23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 MAYIS 2012 PAZARTESİ 6 DİZİ Vicdanlar harekete geçmedi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın avukatları bir yandan hukuk mücadelesi verirken diğer yandan da aileleri vicdanları harekete geçirmek için mücadele etti. İdam kararları 10 Mart 1972 tarihinde TBMM’de onaylanırken 16 Mart 1972 günü Cumhuriyet Senatosu’ndan onay geldi. CHP, 25 Mart 1972 tarihinde idam kararlarının bozulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Ailelerin 27 Mart 1972 tarihinde TBMM dilekçe karma komisyonuna yaptıkları özel af isteği başvuruları reddedildi. Bu arada idamları engellemek isteyen Mahir Çayan ve arkadaşları 3 İngiliz teknisyeni kaçırdılar. Kızıldere köyünde 30 Mart 1972 tarihinde teknisyenlerle birlikte katledildiler. Bu katliamdan kurtulan tek kişi olan Ertuğrul Kürkçü şu anda parlamentoda milletvekili. 24 Nisan 1972 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nin usul yönünden bozduğu idam kararları yeniden Meclis’te görüşüldü ve bir kez daha onaylandı. Ancak ne hukuk mücadelesi, ne siyasal eylemler, ne de imza kampanyaları idamları engellemeye yetti ve 6 Mayıs 1972 tarihinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, Ankara Ulucanlar Merkez Cezaevi’nde idam edildi. AKP: Aşırı Uç! Artık olayın adını koymak zamanı geçti bile: AKP, demokrasilerde “aşırı uç”larda olan bir partidir. Bu tür partilerin normalde iktidara gelme olasılıkları yoktur... Ancak olağanüstü koşullarda “aşırı sağ uçta” böyle dinci ve totaliterliği ağır basan, toplumu kendi ideolojisine göre adım adım dönüştüren partiler iktidara gelebilirler. RTErdoğan normal koşullarda başbakan olamayacak bir kimsedir. Ama ilk yıllarda demokrasi havalarında horon tepti! Bu demokrasi horonları ülkeyi de aldattı, yakın çalışma arkadaşlarını da... AKP, tüzüğüyle önce “demokratik mekanizma” kurdu. Çoğu kimse, “işte parti içi demokrasi” dedi. Ama Erdoğan bu tüzüğü, çoğunluk partisi olur olmaz birkaç kez değiştirdi. “Demokrasi”yi attı; herkesi, her şeyi kendine bağladı, börtü böcek dahil! Totaliter tek adam yönetimi kuruldu. Çevresine topladığı demokrat, merkez sağ, gerçek liberal, biat etmeyen türden değerli insanlar bir bir ayrıldılar veya dışlandılar. ??? Aslında, RTErdoğan’ın hiçbir zaman demokrat olamayacağı, okuduğu “minareler süngü, kubbeler miğfer” politik savaş “şiir”inden de belliydi! İktidarın yanındaki sözde liberal yazarlar, ne olacak bir şiirden, insan hapis yatar mı, diye küçümsedi... Oysa şiirin bütünü tam bir dinci kışkırtma ve tahrikti, normal bir politik kişi, böyle bir “şiirle” meydanlara çıkmaz, utanır. Sonuçta, şeyhlerin dizi dibinde diz çökmüş bir siyasi figürün geldiği noktayı gözlüyoruz! RTErdoğan, hem demokrasi havaları atarak, gerçekleştirmek istediklerini uzun süre gizleyerek, bunlardan hiçbirini seçim ve parti programında göstermeyerek, aldatıcı bir kişilik sergiledi. Demokratlar, Erdoğan ve çekirdek kadrosunun “gizli programı”ndan hep şüphe etti. Takıyyeciliğini gündeme getirdi. Onlar gizli gündemlerini uzun süre saklamayı başardılar. Ama yeri ve zamanı gelince küt diye Meclis’e getirdiler yasalarını... En sonuncusu eğitimle ilgili yasaydı, tiyatro da bunlardan biri... Açık ve net olarak, artık totaliter zihniyetin hızlandırılmış bir program uygulamasını yaşıyoruz.. Şunu da görelim: İktidarın ceberutluğu arttıkça, toplumda direniş de artıyor, bu direnişin total kontrolü mümkün değil... Çünkü toplum her zaman kendine yeni direnme yolları bulup çıkarır, binlercesini! 1 Mayıs ile Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anma toplantı, gösteri ve yürüyüşlerine bakın... İktidar gösterilere karşı daha zalimce seçenekler arıyor, elektromanyetik dalgalar gibi! Kime karşı? Kendi milletine karşı! Hep böyle olmadı mı? ??? Yazının başındaki temel saptamayı unutmayalım. Dedik ki, aşırı uç görüşleri savunan bir partidir AKP ve normal durumlarda böyle partiler iktidara gel(e)mez. Parlamenter sandıktan genellikle merkezin hemen sağından ve solundan partiler çıkar. AKP ve lideri, olağanüstü dönemin iktidar ürünüdür. Nedir bu olağanüstü dönem? Merkez sağ partilerin bütününün ve tamamıyla çöküp yok olduğu bir süreç... Ekonomik ve siyasal krizler, DYP, ANAP ve liderlerini adım adım sıfırladı, 2002 sonu seçimlerine girildi. Peki neden merkezin hemen solundaki CHP değil de Erbakan’ın devamı Erdoğan ve AKP fırladı aradan? Seçmen CHP’yi değil ama onun yerine Ecevit’i aradan iktidara tırmandırmaya çalıştı, bunu unutmayalım! Ecevit, bence yönetimiyle de iktidar olamadı! Seçmen bunu da gördü. Ayrıca ABD, büyük desteğini de iktidara yöneldiğini gördüğü AKP’ye verdi. İkincisi, ülkemiz bütün sağ iktidarlar ve askeri yönetimlerce hep muhafazakârlaştırıldı ve din bir politik alet olarak kullanıldı. Sağsol seçmen oy aralığının en iyisinden yüzde 6040, en kötüsünden yüzde 2080/2575 olduğunu unutmayalım! Bu durum, solun sürekli olarak askeri ve siyasi bombardıman altında tutulmasının bir sonucudur. Diğer nedeni de yakın zamana kadar ülkemizde seçmenin okulluluk yılının 4 yılda bırakılmış olmasıdır! AKP, Erbakan’ın 2000 yılı öncesinin yükselişinin mirasına kondu. Üzerine ANAP ve DYP’nin oylarının yarısını ekledi 2002 seçimlerinde (yüzde 34). Sonraki seçimlerde de geri kalanlarını! Merkez sağın Türkiye’yi çökertmesinin sonucudur AKP... Yüzündeki maskeyi yırtıp atınca, ultra sağcıdinci totaliter eğilimli bir yüz çıktı karşımıza! DARAGACINA MEKTUPLAR Sağ basın Meclis’teki tartışmalara denk getirilen mektubu TBMM’ye telkin ve sermayenin isteği olarak okumak mümkün nefret kusuyor Serpil Çelenk Güvenç, basında yer alan yazıları “darağacına mektup” olarak değerlendirmiş. Bu mektuplar incelendiğinde sağ basının idamlara destek verdiği görülüyor. İlhan Selçuk, İsmail Cem, Oktay Akbal, Altan Öymen, Abdi İpekçi gibi yazarlar ise idamlara karşı seslerini yükseltiyor. Son Havadis gazetesinde 18 Mart 1971 tarihinde yayımlanan “İşte yakalandılar” başlıklı yazıda Adviye Fenik şunları söylüyor: “(...) Şehir haydutluğu yeni başladı. Şehir gerillalarının maksatları şu iki, üç ay içinde ‘aşikâre’ vuruldu. (...) Şimdi görev adliyeye düşüyor. Zabıta, haydutları sımsıkı tutuyor. İnşallah adli mercilerimiz de işi sıkı tutarlar.” Hakikat gazetesinde Bülent Hikmet Şeren imzasıyla yayımlanan “Gidişat” başlıklı yazı bir başka örnek. Bu yazı Mine Söğüt’ün “Darbeli Kalemler” başlıklı derlemesinden alınmış. Şeren bu yazıda şu görüşleri dile getiriyor: “Deniz Gezmiş denilen vatansızlaştırılmış, eli ve gözü kanlı mahluk, Türk polisinin piyasasında 7.65’lik bir mermi çekirdeği kadar değer taşır ancak. Amma sen, senato kürsüsünden üniversite amfisine kadar, milli şahsiyet ve milli ilim görüşülmesi gereken her yerde, katil ve soyguncuların hamisi, kanun takipçilerinin de amansız düşmanı edasıyla konuşmaktan hayâ duymaz, hadiselerin seyrini namussuzluk derecesinde tersyüz ederek kamuoyunda zihinleri allak bullak edersen, polis hain ve alçakların hangi çeşidi ile uğraşacağını şaşırır elbette! (...) Dört kumandandır bugün memleketi badireden kurtaran. Fakat o dört kumandanın yerli yerlerinde bulunmasının basiretine sahip olan Başbakan Sayın Süleyman Demirel’i de unutmamak lazımdır.” Özal’dan mektup: DARAĞACINA MEKTUPLAR TÜREY KÖSE 2 Acımayın ve hıyanetlerini meydana çıkardığı gibi, Türkiye’nin kalkınması için sarf edilen insanüstü gayretlere, yapılan insafsız hücumların kasti hüviyetlerini de ortaya çıkarmıştır. Zaman muhakkak durumu daha iyi gösterecektir. Fakat bir endişem var: Tarihten, tecrübeden ders alacak mıyız yoksa sözde bir acıma duygusu ile karıştırılan, aslında maksatlı bir takım oyunlara alet olarak Türkiye’yi yıkmak isteyenlere bir şans daha mı vereceğiz. Türkiye hiçbir zaman komünist olmayacaktır, ama kalkınma yolunda kaybettiğimiz zamanları geri getirmenin mümkün olmamasından korkuyorum.” Serpil Güvenç, bu mektubun zamanlaması ve içeriğine dikkat çekerken, şu değerlendirmeleri yaptı: “Mektup 5 Mart 1972’den sonra yazılmış. Sayın Özal, mektubu 5 Mart 1972’de Washington Post’ta Dan Morgan tarafından yazılan ‘Bosporus Bridge Links 2 Continents’ (Boğaz Köprüsü 2 Kıtayı Birleştiriyor) başlıklı bir makaleyi okuduktan sonra yazdığını bildiriyor. Bilindiği üzere, 9.10.1971’de Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 18 idam kararı veriliyor. Dava Deniz’lerin avu Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamı sürecinde, Kızıldere katliamı ve idamlar günlerce gerek iç, gerekse dış basında tartışıldı. İç basında sosyaldemokratlar ve sol kesimler idamlara karşı çıkarken; dış basın idamlar ve Kızıldere katliamını “katliam, kırım, generallerin cinayeti” olarak nitelendirdi. İdamlar öncesinde Tercüman gazetesinde yayımlanan “Özal’dan mektup” başlıklı yazı dikkat çekiciydi. Ahmet Kabaklı, 7 Nisan 1972 tarihinde yayımlanan yazısında Turgut Özal’ın ABD’den kendisine gönderdiği bir mektuba yer verdi. Serpil Çelenk Güvenç bu mektubu kitabın ilk baskısına yetiştirememiş, sonraki baskılara eklemeyi planlıyor. Özal bu mektupta “Boğaz Köprüsü’ne yapılan hücumlara” tepki gösterirken, Kabaklı’ya şöyle seslenir: “Muhterem Ahmet Beyefendi, Teknik Üniversite duvarlarına, bir tarafa köprü karikatürü, diğer tarafa da 6’ncı Filo’yu koyarak ‘köprü ve bekçisi’ diyen komünistlerin, aslında neyin peşinde oldukları bugün daha iyi anlaşılmıyor mu? Bir senelik bir Örfi İdare, bütün melanet katları tarafından Askeri Yargıtay’a götürülüyor. 10.1.1972’de Askeri Yargıtay 2. Dairesi, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarını onaylıyor ve diğer 15 sanığın ise idam kararlarını bozuyor. Sürecin TBMM’de süreceğini ve idam kararlarının o tarihten itibaren TBMM’de tartışılacağını herkes bilmekteydi. O tarihten itibaren ülkemizde yoğun bir idam karşıtı kampanya başlatıldı. Yazılışı tam da bu tarihlere denk gelen mektupta, en azından, idamları durdurmaya yönelik çabalara kulak asılmaması yönünde, daha çok TBMM sürecini düşündüren bir telkin olduğunu söylemek mümkün. O tarihlerde ABD’de Dünya Bankası’nda çalışan Özal’ın, 12 Eylül hükümetinde başbakan yardımcısı olduğunu, 24 Ocak kararlarının yaşama geçirilmesini sağladığını, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) çekirdeği olan Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) başkanlığını yaptığını anımsayacak olursak mektupta, idama her gün bir adım daha yaklaşan devrimcilere bir şans daha verilmemesine ilişkin talebini sermayenin isteği olarak da okumak mümkün.” Ilıcak gençleri hedef alıyor Nazlı Ilıcak Tercüman’da 6 Mayıs 1977’de yayımlanan “İki Liderin Vazifesi” başlıklı yazısında CHP üzerinden gençleri hedef alır: “(... ) Haklarında idam kararı verilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, DevGenç içinden çıkan, Halk Kurtuluş Ordusu’nun savaşçılarıdır. Meşru başbakanın yakasına yapışanın himaye edildiği ve bilahare Maliye Bakanı yapıldığı bir memlekette başkalarının da, halk oyundan gücünü alan bir parlamentoyu alaşağı etmek için çalışmalarını tabii karşılamak lazımdır. 6 Mayıs Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm yıldönümüdür. Kalplerindeki Allah sevgisinin ve imanın yerini Marx ve Lenin’e mutlak bağlılık ve hayranlığın aldığı, son dakikalarında dahi bir imamın refakatini reddeden bu gençler, aslında hırslı politikacıların kurbanıdır. (...) Bütçe müzakereleri sırasında, Ali Elverdi Paşa’nın yakasına yapışanlar, onu meclis kürsüsünden yere düşürenler şahsına değil, sıkıyönetim mahkemesi başkanı sıfatıyla ve Türk milleti adına imzaladığı idam kararına hücum ediyorlardı. Ecevit, tehlikenin soldan değil, sağdan geldiğine inanır ve böyle söylemek işine gelir. 1 Mayıs günü, CHP’siyle, TiP, TSiP, İGD, DİSK ve Maoistiyle Taksim Meydanı’nda yapayalnız olan solun yarattığı hadiseler acı bir şekilde Ecevit’i tekzip etmiştir. Aslında sağcı militanlar kavgadan çekilse bile, sol, anarşi kazanını kaynatmaktan vazgeçmeyecektir. (...)” Tamer’den ‘İp’ yazısı Rauf Tamer’in Tercüman gazetesinde 2 Nisan 1972 tarihinde yayımlanan “Niksar’ın Fidanları” başlıklı yazısı devrimcileri hedef alıyordu. Rauf Tamer, aynı nefret dolu üslupla bir başka yazı daha yazdı: “İdamlara dair kanun iptal edildi. Ne demek iptal? Menşeini araştıralım. İptal İpta İpt İp. Gördünüz mü, sonunda yine ip çıkıyor.” Tamer infazlardan iki gün sonra bile nefret saçmaya devam etti. 8 Mayıs 1972’de şöyle yazıyordu: “Uçak kaçıranlar Sofya’daki elçimize, ‘Bizim Türkiye ile ilgimiz yok’ demişler. Bir diğeri ise duruşmada ‘Türk ve İslam’ olduğunu kabul etmemiş. Öyleyse bu çocuklar hakikaten vatan haini değil azizim. Vatan haini olabilmek için önce vatandaş olmak gerek.” Polis uyarırken vurdu! ? ADANA (AA) Adana’da, “Uyuşturucu ve adam yaralama” suçlarından hakkında yakalama kararı bulunan O.O’nun, Yenibey Mahallesi 18015 Sokak’ta olduğu bilgisini alan polis, bölgeye hareket etti. Bıçakla kendisini yaralayıp polis memurlarına saldıran O.O’nun kaçmaya başlaması üzerine polis uyarı amacıyla ateş açtı. Seken kurşun Hikmet Demir’in (56) omzuna isabet etti. Demir’in hayati tehlikesinin bulunmadığı öğrenildi. Kaçan O.O’nun yakalanması için çalışma başlatıldı. ‘Eğitim İçin El Ele’ projesi ? İstanbul Haber Servisi Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı (TESYEV) ile Bilyoner.com’un birlikte sürdürdüğü “Eğitim İçin El Ele” projesi kapsamında, Türkiye’nin dört bir yanından gelen görme, işitme ve bedensel engelli 50 öğrenci, İstanbul’da Kalamış’ta bir restoranda buluştu. TESYEV Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Kocaömer, “Öğrencilerimizin aldıkları eğitim sayesinde, gelecekte daha güçlü bir duruşa sahip olacaklarına inanıyorum” dedi. Yarın: İlhan Selçuk: Nasıl bir tılsıma kapıldılar ki... C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear