16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 8 ŞUBAT 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yargıda Tutuklama Alışkanlığı ISuriye Yanlışı ANKARA’NIN Suriye politikası yanlış, tutum çok yanlış. Başlangıçtan beri. İsterseniz, nelerin nasıl olduğunu kısaca anımsayalım. “Arap Baharı” denen olaylar zincirinin, bu coğrafyadan çok uzakta, Okyanus ötesinde uzmanlarca planlanmasının temel nedeni, başka birçok konuda olduğu gibi, petroldür. Kaynakları, çıkarılışı, satılışı, taşınışı, yönetimi ve yönlendirilişiyle, kısacası bütün boyutlarıyla. Bunun anlamı, kaliteli petrol kaynaklarının büyükçe bölümüne sahip Ortadoğu’nun Körfez ülkelerine kadar uzanan şeritteki Arap ülkelerinin petrolünü sahiplenmek, İkinci Dünya Harbi sonrasında olduğu gibi hepsini Batılı sermayenin güdümüne almaktır. Elbet, bu şeridin doğu ve batı uçlarında Batılı büyük sermayenin hoşuna gitmeyen işler olur: Musaddık’ın İran petrolünü ulusallaştırması, Humeyni’nin İslam Cumhuriyeti’ni kurması ve doğuda da Kaddafi’nin Cemahiriye’si, Kemal’ci Burgiba’nın Tunus’u gibi. “Sözde Baharlar”ın temelinde bu rejimlerin kalıntılarına karşı örgütlenen sinsi ve karanlık planlar yatar. u sinsilik, aslında çok basit bir mekanizmaya dayanır: Önce Ortadoğu ülkelerinde pek kolay bulunan işbirlikçi sahte demokratlar eliyle özgürlükçü kıpırdanma başlatılır; “insan hakları savaşçısı” denenler azıtıp şiddet olaylarına başvurunca otoriterliği ağır basan rejimlerin tepkisi zincirleme olayları tetiklemeye yeter. Güvenlik önlemlerine “baskı” demek, ateşten ateşle korunmayı “katliam” saymak kolaylaşmıştır. “Yallah”lar ortalığı kızıştırır, feryatlar artar, Batılı medya burnunu sokar, rejimler kendi halklarına zulmeder olur. nkara, bu tablo önünde kendi deneyiminin ağırbaşlılığıyla çok daha akıllıca, hatta bilgece davranabilmeliydi. Olmadı. Suriye konusundaki davranış Libya konusundaki kadar şaşırtıcı: Daha birkaç hafta önce sımsıkı dostluk edip, hatta aileler arası temaslarda sarmaş dolaş olan bazı devlet adamlarımız birkaç gün içinde Arap komşularımıza karşı inzibatçı, daha doğrusu “tebligatçı” kesilirler. Batı’nın “değişin ve uslu oturun” mesajını Araplara iletme taşeronluğuna soyunurlar. Hem de azarlayan ve “gelirim ha!” edasıyla. Yakışıyor mu Osmanlı efendisine? ? Tutuklama, ülkemizde, pek anlaşılmayan, ne olduğu bilinmeyen, ‘mahkumiyet ve suçluluk’ ile aynı nitelikte görülen bir ‘hak ve özgürlükten kısıtlanma’ dönemidir. Tutuklular cezaevlerinde, cezaevlerinin kendilerine ayrılmış bölümlerinde tutulurlar. Aslında bu ifade tarzı yanlıştır; tutuklular cezaevlerinde tutulurlar. Tutuklular için ayrı tutukevleri yoktur. Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR Yeditepe Üni. Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğr. Üyesi B A argı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”, yargı dünyamızda son yıllarda giderek yaygın hale gelen “tutuklama” ile ilgili Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin 2. fıkrasını değiştirmektedir. Konuyu yeterince ve açıklıkla ortaya koyabilmek için, önce 101. maddenin tümünü ve değiştirilen ikinci fıkrayı aktarmak yararlı olacaktır. “1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya resen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer verilir. 