25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
9 MART 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 17 TYS’NİN EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ PROF. BÜŞRA ERSANLI’DAN ‘Biz barışa karar verdik’... yoksun Prof. Büşra Ersanlı’nın yazdığını öğrendim… Bugün bu köşeyi o bildiriye ayırıyorum: Çelişkilerle Yaşamak... 1942 Mart’ının başlarında, İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında dünyaya gelmişim. Karşılaştığım ilk çelişkinin, deyiş yerindeyse, “yabancı kökenli” olmasının nedeni bu. Bu tarihi önemseyişim epey sonralara, yanılmıyorsam üniversite yıllarıma rastlar. Artık ikinci büyük savaşın cehenneminde, Nazi Almanya’sında olup bitenler hakkında bilgi sahibiydim. “Auschwitz”, düşünce dünyamda kapkara bir kavramdı. Ve ona benzer kavramlarla tanıştıkça, zamanında iliklerime kadar işlediğini söyleyebileceğim bir çelişkiden kurtulmam gittikçe zorlaşıyordu. Çelişkinin kaynaklandığı olgu şuydu: Auschwitz’i, BergenBelsen’i, Buchenwald’i, Treblinka’yı kuranlar, ölüm kampları için en kısa zamanda en fazla sayıda Yahudiyi öldürmek için icat edilen gazın “mucitleri”, türleri bağlamında “insan” sayılıyorlardı. Ben de insandım. O zaman bu, nasıl bir türdü? İnsanı insan kılmak bağlamında önem taşıyan değerler açısından birbirine bunca aykırı düşen bir sürü, nasıl oluyor da bir türün bütünlüğünü taşıyabiliyordu? Hayatımda karşılaştığım ikinci büyük çelişkinin geçmişi, bütün çocukluğumu ve ilkgençlik dönemimi yaşadığım Moda semtinin o zamanlarki “kozmopolit”, yani çokkültürlü ortamına kadar uzanır. Moda’daki çocukluk arkadaşlarımın adlarını hatırlıyorum: Janet, Mehmet, Yano, Milena, Peter, Arman, Mario, Hırant, Edit, Lüset, Leyla, Kemal, Antuvanet, Hikmet, Yüksel, Semal, Apo, Toni… Evet, birbirinden çok farklı adlar. Ama hayatımın ilerleyen yıllarında, bu adların yanı sıra, çok önemli bir başka olguyu da hatırlayacaktım: Bu, yalnızca adlar bağlamında, başka deyişle adlarla sınırlı bir farklılıktı ve çocukluğumuz boyunca hayatımızın başka hiçbir alanına sirayet etmedi. Hiçbir kopmanın ve uzaklaşmanın nedeni olmadı. Bütün bir çocukluk ve kısmen de ilkgençlik dönemini iç içe, renkli bir yumak halinde yaşadık. Adlarımızın başkalığından hareketle birbirimizin etnik kökenlerini sorgulamak, o kökenlerin farklılığından sonuçlar çıkarmak aklımızın ucundan bile geçmedi. Diyebilirim ki, farklılıklarımız ancak hayatlarımızı renklendirdiği ölçüde önem taşıyordu. Birbirimizin bayram sofralarının şaşmaz devamlı konuklarıydık. Her 24 Aralık’ta gece yarısı, Cem Sokağı’ndaki Katolik kilisesinin Noel ayinlerinin Müslüman müdavimleriydik. Yıllarca her 24 Aralık’ta, tam gece yarısında mihrabın sol tarafındaki kapıdan org seslerinin eşliğinde giren kortejin başındaki rahip, Hazreti İsa’nın hepimiz için doğmuş olduğunu müjdelerdi. Arkadaşlarımızın yakınlarının Rum ya da Ermeni kiliselerinde düzenlenen düğün ya da cenaze törenlerine de hep çağrılırdık… Sonra… Evet, yıllar sonra, bir şeyler olmaya başladı. Tenhalaşmaya başladık. Ermeni asıllı “Janetler” ABD’ye, “Hıristolar” ve “Madam Eleniler” Yunanistan’a, “Milenalar” şimdi hatırlamadığım bir Avrupa ülkesine göç ettiler. Sokaklarda onların dillerini duymaz olduk. Aynı sokaklarda, kapı önlerinde ve bahçelerde, zamanla sesleri de unutuldu. Oysa bir zamanlar birbirimizi çok severdik! Dediğim gibi, gittikçe tenhalaştık, tenhalaştıkça da daha bir biz bize kaldık. Ve işin tuhafı, bu tenhalaşmanın sonunda galiba “biz”den de epey bir şeyler kaybolup gitti. Bir tür yoksullaşmanın içine düştük. Sanki parçalandık, “biz” olmaktan çıkıp gittikçe daha bir yalnızlaşan “benlere” dönüştük… Unutulan seslere gelince, onlar sanki unutulmazdan çok önce bizim seslerimiz olmaktan çıkmıştı. Ingeborg Bachmann’ın “Ağustos Böcekleri” adlı radyo oyununun sonunda dendiği gibi, artık sevmeye son verdiğimiz için. Seslerimiz, kendi lanetlerimizin etkisiyle, insan sesi olmaktan çıkmıştı… Kadın ve erkek Sevgili Okurlar, Atina’yı yazmaya söz vermiştim, ama o biraz bekleyecek… Dünkü (8 Mart) gazetemiz beni öyle sevindirdi ki, bu coşkuyu sürdürmeye karar verdim. Önce bir girizgâh: Bundan 10 yıl önce, 32 yıl kesintisiz çalıştığım Milliyet gazetesinden kovulduğumu internet aracılığıyla öğrendiğimde, günlerden 28 Şubat’tı… Aynı durumda üç kadın gazeteciydik: Duygu Asena, Nilgün Cerrahoğlu ve ben… 8 Mart’a birkaç gün kala meslektaşımız Şükran Soner’den bir telefon: Cumhuriyet gazetesi işini kaybetmiş kadın gazetecilere sayfalarını açacaktı… Bizleri görmeliydiniz! Sesimize, gözümüze, yüreğimize, zihnimize, tüm duygularımıza yeniden kavuşmuş gibiydik… Hiç unutmadım! Bu yıl, “Cumhuriyet”in kadın çalışanları 8 Mart’ta, yazma olanağı ellerinden alınmış, malum nedenlerle işsiz kalmış, hapse tıkılmış kadın yazar ve gazetecilerden yazı istemeye karar verdik. Dün Ece Temelkuran’ın “Seni Bekliyor” başlıklı enfes yazısını okudunuz. Banu Güven, kadınlar günü nedeniyle çok yoğun; Nuray Mert, kararsızdı; Büşra Ersanlı, Ayşe Berktay, Zeynep Kuray’ın yazılarının elimize ulaşması ise hapishane koşulları nedeniyle biraz zaman alacak… Onları bekliyoruz: Bu arada: Türkiye Yazarlar Sendikası’nın gelenekselleşen 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Bildirisi’ni bu yıl, altı aydır özgürlüğünden Yine, yeniden düşünüyoruz… ilinçlenen kadınlar Doğuran kadın, emziren kadın, pişiren kadın, paylaştıran kadın, Evde, işte ayrımcılığa uğrayan tüm toplayan temizleyen kadın, hasta Türkiyeli kadınlar; dilini devlet, zekâsıbakan, yaşlı bakan kadın, her şeyi nı babası, ağabeyi, amcası yasaklamış zamanında yetiştiren kadın, onaKürt kadınları; dünyada her alanda hâl ran koruyan kadın, evdeki kayıtkenara itilmeye çalışılan tüm kadınların sız gizli emek üstüne tarlada da kız kardeşleri Türkiye’de doğup büyügizli emek veren kadın, fabrikamüş kadınlar, bilinçlendiler. da, okulda, işyerinde düşük ücret2030 yıldır her geçen gün uzmanlale çalıştırılan kadın, biriktiren yine şan örgütleriyle toplantılara, konferanskadın ama lara, derslere sokaklara çıkıyorlar, fabKarar veren erkek Hükümet % 90 rikalarda tarlalarda çalışıyorlar. Siyaseterkek te yerlerini alıyorlar. Meclis % 86 erkek Biz kadınların düşmanı yok, tespiti Yerel yönetimler % 98 erkek var: Yönetici bürokrat % 99 erkek Cins baskısı, erkek iktidarları meşruSermayeyi elde tutan % 99 erkek laştırmanın ilk ve en kuvvetli adımıdır. Savaş çıkartan erkek, ordu erkek Çünkü en belirgin en yaygın fark cinsi% 100 yet farkıdır. En uzun yaşatılmış fark Şiddete uğrayan kadın, taciz edilen toplumsal cinsiyet farkıdır. kadın, tecavüze uğrayan kadın, öldüBaşta insan hakları olmak üzere tüm rülen kadın… Bu saldırıların özel adhakların dışında tutulmaya çalışılan kaları var: Namus, töre, kıskançlık, dınlar, “İNSANOĞLU” kavramıyla aşk… Aslında hepsi aynı, hepsi güçBenden Büşra’ya 8 Mart armağanı Picasso’nun bir çizimi... yok sayılmıştır. Kadınlar, iktidar kavten, iktidardan uzak tutmaya çalışır ramının anlamını değiştirme mücadekadını… lesine çoktan başladılar. İktidar insani Zekâsını kamu alanında kullanmasın! “İtaati kıranın belini kırmak”, en azından ortaklık olacak; diyaloga dayanan antimilita Yaratıcılığını eve, süse ve “kadınsı” faaliaşağılarda bir yerde tutmak, sindirmek… rist tutum iktidar olacak; diyalog üstünlüğü ile yetlerin dışına taşırmasın! Bunların hepsi de güç karşısında sindirme eyhukukun üstünlüğü belirlenecek. Muhalefet etmesin! lemleri. “Gözünü patlatırım”, “kafanı kıraKarar ve yetki alanlarını erkeklerle yarı ya Güce, yani erkeğe, onun yarattığı gelenerım”, “saçını yolarım”, “bacaklarını ayırırıya paylaşacağız. Biz barışa karar verdik. Sağe, onun adaletine, tek başına yaptığı yasaya rım”, “burnunu kırarım”. Bunlar burnundan itaat etsin! vaşın haklısını da haksızını da kabul etmiyokıl aldırmayanların eylemleri. ruz. Diyaloğa, yaşatmaya, paylaşmaya inanı Mesleğinde erkeği geçmesin! İstenen nedir? yoruz. Yaptığı işte itibar kazanmasın, kazanacak Kadın, kendini göstermesin! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü hepiolursa derhal itibarsızlaştırılsın! İktidar mücadelesi için, savaş için erkek mize, tüm kadınlara ve bizi destekleyen her Ne yaparsa yapsın, BİR ADIM GERİ çocuk yetiştirsin! kese kutlu olsun! DURSUN! Kadın erisin, tortu olsun! Erimeyenler cezasını bulsun. “Uslanmayan” cezaevine konsun! İktidar kavgalarının, sermayeden karin pazarlık rehineleri olsun! B Whitney Houston her şeyini kızına bıraktı ? ATLANTA (AA) Geçen ay hayatını kaybeden Amerikalı şarkıcı Whitney Houston, her şeyini tek çocuğu olan 19 yaşındaki kızı Bobbi Kristina’ya bıraktı. Inside Edition, Houston’un önceki gün Atlanta’da açıklanan vasiyetiyle ilgili haberinde, ünlü şarkıcının mobilyalarını, kıyafetlerini, şahsi eşyalarını, mücevherlerini ve arabalarını kızına bıraktığını duyurdu. ‘Tepenin Ardı’ Tribeca Film Festivali’nde ? Kültür Servisi Emin Alper’in ilk uzun metrajli filmi “Tepenin Ardı” New York’taki Tribeca Film Festivali’nin yarışma bölümüne seçildi. Film, 31 Mart15 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek 31. İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde de yarışacak. “Tepenin Ardı”, dünya prömiyerini geçen ay 62. Berlin Film Festivali’nde yapmıştı. Pınar Öğün Pentecost’ta başrol oynuyor ? Kültür Servisi Türk sinema ve tiyatro sanatçısı Pınar Öğün, İngiltere’nin başkenti Londra’da dün sahnelenmeye başlanan “Pentecost” adlı tiyatro oyununda başrol oynuyor. İngiliz oyun yazarı David Edgar’ın kaleme aldığı ve İrlandalı Gavin McAlinden’in yönettiği oyun, Aziz Leonard’s Kilisesi’nde 8 Nisan’a kadar sahnelenecek. ‘Bayan Yanı’ 1 yaşında ? Kültür Servisi Kadınlar tarafından hazırlanan mizah dergisi “Bayan Yanı”, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, birinci yaşını kutladı. Dergi 8 Mart özel sayısında, dünyadan ve Türkiye’den, aralarında yazar; sanatçı, gazeteci; milletvekili, tiyatrocu, öğretim üyesi gibi çeşitli alanlardan 50 sürpriz kadın yazar ve çizeri bir araya getirdi. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear