Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
3 AĞUSTOS 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 13 Eşek Muamelesi... Havuç Nerede? Devletin Faili Meşhur CD’cileri! Elbette Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nin niyeti “Devlet kimsenin cebine esrar koymaz!” diye temenni bildiren eski TBMM Başkanımız Hüsamettin Cindoruk’u yalanlalamak olamaz! Zaten “devlet” de Binbaşı Temel Karslıoğlu’nun evine esrar koymamış. Sadece “çocuk pornosu” CD’si koymuş. Böylece Silivri’de, aylardır haykırılan bir gerçek ilk kez “mahkeme kararına” dönüşmüş oldu. “Kötü niyetli kişi ya da kurumların” sanığı kararlamak için evine CD koymuş olacağı kararı, kendi çapında bir devrimdir. Ama asıl devrim, bu “kişi veya kurumların kimler olduğunun” araştırılmasına karar verilmesi, bulunması ve en ağır cezalara çaptırılmasıdır... “Allah’ın sopası yok ki...” Tanrı’nın, hakkaniyet ve adaleti insanlar gibi değil de, kendi yöntemleriyle göstereceğini belirten, Türkçemizin en güzel deyimlerinden! Allahın sopasbı yoktur! O sopayı Amerikan Başkanı’nın eline tutuşturur! Ve “seninle konuşma pozu” diye dünya âleme gösterir! Ve merhum Bülent Ecevit’e yaptığın haksızlığın vebali de böylece ödenmiş olur! Ecevit’in, nezaketi gibi, Türkiye’nin ulusal onuruna düşkünlüğünü de tüm dünya bilir. Başkan bile olsalar Amerikalıların hödük olabileceği de herkesin malumudur! Kendi sekreteriyle bile ceketi ilikli konuşan Ecevit’in, poposu koltuğa dayalı Bill Clinton’la çekilen fotoğrafını yıllarca istismar edenlere bir yanıttır, Obama’nın sopalı fotoğrafı! Allah’ın sopası yoktur. Ama Obama’nın vardır! CHP’li Umut Oran TBMM Başkanı aracılığıyla Başbakan’a önerge ile sormuş: “O sopalı resmin anlamı ve mesajı nedir?” Başbakan’dan yanıt gelmeyecektir! Çünkü, büyük olasılıkla TBMM Başkanı Cemil Çiçek önergeyi işleme koymayacaktır! Gerekçesi de hazırdır: “İçtüzüğe göre, soru önergeleri yorum ve kişisel görüş taşıyamaz. Taşırsa işleme alınmaz!” Aslında “sopa mesajı”nı Profesör Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na sormak gerekir. Çünkü, “sopa” diplomatik bir deyimdir, ama “havuç” ile birlikte, “stick and carrot” yaklaşımı diye, birlikte kullanılır. Siyaset sembollerle yapılır. Amerikan siyasetinde “eşek” mübarek bir hayvandır. Demokrat Obama’nın partisinin amblemi “Stratejik Derinlik”in resmidir! Sopa elde, havuç çekmecede.. GÖRÜŞ İ. GÜRŞEN KAFKAS eşektir. Diplomaside de bir ülkeye bir iş yaptırılacaksa, eşeğin önünden bir havuç sarkıtılır. Havuca uzandıkta eşek hareket eder. Ama havuca da bir türlü ulaşamaz. Bu yüzden duraklarsa, bu kez sopayı yer! Daha milletvekili bile seçilmeden Amerikan başkanlarıyla samimiyet kuran Tayyip Erdoğan’a “havuç” olarak ne gösterilmiştir? Bunu Abdullah Gül dışında bilen bir tek Allah’ın kulu yoktur. Ama sopanın ne olduğu cümle âlemin malumudur. Sopa zamana, zemine göre değişir! Çoğu zaman PKK’dir... Bazen Fethullah Gülen olur.... Ekseriyetle de ekonomik krizdir! Obama’nın elinde “sopa” var, ama “havuç” görünmüyor! Havuç belli ki masadaki çekmecelerden birindedir. Ama Tayyip Bey’in kulağına fısıldandığı da kesindir! Atatürk’ün Küçük Ülkü’sü Ülkemizi yok olmaktan kurtaran, özgürlük ateşini yakan, ilke ve devrimleriyle çağdaş bir toplumu yaratan Atatürk’ün çocuk özleminin simgesiydi küçük Ülkü. Atatürk’ün annesinin yakın akrabasının kızı olarak 1932’de doğmuştu. Adını Atatürk koymuştu. “Kız veya erkek olsun, adı Ülkü olsun” demişti. O yıllarda doğan birçok çocuğa Ülkü adı verilmişti. Amaç, ulaşılmak istenilen erek anlamında bir sözcüktü Ülkü. Atatürk’ün ülküsü, Atatürk’ün ülküleri o yıllarda sıkça kullanılan bir kavramdı. Bir yandan küçük Ülkü, öte yandan Atatürk’ün ülkeyi ulaştırmak istediği aydınlanma ereği hedefleniyordu. Küçük Ülkü, Atatürk’ün beş manevi kızından en küçüğüydü. Küçük Ülkü çocukluğunu Atatürk’le yaşadı. Onunla konuşmayı öğrendi. Onunla oyunlar oynadı, onunla yüzdü, gezdi, yemek yedi, konukları ağırladı. Onunla güldü, onunla eğlendi, mutlu, huzurlu bir çocukluğun sevincini yaşadı. Atatürkçüğüm, diye ona sesleniyordu. Yaramazlıklarıyla Atatürkçüğünü üzmüyor, aksine ona mutluluk veriyor, eğlendiriyordu. Küçük Ülkü, İstiklal Savaşı şehit çocuklarının bir simgesiydi. Atatürk yurdu karış karış gezdiğinde çocuklara da zaman ayırıyordu. Onlara sorular soruyor, zeki ve çalışkan çocuklara okuma bursları, yatılı okul vb. destekler sağlıyordu. “Kim demiş çocuk küçük bir şeydir, çocuk belki de en büyük şeydir” diyordu. “Çocuk dürüstlüğün, saflığın, doğruluğun adıdır” diye ekliyordu. Küçük Ülkü, 1938 yılına kadar Atatürkçüğü ile olağanüstü bir yaşam sürdürdü. O, yeni alfabemizin kapak resmi oldu Atatürkçüğü ile. O balolarda, törenlerde, şölenlerde, Atatürkçüğünün yanında olan güleç yüzlü bir çocuktu. Yeni yazıyı Atatürkçüğü öğretmişti ona. Resim yapsın diye boya takımı, kalemler, defterler alınmıştı. Onu iyi eğitmek, yetiştirmek istiyordu. Ne yazık ki ömrü yetmedi. Atatürkçüğü 1938’de ölmüştü. Küçük Ülkü, yalnızlığa itildi. Ona sahip çıkılmadı. Zor koşullarda bir gençlik süreci yaşadı. Uzun, çalkantılı bir dönem sonrası küçük Ülkü kim olduğunu, Atatürk’ün ona verdiği değeri, emeği ve önemi hatırladı. Halkının yüreğinde yaşayan Atatürk sevgisindeki ateşte, küçük Ülkü sevgisini de alevlendirdi. Yurdun her yerinden çağırılıyordu. Anılarını, çocukluğundaki Atatürk’ü anlatıyordu. Anıları gözyaşlarıyla buluşuyordu. Atatürk’ün çocuk sevgisini, çocuğa verdiği önemi, değeri anlatıyordu. Atatürk “Çocuklar geleceğimizdir, onları en iyi şekilde eğitmek görevimizdir” diyordu. 2001’de yazdığım “Atatürkle Çocukluğum” adlı eserim, küçük Ülkü’nün anılarını içermektedir. 4 baskı yapan bu eserin 3. ve 4. baskıları Türkçe/İngilizcedir. Yurtdışında da ilgi gören bu eserde Atatürk’ün en küçük manevi kızı küçük Ülkü’nün yanı sıra o günlerde Atatürk’ün çevresinde olanların da Atatürk ve küçük Ülkü ile ilgili anılarına yer verildi. Küçük Ülkü, 10 Kasım’larda, Cumhuriyet, 23 Nisan, 19 Mayıs bayramlarında okullar, üniversiteler ve sivil toplum örgütlerince çağırılıyordu. O bu çağrılarda Atatürk’ten bir soluğu aktarıyordu topluma. Büyük bir görev, sorumluluk ve mutlulukla çağrılara yanıt veriyordu. Küçük Ülkü’nün evi bir müze gibiydi. Atatürk’ten kalma fotoğraflar, şiltler, beratlar, yazılar, giysiler vb. 2000 yılında ülküdaşlarıyla birlikte “Atatürk’ün Ülküleri Derneği”ni kurdu. Şişli Belediyesi’nin verdiği yerde evindeki tüm anıları resim, fotoğraf ve diğerlerini sergiledi. Artık orası bir müze olmuştu. Küçük Ülkü’yü kaybetmenin üzüntüsü içerisindeyiz. O, şimdi Atatürkçüğü ile özlem gideriyordur. Ona ülkemizin içinde bulunduğu karanlık döngüyü anlatıyordur dilinin döndüğünce. Yaşamı sürecinde Atatürkçüğüne hayranlığı ve sevgisi giderek artıyordu. İçinde sakladığı küçük Ülkü’yü anılarındaki coşkuda alevlendirerek dışavuruyordu. O bu sevdayla Atatürkçüğüne kavuştu. Işıklar içinde ol Atatürk’ün küçük ülküsü. Sağlık Bakanlığı, piyasadaki damacana suların sağlığa aykırı olduğunu açıkladı. Hangi firmaların pis ve mikroplu su sattığını ilan etmeyi de bugüne bıraktı. Bir hafta boyunca halkımız bu suları satın alıp içmeye devam etti. Kenara çekildi. Sadece İstanbul’da günde 1 milyon adet damacana su satılıyormuş. Tüm yurtta yılda kaç milyon adet damacana su satıldığını Maliye bile bilmiyor. Sudan Para Düzeni! Çünkü biri kapanıyor, yenileri yeni isimle piyasaya çıkıyor. Sudan para kazanmak elbette çok güzel. Ve su piyasası giderek genişliyor. Kimin sayesinde? Evde musluktan akan suyu içilemez halde tutan belediyeler sayesinde! Musluk suyu içilemiyor! Ama halkımız o “içilemez” su için her ay tonla para ödüyor! Ankara, İstanbul belediye başkanları sabah akşam Avrupa kenti olmakla övünüyorlar. Ama evlere “içilemez” su satmaktan da hicap duymuyorlar. Paris’ten Londra’ya, Roma’dan Oslo’ya tüm Avrupa, evindeki musluktan akan suyu içiyor. Bizimkilere ise damacana su şirketlerini zengin etmek düşüyor. Belediyelerin bu firmalarla gönül bağı mı var, yoksa para bağı mı? Her iki üç yılda bir kaldırım taşı yenileyerek, kavun karpuz festivali düzenleyerek, statlara, meydanlara iftar sofrası kurarak vatandaşın gözüne girmeye çabalamak yerine... Kentlerde şebeke suyunu içilebilir hale getirseler... Hem daha çok oy hem daha fazla sevap kazanacaklar. Ama... Musluk suyunu içilemez halde tutmak... “Damacana piyasasını” desteklemek belli ki daha kazançlı! “Biz ‘Hukuk’u, Size Emanet Ediyoruz!”M. Balbay MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Faks: 0216 355 31 78 “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 39872) C MY B C MY B “Ergenekon Davası”nın “Silivri” tutukevi yanındaki salonda sürdürülen “yargılama işkencesi”nin, “210. seansı(!)”nda alınan “tutukluluğun devamı” kararı karşısında; başlıktaki gibi seslendi ‘millet’ in ‘vekil’ i ‘Balbay’ “HALK”a!.. “Dört” yılı aşkın bir süredir “tutuklu” olan İşçi Partisi Genel Başkanı “Doğu Perinçek” de “köşe”sinden: “Son iki yüzyıla dört ‘devrim’ sığdırmış olan bu ‘halk’, karşılaştığı tehdide uygun ‘cevap’ verecek, ‘ayağa’ kalkacaktır. ‘Halk’ da ‘HALK’ olacaktır!” diye seslenerek karara karşı dikildi. İstanbul Eczacı Odası eski başkanlarından İşçi Partili Erkan Önsel de: “Bu karar göstermiştir ki ‘bizim özgürlüğümüz Türkiye’nin özgürlüğü’dür!” diyerek, “tutukluluk” kararının sürdürülmesiyle “HALK”ın da onlarla birlikte “özgürlük”ten “yoksun” olacağını vurgulamış; dolaysiyle de “HALK”ın “hukuk”a, “adalet”e sahip çıkması gerektiğinin altını çizmiştir. “Yapay deliller”le oluşturulduğu ispatlanan bir “iddianame”yle yıllardır “tutuklu” olan Ergenekon sanıklarının; son “çare” olarak HALK’a başvurmalarında yerden göğe haklı oluşları yadsınamaz. Çünkü hukukçular; “Adalet’in “güvence”si olan “dayanak”larından ‘biri’ni de; ‘HALK’ın hakka bağlılığında ve ‘haksız’lığa, “adaletsiz”liğe ‘isyan’da (başkaldırı) aramak (...) lazım geldiğini” belirtirler. (1) Kuşkusuz; çağdaş, gerçek bir “Hukuk Devleti”nde, “halk”ın bu tür haksızlıklarla, adaletsizliklerle karşı karşıya gelmesini önleyecek “hukuk kuralları” vardır; bu kuralları “adalet”le uygulayacak “organlar” da oluşturulmuştur. Bunları belirleyecek “yargı erki”nin “özgür” olması gerekir ki; bunun ise o ülkede ‘erkler ayrılığı’ rejiminin varlığına bağlı olduğu bilinir. Peki ülkemizde gerçek anlamda bu durumdan söz edilebilir mi? Türkiye’de; “yasama”, “yürütme” bir parçası Fethullah’ın olsa da, önemli bir bölümüyle “yargı” yani bu üç erk bir ‘kişi’nin, Başbakan R. T. Erdoğan’ın “irade”sine, genelgeçer bir anlatımla söylersek, onun “ağzını açıp kapamasına” bağlı değil midir? Gerçi bu “güç”lerin yasal “denetim”ini yapacak kurumlara, “Anayasa Mahkemesi”ne, “Danıştay”a, “HSYK”ye sahibiz. Ne ki, bunların günümüzdeki durumu da hemen hemen aynı; “RTE Kurumları” olma yoluna çoktan girdiler bile... Ya; “kamuoyu”nu etkileyip devinime (hareket) geçirecek “Baskı Grupları”ndan, başta “basın”dan, kuşkusuz “özgür” basından, kısacası gerçek bir “basın özgürlüğü”nden söz edebilir mi yiz? R. T. Erdoğan’ın söylemini, icraatını eleştiren, özgürce yazan, bir elin parmağı kadar gazete adı sayabilir miyiz? “TV” kanalları için “de” kuşkusuz geçerlidir bu soru. Kısaca değindiğimiz bu durumda da “güç”ün, “yetki”nin bir “baş”ta toplanmasıyla beliren yoğun “kuvvet tekeli”nin, ülkede bir “baskı rejimi” oluşturması kaçınılmazdı. Şu an Türkiye’de yaşanan da “bu”dur. Hep yazılıp söylendiği gibi; yakın tarihteki Hitler, Mussolini örneklerini anımsatan bu “baskı”nın, “zorunlu” bir “sonucu”dur Ergenekon Davası’nda sanıkların “HALK”a başvurusu. R. T. Erdoğan’ın bu “baskı rejimi”, “korkusuz” yaşama özgürlüğünü nasıl kısıtlıyorsa; korkusuz, tarafsız “yargılama”yı da öyle... Ayrıca hukukçular her zaman, “ceza adaleti” bağlamında “savunman” ların durumunun “önem” taşıdığını vurgularlar. Oysa, Ergenekon Davası’nı izleyenler, sanık savunmanlarının, yargıç heyetinin başkanınca duruşma salonundan ne yollarla yaka paça çıkarılmak istendiğine kim bilir kaç kez tanık olmuşlardır. Yine ayrıca, “Sav (iddia) ve ‘yargı’ her zaman ‘savunma’nın üzerinde yer alırsa ‘adalet ve HALK’ bütünleşmesinin gerçekleşemeyeceği” Ord. Prof. Dr. H.V. Velidedeoğlu tarafından yıllarca belirtilen hukuksal bir olgudur. (2) Bu “bütünleşme”nin anlamını olabildiğince kavrayan, Ergenekon Davası’nın ilk örneği, “Yıldız Mahkemesi”ni yaratan 2. Abdülhamit’tir. Tam bir “korku rejimi”yle ülkesini yöneten Hünkâr, bu bütünleşmenin “gerçekleşmemesi” olasılığını dikkate alarak; mahkum ettirdiği “Mithat Paşa”yı, “Taif”e sürmeden önce “Paşa”nın bindirildiği gemiyi “Kız Kulesi” açıklarında iki gün bekletir; bakalım “HALK”tan nasıl bir “ses” çıkacak diye... Abdülhamit; halkın “Yıldız Mahkemesi”nin nasıl bir “tezgâhlama” olduğunu öğrendiklerini kuşkusuz çok iyi biliyordu. Eğer “HALK”tan bir “ses” gelseydi hem Mithat Paşa kurtulacak hem de “sahte” belgelerle, “yalancı” tanıklarla oluşturulup, Abdülhamit’in “gölge”si “yargıç”larla görülen “dava” da çökecekti... “Yıldız”ın 21. yy. “versiyon”u “Silivri”den gelen “ÇAĞRI”ya “yanıt” verelim... Binlerle, binlerle “Silivri”de olalım! Artık tatil bitsin... (1) H.V. Velidedeoğlu, Devirden Devire 2, Bilgi Yayınevi, 1975 (2) H.V. Velidedeoğlu, 12 Eylül KarşıDevrim, Evrim Yayın, 2. Bası, 1990 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com T.C. ADIYAMAN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN DOSYA NO: 2011/395 Esas DAVALI: CENGİZ ÇİTİL Nedim ve Nergiz oğlu 01/01/1966 Adıyaman Doğumlu, Adıyaman, Merkez, Kapcami Mahallesi nüfusunda kayıtlı. Davacı MEHMET KARAKAŞLI, MAHMUT KARAKAŞLI, İBRAHİM HALİL KARAKAŞL1, TÜRKAN OĞUL, NURTEN AYDEMİR, AYSEL KARAKAŞLI, AYNUR ÖZEL, BURHAN KARAKAŞLI ve SABRİYE YILMAZ tarafından aleyhinize açılan Tapu İptali ve Tescil davasının yapılan yargılamasında; Mahkememizce dava dilekçesinde belirtilen adresinize ve diğer belirtilen ve tespit edilen tüm adreslerinize dava dilekçesi ekli, duruşma gününü bildirir davetiye çıkarılmış olup, tanınmadığınız, taşındığınız, yetersiz adres ve sair gerekçelerle tebligat yapılamamıştır. Adres araştırmasından da bir netice alınamadığından dava dilekçesi ve duruşma gününün ilanen tebliğine karar verilmiştir. 6100 sayılı HMK’nin 147 maddesi uyarınca mahkememizce duruşmanın atılı bırakıldığı gün olan 13/09/2012 günü saat 09.20’de geçerli bir özrünüz olmadan mahkemede hazır bulunmadığınız veya kendinizi vekil ile temsil ettirmediğiniz takdirde duruşmaya yokluğunuzda devam olunacağı ve yapılan işlemlere itiraz edemeyeceğiniz, 7201 sayılı tebligat kanununun 28, 29, 30 ve 31. maddeleri uyarınca iş bu ilanın yayımından itibaren 7 gün sonra dava dilekçesi ve duruşma günü yerine geçmek üzere size tebliğ edilmiş sayılacağı, ilandan itibaren 6100 sayılı yasanın madde 122, 127, 131 uyarınca 2 hafta süre içerisinde cevap dilekçesi ve ilk itirazlarınızı yazılı olarak vermek durumundasınız. Aksi halde aynı yasanın 128. maddesi uyarınca cevap dilekçenizi ve ilk itirazlarınızı süresinde vermediğiniz takdirde, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş ve cevap vermemiş sayılacağınız hususu ihtar ve ilanen tebliğ olunur. 11/06/2012 1/ 19. ve 20. yüz 1 yıllarda Batı’da 2 dinsel düşünceyi etkilemiş olan 3 mistik eğilimli 4 dinsel felsefe. 2/ 5 Bir tür kâğıt süs 6 lemeciliği... Petrol İhraç Eden Ülke 7 ler Örgütü’nün 8 simgesi. 3/ “Ha 9 yır” anlamında 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kullanılan söz... Gondola benzer bir kayık. 4/ 1 T U Z L A M A O K E L AM Bir göz rengi... Kent. 5/ 2 U R A Y E L Bedence bir sakatlığı 3 Z A R F F İ R A V U N olan kimse... “Şu dün 4 L R E N D E yanın imiş kapısı / 5 A K 6 M E Y A N T E K Geldi geçti ak günü7 A L E V T E T mün hepisi” (Karaca8 A L U D E L A oğlan). 6/ Harekete hazır, tetikte. 7/ İnce ka 9 O M N E K T A R buklu bir erik cinsi... Bir akademik unvanın kısa yazılışı. 8/ Molibden elementinin simgesi... “Geceyse ay hemen tazeler ’leri” (Cemal Süreya). 9/ Endonezya’da, tarihin en büyük püskürmesine (1883) sahne olan etkin yanardağ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Su bulunmayan yerde su niyetiyle toprak, kum gibi şeylerle aptes alma. 2/ Afrika kökenli öldürücü bir virüs... Satrançta özel bir hareket. 3/ Siper, hendek... Tören ya da gösteri amacıyla bir araya gelen insan topluluğu. 4/ Çikolata ile yapılan bir tür tatlı... Ünsüzle biten bir sözcüğün ünlüyle başlayan sözcüğe bağlanarak okunması. 5/ Herhangi bir biçimde birbiriyle oranlı bulunan nokta, çizgi ya da sayı. 6/ Gemide yelkenlerin açılması için verilen komut... Afrika’yı Asya’ya bağlayan üçgen biçimindeki yarımada. 7/ Kokusu hardala benzeyen zehirli bir savaş gazı... Satrançta bir taş. 8/ İlaç... Bisiklette iskeleti oluşturan metal bölüm. 9/ Çaylak, toy... Güney Amerika’da yaşayan, devekuşuna benzer bir kuş.