2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir. 3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. 4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhal serbest bırakılır. 5) Bu madde ile 100. madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” Değiştirilmek istenen 100/2. madde aynen şöyledir: “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda hukuki ve fiili nedenler ile gerekçeleri gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus ka “Y rarda belirtilir.” Her iki fıkranın karşılaştırılmasında, yürürlükteki hükümde yer alan “Hukuki ve fiili nedenler ile gerekçeleri gösterilir” şeklindeki cümleciğin, “a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir” cümleciği haline getirildiği görülmektedir. Tutuklama ile ilgili bu değişiklik, iktidar yetkililerince reform olarak topluma sunulmaktadır. Acaba bu değişiklik gerçek bir reform mudur? Bu değişiklik, ülkemizdeki tutuklama alışkanlığını ortadan kaldırabilecek midir? Bugün cezaevlerindeki yüz bini aşmış kişinin yarısını oluşturan tutukluların sayısını bu değişiklik azaltabilecek midir? Türkiye’mizin siyasal ve toplumsal yaşayışına yön vermiş yüzlerce değerli insanın tutuklanması durumunu etkileyecek midir? Reform olarak nitelenemez Yürürlükteki CMK 100108. maddeler arasında düzenlenen tutuklama ile ilgili kurallardan sadece birinde bir değişiklik yapılması ile bu sorulara olumlu cevap verilebilmesi çok zor görünmektedir. Üstelik bir maddedeki bir fıkranın bir cümleciğinin değiştirilmesinin bir reform olarak nitelendirilmesi çok yanlıştır. Aslında tutuklama ile ilgili durumu yeniden ele almak ve yürürlükteki CMK maddelerini çok iyi incelemek gerekmektedir. Öncelikle şunu vurgulamamız gerekiyor ki, 2005’te yürürlüğe giren CMK, suç karşısında şüpheli olarak gördüğü insanı savunmasız bırakan ve haklarından, özgürlüklerinden soyutlayan bir düzen kurmuştur. Bunu, yakalamada, gözaltına almada, aramada, kolluk, savcı ve yargıç sorgulamasında, telefonların dinlenmesinde, teknik izlemede saptayabilmek mümkündür. Bunların yanı sıra, adli yargıdaki, olağan mahkemeler ve özel yetkiligörevli ağır ceza mahkemeleri ikiliği ya da bölünmüşlüğü, kurulan yargı düzenini gittikçe ağırlaştırmakta, “insana karşı bir düzen” haline getirmektedir; kovuşturmalarda gizlilik kararlarının daha sıklıkla alınması, bu durumun bir göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır. Tutuklama, ülkemizde, pek anlaşılmayan, ne olduğu bilinmeyen, “mahkumiyet ve suçluluk” ile aynı nitelikte görülen bir “hak ve özgürlükten kısıtlanma” dönemidir. Tutuklular cezaevlerinde, cezaevlerinin kendilerine ayrılmış bölümlerinde tutulurlar. Aslında bu ifade tarzı yanlıştır; tutuklular cezaevlerinde tutulurlar. Tutuklular için ayrı tutukevleri yoktur. Tutukevinin ayrı bir mimarisi, topluma açık bir konumu, sağlık, eğitim, dinlenme, spor, gelişim olanakları bulunmamaktadır. Tutuklular, hükümlülere o kadar çok benzetilmektedir ki, infaz ile ilgili ayrı bir kanunları bulunmamaktadır. “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”un 108. maddesi hep hükümlülerle ilgili iken, sadece 3 maddesi tutukluların haklarına ilişkindir. Aynı kanunun 116. maddesinde hükümlülerle ilgili bazı maddelerin tutuklular için de uygulanabileceğini belirtmektedir. Bu nedenledir ki, nice tutuklular, cezaevlerinde tek başlarına yaşamaya zorlanmakta, izinli olarak dışarı çıkarılmamakta, kötü sağlık koşullarına sürüklenmektedir. CMK’deki düzenleniş biçiminde ise tutuklamanın koruma tedbiri niteliğinin çok aşıldığı görülmektedir. CMK 100/3. maddede gösterilen kimi suçlarda kuvvetli suç şüphesinin bulunması, tutukluluğun nedeni olarak kabul edilmiştir. Uygulama kuvvetli suç şüphesini genellikle göz önünde tutarak sadece suçun işlendiği varsayımına dayanmış ve sık sık kararlarını vermiştir. Bu suçların sadece TCK’deki sayısı otuz civarındadır; TCK’deki suç sayısının iki yüz yetmiş civarında olduğu düşünüldüğünde, on suçtan biri tutuklama için neden olarak kabul edilmektedir. CMK 100/3. maddede belirtilen bu suçlar, uygulamada, tutuklama yönünden aşırı bir eğilim oluşturmuş ve binlerce kişinin hak ve özgürlüğünden yoksun bırakılmasını sonuçlamıştır. CMK 100/3. maddede sıralanan suç biçimleri tutukluluğun devam etmesinde de hep öne çıkarılmakta, bu neden kullanılarak tutukluluk aylarca, yıllarca sürüp gitmektedir. Türkiyemizde, tutuklama süresi çok uzundur. Yıllarca süren tutukluluk hali, insan haklarına aykırıdır; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 30.09.1985’te verdiği Elvan Can / Avusturya kararında 1 yıl 2 ay devam eden tutukluluk halini Sözleşme’nin 5/3. maddesine aykırı bulmuştur. Bir yıl iki aylık süreyi, makul tutukluluk süresinin aşılması olarak gören AİHM’nin kararı ile Türkiye’deki durum karşılaştırıldığında, içinde bulunulan hukuka aykırı ve hukuku ihlal eden durum daha iyi anlaşılabilmektedir. ‘Tinerciler’ Kurdu Cumhuriyeti!.. “Dindar nesil” yetiştirmeye kalkman da iyi bir şey... “Dindar” olmayıp da “tinerci” olacaklarına... ? Biber gazını tanıdı bu nesil... Çekmeyen yok... Sayende tavşan gibi burunlarını oynatıp, biber gazı çeşitlerini sayabiliyor gençler: “Nato biber gazı”, “Hardallı”, “U2 sprey”... ? “Dindar” olmayanları “Tinerci” saydığına göre... “Dindarın adaletini” de öğretirsin artık yetiştireceğin nesle: 17 yaşında “parasız eğitim” istedikleri için... Ya da köyün deresini korumaya kalktıkları için, tekme yiye yiye çıkartıldıkları mahkemede “silahlı terör örgütü üyesi” olmak suçundan hapse atılabileceklerini bilsinler... Silah; şemsiye sapı... Şemsiyeden uzak duruyor nesil... Şeytan doldurmasın... ? “Dürüstlük” de sana kaldı o zaman... Bilmeceleri var çocukların misal: “İki fener arasındaki fark?..” Sen bil hadi... ? “Vatan sevgisi” mesela... Numunelik yetiştirilmiş “dindar nesilden” iki mahdum, askerlikten yırttıktan sonra, eşitlik bakımından 30 bini veren zenginler de tüyüyorlar... Söylemeye gerek yok: Son avuç bulgurunu askerine yedirerek ve son oğlunu şehit olmaya göndererek, tinerciler kurdu bu Cumhuriyeti... ? Dindar nesil “saygısı” da vardır sende... Ayağa kalkmayanı “Niye kalkmadın” diye hücreye... Güven Park’ta oturdu mu “Niye oturdun” diye cop... İkisinin ortası yan yatsan... “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek paşama 134 yıl ağırlaştırılmış müebbet hapis... “Tinerci” yapmamıştı bunu... ? “Ahlak” dersen... Bir tek orasını merak ediyorum... İnsanların özel hayatları didiklenip telefonları dinlenirken... Gözetlenen yatak odalarının görüntülerinin ortalığa saçılmasını “ahlak” ile nasıl bağdaştıracaksın?.. ? Bu arada sen de öğren ama: “Adam” olmak için “dindar” olmanın şart olmadığını... İnsan Hakları ve Laiklik Yrd. Doç. Dr. Ayşe ATALAY inançların dile getirilmeemelini 1776 si için bir güvence oluşAmerikan Bağımturur. Burada yargılansızlık Bildirisi ve ması gereken laiklik ilkesi 1789 Fransız Devrimi ildeğil ya da laikliğin dekelerinin belirlediği insan mokrasiye ve çoğulculuhakları kavramı, özellikğa ters düşüyor olmasını le küreselleşme olgusuyileri sürmek değil, belirla karşı karşıya olan dünli bir inancın ne ölçüde yamızda giderek daha çağın değerlerine yanıt çok önem kazanmaktadır. veriyor olmasıdır. İki kutuplu dünyadan Bu bakımdan ancak latek kutuplu dünyaya geik bir rejimde demokrasi, çiş, insan hakları kavrafarklılıklara saygı ve çağmını her türlü ideolojik daş değerlerin benimsenduruşun önüne geçirmişmesi olanaklıdır. Çünkü tir. Artık insan hakları laik bir devletin aksine kavramı hem ulusal hem teokratik bir devlette uluslararası, hem de devinanç unsuru düşüncenin letler üstü boyutta hareket önüne geçerse, bu durum alanını genişletmiş ve o toplumu giderek teoyeryüzündeki devletlerin kratik faşizme götürür. yönetim biçimlerinin sıİnanç bir gösteri aracı nıflandırılmasında önemolarak ele alınmadığı, sali bir ölçüt olarak kabul dece ve sadece bireysel edilmeye başlanmıştır. vicdanlarda yer ettiği ölAncak evrensel bir hak çüde kutsal ve demokraolan insan hakları, uytiktir. Ama toplumsal dügulamada bir dizi sorunzeni şekillendirmede tela karşı karşıya kalmakta, mel unsur olarak ele alıbaskıcı ve despot rejimnırsa demokrasiye de inlerin özgürlükleri kısıtlasan hak ve özgürlükleriyıcı uygulamaları karşıne de ters düşer. Bu da bir sında kâğıt üzerinde yer toplumun çağdaş değeralmaktadır. Burada dikkat lere yabancılaşmasına, edilmesi gereken konu, çağın gerisinde kalmasıinsan haklarının korunna yol açabilir. Çünkü ması ve geliştirilmesinin uygarlık evrenseldir. Evinsanın içinde yer aldığı rensel uygarlığın temetoplumsal düzenden ayrı linde ise araştırıcı, sordüşünülemeyeceğidir. gulayıcı, kuşkucu bir akıl Bu bakımdan bir topyatar. İnançta kuşkuya, lumun salt siyasal rejisorgulamalara yer yoktur. minin biçimi bile insan Bu bakımdan düşünce haklarının geliştirilmesi açık denizleri, efil efil ve korunmasında önemli esen rüzgârları sever. Labir rol oynar. Bu açıdan iklik aynı zamanda topbakıldığında insan haklumsal barışın, huzurun larının ancak demokratik ve adaletin de güvencerejimlerde korunacağı ve sidir. geliştirebileceği ortaya Bütün inançlara eşit çıkar. Demokrasinin oluzaklıkta yer alan laik bir mazsa olmaz koşulu ise düzende inanç özgürlüğü laikliktir. de güvence altındadır. Laiklik ise Türkiye’de İnanç sistemleri ise, insan bazı çevrelerce ileri sühakları açısında bir gruprülmek istendiği gibi çota geçerli kılınmış olan ğulculuğa, inanca ters değerlerdir. düşmediği gibi farklı T C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear