29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 3 TEMMUZ 2011 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Canlı B yayında bir trajedi undan üç yıl önce küçük bir kız çocuğunun kaybolmasıyla başlayan sürecin ABD’nin bugün en çok izlenen ve merak edilen cinayet davalarından birine dönüşeceğini kim bilebilirdi ki. Casey Anthony isimli genç kadının üç yaşındaki kızı Caylee’nin öldüğünün ortaya çıkmasıyla, baş döndürücü bir ilginin merkezine oturan bu davayı ABD, adeta bir televizyon dizisi tutkusuyla izliyor. Genç ve güzel bir annenin çocuğunu öldürmekle suçlandığı, ancak kanıtların ve tanıkların ifadelerinin zayıflığıyla bir türlü sağlam bir yola çıkmayan, bir ailenin derin mutsuzluğunu ve sorunlarını ulusal bir konu haline getiren ve zavallı küçük bir çocuğun yaşamını yitirdiği uğursuz bir dava bu. Öykü Florida’da anne ve babasıyla yaşayan 22 yaşındaki bekâr Casey’nin 3 yaşlarındaki küçük kızı Caylee de alarak evden ayrılmasıyla başlar. Bu süre içinde küçük kızın anneannesi Caylee’yi görmek istediğini kızına söyler ama Casey annesine bir dizi bahane sunar. Aradan bir süre geçtikten sonra Casey küçük kızının kaybolduğunu polise bildirir. Çocuk Haziran 2008’de kaybolur ama anne polise bir ay sonra gider. Aradan 5 ay geçtikten sonra küçük kızın çürümüş, neredeyse iskeleti kalmış cesedi ağaçlık bir bölgede bulunur. Gözler hemen anneye çevrilir. Casey kızını öldürmediğini, bebek bakıcısının onu kaçırmış ve öldürmüş olabileceğini anlatır. İsmini verdiği bebek bakıcısı her yerde aranır ama böyle birinin varlığına bile rastlanmaz. Anne tutuklanır. Savcılar Casey’nin vur patlasın çal oynasın bir hayat yaşamak için kızından kurtulmak istediğini ve öldürdüğünü ileri sürerler. Savcılara göre Casey kloroformla kızını bayıltır, ağzını bantlar arabasının bagajına koyar ve bebeğini ormanlık bir yerde ölüme terk eder. Casey’nin evdeki bilgisayarından internette WASHINGTON “boyun kırmak”, “kloroform”, “ölüm” gibi terimlerin ELÇİN arandığı ortaya POYRAZLAR çıkar. Casey suçlamaların hepsini reddeder. Ancak çocuğunun kaybolduğunu neden bir ay sonra polise bildirdiği konusunda tatmin edici bir yanıt veremez. Davanın akışı Casey’nin avukatlarının bambaşka bir iddia ile gelmesiyle yön değiştirir. Savunma Caylee’nin havuzda oynarken kaza sonucu öldüğünü ve çocuğun büyükbabasının kazayı örtbas ettiğini ileri sürer. Casey, babasının küçükken onu taciz ettiğini ve yaşadığı travma yüzünden babasına karşı gelemediğini savunur. Babasının yanı sıra erkek kardeşinin de kendisini taciz ettiğini iddia eder genç anne. Bu iddialar babası tarafından yalanlanır. Bu arada küçük kızın babasının kim olduğu konusu da karanlıkta kalmaya devam eder. Babası olduğu söylenen kişinin bir trafik kazasında öldüğü ve çocuğu olduğunu bile bilmediği iddia edilir. Başta Casey olmak üzere davaya dahil olan tüm taraflar çelişkili açıklamalar yapmayı sürdürür. Bugün 25 yaşındaki Casey birinci dereceden cinayetle suçlanıyor ve eğer suçu ispat edilirse idam edilecek. Ancak görünen o ki, medya ve ABD halkı genç kadının suçlu olduğuna çoktan inanmış. Kadının sürekli yalan söylüyor ya da ifadesini değiştiriyor olmasının da bunda etkisi olabilir. Ancak hiçbir şekilde çocuğunu öldürdüğünü de kabul etmiyor. Savcıların ellerinde somut bir kanıt olmadığı için annenin cinayeti işlediğini doğrudan ispatlamaları şu an için zor görünüyor. Çocuğun ölüm nedeni ise cesedin bozulmuş olmasından ötürü tam olarak anlaşılamıyor. Davanın çetrefiline bakınca ABD’nin bu trajediyi uzun bir süre daha izleyeceğini sanıyorum. Elbette evlerindeki rahat koltuklarından kalkmadan. elcpoy@yahoo.fr Brüksel’in ‘ahlak polisleri’ 12 Haziran gecesi, Avrupa’nın Başkenti Brüksel’in göbeğinde Bart adındaki bir genç, eşcinsel olmasının bedelini neredeyse canı ile ödüyordu. Kent merkezindeki tarihi Borsa binası önünde başlayan saldırı kurbanların sığındığı yakındaki dönercide vahşetle sona erdi. Saldırının tek nedeni Bart ve yanındaki Barselonalı arkadaşının cinsel kimlikleriydi. Turistlerin ilgi odağı olan tarihi Borsa binası çevresi şimdilerde eşcinsellere yapılan saldırılarla ünleniyor. Çoğu sözlü ya da fiziksel saldırı maalesef polise ya da medyaya bildirilmiyor, kurbanın hafızasında yıllarca silenemeyecek derin bir iz olarak kalıyor. Brüksel’deki 10 eşcinselden biri fiziksel saldırıya uğruyor, 6 eşcinselden biri hakarete veya sataşmaya maruz kalıyor. Sanıldığının aksine Brüksel merkezi eşcinseller için hiç de rahatça dolaşılacak bir yer değil. El ele dolaşmak ve öpüşmek cesaret istiyor. Örneğin 44 yaşındaki David Gevaert da Borsa yakınlarında saldırıya uğrayıp 36 saat komada kalan bir eşcinsel. Homo Erectus cafesi DJ’yi JeanMarc Janssens da yine aynı bölgede arkadaşı ile el ele metroya giderken 5 yabancı kökenli kafasına şişe fırlatmış. Saldırganlar gençler ve genellikle de yabancı kökenliler. “Maço bir kültürden geliyorlar ve eşcinselleri hedefliyorlar” diyen Brüksel Eşit Haklar Bakanı Bruno De Lille “şiddet gerekçeler gösteremez. İnsanların zihniyeti kurbanı eşcinsellerin saldırıları bildirmesi ve bazen yasaların gerisinde kalıyor. İnsanlar şikâyet etmesini” destekleyici kampanya hâlâ eşcinsel çiftleri anormal olarak görüyor. başlattı. Kendisi de bir eşcinsel olan Flaman Bunu aşmak lazım” şeklinde konuşuyor. De Eğitim Bakanı Pascal Smet 12 Haziran’da Witte de acilen bir zihniyet değişimi Borsa binası civarında yapılan ve medyada gerekliliğini vurguluyor. Son zamanlarda artan geniş yankı bulan saldırıya tepkisini eşcinsellere sözlü ve fiziksel saldırı geçen pazar Facebook’ta “Bu kabul edilemez. Küçük bir günü Brüksel ve Anvers’te düzenlenen grup her şeyi gölgeliyor. (…) Yeni eylemlerle kınandı. Brüksel’de 300 kadar Belçikalılar ya da göçmenler kendilerini bir eşcinsel ve sempatizan “kiss in öpüşme” tür ahlak polisi gibi görmeye başladı, o yolda etkinliği düzenlerken Anvers’te toplanan 6 bin ilerliyorlar” diye yazarak dile kişi eşcinsellere sözlü ve fiziksel getirdi. Diğer bir eşcinsel, Brüksel saldırıya karşı düdük konseri verdi. BRÜKSEL Eşit Haklar Bakanı Bruno De Lille Nefrete karşı düdük veya ıslık çaldı. saldırı sonrası görüşlerini “Maço Facebook üzerinden daha önce çevrelerdeki gençlerin Borsa binası önünde yapılacağı zihniyetlerini değiştirmek için bildirilen Brüksel’deki öpüşme çalışılmalı” diye ifade etti. eylemi son anda güvenlik nedeniyle “Eşcinsellere saldırının hiçbir Grote Markt/Grand Place’a alındı. hafifletici nedeni olamaz. Eşcinsel ERDİNÇ UTKU Aralarında Brüksel Eşit Haklar çiftlere ayrımcılık çok sık Bakanı Bruno De Lille’in de rastlanan bir durum” diyen Eşit bulunduğu 300 kadar eşcinsel Haklar ve Irkçılıkla Mücadele Merkezi nefrete karşı 5 dakika öpüştü. Brüksel’deki Yöneticisi Jozef De Witte, “Evet, Müslüman öpüşme eylemini düzenleyen Niel Verduyckt, gençlerle ilgili bir problem var. Ancak “Brüksel’de yapılan ağır saldırıdan sonra ayrımcılık ve saldırılar sadece Müslüman eşcinsellere saldırı çok konuşulmaya gençler tarafından yapılmıyor. Yasalar başlandı. Ancak konuşmak yetmiyor, her herkes için geçerli. Hiç kimse yasaların konuşmadan sonra eve en güvenli hangi yasakladığı bir şeyi yapmak için dini yoldan gideriz kaygısı taşıyoruz. Bir sinyal Sa vermek ve sorunu görünür kılmak için bir şeyler yapmak ihtiyacı doğdu. Bu tür nefret suçlarına alışığız. İstediğimiz kişiyi sevme hakkımız var ve bunu da burada herkese göstermek istedik” dedi. ldırganlar arasında Fas kökenlilerin çoğunlukta olması nedeniyle fatura dönüp dolaşıp İslama çıkarılıyor ancak Doğu Bloku ülkelerinden gelen gençlerin de eşcinsellere saldırı ve tahammülsüzlükte Faslı gençleri aratmadığını belirtenlerin sesi cılız kalıyor. Tespitlerde maço zihniyetin vurgulanması ve zihniyet değişikliğinden dem vurulması gelecek için umut vaat ediyor. Benim yıllardır anlamadığım ise “kendisi okulda, iş pazarında, siyasette, devlet kapısında ve yaşamın her alanında en ağır ayrımcılığa maruz kalan yabancı kökenlilerin, diğer bir gruba ayrımcılık yapması”. Eşcinseller eylemlerinde özellikle “ayrımcılığın her türlüsüne karşıyız” diye vurgulayarak yabancı kökenlilerle dayanışma sergilerken “eşcinsel nefreti” salgılayan zihniyeti anlamak mümkün değil. Eğer Brüksel’de “ahlak polisi”ne ihtiyaç varsa, bu en başta kendisi ayrımcılığa uğradığı halde diğer bir gruba karşı ayrımcılık yapanlara gerekiyor! erdincutku@binfikir.be Nurhak Dağ’ın Guguk Kuşu uguk kuşu (pepuk), yurdu, yuvası olmayan bir kuştur. Dünyanın neresine giderse gitsin, özelliği değişmez. Kendisine ait olmayan yuvalara yumurta bırakır. Yavrusunu el kapılarında büyütür. Yuva sahibi kuş, bir gün bakar ki, yumurtadan çıkan, gün gün anormal şekilde gelişen yavrulardan biri kendisine hiç benzememektedir. O yavrunun kendisine ait bir yumurtadan çıkmadığını fark eder. O anda, yavru ile ana kuş arasında kıyasıya bir mücadele başlar. Ya anaç kuş yabancı yavruyu yuvadan atar ya da yavru kendiliğinde yuvayı terk eder... İsveç’in Halland Bölge Meclisi ve Halmstad kenti Belediye Meclisi’nin sosyal demokrat parti üyesi, aynı zamanda öğretmenlik ve çevirmenlik de yapan Hüseyin Mirza Karagöz, “Nurhak Dağ’ın Guguk Kuşu’’ adlı kitabını, guguk kuşunun bu özelliklerinden yola çıkarak yazmış... Yazar, bu kitapta, Elbistan’a bağlı Nurhak Dağları eteklerinden kopup İsveç’e gelen ve nüfusu 3 bin kişiyi bulan Tavkirar köylülerinin köklerini araştırmış. Başka diyarlarda, başka iklimlerde yok olan insanlarla guguk kuşu arasında bir benzerlik kurmuş... Kitapta yaşamöyküleri anlatılan bilge kişilerin hemen hepsi birer destan kahramanı özelliğine sahip... Doğadaki çiçeklerden ürettiği ilaçlarla insanları sağlığına kavuşturan Mustafa Mortaş, aile kavgaları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kalan ve aynı zamanda bir laf ustası Halil Duran, Elbistan’dan Mersin’e kadar herkesin Gülü İbrahim Kalaycı, Kırıkçı Hüseyin Parlak ve diğerlerinin maceralarını okurken Nasrettin Hocalar, Lokman Hekimler, Karacaoğlan’lar gelir dikilir gözlerinizin önüne; çoğu kez gülümser, yer yer hüzünlenirsiniz.... Nurhak Dağları’nın o bilge kişileri, Yaşar Kemal’in, “Güzel atlarına binerek bir daha hiç dönmemek üzere çekip giden” güzel insanlarıdır artık... Kitabın sonlarına doğru, o guguk kuşu yine çıkıyor karşımıza... Hüseyin Mirza Karagöz’ün de kitabında yer verdiği, MALMÖ Anadolu’nun birçok yerinde de bilinen anlatıya göre, guguk kuşu, bir zamanlar, bizim gibi bir insanmış... Anneleri ölmüş, küçük kardeşiyle yetim kalmışlar. Babaları, eve üvey anne getirmiş. Üvey anne, ALİ HAYDAR guguku ve kardeşini hiç sevmez, NERGİS onlara hep kötülük edermiş. Bir gün, kardeşlerin eline dibi delik bir torba vermiş, “Gidin, bana dağlardan kenger toplayın” demiş. Kardeşler dağa gitmişler. Guguk, topladığı kengerleri kardeşinin sırtındaki torbaya doldurmuş. Dönüş zamanı geldiğinde bir de bakmışlar ki, torbanın içinde hiç kenger yok... Guguk, kengerleri kardeşinin yediğini sanmış... Bunu kanıtlamak için, kardeşinin karnını bıçakla yarmış. Ancak, kengerleri orada da bulamamış... Bir de görmüşler ki, torbanın dibi delik; torbanın içindeki kengerler o delikten yerlere dökülmüş... Küçük kardeş oracıkta ölmüş. Guguk da kuş olup dağlara düşmüş... O gün bu gündür, dağlarda deli divane ötüp dolaşarak yitik kardeşini arıyormuş... “Nurhak Dağ’ın Guguk Kuşu’’, bende de başka çağrışımlar yaptı; başka yaraları depreştirdi... Kitabı okurken ben de bu halkı, bu kör karanlıklardan kurtarmak için kendisini dağlara, taşlara vuran, Nurhak’larda kurulan hain tuzaklarda katledilen 68 kuşağının yiğit devrimcilerinden Sinan Cemgil ve arkadaşlarını anımsadım... Onların türküsü gelip düğümlendi boğazımda: Dört bir yana haber salsam/ Öldü desem inanır mı/ Dağlar bana geri verin/ Kadir’imi, Sinan’ımı// Nurhak sana güneş doğmaz/ Uçan kuşlar yuva kurmaz/ Dökülen kan yerde kalmaz/ Soracağız hesabını... Toplumların yaşamında yazılmamış nice romanlar vardır. Nice yazarlar da adları duyulmadan, toprağı yarıp gün yüzüne çıkamadan yitip giderler... “Nurhak Dağ’ın Guguk Kuşu”, İsveç’te, sadece 300500 kişiye ulaşabilen, güçlü bir yayınevine, dağıtım ağına sahip olmayan böylesi bir kitaptır. Nurhak Dağları’nda çobanlık, Çukurova’da garsonluk, otel kâtipliği ve derken öğretmenlik yapmış; şimdilerde yaşamını İsveç’te politika yaparak sürdürmeye çalışan Hüseyin Mirza Karagöz de “ben buradayım!” diye bağıran bir yazardır... alinergis@yahoo.se G gözüküyor. Başbakan, hatta rtık Sarko alerjisi mi desem, Cumhurbaşkanı bile olabilir. yoksa almış başını tersine giden Fakat Fransızlar böyle birini bir dünya mı –tabii ki kendimize başlarına getirmek istemezler. göre– bilemiyorum! “Martine”nin Çünkü fazla dogmatik ve sert. Fransa cumhurbaşkanlığına aday Daha beteri yüzü gülmüyor...” adayı oluşuna öylesine sevindik ki, Söyledikleri sınıfsal ve siyasi bir rakipten gelebilecek en güzel sanki birden 70, 80’lerin başına, Solun Ortak Programı iltifatlar değil de ne? Beşincisi Türkiye hakkında düşündükleri. günlerine döndük. Fransa’da köklü toplumsal dönüşüm 2009 AB Parlamentosu seçimleri vesilesiyle binlerce kişinin umutlarının son kez parladığı, sosyalizmin kitleler nezdinde önünde yaptığı konuşmada görüşlerini hiçbir ikirciğe, polemiğe siyasi bir seçenek olarak heyecan rüzgârları estirdiği son tarihi gerek bırakmadan açık biçimde söylüyordu: “Avrupa Türkiye döneme gittik adeta. Fransız Sosyalist Partisi Birinci Sekreteri ile bütünleşmeye çoktan angaje olmuştur. Türkiye 35 koşul Martine Aubry geçen salı belediye başkanı olduğu Lille’de yerine getirmek zorundadır. İnsan ve kadın hakları, yerel taban militanlarıyla düzenlediği toplantıda 2012 Kıbrıs’ın tanınması vs, vs... Bırakalım bunları Cumhurbaşkanlığı önseçimlerine adaylığını açıkladı. Bu karar gerçekleştirsin. 1015 sene sonra bakarız neredeler...” birçok açıdan önemliydi. Birincisi Aubry’nin yalnızca kendi Sarkozy’nin Türkiye hakkındaki oy avcısı, oportünist ve partisi içerisinde rakipleri dahil her eğilim tarafından kabul ikiyüzlü tavrına ilişkin söyledikleriyse iyice netti: “Üstelik görmesi değil, genel olarak siyasi sol cephe içerisinde hatırlatmak isterim ki, Türkiye beş Avrupa ülkesiyle “sosyalist lider yönetici” denince en saygı duyulan kişilik birlikte Avrupa Konseyi’nin ana kurucularındandır. Hele olması nedeniyle. Zira zamanı geldiğinde ancak böyle bir insan hele Türkiye Avrupa Futbol Şampiyonası’nda oynuyorsa, herkesi tek bir hedefte toparlayabilir. Aynen François Eurovision gibi faaliyetlere katılıyorsa... Kim diyebilirmiş Mitterrand’ın 1981’de başkanlık seçimlerinin ikinci turunda Türkiye Avrupa’da değildir, diye? Bizimle bütün solu birleştirdiği gibi. değerlerimizi paylaştığı gün Türkiye’yi Avrupa’da İkincisi kadın oluşu. Afrika’yı, trene binildiğinde Paris’e ağırlamak büyük bir mutluluk olacaktır...” 1950 doğumlu gidilen bir ülke diye düşünen on milyonlarca Amerikalı gibi Aubry, 1994’te ezici bir kamuoyu desteğine rağmen yüz milyonlarca dünyalı için Martine Aubry bir Cumhurbaşkanı olmayı reddetmiş, sol Katolik erkek. Bu cehalet tuzağına geçenlerde New York PAR S gelenekten gelen sosyalist Jacques Delors’un kızıdır. Times gazetesinin bir yazarı bile düşmüş. Yalnızca Delors 19811984 arasında Mitterrand’ın en ilerici Fransızca Martin diye yazılanın Marten ve Martine reformlarını (millileştirmeler, kamu sektöründe diye yazılanın da Martin diye okunmasından doğan demokratikleşmeler) gerçekleştirmiş sol hükümetin kulak ve beyin şartlanması bir durumla karşı İktisat ve Maliye bakanı, AB Komisyonu’nun 1985karşıya değiliz. İngiltere, Almanya, şimdi de 1994 arası ilk başkanıdır. Aubry aday olma kararını Fransa gibi bir “büyük” ülkenin 1 numaralı siyasi kişiliğinin kadın olabileceği tasavvur edilemiyor. UĞUR HÜKÜM açıkladığı konuşmasında ailesinden aldığı ahlak, adalet, cesaret ve “öteki”nin tadını takdir etme Ancak Aubry’nin Kasımpaşalı neoliberal erkek hassasiyetleriyle büyüdüğünü özellikle vurguladı. gibi düşünen ve iktidar etmiş Thatcher, hatta Gençliğinde sendikacılıktan millileştirilmiş şirketlerde en üst “komünist” eğitimli, muhafazakâr liberal eğilimli Merkel’den yöneticiliğe, haftalık ortalama 35 saat çalışma süresi ve herkese temel bir farkı var. O, insanı ön plana çıkartan kadına öncelik sağlık güvencesi sağlayan Evrensel Sosyal Sigortası’nı tanıyan bir sosyalist. Yazdığı 14 kitaptan birine bakmanız yasallaştıran Çalışma ve Dayanışma Bakanlığı’ndan çok yeterli. Üçüncüsü medyacılıktan, her yaptığı işin televizyon kameraları ve gazeteci mikrofonlarından yansımasından başarılı Lille Belediye Başkanlığı’na bütün görevlerini örnek hoşlanmayan bir insan. Hatta bu nedenle bir kesim basınyayın biçimde yerine getirmiş bir militandır o. İçi gülen gözleri, erbabı kendisini pek sevmez. Dördüncüsü dolaylı bir anı. enerjisi ve onu tanıyan herkesin belirttiği samimiyet, Yıllardan 1991 veya 1992 olsa gerek. Fransa’nın kişisel gelir alçakgönüllülük, ciddiyet, kararlılık ve çalışkanlığıyla yeni bir açısından en zenginlerinin yaşadığı, merkezi Versailles olan, göreve soyundu. “Sizlerin güveni, sizlerin desteği hepimizi Paris’in Batı ve Güney banliyölerini kapsayan bölgenin Sanayi zafere götürecektir” diye bitirdi konuşmasını. Toplantıdan ve Ticaret Odaları Başkan yardımcısıyla uzunca bir zaman sonra Lille’li bir sosyalist militan şöyle diyordu: “O bizim dilimini paylaşıyoruz. De Gaule’cü RPR partisi üyesi kişilik ‘Aubry Anamız’dı (Cesaret Ana’yı kastediyor). Ama artık bize dönemin Çalışma, İstihdam ve Mesleki Eğitim Bakanı şimdi bütün Fransa’nın Martine’i”. Aubry ile bire bir profesyonel ilişkileri ve gözlemlerinden söz ediyor. “Çok zeki ve yaman bir kadın. Geleceği parlak gibi ugur.hukum@gmail.com A ‘Martine’ C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear