01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 28 HAZ RAN 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Atatürk Milliyetçiliği... Bu Suskunluk Niye? Kitapları çıkardı, yazıları yayımlanırdı; politika dünyamızın durumu, gidişi, değişimi konularında sık sık düşüncelerini okurduk, öğrenirdik... Hukuk dünyasının büyükleriydiler! Son yıllarda sesleri kesildi! İlki, son yazısında bir daha yazı yazmayacağını açık açık söylemişti. Ama ben, susacak, bir yana çekilecek günlerde olmadığımızı anımsatmış, yazmaya, konuşmaya devam etmesinin gerekliliğini belirtmiştim. Yıllar geçti bu değerli hukukçularımızdan ses seda yok!.. Bir çözüm aradım kendimce, neden, niye bu suskunluk? Akla kötü şeyler geliyor!.. Göz korkutma mı, daha beter işler mi? Kitaplarını okuyorum, yeniden. Hukuk nedir bilen, demokrasi nedir bilen, Mustafa Kemal devrimi nedir bilen, AKP adlı bir partinin gerçek niyetleri nedir bilen insanlar... Korku imparatorluğu bu denli etkileyici mi? Evet, en ummadığın insan bile konuşmasına özen gösteriyor. Sağına soluna bakmadan laf etmiyor. Hele belli bir işi, bir görevi, bir sorumluluğu varsa!.. Birileri duyar, duyurur, sonra ne olur ne olmaz! Bak içerdeki kor, orgenerallerin sayısı her gün biraz daha yükselmekte. Şimdiden sayıları 32! Ya albaylar, yarbaylar, teğmenler!.. Dünyanın hangi demokrasisinde, bırakın demokrasiyi, bir diktatörlüğe benzer ülkelerde bile, kendi ordusunun üçte birini mahkemelerde, zindanlarda yaşatan ülke var mı?.. Ama Atatürk’ün Türkiye’sinde, Atatürk ordusu yarı yarıya boşaltılmış!.. Bir zamanlar gerçekleri dile getirmekten çekinmeyenler, yazıları, kitaplarıyla ülkenin demokrasiye doğru yürüyüşünde öncülük edenler, bir süredir niye yok ortalıkta? Nerdeler, nerdeler?.. Benim ilgiyle, sevgiyle izlediğim aydınlardı! Büyük hukuk adamları! Yürekli, inançlı kişilerdi! Hep öyleydiler, hep öyle kalacaklar, biliyorum, inanıyorum. Ama son yıllardaki suskunluklarına bir anlam veremiyorum!.. Milliyetçilik ilkesinin anayasada bulunması elbette gerekmez. Kemalist milliyetçiliğimizi eleştiren ve AB sürecimizi engelleyen Fransa geçen yıl bir Milli Kimlik Bakanlığı kurmuştu. Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik ilkesine dayalı Fransız Anayasası’nda milliyetçilik var mı? Bozkurt GÜVENÇ kranda Seçim sonrası “Yeni Türkiye” ve Yeni Anayasa yayınını ilgi ve heyecanla izliyorum. Yazımın konusu, yeni anayasada hangi maddeler değişsin, hangileri kalsın tartışması değil. Her şeyin değiştiği bir zaman ve mekânda, anayasal olsun olmasın, bazı tarihi gerçekler dışında, insan yapısı her şey değişir, değiştirilebilir. Değişim istemek kusur değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hakkıdır. Sorun, değişim ya da milliyetçilik değil. E Hangisi? Anayasa’nın giriş bölümünde ve değiştirilemez maddeleri arasında anılan Atatürk Milliyetçiliği! Sorun açık oturuma mealen şöyle sunuldu: “Neymiş ki, kim yazmış, kim anlamış, kim tanımlamış, kim açıklamış ki?.. Soru, kamuya açık sorulduğuna göre, sanırım, net bir cevap bekliyordu. Uzman bir meslektaşımız Atatürk’e hiç değinmeden soruyu soruyla destekledi: Küreselleşen Dünya’nın neresinde, hangi demokratik ülkesinde kalmıştı ki Arnayasa’da korunsun? Deneyimli sunucu, çıkmaza sürüklenen konuyu, yeni sorularla gündemden düşürdü. Çoğu Cumhuriyetçiler gibi rahat bir soluk aldım; ama akıl defterime kaydolan soruları unutmadım. Yanıtım, görüş ve kaynakları iyi bilen meslektaşlarıma değil, seçim ertesi programlarda belki aklı karışan izleyicilere. Önce, Atatürk’ün manevi mirası “milliyetçilik” değil, “akıl ve bilim”dir. Cumhuriyet’in Onuncu Yılı’nda, CHP Tüzüğüne giren “Altı Ok”taki Milliyetçilik, Atatürk’ün değil, “Türk Kültür Devrimi”nin ilkelerinden birisidir (Kili). Atatürk’e doğrudan mal edilecek temel ilke milliyetçilik değil “Laik cumhuriyetçilik” olabilir. Kaldı ki, “laiklik” ilkesinin resmen açıklanmasından sonra Atatürk, “Ulusçu ve ulusalcı” olmuştu. Neden? Çünkü, “milla” kökünden gelen millet, dini bir cemaat, inanç ve ibadet topluluğu ise; milliyetçilik, dini değerlerin korunmasıdır. Osmanlı’nın “milletler topluluğu”, birleşip bütünleşmesinden korkulduğu için, millet olmasına izin verilmeyen bir yönetim biçimiydi. Milletler ayrıldılar ve devletii muazzama ile birlikte Devleti Aliyye’yi yıktılar. Ortaçağdan kalmış bu düzenden en son kurtulan “Atatürk Miliyetçiliği” Müslüman Türkler oldu (Lewis). Yıkımın ayrıntılı dökümü içler acısıdır (Ellison). Ne var ki, millet varlığını canlı tutan din birliği Osmanlı icadı değildi. Cumhuriyet’ten sonra yapılan ilk mübadelede, yer değiştirenlerin çoğu Türklerle Grekler değil Türkçe kelam edemeyen Müslümanlarla, Elence bilmeyen Ortodokslardı. Milletler dinleriyle anılıyordu. Atatürk’ün hâlâ anlaşılamayan, milliyetçi laikliği, alafranga (din dışı / ladini) bir laikçilik değil, dini cemaatlerden, dinlerüstü, yani laik bir millet bir ulus yaratma ülküsüdür. Çağımızın tarih bilimcileri, devlet kuran Mustafa Kemal’den çok, çağdaş bir ulus inşa eden, “mimar” Atatürk’ü överler (Dumont). Kemalizm, özünde, mazlum milletlerin Batı’ya benzemesi değil, laikleşmesi (Berkes) yani çağdaşlaşması sürecidir (LTK). Uzman katılımcıların karşı çıktığı milliyetçilik, Atatürk’ün laik milliyetçiliği değil, 12 Eylül Darbesi’nin Atatürk’ün adına ve arkasına sığınarak yürüttüğü, karşı devrimci, Türkİslamcı “Devlet her yerde, her şeyin üstünde Devlet” diyen gecikmiş bir “korporatizm”dir (Parla). Günümüzün “küreselleşen dünyası”nda yaşayan örneği, yandaşı kalmadığı söylenen milliyetçilik yorumuna gelince... Yedi büyüklerden, gelişmiş yirmilere ve onlara yetişmeye çabalayan gelişenlere... Günümüzde hangi ülke milliyetçi değildir ki? Yakın geçmişten bir kıssa ve hisse: “Irak’ta ne işiniz vardı?” sorusuna, dürüst Amerikalı’nın net yanıtı: “Milli çıkarlarımız öyle gerektiriyordu.” “Ya bizim milli çıkarlarımız?” “Siz millet misiniz” sorusuyla sohbet birden dondu. “Ne yani, değil miyiz?” “Millet olsaydınız kârlı kurumlarınızı yabancılara satmazdınız!” “Satmamızı önerenler sizler değil miydiniz?” “Kendi açımızdan biz özelleştirin dedik, siz sattınız!” Ve teselli etti: “Biz de liman işletmelerimizi sattık ama yanlışı hemen düzelttik.” Kıssadan hisseler “Yurttaşlık, kendini yönetebilecek düzeydeki kişilere verilebilir” temeli üzerine kurulan ABD’nin 1790 tarihli göçmenler yasasına göre, yalnız Katolik ve İrlandalı beyazlar vatandaş olabilirdi. Kara tenli kölelerin tüzel vatandaşlığı İç Savaş’tan sonra 1868’de kabul edildi; ama yüzyıl sonraki Little Rock olaylarını önleyemedi. Avrupa’yı kana bulayan üstün ırk yanılgısının öncüsü sayılan 1924 tarihli yasa yalnız Kuzey Avrupalı İskandinavlara göç hakkı tanıyordu. 1965 tarihli göçmenler yasası, renklere, ırklara, dindilmezhep vb. bütün etnik önyargılara son verdi... Göçmenler bundan böyle kişisel yetenek ve beceri, ailenin birleşmesi ve siyasal sığınma öncelikleri üzerinden seçilecekti. Amerika Yerlileri’nin özel yurttaşlık statüleri aynen devam ediyordu. (Bu ayrıntılar, internetten değil, ABD’de yükseköğretim diplomasına aday olan yerli yabancı her gencin almak zorunda olduğu “Amerikan Hükümeti” dersi notlarından.) Milliyetçilik ilkesinin anayasada bulunması elbette gerekmez. Kemalist milliyetçiliğimizi eleştiren ve AB sürecimizi engelleyen Fransa geçen yıl bir Milli Kimlik Bakanlığı kurmuştu. Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik ilkesine dayalı Fransız Anayasası’nda milliyetçilik var mı? Bilmiyorum. Ancak Cezayir’de sergilen sömürgeci bir milliyetçiliğin Fransa’yı nasıl sarstığını belirtmek için, Başkan General de Gaulle’ün, eleştirilere karşı, tarihe geçen “Fakat 1789 sürüyor” sözünü hatırlıyorum. Milli çıkarlarını bilen ve koruyabilen güçlü ülkeler, “milliyetçilik” ilkesini anayasalarına neden koysunlar ki? Bize “milliyetçi olmayın” demeleri yeterlidir. “Atatürk Milliyetçiliği” anayasadan çıkarılabilir; ama Atatürk’ün “Laik Cumhuriyetçiliği” kalmalıdır (Berkes). Berkes Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma. 2002 (1964). Dumont, Paul, Modern Türkiye’nin Mimarı. 1983. Ellison, Grace, Ankara’da Bir İngiliz Kadını. 1923. Güvenç. Bozkurt, HYPERLINK “http://www.bozkurtguvenc.info/” Kili, Suna, Atatürk Devrimi.1983. Kinross, Lord, Atatürk ve Bir Milletin Doğuşu. 1964. Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu. 1961. LTK, La Turquie Kemaliste. 1930lar (yorumu baskıda). Mongo, Andrew, Atatürk. 1999. Parla. Taha, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm.1987. Kullanma Kılavuzu... Türkçe prospektüsün ne işe yaradığını iri harflerle başa yazıyorlar: “Kullanma kılavuzu...” Onun altında da zaten “kullanma kılavuzunun” ne olduğu yazılı: “Kullanma kılavuzu, garanti belgesi ya da fatura yerine geçmez...” İlk sayfada fiş resmi olur... Fişin ucu duvardaki priz deliğine dönüktür... Ayrıca deliği gösteren kalın bir kırmızı ok... Yazıyla da yazılı zaten: “Fişi sokunuz...” Saç kurutma makinesinde; suda kullanılmaması... Buharlı ütüde; suyun su deliğinden konulması... Çim makinesinde; çalışırken makineyi bırakıp gidilmemesi... Testerede; alet dönerken bıçağın ellenmemesi... Blenderde; çalışırken içine parmak sokulmaması... Tüpte; kaçağın çakmakla kontrol edilmemesi... Koşu bandında; durdurmak için düğmeye basılması yazılıdır... Asansörde “gidilecek yönün düğmesine basınız” yazılı ki tersine gitmesin... Japon yapıştırıcısı kullanma kılavuzunun en altındadır: “Gözünüze sürmeyiniz...” İlk anayasa Kanunu Esasi 1876’da yapıldı, 7 defa değiştirildi... Kullanılamadı... İkinci anayasa; 1921’de Teşkilatı Esasiye, üç yıl üç ayda 23 maddesi vardı, 6 maddesi değiştirildi... Yetmedi... Üçüncü anayasa 1924, 5 defada 21 maddesi değiştirildi... Olmadı... Dördüncü anayasa; 1961, 7 defada 24 maddesi değiştirildi... Yaramadığı için: Beşinci anayasa 1982, 7 defada yarısı değiştirildi... Yine iş görmedi ki şimdi “yenisi” diyorlar... ABD anayasası 224 yıllık, sadece 7 madde... İngilizlerin anayasası yazılı bile değil... Toplumların devleti “kullanma kılavuzu” sayılan anayasayı değiştirip değiştirip... Ya da yenisini yapıp bu kafanın eline verseniz ne değişebilir?.. Otomobillerin kullanma kılavuzlarında yazılı: “Geri giderken arkanıza bakınız...” Öfkelenin! Hasan AKARSU “Öfkelenin!”, “Sınır tanımayan yurttaş” olarak bilinen Stephane Hessel’in insanlığa sunduğu bildirinin adı olup herkesi ilgilendirmesi gerekiyor. 2011 Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Hessel, “Direnmek, bir anlamda insan topluluklarının kendini sürekli yeniden yaratması demektir… İnsanoğlu tarihin akışını değiştirmeye kadirdir. Tarih yaratıcı yurttaşların eseridir” diyor. 94 yaşındaki direnişçi yazarın insanları öfkelenmeye çağırması çok anlamlıdır: ”Yetti artık! Olup bitenlere duyarsız kalmayın, liberal masallara kanmayın! Size empoze edilen bir dünya bakışından tiksindiğinizi, kızdığınızı gösterecek, insana has en basit tepkileri verin! Öfkelenin!” Yaşamı boyunca sosyalist olmakla övünen ve mutlu olduğunu kadınlara ve annesine borçlu olduğunu söyleyen, dünya barışını ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni önemseyip “…Bu haklardan yararlanmayan birine rastlarsanız, onun için üzülün ve bu hakları öğrenmesine yardımcı olun!” diyerek yurttaşları göreve çağıran Stephane Hessel’e sonsuz saygı duymalı insanlık. Onun uyarılarını ilgiyle izleyerek, yoksullar ve zenginler arasındaki uçurumun önüne geçmelidir. Gençler de onun seslenişine kulak vermelidir: ”Çevrenize bakın, öfkenizi haklı çıkaracak konular bulursunuz: Göçmenlere, kaçak işçilere, Çingenelere yapılan muameleler gibi…” Bugün Gazze’de bir buçuk milyon Filistinli’nin bulunduğu açıkhava hapishanesini düşünmek bile öfkelenmeye yeter! Nazilerin kıyımına uğrayan Yahudilerin, savaş suçu işlemelerinin hazin olduğunu söylüyor ve insanları şiddete başvurmaktan uzak durmaya çağırıyor Hessel. “Haklara tecavüz edene öfke duymalı!” uyarısında bulunuyor. Gençlere umutlarını yitirmemelerini, pasif direnişte bulunmalarını önerirken, “Yaratmak, direnmektir. Direnmek yaratmaktır” diyor. Yeni Dünya Düzeni’nin getirdiği sorunlarla baş edebilmek için Stephane Hessel’in bildirisine tüm uluslar kulak vermelidir. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear