerin adreslerine ulaştırılmaya başlandı. Oylama 12 Aralık’ta tamamlanacak ve sonuç 1415 Aralık’ta Berlin’de noter huzurunda yapılacak açık sayım sonucunda ortaya çıkacak. Üye oylamasının geçerli olabilmesi için üyelerin yüzde 20’sinin oy kullanması yeterli olacak. SPD yönetimi oylamadan önce üyelerini bilgilendirmek ve soruları yanıtlamak üzere Almanya’nın 36 bölgesinde üye toplantıları programladı. Bu toplantılara konuşmacı olarak SPD Genel Başkanı, Genel Sekreteri ve partinin üst kurul üyeleri katılıyor. Başta sol kanat olmak üzere SPD içinden koalisyon hükümetine karşı olan önemli bir kesim var. Karşı çıkanların argümanları özetlenecek olursa, bunlar; muhafazakâr partiler ile köklü reformlar yapmanın mümkün olamayacağı, çalışanlar için önem taşıyan taleplerin koalisyon sözleşmesine tam olarak taşınmadığı ve de Federal Meclis’te çoğunluğu oluşturan SPD, Yeşiller ve Sol Parti koalisyonunun zorlanmamış olması olarak ortaya çıkıyor. Üçlü sol koalisyonu savunanlar, 1316 Kasım tarihlerinde Leipzig’de yapılan SPD olağan kurultayında alınan bir kararın Sol Parti ile de koalisyonun önünü açtığını belirtmekte ve bu üç partinin seçim bildirilerine bakıldığında sosyoekonomik konularda ortak yönlerin daha çok olduğunun altını çizmekteler. Tüm bu itirazlara rağmen SPD üyelerinin koalisyon hükümetinin kurulmasına yeşil ışık yakacağı tahmin ediliyor. SPD Genel Başkanı bundan emin olduğunu belirtiyor. Tabii bu mümkün, çünkü üyelerin önemli bir kısmı gibi sendikacılar da SPD’nin sözleşmeye taşıdığı yasal asgari ücreti (8.5 Avro / saat), emeklilik haklarının iyileştirilmesini (63 yaşında mümkün kılınmasını), eşit işe eşit ücret ilkesini, kiracıları korumaya yönelik olarak kiraların sınırlandırılmasını, göçmenlere çifte vatandaşlık hakkının tanınmasını, hastalara bakım hizmetlerinin iyileştirilecek olmasını vb. özellikle çalışanların ve dar gelirlilerin yaşamını kolaylaştıracak adımlar olarak değerlendiriyor. Çifte yurttaşlığın yalnızca Almanya’da doğan göçmenlerle sınırlı kalması, göçmen örgütleri tarafından haklı olarak “yeni eşitsizlikler” yaratacak “yarım çözüm” olarak değerlendiriliyor ve eleştiriliyor. Koalisyon sözleşmesinde Türkiye’nin AB ile yürütmekte olduğu üyelik müzakeresi, “ucu açık ve sonucu garanti olmayan” bir süreç olarak niteleniyor. Bu görüşün SPD’ye ait olmadığı biliniyor. Anlaşılan Merkel’in Türkiye ile ilgili görüşü sözleşmeye aynen yansıtılmış. Tabii bu da haksız, yanlış ve “güçlü Avrupa” hedefine ters düşen bir görüştür. Gönül Tatlı Sohbet İster Ama… ERDENER YURTCAN A lmanya’da 22 Eylül’de gerçekleşen seçimler sonrası Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) koalisyon müzakereleri 27 Kasım Çarşamba günü tamamlandı. Üç parti lideri; Angela Merkel, Horst Seehofer ve Sigmar Gabriel tarafından son şekli verilen “koalisyon sözleşmesi” kamuoyunun bilgisine sunuldu. Partilerden 75 siyasetçinin katılımıyla 7 hafta süren tartışmalar sonucunda hazırlanan sözleşme 185 sayfadan oluşuyor. Çalışma gruplarının üzerinde anlaşamadıkları asgari ücret, vergi, çifte yurttaşlık, emeklilik, yenilenebilir enerji vb. konular liderler toplantısına bırakılmıştı. Liderler son toplantılarında bu konularda uzlaşma sağlayarak sözleşmeye son şeklini verdiler. Koalisyon sözleşmesinde bakanlıkların partiler arasındaki dağılımı yer almıyor. Keza bakanlıklara kimlerin getirileceği de belli değil. Bunlar için SPD üyelerinin sözleşmeyi onaylaması bekleniyor. Sözleşmenin getirdikleri oalisyon kararını SPD üyeleri verecek Koalisyon sözleşmesinin imzalanmış olması koalisyon hükümetinin işbaşı yapması anlamına gelmiyor. Bunun için SPD üyelerinin sözleşmeyi onaylaması gerekiyor. Çünkü SPD yönetimi daha koalisyon müzakereleri başlamadan önce koalisyonla ilgili kararı “partinin sahipleri olan üyelerin” K İstanbul’da Ulaşım İçin Ne Yapmalı? K Prof. Dr. METE TAPAN entlerimizin en büyük sorunu olan ulaşım her geçen gün insanı tek sözcükle “bezdiriyor”. Sabahın erken saatlerinden itibaren İstanbul’da yollar tıkanıyor, insanlar yorgun ve sinirli bir biçimde işlerine başlamak zorunda kalıyorlar. Yerel yönetimler bir dizi çareler arıyor; yatırım bütçelerinin büyük bir bölümünün ulaşıma gittiğini, Büyükşehir Belediyesi bütçe çalışmalarını izleyen medyadan öğreniyoruz. Kuşkusuz, iyi niyetle aranan bu çareler, çabalar maalesef kentiçi ulaşım çilesini azaltmadığı gibi çare amacıyla alınan bazı önlemler söz konusu çileyi bazı trafik noktalarında veya bölgelerinde artırıyor. Örneğin, “metrobüs” sistemi, belki başka koşullarda ulaşımda çile yerine, vatandaşa konfor getirebilirdi. Ancak herhalde gerekli araştırmalar yeterince yapılmadığından sistem yürürlüğe girdikten iki veya üç yıl sonra, “artık bu hatta raylı sisteme geçmek gerekiyor” deniliyorsa, bu olguda bir terslik olduğu açıktır. Yine de, bu terslikte iyi bir niyet olduğu ve arkasında da önemli bir çabanın yatmış olması en büyük tesellimizdir. Derdimiz, bir yönetimi salt eleştirmek veya icraatlarının olumlu ve olumsuz olanlarını saptamak olmamalıdır. Üniversitelerle ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği yaparak çözüm alternatiflerini tartışmak gerekir. Özellikle meslek odaları, sivil toplum örgütleri ve üniversiteler, kent yönetimine yardımcı olarak katılımcı bir demokrasinin sağlanmasına çalışılmalıdır. ması gerektiğinin de planlanmasıdır. “Önce altyapı, sonra üstyapı” sloganı tüm kent yönetimleri tarafından benimsenmesi gereken bir söylem olmalıdır. Ulaşımın bu hale gelmesinde ikinci önemli temel sorun, İstanbul’un tek bir elden yönetilmesine olanak verilmemesidir. Konuyu daha da açarsak, bugün Büyükşehir Belediyesi’nin öncelikle iskâna açmak istemediği kent bölgeleri, merkezi yönetimin birimleri tarafından yapılan planlarla yapılaşmaya açılabilmektedir. Bu durum, sağlıklı bir planlama yönetiminin sonucu olamaz. İstanbul’un planlanması, ilin yerel yönetiminin işi olmalı ve hiçbir zaman kent topraklarının planlanmasında merkezi yönetim de dahil olmak üzere müdahale edilmemelidir. Ulaşım endeksli olarak İstanbul’un planlanmasının olumlu veya olumsuz yönleri üstünde bu kısa yazıda daha fazla durmayıp biz, İstanbullulara da düşen bazı görevler olduğunu anımsatmak istiyorum. Her şeyin başında bilindiği gibi eğitim gelmektedir. Artık toplu taşımacılığa daha fazla önem vermemiz gerektiği aşikârdır. Bu anlamda, örgün veya yaygın yöntemlerle hepimizin eğitilmesi gerekir. Ayrıca, toplu taşımacılığın güçlendirilmesi için, yerel yönetimlerin ulaşım planları üzerinde daha etkili olmanın yollarını aramalıyız. Kent konseyleri gibi demokratik oluşumlarla ulaşımda kitle taşımacılığın iskân bölgelerinin en son noktasına kadar rahatlıkla gitmesi sağlanmalıdır. Kuşkusuz, her yere metro gidemez, ancak metro duraklarıyla iskân bölgeleri arasındaki ilişki de yine kitle araçlarıyla sağlanmalıdır. Gelişmenin çok boyutlu ve kompleks olduğunun bilincinde olmalıyız. Bizim gibi, hızlı kentleşme olgusunu yaşayan ülkelerde her şeyin mükemmel olmasını beklemek belki haksızlık olur. Ancak bugün yaşanan ve hepimizin sinirlerini bozan ulaşım olgusuna bir çare bulmamız kaçınılmazdır. Sayın kent yöneticilerine tavsiyem, olayın yukarıda sözünü ettiğim sorunun kökenlerini dikkate alarak çareler aramak ve bulmaktır. Planlı veya plansız bu inşaat furyası lütfen denetim altına alınsın ve en kısa zamanda üniversitelerle ve meslek odalarıyla sürekli işbirlikleri kurulsun. Bir ulaşım seferberliği yapılmazsa, İstanbul yaşanabilir olmaktan çıkar ve dünyanın eşsiz kentine sahip çıkmamış oluruz. İstanbul luya düşen görev orunun kökenine inmek Ayrıca, bir sorunu çözerken, önce sorunu yaratan temel kaynağın ne olduğunu ortaya çıkarmak zorunluluğu vardır. Sorunun kökenini bilmiyorsak veya bilip de onu ortadan kaldıramıyorsak, çözümde başarılı olma şansımız oldukça azdır. Alınan çözüm alternatifleri makyajdan ileriye gitmediği gibi, anlamsız giderlerinde artmasına neden olur. İstanbul’un trafiği veya başka bir deyişle kısaca ulaşım sorununun kökeninde, kısa süreler içinde yeni iskân alanlarının hızlı bir biçimde açılması ve buraların yine hızlı bir biçimde yeterli altyapı çalışmaları yapılmadan inşaatlarla doldurulması yatmaktadır. Bir kentin tümünün veya bir bölümünün imar planı olması, bir kentin veya bölümünün sağlıklı gelişmesi için yeterli değildir. Gerekli olan, o bölgenin hangi etaplarda yapılaşmaya açıl S Eskiler ne derdi? Gönül sohbet ister, kahve bahane. Bir başka söz de şudur. Sohbet gönlün yelpazesidir, insanı rahatlatır. Acaba öyle mi? Ben iki konuda kısa bir ülke resmi çizeyim, yerimizin yettiği ölçüde, kararı sizler veriniz. Kış bu yıl daha kapıya henüz dayandı. Pek bir kibar ve aheste oldu gelişi. Kış demişken, mevsimle bağlantılı bir konuyu ele almak uygun olur. Bakanlık (resmi adı: Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı) geçen yıl bir yönetmelik çıkardı. Buna göre araçlara kış lastiği takmak mecburi kılındı, 1 Aralık1 Nisan tarihleri arasında. Bu tavır güvenlik açısından vazgeçilmez. Yönetmelik yürürlüğe girdi, ertesi gün Bakan açıklama yaptı: “Bu mecburiyet yalnız ticari araçlar için.” Niçin? Ticari olmayan araçları sürenlerin ya da bunlarda seyahat edenlerin güvenliği önemli değil mi? Bu yaklaşım kabul edilemez. Unutmamak gerekir ki, kış lastiğinin niteliği kışın yaşanan hava ve iklim koşullarına uygun üretilmiş olmasında. Ayrıca sözünü ettiğim yönetmeliği okudum; iki araç sınıfı için bir ayırım yok. İlgili maddede, “Yolcu ve eşya taşımalarında kullanılan araçlar” uBu yıl deniliyor. haberlerde kış lastiği Ticari olmayan takılacağından söz araçta da seyahat eden edilse de tehlikeyi kişiye yolcu gündeme getireni denir. Bakanın okumadım. Demek ki açıklaması hukuki temeli geçen yılki uygulama olmayan, özel sürecektir. Bu yaklaşıma araç sürenleri ne demeli? Kriter görünüşte bellidir: “Bir şey olmaz koruyan, fakat aslında abi!” Ne güzel bir tehlikeyle baş kandırmaca. başa bırakan bir çözümdü. Fakat doğru değildi. Her fırsatta Türk insanı AB’den söz ediyor ya artık, dönüp bir AB ülkelerine bakınız lütfen. Bu yıl haberlerde kış lastiği takılacağından söz edilse de tehlikeyi gündeme getireni okumadım. Demek ki geçen yılki uygulama sürecektir. Bu yaklaşıma ne demeli? Kriter bellidir: “Bir şey olmaz abi!” Ne güzel bir kandırmaca. Oysa kriter şöyle olmalı: “Aklını başına devşir abi, tehlikeye dikkat, kötü şeyler olabilir.” Ama ne gezer. Ülkeyi yönetenler yukarıdaki örnekteki gibi “mavi boncuk” dağıtırlarsa, gerisini varın siz düşünün. Birkaç gün önce basında bir haber yer aldı. ABD’de açıklamışlar ki, Türkiye’de 2013 yılı tüketici enflasyonu yüzde 8 olacakmış. Şunun şurasında ne kaldı ki, bir ay sonra saçımız kesilir, önümüze dökülür. Bu sonucu okuduğumda, ABD’de konuların ciddi olarak ele alındığını, sonra açıklama yapıldığını bir kez daha düşündüm. Sonra kendime göre başka sonuçlar çıkardım. İlkin hükümetin çalışana ve emekliye 2014 yılı için 2+3 formülünü yeterli bulduğu bir kez daha görüldü. Devlete emeğini “satan” ve karşılığını ücret olarak alan kesim ne yapsın, elinde bir olanak mı var? Yok elbet. Ne uygun görülürse, onunla yetinmek zorunda. Oysa öyle mi olmalı? Tabii ki hayır. 2010 anayasa değişikliği ile memurlar ve diğer kamu görevlileri toplusözleşme yapabiliyorlar.Toplusözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvurabileceklerdir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve toplusözleşme hükmündedir. İşte size grev hakkı tanınmaksızın sağlanan bir ekonomik özgürlük. Böyle bir özgürlük ancak 2+3 formüllerine hak kazandırır ve kamu görevlisine boynunu büktürür. Bu sonuçlar “çarşıpazar enflasyonu” kavramını akla getirir, çünkü bu kavram herkes için geçerlidir. Her insan bir tüketicidir. Bunun istisnası yoktur. Resmi enflasyon değerleri ister ülkede ister ABD’de açıklansın, çarşıpazar değerlerine oranla çok çok aşağıda olduğuna göre, enflasyon hesabında esas alınan verilerde bir aksaklık olduğunu söylemek gerekir. Öyle olmasa resmi enflasyon rakamlarıyla çarşıpazar değerlerinin uyuşmaları gerekir. Uyuşma olmadığı kesindir. Konunun kafa karıştıran yönü de budur. Geçen haftanın yıldızı simittir. Türk insanının yediden yetmişe bayılarak yediği o enfes şey. Ne oldu? Simit kimseye selam vermez artık, bir liradan bir lira kırk kuruşa terfi (!) edince. Ne dersiniz?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear