22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 15 AĞUSTOS 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Hillary Clinton’ın Bilinmeyenleri Doğallaşma ve Utanç KAÇIRMA olayı Türkiye’yi yönetenlerin devlet adamlığı kalibresini ortaya koydu. Yeryüzündeki terör örgütlerinin “sık becerdiği” türden bir olay bu. İtalya başta olmak üzere Avrupa’da, Güney Amerika’da, şurada burada sayısız örneği görüldü. Bir bakıma silahlı insan için pek zor olmaz, riski az ama şamatası çok olur. Genellikle, etkisi topluma ve iktidarlara göre değişir. Hüseyin Aygün olayında ana muhalefetin olayı önemseyip Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırması ülkeyi karıştırdı. Tutumları yorumlamak yararlı olabilir. ktidar, etrafı telaşa vermenin ve Meclis’i toplamanın yanlış olacağını savundu: Başbakan ve siyasal ya da medyalı yandaşları, böyle bir kararla terörün ekmeğine yağ sürüleceğini ve gücünü abartmak anlamına geleceğini söyledi. Milliyetçi Hareket Partisi de benzer gerekçelerle aynı tutumu benimsedi. Toplantı tarihinin geçmişteki Şemdinli olayı tarihine rastladığını ve PKK propagandasına yarayacağını söyleyenler ve Kadir Gecesi’nden söz edenler oldu. Kimileri ailenin endişesine saygı duyarak sert tepkinin ve operasyona kalkışmanın tehlikeli olacağını falan söyledi. Mazeret bulan bulanaydı. Ama tam tersine, “keşke Meclis’i toplama çağrısını cumhurbaşkanı ya da Meclis başkanı yapsaydı” diyenler de oldu ama o “büyükler” pek oralı olmadı. Zaten toplantı yeter sayısının oluşamayacağını az çok herkes biliyordu. öyle bir tablo karşısında, en dramatik olanından başlayıp en hafifine kadar bir yığın söz söylenebilir. Belki en gerçekçi olan, mevsimi ve tatili bahanesiyle böyle bir yan çizişin normal olduğunu söylemektir. Herhalde AKP’nin Ankara’yı sevmediği ve sayın başbakanın Beşiktaş sarayları aşkıyla başkenti İstanbul’a taşıtmak istediği de ileri sürülecektir. Ama yine de Meclis’in toplanması bir “ulusal irade” gösterisi olarak etkili olabilirdi. Öyle olmaması, şöyle bir soru getiriyor insanın aklına: Yoksa, irade, direniş, geriliği yenme, Cumhuriyeti kurtarma inancı bitti de biz mi fark etmedik? Artık doğal olan bu mu? Öyleyse gitgide yaygınlaşan bu utanç neyin nesi? “Doğal” utandırır mı? Beyaz Saray’dan ayrılırken çok sayıda sanat yapıtını, eşyayı ve golf malzemesini özel konutlarına taşıdılar. Bunların tam listesi Barbara Olson’un kitabında var. Bir gün başkanlık koltuğuna oturursa, daha çok “armağan” alacağa ve ağzı sürekli kulaklarında olacağa benzer. Ayrıca, sanki alçakgönüllü bir ev kadını. Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV E İ B ski birinci hanım, eski New York senatörü ve şimdi dışişlerine bakan devlet sekreteri Hillary Clinton’ın sürekli gülümseyen, kahkahalı, dostça tavırlı ve dengeli bir siyasetçi gibi yüzü var. Gerçekte, Bayan Clinton gökteki aya benzer: Görünen yüzü aydınlık, öbür yarısı karanlık. Yirmi yıllık danışmanları Morris’in kitabına bir bakın. Ben bu kısa yazıda karanlık yüzüne biraz ışık tutmak istiyorum. Hillary “Tarihle Yaşamak” başlıklı anı kitabında kendini yalnız olumlu yanlarıyla sunuyor. Kendi yarattığı bu kalıpla ileride ABD’nin belki ilk kadın başkanı olmayı da başarır. Kitabındaki Hillary bir masal. Okulda eylemci öğrenci, sonra başarılı avukat, vali karısı, Beyaz Saray’da birinci hanım, ardından senatör, başkan adayı ve şimdi bakan. Gündemde olmak için yaşamını ünlülere bağlar. Adını güya Everest tepesine tırmanmayı başaran Sir Edmond Hillary’den etkilenerek koymuşlar! Ancak, bu kişi o dağa 29 Mayıs 1953’te tırmanmıştı. Yani Hillary doğduktan 5.5 yıl sonra. Böyle bir başlangıçla hep rüzgâra uymuş, kılıktan kılığa girmiştir. Saçı bile yerine göre aşağıda, yukarıda, kısa, uzun, düz, kıvırcık, örgülü ya da kuyruklu. Koyu kahverengi olan saçı şu sırada sarı. 11 Eylül’de İkiz Kuleler’e uçak saldırıları olduğunda kızı Chelsea güya hemen oracıktaymış, zor kurtulmuş! Oysa, kızı 5 km. daha aşağıda bir arkadaşının evindeydi. O çevrede olan New York’tan rakibi öteki senatör Schumer’in kızıydı. Neden mi sarışın olmuş? Britanya Başbakanı Thatcher ona “Her kadın bir gün olmalı” demiş de ondan. Kızı Chelsea neden başkan kızı gibi değil de sıradan yurttaş gibi davranıyormuş? Kennedy’nin eşi Jacqueline ona kızı öyle yetiştirmesini öğütlemiş. Monica olayına nasıl mı dayanabilmiş? Birçok ünlü ona hiçbirimizin kusursuz olmadığını söylemiş. Kocasını görevden almak için yapılan oylamada Dalai Lama ona demiş ki: “Adaletsizlikle karşılaşınca güçlü ol.” Hukuk fakültesini bitirince başkent Washington’da ve Arkanso’da baro sınavlarına girmiş. Diyor ki: “Ama kalbim beni sürekli Arkanso’ya çekiyordu.” Ne var ki Washington sınavında çakmıştı, Arkanso tek seçeneğiydi. Onu hemen Rose Hukuk Şirketi’ne almışlar; herhalde eşinin orada vali oluşundan ötürü. Topu topu 5 davaya baktı. New York’a ancak birkaç kez ayak basmıştı. Illinois doğumluydu, çocukluğu Penn’de geçmişti, Mass ve Connecticut’ta okula gitmiş, Arkanso’ya yerleşmişti. New York’tan adayken sürekli şöyle diyordu: “Biz New Yorklular”. Orası bir Yahudi kenti olarak da bilinir. Oysa, Hillary’de hiç Yahudilik yoktu, hiçbir kan bağı olmamasına karşın büyük annesinin ikinci kocası Rosenberg’in Yahudi olduğunu bulup çıkardı, birazcık da Yahudiliğe soyundu. Kocası valiyken Mark Rich adlı çok varlıklı işadamı onların konutuna tüm devletin en büyük yüzme havuzunu yapıp armağan etti. Bu zengin kişi Amerika’dan kaçmak zorunda kalmış, yurttaşlığını geri vermişti, ama eşi başkanlıktan ayrılırken eline tutuşturulan af dizelgesinde o kaçağın da adı vardı. Beyaz Saray’dan ayrılırken çok sayıda sanat yapıtını, eşyayı ve golf malzemesini özel konutlarına taşıdılar. Bunların tam listesi Barbara Olson’un kitabında var. Bir gün başkanlık koltuğuna oturursa, daha çok “armağan” alacağa ve ağzı sürekli kulaklarında olacağa benzer. Ayrıca, sanki alçakgönüllü bir ev kadını. Söyleşi için evine gelen gazeteciye şöyle demiş: “Bill golften gelebilir, ona bir şeyler hazırlayayım.” Oysa 12 yıl vali konutunda, 8 yıl Beyaz Saray’da kaldılar. Kalabalık aşçı, garson, hizmetçi, temizlikçi, çocuk bakıcısı ve her türlü yardımcı ordusu ile. Eli ne suya değdi, ne sabuna. Vakti mutfakta değil, özel odasında geçer, gazetecilerin soracakları soruları önceden hazırlayıp ellerine tutuştururlardı. Böyle birinin bakanlığı, olası başkanlığı Amerikan halkına ve dünyaya büyük zararlara patlar. Ne var ki, Cumhuriyetçi iktidarınki de... Kâfir Gözüyle... Terörden sorumlu olanı “Mübarek ramazanda saldırdılar” dedi... Öne alsa, üç aylar... Sonra olsa, iki bayram arası... ? Arkadaşların zaman birimleri farklı bizden... ? Valinin verdiği bilgiye göre ilk saldırı zamanı; yatsı vakti... Demek ki ilk atışlar, hoca elini kulağına götürdüğünde... İkinci rekatta havan saldırısı başladı... Zaten Bakan ilk haberi duyduğu zamanı açıkladı; sabah ezanı... ? Bir gün önce olsa saldırı, Mehmetçikler “mübarek cuma günü” şehit olacaklar... Bir gün gecikme olunca... Cumartesi... Yaralı askerimiz Furkan; sen bekle bekle, pazar günü şehit ol... Mübarek cuma dururken... ? Cumhurbaşkanı cuma namazı çıkışı açıklamalarını sürdürürken, zaten Başbakan da terörle ilgili açıklamalarını genelde nerede yapıyor?.. İftarda... ? Bu arada tam çelik Hüseyin Çelik iftarı beklemeden konuşunca, gördünüz “Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclis toplanmaz” dedi... Nitekim diğer sözcüleri bunu neye verdiler: “Oruçlu olduğuna...” Olabilir... Belki taharet zamanıdır zannetti... ? Sizlerden devlet adamı olsa olsa... Ancak bu kadar olur... ? Biz ki kâfiriz mesela... Mehmetçiğimizin her tırnağının kanayışında, yüreğimizde yangın çıkar... Cuma, pazar, ramazan, temmuz, öğle, ikindi... Fark etmez... Her gün Allah’ın günüdür ve her zamanın her saniyesinde inanç, duyarlılık, şefkat, merhamet, sevgi lazımdır bize... Kimi zaman artıp kimi zaman azalmaz... İnsanlık dondurma ya da karpuz değil, mevsimi olsun?.. O inanç, bu inanç da değişmez... Hiç fark etmez; bütün canlara yanarız... Babası öldürülmüş bir çocuk, suyun bu yanında, ya da öte yanında ağlıyorsa, boncuk boncuk gözyaşları bizler için aynıdır... Uçaklara doluşup kimisine sarılmaya koşarken, kimisinin babasını vurdurmayız... ? Bu yazı da uyduruk çarşambaya denk geldi ya... Üstelik kâfir yazısı... arı sıcak bir yazın ülkenin üstüne çöktüğü bugünlerde, olayların önemlisi önemsizi ülke gündeminde yerini alma çabasında. Sabah, Yaz Sıcağında Hukuk… S Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Üniversitesi haberler benim için elbette birinci sırada. Nasıl olmasın ki. Okulda geçen dört yılla her sabahki gibi, Cumhuriyet’i açtım. İşimin gereği, konusu hukuk olan olaylar ve birlikte elli yıl geride kaldı. Ekonomi sayfasında bir haber: Karşılıksız çek sayısında büyük artış. Nedeni: karşılıksız çekte hapis cezası kaldırıldı. İlk sonuç: karşılıksız çek suçunun korkutuculuğu ortadan kalktı. Karşılıksız çek olayına ceza hukukunun yaklaşımı konusunda bu sayfada çok yazı yazdım. Ülkeyi bu konuda rahatlatmak için önerilerim oldu. Karşılıksız çekin hapisle cezalandırıldığı 1985 yılından bu yana ne yazık ki bu konu kökten çözülemedi. Oysa konu ve yaratılan sorunu çözmek, son derece basittir. Nasıl mı? Çek olayı bir bankada başlar. Müşteri bankaya gelir, çeke bağlı hesap açar, kendisine bir çek karnesi verilir. Müşteri çek/çekler yoluyla ödemelerini yapar. Çek aslında muhataba karşı, bankada param var. Bu kâğıtla(çek) bankaya başvur, paranı öderler, demektir. Bu mekanizma elbette çeki yazanın bankada parasının olması ile işler, para yoksa karşılıksız çek ortaya çıkar. Çözüm: Banka müşterisine çek karnesi verirken, çek karnesinin her yaprağına bir kaşe basmalıdır. Kaşede şöyle yazmalıdır: “Bu yaprağa yazılacak şu kadar meblağ bankamızın garantisi altındadır.” Bu durumda, çek olayından para kazanan banka elini taşın altına koymuş demektir. Olması gereken de budur. Bunun hukuk dilindeki açıklaması, bankanın çekte sorumluluk yüklenmesidir. Bu resim, karşılıksız çek suçunu bitirir. Çek yaprağının üstündeki garantili meblağı aşan çeki kim alır ki! Bu ülke bu çözümü bir türlü benimsemedi. 1985 yılından beri verilen uğraşlar boşuna. Sorulacak olan soru şudur. Devlet, devlet olmak erkini bankalar üzerinde kullanamaz mı? Elbette kullanır, fakat kullanmıyor. İkinci bir konu ve haber: Yargıda yetki karmaşası. Konuya girmeden bir noktayı belirtmem uygun olur. Bir ülkenin adalet sistemi içinde yargıda yetki karmaşası olamaz. Yetki, şöyle ya da böyle belirlenir. Olaya ceza yargılaması açısından bakarsak, bir olayın soruşturmasının ya da davasının savcılık ya da mahkeme belirlenemediği için yapılamaması mümkün değildir. Haberde vurgulanmak istenen husus, en son yasalaşan 3. yargı paketi ile kurulan “terörle mücadele mahkemeleri” nezdinde görev yapan savcılıkların kararlarına yapılacak itirazların hangi mercide ele alınacağı ve sonuca bağlanacağı ile ilgili. Hemen sonucu söyleyeyim. Sistemde yaratılan anayasaya ve hukuka aykırı mahkemeler bütününe (3 ayrı ağır ceza mahkemesi biçiminde) rağmen, çözüm şöyle belirlenir. Bu mahkemelerin ve savcılıkların temelini oluşturan normlarda açık hüküm/hükümler yoksa, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) genel hükümleri uygulanır ve işin içinden çıkılır. Son söz: Umarım bu sarı sıcak günlerde içinizi sıkmadım. Ama ne yaparsınız, hukukun mutlak egemenliği o denli güçlüdür ki, ne sarı sıcağa ne kutup soğuğuna bakar. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear