25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 10 MAYIS 2011 SALI 2 vermek isteyen bir devrimci partinin ortaya çıkışında başarıyla gerçekleştiriyorlardı! 1946’da kurulan sosyalist partileri de birkaç aylık çalışma olanağından sonra karartmadılar mı? Sorumluları da hapislere atmadılar mı? Bir ara Türkiye İşçi Partisi Meclis’e birkaç adamını sokabildi, ama bir süre sonra dış etkilerle bu yeni parti de parçalandı... Bugün meydanlarda toplanan milyonların büyük bir partisi yok! Perinçek’in liderliğindeki İP’de bir türlü tüm emek gücünü çevresinde toplayamadı. Daha doğrusu toplatılmadı! Örnek de Perinçek’in üç yıldır hapislerde olması... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tasvirler ve Tasvir Kırıcılık “ nsanlık Anıtı”nın yıkılması olayının bu örneklere benzerliği nerededir? Kırılacak burunları, oyulacak gözleri olmayan “ nsanlık Anıtı”, sanımca, insanlığın barış ve huzurunu amaçlayan dini kurumları tehdit eden bir tasvir değildi. Bozkurt GÜVENÇ BD’nin korkulu rüyası, terörist Bin Ladin Pakistan’da yok edildi; Batılı güçlere baş kaldıran Libyalı Kaddafi NATO üyesi ülkelerce kendi rızasıyla liderliğini ve ülkesini terk etmeye zorlanırken, sanatçı Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı” yargı kararıyla yıkılıyor. Bağımsız görünen üç olayın ortak paydasında, İslamda “put kırıcılık”, Hıristiyanlık ve sanat tarihinde “ikonoklazm” (Tasvir kırıcılık) olarak bilinen bir gelenek var. İkon (icon), sanatçıların dilinde şekil, resim, tasvir, imge ve simge anlamında masum bir sözcük. Ancak güçlü simgeleştirme yeteneğine sahip olan insanlar yaptıkları resimlere, yarattıkları tasvirlere simgesel değerler yüklemişlerdir. Taş devirlerinden kalan “Kocaman göğüslü, geniş kalçalı” kadın heykelciklerin ana tanrıça mı; yoksa bereketvarlık simgesi mi olduğunu bilmiyoruz. Belki her ikisi! Hititlerin dağ tanrıları vardı. Olimpos Dağları’nın insana benzeyen sakinleri GrekHelen mitolojisinin tanrıları idi. Romalılar, güçlü imparatorlarını Tanrı payesi vererek yüceltirlerdi. Tek tanrılı Musevilikten doğan Hıristiyanlık dininde Emekçinin Partisi Nerde? 1 Mayıs 2011 günü milyonlarca emekçi ülkenin büyüklü küçüklü kentlerinde geleneksel bayramlarını coşkuyla kutladı. Geçen yıllarda olduğu gibi!.. Yürüyüşler, konuşmalar, türküler, marşlar!.. Emeğin, emekçinin bir ülkenin en sağlam dayanağı olduğunu gösteren bir direniş, bir karşı koyuş, bir sesleniş... Sonra yine herkes için evine köyüne, işine, işsizliğine dönüş!.. Seçimlerde ne yapacak bu yüz binler, milyonlar, kime, neye oylarını verecek diye acı acı düşünmek! Her zaman beklenirdi ki, bu emekçiler, bu sendikalara bağlı insanlar, kendilerinden yana olanları seçsin, işbaşına getirsin... Ama hep tersi oldu! Hangi parti, hangi lider emekçiye karşı ise ekmeğini kazanan yığınlar, belli bir bilinç ışığına kavuşmamış insanlarımız, oylarını hep onlara verdiler. 12 Haziran’da da öyle olacak mı? 27 Mayıs devriminden sonra ilk yazılarımdan biri, Vatan gazetesinde çıkan “Büyük Bir İşçi Partisi Kurulmalı” başlığını taşıyordu... Sürekli iktidara gelen partiler ne yapıp edip emeğin, emekçinin gücünü kırmak amacındaydılar. Bunu da emeğin, emekçinin hakkını A Bugün emeğin, emekçinin karşısında AKP, CHP, MHP’den başka parti yok! Hele dokuz yıldır “tek adam” saltanatını sürdüren, bunu daha uzun yıllar da yaşamak isteyen AKP’yi, alt edebilecek parti var mı yok mu, tartışılıyor, bir sonuca varılamıyor! Nedeni de her yıl 1 Mayıs’larda meydanları dolduran seçmenlerin, ki hepsi emeğiyle yaşamını sürdüren kişilerdir, oylarını kendilerinden yana bir partiye verememeleri... Bugün Türkiye’de 38 milyon emekçi var, Memur, işçi, şu bu!.. Büyük bir güç!.. Ama bu emeğin, emekçinin ağırlığı, seçimlerde yaşanmıyor, daha doğrusu yaşatılmıyor. Başlıca suçlu kim? Emeğiyle yaşamını sürdürenlerin bilinçsizliği mi? Yalnız o mu, yoksa “derin devlet” diye anılan iç ve dış düşman güçler mi? Bilinç bir gün üstün çıkacak! 1 Mayıs’lar ancak o zaman gerçekleşecek! Hz. İsa insanlığa Tanrı’nın “On Emir”ini iletmiş ama putlara tapılmasını önleyememişti. Grek kilisesinde azizlere tapma ve tasvir kırma geleneği, İmparator Justinien sonrasında, Bizans dindarlığının yaygın bir sorunu olmuştu. Bizans tarihçisi Ostrogorsky’ye (1984: 137187) göre azizlere, Meryem Ana’ya tapınma, askerimparatorlarla kilise arasında çatışma konusu olmuş. İslamiyet de putlara tapmayı (iconolatry) günah olarak yasaklamıştı. Halife Muaviye’nin askerleri, dünyanın yedi harikasından biri olan Rodos’taki Helios heykelini yıkmış ve bir Museviye satmıştı. Yayılan İslam ile ilişkiler, MS 711843 yılları arasında Bizans’ta bir “İkon Kırma” (ikonoklasm) bunalımına yol açmış ve devlet en parlak dönemini bu bunalımı aştıktan sonra yaşamıştır. Rönesansın Da Vinci ve Michelangelo gibi ünlü sanatçıları, insan portreleri ve heykelleriyle, aydınlanma ve özgürlük çağının öncüleri olmuş, uygarlığın ölümlü kahramanlarını ölümsüzler arasına katmışlardır. Rodin’in “Düşünen Adam” tasviri tapınılan bir aziz değil, insan aklının simgesidir. Bin Ladin, “Medeniyetlerin Çatışması” eseriyle dünyaya savaş açan ABD gücüne karşı İslam âleminin yükselen umudu oluyordu. Başaramadı. Bir tapınma simgesi olmasın diye cesedi okyanusa gömüldü. Varlığını Cumhuriyete adayan Atatürk’ün heykellerine saldıranların benzer gerekçeleri vardır. Okurlarının gönlünde yatan Aziz Nesin, belki de kutsal bir ziyaret yeri olmasın diye mezarının bilinmemesini vasiyet etmişti... Sömürgeci kapitalizme baş kaldıran Libyalı Kaddafi’yi tasfiye etmeye kararlı görünen NATO, onu öldürmektense ülkesini bırakıp kaçmaya ikna etmeye çalışıyor. Mübarek ve Kaddafi biliyorlar ki mezarları daha sakıncalı bir tapma / tapınma simgesi olabilir. Saddam’ı ölüme mahkum eden süper güç, Irak’tan kolayca çıkamıyor. TC Devleti, PKK sorununun çözümünü, terörist liderle müzakerede aradığını saklamıyor. “İnsanlık Anıtı”nın yıkılması olayının bu örneklere benzerliği nerededir? Kırılacak burunları, oyulacak gözleri olmayan “İnsanlık Anıtı”, sanımca, insanlığın barış ve huzurunu amaçlayan dini kurumları tehdit eden bir tasvir değildi. Tamamlansaydı bir ziyaret yeri / tapınak olur muydu? Bilinemez. Oysa anıtı yıkım kararı, yıkanları tarihin acımasız yargısına havale ederken, Mehmet Aksoy’u da elbette çağımızın ölümsüzleri katına yükseltecektir. termektedir. En dar yeri Rumeli Hisarı ile Anadolu Hisarı arasında 700 metre; en geniş yeri ise Büyükdere Beykoz arasında yaklaşık 3 bin 500 metredir. Derinliği güneyden kuzeye doğru artan Boğaz’ın en derin yeri Kandilli önlerinde 110 metre, en sığ yeri ise kıyılarda 10 metre olup ortalama derinliği 60 metre civarındadır. Genel doğrultusu kuzeydoğu güneybatı olan İstanbul Boğazı, bu doğrultu boyunca düz uzanan bir boğaz olmayıp yer yer keskin virajları olan bir su yoludur. Örneğin 80 derecelik Yeniköy virajı bunların en önemlisidir. Boğazın kuzeydoğu güneybatı doğrultusu boyunca ayrıca 11 adet daha viraj bulunmaktadır. Bu virajlar Boğaz’ın genişliğini önemli ölçüde daralttığı gibi özellikle yüksek tonajlı gemilerin manevra kabiliyetini azaltarak karaya vurmalarına, ciddi tehlikelere ve önemli deniz kazalarına neden olmaktadır. Bu nedenle, “Kanal İstanbul” gibi henüz fizibilitesi bile yapılmamış “çılgın” bir proje ile oldukça sarp bir topoğrafyaya sahip bir kara parçasını 20 25 kilometre boyunca boydan boya yeniden yarmaya çalışıp milyarlarca doları sulara gömmek ve mevcut doğal dengeyi bozup telafisi olanaksız ciddi çevre sorunlarına neden olmak yerine, mevcut İstanbul Boğazı’ndaki keskin virajları oluşturan ve Boğaz trafiğini olumsuz yönde etkileyen girinti ve çıkıntıları törpüleyerek virajları ortadan kaldırıp, “Kanal İstanbul” için öngörülen maliyetten çok daha düşük bir maliyetle, Boğaz’ı çok daha geniş ve derin bir kanala dönüştürmek çok daha akılcı ve ayakları yere basan bir proje olabilir. “Kanal İstanbul” projesinin asıl amacı İstanbul’da yeni bir rant alanı oluşturmak değil de gerçekten Boğaz trafiğini rahatlatmak, burada yaşanan tehlikeleri ve riskleri azaltmak ise Boğaz’ı daha geniş ve derin bir kanala dönüştürmek hem bu amacın daha düşük bir maliyetle gerçekleştirilmesini sağlayacak hem de “Kanal İstanbul” gibi “çılgın” bir projenin neden olabileceği telafisi olanaksız ciddi bazı çevre sorunlarının oluşmasını önleyecektir. “Çılgın”sözcüğü, Türk Dil Kurumu’nun tanımlamasına göre, “aşırı davranışlarda bulunan, deli, mecnun” anlamına gelen ve salt canlılar, özellikle de insanlar için kullanılan bir sıfattır. O nedenle bir projeyi “çılgın” diye nitelemek yanlıştır. Olsa olsa o projeyi üretenler “çılgın” olarak nitelendirilebilir. Kasetçi... Sabahları haliyle soruyoruz arkadaşlara: “Yeni kaset çıktı mı?..” “.....?” En çok merak edilen ise şu: AKP’lilerin kaseti niye çıkmıyor?.. Çıkmaz, çünkü: Kayseri, Elazığ, Adana, Ankara, İstanbul gibi birçok belediyede rüşvet iddiaları ortaya çıktı, polis nereyi bastı?.. İzmir’i... (.....) Arkadaşların “irticanın merkezi” olduğu en Yüksek Mahkeme kararı ile sabit... Ama hapishanelere doldurulanlar kimler?.. “İrticanın merkezine” karşı çıkanlar... (.....) İktidardakiler çoluk çocuk akıl almaz derecede zenginleştiler... Türkiye’yi kim soymuş?.. Muhalefet... (.....) Deniz Feneri Derneği’nin saf Müslümanların parasını dolandırdığı Alman Yüksek Mahkemesi tarafından karara bağlandı... Suç dosyalarını nerede aradılar?.. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde... (.....) Sekiz senedir Türkiye’yi AKP yönetiyor... Memleketi kim batırdı?.. Elli senedir iktidar olamayan CHP... (......) Deniz Baykal, MHP’liler, gazeteciler, askerler... İnsanların özel yaşamlarına giren, yatak odalarına dalan yüzlerce kaset yayımlandı... “Edepsizlikten” yakalanıp hapse atılan tek kaset zanlısı kim? Kızına para gönderilmesini isteyen Başbakan ile işadamı Remzi Gür arasındaki telefon konuşmasının kasetini yayımlayan gazeteci... O zaman AKP’nin kaseti de olmaz... Muhalefetin kaseti olur... Zaten kaseti diline dolayan Başbakan meydanlarda “Yanlarındaki eşleri değil ki bu özel hayat olsun... Başkası olunca bu ne oluyor, genel oluyor... Bu nasıl milliyetçilik...” dediğine göre, anlıyoruz ki kasetleri kim çekmiş?.. Gözükenler... Erotik sitelerin kapatıldığı şu günlerde oturup siyasetçi kıçı seyretmek de tüm bunlara inanan millete kısmet oluyor... Ne yapacaksınız?.. İ stanbul Boğazı jeolojik süreçlerle oluşmuş ve Karadeniz’i Marmara’ya bağlayan doğal bir coğrafi yapıdır. Uzunluğu yaklaşık 33 km. olan Bo Boğaz’ı Kanala Dönüştürmek... Prof. Dr. K. Erçin Kasapoğlu Hacettepe Üni. Jeoloji Müh. Bölümü Öğretim Üyesi ğaz’ın genişliği ve derinli ği yer yer değişiklik gös C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear