23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 MAYIS 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA 19 yargıçların, dürüst savcıların, sanık haklarını savunan avukatlarla birlikte hukuktan şaşmadan, canla başla, ABD denilen ülkede adaleti yerine getirmek için uğraşmalarını izlerken heyecanla... Türkiye’de hukuk bitirildi, adalet kalmadı. Hiçbirimize pek uzak olmayan mahkemeler, “delil yok, ancak kanaat var” gerekçesiyle aramızdan birini, 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıyor. Bakınız: Atılım gazetesi editörü ve Tutuklu Gazeteciler Dayanışma Platformu sözcüsü Necati Abay. Kimimizin kapı komşusu mahkemeler, tüm suçları ama Başbakan’ın huzurunda!“Parasız eğitim istiyoruz, alacağız” pankartı açmaktan ibaret olan çocukları, 15 yıl hapis istemiyle yargılıyor. Yetmiyor. Burnumuzun dibindeki o mahkemeler, adaleti gözeten ve hukuka uyan bir savcının beraat talebine rağmen, zaten 14 aydır tutuklu iki çocuğun tahliye talebini reddediyor, tutuklu yargılamaya devam kararı veriyor. Bakınız: Üniversite öğrencileri Berna Yılmaz ve Ferhat Düzer. Biz, rahatça yayılıp koltuklarımıza, televizyonlarda reklamı yapılan ve sağlığımızı kemiren abur cuburu atıştırıp çaylarımızı yudumlarken, New York’taki en güç suç vakalarını bile çözen CSI balistik uzmanlarının ekran başarıları karşısında... Türkiye’de çok daha becerikli, çünkü suç ve kanıtları “yoktan var eden” lojistik uzmanların, geceleri Biz, Amerikanyemek yedikten sonra televizyonun karşısına geçip dizilerindeki adil bırakılmasına, umarım şaşıyoruzdur! Ama sehven cumhuriyette hakiki şeriatın “Aman böylesi Üresin” diye ekranlara saldığı hımar*lı avradın, kanal kanal gezip tek erkeğe çok karılı tımar yasallaştırmasına, sanırım şaşırmıyorsunuzdur. 16. yüzyılın Kanuni ihtişamı Topkapı haremi olunca, 21. yüzyılın kanunsuz zinası, elbette dört odalık bir sofuluk TOKİ’lerde meşrulaştırılacaktır. Zaten çok karılı erkek, dünya evine ister TOKİ’de girsin, ister sarayda kursun haremini, kafası gecekonduda oturur, gecekonduda kalacaktır. Ekranlarınızda “Madem çokeşlilik var, bari yasal olsun!” diye dolanan bohçalı ve bohçacı kadınların düzdüğü mantık da gecekonducu arsızlığından ibarettir: Bunların izinsiz ve yasasız çıktığı gecekonduları, ergeç yasallaştırmıyor mu, gözünü oy bürümüş politikacıların dağıttığı bedava tapular? Öyleyse nikâhta da tekeşliliği esas alan yasaları hiçe sayar, imam nikâhını basar, iki, üç, dört karıyı alıp yirmi çocuk yapınca, nasılsa gözünü oy bürümüş bir iktidar çıkar, “dört odalık bir sofuluk” evliliği de yasallaştırır diye bekliyorlar. Haklılar. Boşuna mı “evlenmek” deniyor, nikâha? Ev de mal, harem de mal! Gecekondu demokrasiye, elbette “gündüz güzeli” haramdır. Ama gece konulan nikâhlı metres helal! Ah şu Ergenekoncular kafa karıştırmasa, Türkiye’de cenneti öteki dünyada sanan mı kalır? *Örtülü “Aldatan kadın suçluluk, aldatmayan kadın pişmanlık duyar.” FRANSIZ ATASÖZÜ Gecekondu Demokrasi çakma iddialar ve düzmece kayıtlarla film değil, çile çektirdiği 68 gazeteci, yüzlerce aydın ve yurtsever için Silivri’de bir mapusluk gecesi daha başlıyor. Bakınız: Doğan Yurdakul, Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Nedim Şener, Ahmet Şık ve diğerleri. Başrolde oynatılmaktan hücre tutuklusu Tuncay Özkan, Mustafa Balbay ve Doğu Perinçek, televizyon ekranına değil, günde üç dakika yemek dağıtmak için açılan demir kapının gözetleme deliğine bakıyorlar. Siz, Cold Case’de kapanmış dosyaları bile yeniden açıp suçluların peşine düşen Amerikan polislerini, zamanaşımına uğramayan Fotoğraf: DAN EL COLAGROSS Amerikan adaletini izlerken... Silivri’de tutuklu gazeteci Müyesser Yıldız’ın Alzheimer Ergenekon savcısı Zekeriya hastası annesi, kızının özlemiyle Öz’e karşı dava açtıktan hemen her gün bir adım daha yaklaşıyor sonra, 2. Ergenekon ölüme. Görmüyorsunuz bu iddianamesiyle tutuklanıp sehven cinayeti, çünkü hukuku Silivri’ye gönderildiler. meçhul adalet, televizyon dizisi Biz, Sultan Süleyman’ın değil. Sizin kapınıza dayanana kesilmedik kelle, çiftleşmedik kadar, “neme lazım” diye cariye bırakmayan “kanuni”liğine, görmezden geldiğiniz, gerçek “Muhteşem Yüzyıl’mış yav!” diye hayat: Müyesser Yıldız, imrenirken ekranların karşısında, meslektaşı Fatma Sibel çağdaşımız liderlerin “kanunsuz” Yüksel’le birlikte, müstafi çiftleşme kasetleriyle devre dışı Ajda Pekkan’ın Canı Marcel tiyatro Pagnol, Fanny adlı oyununda, erkek kahramanı Panisse’i şöyle konuşturur: “Sadakat ve sadakatsizlik konusunda size peşin söz veremem. Benim soyumda Türk kanı var. Bilirsiniz, Türkiye’de boynuzlu koca yoktur, dul koca çoktur. Karım beni aldatırsa, açık söyleyeyim, ne yapacağımı bilemem...” Toplumsal gecekonduculukta B2’leşen ailelerin evlilik cüzdanı dağıtılarak meşrulaştırılması, Türkiye’nin “boynuzlu karı yoktur, dul karı çoktur” diye anılmasını da sağlayacaktır, sevgili okurlar. Mutlaka duymuşsunuzdur, “süperstarımız” Ajda Pekkan son konserinde Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’a övgülerde bulundu: “Her zaman sanat ve sanatçının yanında oluyorsunuz. Ülkemizin önünü açıyorsunuz. İyi ki varsınız. Sizin için canımızı vermeye hazırız…” Bakıyorum gazetelerin yazar köşeleri, sosyal paylaşım siteleri Ajda’ya yönelik eleştirilerle dolu. Bu, büyük bir haksızlık, diye düşünüyorum. Biliyorum, şaşırdınız. Şaşırmayın, çünkü Ajda doğru söylüyor, Egemen Bağış gerçekten de her zaman ve her yerde sanatın, sanatçının yanında olan bir devlet adamıdır. Karslı bir arkadaşım anlattı; Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’nın kafasının kesildiği günün gecesi onu kesik başın yanında çömelmiş durumda görmüş. Sayın Bakan bir yandan taş başı okşuyor, bir yandan da alnını kesik başın yanaklarına sürtüyormuş. “Gerçekten o muydu?” diye sordum arkadaşıma, “tam göremedim ama sanırsam oydu” dedi. Herhalde Ajda da bunu duymuş, konserde karşısında onu görünce duygularını gemleyememiş olmalı. Bakarsınız bir şarkı bile bağışlar Bay Bağış’a. Vefalı kadındır. Egemen Bağış, dün “twitter”da “Şile neden Hollywood olmasın? Yabancı film yapımcıları burada platolar kurabilir. Bunun için yapımcılara teşvik verilmeli” diyordu. Tabii, “Niçin yabancı yapımcılar” diye sorabilirsiniz. Kendisi Siirt doğumlu olmakla birlikte ruhen Amerikalıdır. Uzun yıllar ABD’de yaşamıştır. Yüksek lisansını “The Baruch College of The City University of New York”ta yapmış, iki dönem üst üste New York’taki “TürkAmerikan Dernekleri Federasyonu”nun başkanlık görevini yürütmüştür. İngilizcesi iyidir, genellikle AngloSakson müzik gruplarının konserlerini izler. Son U2 konserinde yuhalanmasının Ajda’yı çok üzdüğü, içini parçaladığı, Bağış’ın da bu nedenle “Bak, yıkılmadım, ayaktayım!” babında o konsere gittiği söylenmektedir. Yoksa bir okul konserinde ne işi vardır koca Devlet Bakanı’nın, hem de seçimlere şunun şuracığında 14 gün kalmışken? Yukarıda “vefalı kadındır” dedim. Öyledir. Neredeyse 50 yıl önceden, Ses dergisine kapak olduğu, yabancı popüler şarkılar söylediği yıllardan tanırım Ajda’yı. Mahallemizin kızıydı. Anne babası ayrılınca o da kardeşi Semiramis ile birlikte halasının, babası rahmetli Rıdvan Bey’in kız kardeşinin yanına taşınmıştı. Babası Deniz Kuvvetleri’nden albay rütbesiyle ayrılmış, Denizyolları Liman İdaresi’nde enspektör olarak çalışıyordu o zamanlar. Mütevazı bir hayatları vardı. Önce sinema filmleri, sonra yabancı dillerden uyarlama şarkılar, gece kulüpleri, konserler, sahne ışıkları, ışıltılı hayat iki kardeşin de gözlerini kamaştırdı. Gece kulüplerinde kendilerini en ön masalarda izleyenlerin yaşadıkları hayatlara özendiler. O hayatları hedefleştirdiler. Ulaştılar da. Sonrasını biliyoruz; iki kardeşin de hayatları, tırmandıkları merdivenler en ince ayrıntılarına kadar magazin basını tarafından kazındı meraklı kamuoyunun belleğine. Ajda’yı en son 1970 yılında görmüştüm. Tüm şarkıcılar, futbolcular, “ünlüler” gibi o da merak/ilgi alanımda değildi artık. Sırnaşıklığı şaşırttı beni. Hayatta amaçladığı hemen hiçbir hedefi ıskalamamış, başarılı bir ses sanatçısı, konseri sırasında iktidar sahibi bir politikacıya “Sizin için canımızı vermeye hazırız” derse buna ne ad verilir? Yanıtı siz değerli okurlarıma bırakıyorum. Can tabii ki onun, dilediğine verir. İyi ama bunu niçin çoğullaştırıyor? “mızı” ekiyle kastettiği ses sanatçıları kimlerdir? Egemen Bağış onları toplu intihara yöneltecek önemde ne yapmış olabilir? Egemen Bağış, Ajda’nın sözlerini duyduğunda nasıl tepki vermiştir? “Aman yapma” mı, yoksa “hepinizin canı bana feda olsun” mu demiştir? Sanırım, bu soruların yanıtları açık kalacak. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr ‘Akşemsettin’ Hocamız Bugün Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’a girdiği gün… yani “Fetih”in 558. yıldönümü. Ben ise yıllardır ihmal ettiğim bir borcumu ödemeye çalışarak kaynaklarda “Manevi Fatih” olarak anılan, Fatih’in hocası Akşemsettin’ten söz edeceğim. “Borcum” diyorum, çünkü İstanbul’un Fatih ilçesindeki Akşemsettin İlkokulu’nda okurken her fetih yıldönümünde, öğretmenimiz Süreyya Hanım derdi ki; “Bu günlerde Fatih’in hocasını da anmalı, okulumuzun adını aldığı bilge insanı yâd etmeliyiz.” O yıllardan beri 29 Mayıs’larda Akşemsettin’i hep hatırladım ama “hatırlatmak” nasip olmadı... Yıldönümlerinde Fatih’le birlikte hocasını da anmamız gerektiğini söylediğından hem de beyaz giysilerinden ötürü verilmişti. 1390 yılında Bolu’nun Göynük ilçesinde doğmuş; İstanbul’un alınışından 6 yıl sonra doğduğu kentte yaşamını noktalamıştı... Henüz 7 yaşındayken babasıyla Amasya’nın Kavak beldesine yerleştiğinde, okumaya ve bilime merakı herkesin dikkatini çekmişti… Genç yaşta Osmancık’a müderris tayin edildi. Ancak aklı, dönemin ünlü düşünürü Hacı Bayramı Veli’nin öğrencisi olmaktaydı. Israrlı çabalarıyla muradına erdi. Bir süre Ankara’daki Hacı Bayram Camii’nin çilehanesinde çilesini çektikten sonra tıp biliminde yoğunlaştı; bulaşıcı hastalıkların uzmanı oldu ve Hacı Bayramı Veli’den, bugünkü diplomanın karşılığı olan “ilimde icazet”ini aldı. IP’taki önderliği Bu eğitiminin sonunda yazdığı “MaddetülHayat” adlı kitabında diyor ki; “Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşır. Bu, gözle görülemeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” Hocamızın bu saptamasını Fransa’da, tam “400 yıl” sonra Pasteur dile getirmiş, ancak Batı bilimi bulaşıcı hastalıkların ilk kâşifi olarak Akşemsettin’i asla anmamıştır. Hele hocamızın kanserle uğraşmasını; hatta Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi’yi tedavi etmesini de Batı’nın tıp tarihi yazmaz; biz de bilsek de sözünü etmeyiz!.. ’ günü bilmişti Kuşatma başlamıştı; ancak surlar aşılamıyordu. Fethin gecikmesi nedeniyle baş gösteren moral bozukluğunu “fetih günü”nü aynen bildirerek gideren ise Akşemsettin’di… İstanbul alındıktan sonra camiye dönüştürülen Ayasofya’daki ilk cuma hutbesini okuyan da… Fatih’in İstanbul’da kalmasını istemesine rağmen “ahir ömrü” için doğduğu kent Göynük’e yerleşti... 1459’da öldüğünde, Süleyman Paşa Camisi’nin bahçesine defnedildi. Yolunuz düşerse, “fethin manevi önderi” için siz de içinizden gelen en güzel sözleri türbesinin başında fısıldayın... ‘T Ç ZG L K KÂM L MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN ğim belediye başkanları da “haklısın” dediler ama o kadar… Bu yüzden ben de onca yıllık gecikmişliğimin ezikliğiyle, 29 Mayıs’taki köşemi Akşemsettin’imize adıyorum. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ayağa kalkmamıştı Birçok belgeye göre, Fatih 19 yaşındayken kente girdiğinde, kendisini yetiştirerek o muhteşem güne hazırlayan, hatta teşvik eden, kararlılığını sağlayan hocası Akşemsettin de yanındaydı... Rivayete göre Fatih bir gün haber vermeden çadırına girdiğinde, hocanın “ayağa kalkmaması”na şaşırmış ve çok içerlemişti; diğer hocalar: “Bir nedeni vardır, elini öpüp öğrenmelisin” deyince o gece yine ziyaretine gitti… Bu kez padişahı ayakta karşılayan Akşemsettin’le sabaha kadar sohbet ettiler. Hocasının ayağa kalkmayarak Fatih’e verdiği ders ise “alçakgönüllü”lüğünü terk ettiği yönündeki gözlemleri ve kaygılarıydı… İstanbul’u almak ne kadar önemliyse, “kendini beğenmemiş” kişiliğini sürdürmesi de o kadar önemliydi.. öynüklü Hamza’ Asıl adı Muhammed bin Hamza olan Akşemsettin’e bu isim, hem saç ve sakalının aklı HARB SEM H POROY ‘O UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K fhakancelik@mynet.com ‘G 1/ Boyu iki metre 1 kadar olabilen, çok yırtıcı bir balık. 2/ 2 “Aptal, salak” anla 3 mında argo sözcük... Alev. 3/ İran’da tari 4 hi bir kent... İri tane 5 li bezelye. 4/ Hayvanlara vurulan dam 6 ga... Sigorta için öde 7 nen ücret. 5/ İnciçi 8 çeği... Hz. Muhammed’i övmek ve on 9 dan şefaat dilemek 1 2 3 4 5 6 7 8 9 amacıyla yazılan kaside. 6/ 1B A L A T A U T İzmir’in bir ilçesi... Çin ve Japonya’dan tüm dünyaya 2 A S O R B A L A yayılmış bir strateji oyunu. 3 L O K A L R U H 7/ Ondan başka, onun dı 4 A R A B E S K M şında, gayrı... Kayaç kat 5 T L E Ç E S İ manlarının kırılmadan yuS E R V İ S karı doğru kabarması sonu 6 A B A R K V A N cunda ortaya çıkan yeryüzü 7 8U L U S İ N A N şekli. 8/ Padişahın asker ve NO ricale toprak bağışlaması... 9 T A H M İ S İnsan bedeni çevresindeki manyetik alan. 9/ “Canavarbalığı” da denilen bir cins köpekbalığı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Devlet memurlarının maaşlarının derece ve tutarlarını düzenleyen sistem ve çizelge... Büyük çivi. 2/ İki tarafı ağaçlıklı geniş kent yolu... Kimi Türk lehçelerinde “ağa” yerine kullanılan sözcük. 3/ Demiryolu... Tiroit bezinin büyümesi. 4/ Lübnan’ın plaka imi... Parlatma, parlaklık verme. 5/ Utanç duyma... Bir nota. 6/ Gemi omurgası... Güzel sanat. 7/ Ünsüzle biten bir sözcüğün ünlüyle başlayan sözcüğe bağlanarak okunması... Elektrik ampulünün takıldığı yivli yer. 8/ Güneydoğu Anadolu’da, daha çok kadınların çeşitli yerlerine yaptırdıkları bir tür dövme... Eski Yunan kentlerinde pazaryeri. 9/ Üye... “Serto, dorak” gibi adlar da verilen bir cins tulum peyniri. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear