23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
24 OCAK 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 SUNUŞ Okuyacağınız dizi, Uğur Mumcu’nun Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin neden simgesi olduğunu bir kez daha bilinçlere kazıyacak. Uğur Mumcu’nun şimdiye değin çözümü yapılıp hiç yayımlanmamış olan iki konuşmasının (1990’da İstanbul Taksim’de yapılan Köy Enstitüleri açık oturumu ve 1986’da Dikili’de Oktay Akbal ve Ali Sirmen ile birlikte katıldığı toplantı) dökümü olan dizi, dünden, dünden de değil 2025 yıl öncesinden bugünü aydınlatması açısından tarihsel bir içerik taşır. Uğur Mumcu, her ne kadar 1970, 80’lerden söz etse de bilgisi, birikimi ve hiç kuşkusuz araştırmaya dayalı gazetecilik sezgisi ile günümüzde yaşadıklarımızın anahtarını ta o zamandan çevirip, yaşadıklarımızın, hatta yaşayacaklarımızın kapısını açmaktadır bize. Okuyun bu diziyi, Uğur Mumcu’nun niçin birincil hedef seçildiğini bir kez daha algılayacaksınız... Saflar Keskinleşirken Uzun bir süredir değişim, açılım, demokratikleşme, yeni anayasa, uzlaşma gibi kavramlar havada uçuşuyor. Ama Türkiye giderek artan bir ivmeyle kavgaya ve hesaplaşmaya devam ediyor. Geçmişle hesaplaşma, derin devletin ortaya çıkarılması, askeri vesayetin bitirilmesi gibi sunulan büyük operasyon ve davalar “temiz toplum” istekleri yerine daha büyük bir çatışma ve saflaşma yarattı. Bu operasyonları ve davaları destekleyenlerle karşı çıkanlar kesinlikle çıkan sonuçlardan da tatmin olmayacaklar. Yani bu davalardan ne çıkarsa çıksın her iki kesim yine kendi inandığı şeyi savunmaya devam edecek. Bu davalarda son derece fantastik bir derin devlet örgütlenmesi aranırken pek derin olmayan devletin üyelerinin bağlantılarının çok önceden ortaya çıktığı Dink davası, örgütlü suç bulunamayarak sonuçlanıyor örneğin. ??? Temiz toplum oluşturmak, uzlaşma sağlamak, farklı kesimlerin birbiriyle olan kavgasını bitirebilmek ve yıllardan beri sürüp giden savaşı demokratik haklarla bağlayarak çözebilmek ancak toplumun büyük bir bölümünün adalete güveniyle sağlanabilir. Yazık ki Türkiye artık bu aşamada değil. Bırakın buradaki insanları, yurtdışındaki gözlemciler, gazeteciler, Avrupa Birliği temsilcileri bile Türkiye’de çok ciddi bir hukuk sorunu yaşandığını vurgulayıp duruyor. Hükümetin yargı süreçlerini yönlendirdiği iddiası yalnızca muhalefet partilerince dile getirilmiyor. ??? Muhalefet partileriyle iktidar arasında hiçbir bağ kalmadığı gibi belki çok uzun süredir görülmemiş sertlikte bir kavga her gün artarak sürüyor. Medyanın bir bölümünün neredeyse tümüyle iktidarın sözcüsü haline gelmesi ve sürekli bu doğrultuda yayın yapması toplumdaki ayrışmayı da iyice yükseltiyor. Herkesin yalnızca kendi doğru bildiğine inandığı böyle bir ortamda uzlaşmayla anayasa yapılması, bu kesimlerin yeniden barışması, adalete güvenin sağlanması, kurumlardaki kavganın bitirilmesi giderek uzaklaşan bir hayale dönüşüyor. Mumcu, “Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda, vali ilahiyat fakültesi mezunu, emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak” diyordu Bir gün savcı olacaklar İnsanlar niçin hapis yatar? nsanlar niçin hapis yatar, niçin acı çeker? Niçin Ziverbey Köşklerinden, Otağı Hümayun denen işkence karargâhlarından geçer. Niçin? Bunun bir nedeni var. Daha iyi dünya, daha iyi demokrasi, daha iyi sosyal adalet, ekmek ve özgürlük için. Birtakım insanlara niçin işkence yapılıyor? Birtakım insanlar 5 yıldan 15 yıla kadar niçin hapsedilirler? İşte bugünkü düzen gibi bir düzen sürsün diye. Bugün Türkiye’de bazı sözcükler yasaktır ve sakıncalı çağrışımlara yol açarlar. Bir tanesi ‘barış’, bir tanesi ‘örgüt’, bir tanesi “sınıf”. Şimdi biliyorsunuz ‘derslik’ deniyor okullarda sınıf yerine. Dikkat ediyor musunuz? Derslik! Ne olur, sınıftan sınıf mücadelesi çıkar, sınıf mücadelesinden proletarya diktatörlüğü, sınıf tahakkümü çıkar. Peki, bu sınıf tahakkümü ne biçim şeydir işadamları, sanayi odaları, ticaret odaları kurmaz? Onların sınıfları yok mu? Onlar sınıf egemenlikleri kurmazlar mı? Kurmazlar efendim. Aile terbiyeleri müsaade etmez. Nasıl kurmaz? Bugün aslında kurulu olan düzen, işadamlarının, toprak sahiplerinin, komprador burjuvazinin egemenliğindeki düzendir. Nedir bir sosyal sınıfın öteki üzerindeki tahakkümü? Küçükken hatırlarsınız, bir tekerleme vardır. “Bir berber bir berbere gel beraber bir berber dükkânı açalım demiş” diye. Bir sosyal sınıf öteki sosyal sınıfa nasıl tahakküm kurar? Örneğin Ankara’nın Dikmen semtinde bir küçücük dernek sınıf tahakkümü kurmak suçundan mahkum oluyor. Üç beş kişilik dernek sınıf tahakkümünü nasıl kurar? Ceza hukukunun temel kuralı vardır, tahakkümü kursa kursa egemen sınıflar kurar, ticaret odası kurar, Sakıp Sabancı kurar, Vehbi Koç kurar. Sakıncalı sözcüklerden biri bu; Sınıf, sınıf tahakkümü. H İ angi iktidar din sömürüsüne dayanmış, mutlaka yıkılmıştır. CHP iktidarı, ‘49 yılında din derslerini kabul etti. Yıkıldı, kurtaramadı bu ödün. DP, 1957’de Saidi Nursi’nin cüppesini bayrak yaptı. Ne oldu? Yıkıldı. Süleyman Demirel 1960’ların ortasında Nurcuların, tarikatların, Süleymancıların sakallarını okşadı. Ne oldu? Yıkıldı. Hac seferleri düzenleyen ANAP ne oldu, yüzde 20’ye indi. Halka güvenmek gerekiyor. Her kim ki din sömürüsünü kullanır, bir süre yararlı olur belki, ama sonunda mutlaka seçim sandığında yenilgiye uğrar. Halk affetmiyor, din sömürüsünü affetmiyor halk. Bu son derece önem li bir sonuç, olgu ve gerçektir. Köy Enstitüleri üretim içinde eğitim, eğitim içinde üretim ilkesini benimsemişti ve köy çocuklarını Atatürk devrimlerinin ve Kemalizmin toplumsal yapısını kurmakla görevlendirmişlerdi. Ancak şimdi ne oluyor? Aynı köy çocukları kapanan Köy Enstitüleri yerine imam hatip okullarına gidiyorlar. Gidiyorlar da ne oluyor? 1983 rakamlarına göre Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 46 bin personel var. Bu 46 bin personelin 23 bini ilkokul mezunu. O zaman bu ilahiyat fakülteleri, İslam enstitüleri ne işe yarıyor? Bu imam hatip okulları ne işe yarıyor? Ne işe mi yarıyor? Bunlar imam, hatip ol muyorlar, hukuk fakültelerine gidip yargıç ve savcı oluyorlar. Siyasal bilimler fakültelerine gidip kaymakam oluyorlar. Yapılan bir araştırma, kaymakam yetiştiren bölümlerin öğrencilerinin yüzde 41’inin ilahiyat kökenli olduğunu ortaya koyuyor. Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de, sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda, vali ilahiyat fakültesi mezunu, Emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak. Yurttaşın oyuyla bu iktidarı değiştirmek ve devleti tepeden tır nağa ilerici düşüncelerle donatmak, ancak o koşulla Köy Enstitüleri de kurulabilir. Bugün çeşitli siyasal rejimler depremler yaşıyor. Bu depremler düşünceleri, inançları yeniden değiştiriyor. Ama biz şu 21. yüzyıla girerken görüyoruz ki, Türkiye’de bugüne kadar sonuç almış en güçlü örgüt Kuvayı Milliye örgütüdür, Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır. Kuvayı Milliye, toplumun en önemli sivil örgütlenme modelidir. İkincisi 40’lı yıllara rastlayan Köy Enstitüleridir. İkisi de sivil toplumun vazgeçilmez kurumlarıdır. İdeolojide Kuvayı Milliye tam bağımsızlık ilkesi, eğitimde Köy Enstitüleri. İki hedef bu. ANM A Çok sevgili, değerli bir tanecik Oğlumuz EVRİM ’CİĞİM… 24 OCAK 2007 KARA ÇARŞAMBA O kara çarşambayı her gün sensiz yaşıyoruz. Demir parmaklıklar arasında yaşar gibi… Dipsiz bir kuyuda, karanlıkta seni arıyoruz. Yoğun bakımda yatan bir hasta gibi… Denize, kuşa, ağaca, çiçeğe soruyoruz. Yetim ve öksüz kalmış çocuklar gibi… Her gün her gece hep seni sayıklıyoruz. Yuvada yavrusunu bekleyen kuşlar gibi.. Resimlerini tek tek öpüp kokluyoruz. Her an yanı başımızda olduğun gibi… Telefon yanımızda aramanı iple çekiyoruz. Her zaman bizi Ankara’dan aradığın gibi… Yine boyalı basının, yine aynı filmini görüyoruz. Yalakalık’larıyla, sınıfını inkâr eden hainler gibi… O kara çarşambayı beş yıldır her gün biz yaşıyoruz. Uzakta ve yakındaki bezirgân’ların sesini duyar gibi… Her an onlara inat seni yaşayarak haykırıyoruz. Tüm dostların… Bizimle paylaştığı gibi… SENİ ÇOOOK ÖZLEYEN, UNUTMAYAN Ya laiklik ya İslamcılık iliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devrimi yaptı. İtalya’dan ceza yasası aldık, Fransa’dan idare hukuku ilkeleri aldık, İsviçre’den medeni hukuku aldık, Almanya’dan ceza yargılaması hukukunu aldık. Bir gülmece dergisindeki şu tanım olayları yeterince sergiliyor: Türk vatandaşı tanımı. Diyor ki, “Türk ne demektir? Türk kimdir? Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulüne göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” O dönemde böyle yasaların alınması zorunluydu, çünkü toplum bir yol ağzındaydı. Ya Batılı laik sistem, ya şeri hukuk. Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları Batılı ve laik sistemi benimsediler. 1928 yılında anayasadan devletin İslamcı devlet olduğunu belirten madde kaldırıldı, 1930 yılında da okullardan din dersleri. 1939 yılında da köy okullarından din dersleri kaldırıldı. Bunlar ne için yapıldı? Laiklik için yapıldı. Çünkü, dünyada ya olayları teokratik açıdan göreceksiniz, böyle bir eğitim anlayışınız olacak ya da laik anlayışınız B olacak. Karma ekonomi gibi hem İslamcı hem laik anlayış olmaz. Ya laiklik ya İslamcılık. Eğitim bu. Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları, laisizmi benimsediler. Köy Enstitüleri olayını bu süreç içinde değerlendirmek gerekir. Köy Enstitüleri 40’lı yılların başında çıktı, ortalarına ve sonlarına doğru yıkıldı. Niçin? Çünkü Türkiye 40’lı yıllarda da bir yol ayrımındaydı. Dünyada büyük bir savaş yaşanmaktaydı. Nasyonal sosyalist rejimlerle Marksist rejimler ve burjuva demokrasileri arasında, bunların orduları arasında sıcak savaş yaşanıyordu. Türkiye bu sıcak savaşta, bu savaşa katılmama siyaseti gütmekteydi. Bir çeşit duyarlı siyasetle iki tarafın gelişimini de izlemekteydi ve bir denge politikası izliyordu. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Köy Enstitülerini destekledi. Köy Enstitüleri fikri bugün önemi daha çok anlaşılan Tonguç Baba’nın çalışma, düşünce ve ideolojisiyle ortaya çıkmıştı. Saffet Arıkan’ın bakanlığı döneminde genel müdürlüğe getirilen Hakkı Tonguç, daha sonra Hasan Âli Yücel’le birlikte çalıştı. Hasan Âli Yücel, bugün bakıyoruz, yeniden değerlendiriyoruz, oğlu Can Yücel’in şiirinde yazdığı gibi “çağın en güzel gözlü maarif YARIN: müfettişi”, gerçekten bu topluGAZETECİ mun özlediği, hümanist ileSUÇ İŞLEMEZ rici bir aydın. ANNEN BABAN, ARKADAŞLARIN SENİ SEVEN HERKES V EF A T Emekli Deniz Astsubayı, Emekli Milli Futbol, Halter, Boks Hakemi, Beşiktaş Kulübü Divan Kurulu Üyesi S İNAN ER (07.03.1932) 23 Ocak 2012 Pazartesi günü vefat etmiştir. Babamızı 24.01.2012 (bugün) ikindi namazının ardından Selimiye Camii’nde kılınacak cenaze namazı sonrası Karacaahmet Mezarlığı’ndaki aile kabristanında ebediyete uğurlayacağız. Ruhu şad olsun. Eşi Nurten Er, kızları Gülay Er, Tülay Zorkun, torunları Ege Cansu Saçıkara, Günay Sarp Zorkun, damadı Nafi Zorkun C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear