22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 10 N SAN 2011 PAZAR 2 isteyen insanlarız. Biz, bir aşiret devleti değiliz. Biz, medeni insanlara, muasır devlet adamlarına yakışır surette çalışacak, bu memleket demokrasisine hizmet edeceğiz.’ Bu sözleri Celal Bayar iktidara geçmeden bir yıl önce söylüyordu. Çağdaş devlet adamlarına yakışacak şekilde demokrasiye hizmet etmek!.. Bu, muhalefetteyken Bayar’la Menderes’in dilinden düşmeyen parola! Ama iktidarlarının ikinci, üçüncü yılında bütün bu güzel sözleri unutuyorlar, davranışları yavaş yavaş zorbalığa, ‘yalnız ben bilirim, ben yaparım, ben yapınca olur’ çeşidinden aşiret reislerinin emirlerine benzemeye başlıyor. Ne güzel söylemiş Bayar: ‘Biz medeni bir devlet kurmuşuz, aşiret topluluğu değil!..’ Bunu bilen, söyleyen bir politika adamının aşiret reislerine yakışan davranışlarda bulunması, ‘tenkil tenkil’ diye çırpınması, hak arayan öğrencilere ateş açılması emrini vermesi, şaşırtıcıdır. Söz başka, eylem başka olunca sonuç da elbette böylesine şaşırtıcı olacak, işler de büsbütün çıkmaza girecektir. Bundan kurtuluş yoktur. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yeni Düzenin Yeni Cephesi: Libya Mısır sürecinde olduğu gibi Libya operasyonunda da Türkiye’nin öngörülerinin yanlış çıkması ve karar mekanizmalarının dışında kalması, Dışişleri Bakanı Davutoğlu yönetimindeki Türk dış politikasının son dönemdeki zayıflığını çok açık bir şekilde kanıtlamaktadır. Alper TAŞDELEN bama yönetiminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da uygulamaya koyduğu yeni Ortadoğu düzeni kapsamında Libya vuruldu; ilk elden söylenmese de Fransa liderliğindeki hava operasyonunun temel amacı elbette Kaddafi’yi devirmek. Başta ABD olmak üzere Batılı güçler bu operasyonla bir taşla pek çok kuşu vurmanın peşinde ve her zaman olduğu gibi görüntü ile gerçeğin arasında da bir hayli mesafe var. Libya’yı vuran Batılı devletlerin beyan ettikleri gerekçe, BM kararının alınmasında olduğu gibi Kaddafi’nin kendi vatandaşı olan muhalif güçlere katliam yapması endişesi. Kaddafi güçleri savaş uçaklarının da yardımıyla geçen hafta başında muhaliflerin elinde tuttuğu Bingazi’ye doğru harekete geçtiğinde, katliamdan korkan pek çok muhalifin Mısır sınırına doğru kaçması Libya’da işlerin Batılı devletlerin istediği gibi gitmeyeceğini gösterdi; süreç Kaddafi’nin Bingazi’yi ele geçirmesi ile sonuçlanabilirdi. nın kansız bir şekilde bitmesinin nedeni her iki ordunun ABD ve Batılı devletlerin etkisinde olması, Mübarek ve Bin Ali’ye orduların destek vermemeleridir. Arkasında ordu desteği olmayan her iki devlet başkanı da Batı ile yapılan pazarlıklarla servetlerini alıp yönetimleri bıraktılar. Sözlerle Davranışlar... Kırk beş yıl geçmiş! 1965’te Vatan gazetesinde çıkan bir yazım! Bugün yazılmış sanki! Bir iki sözcük değiştirdin mi, al yeniden yayımla... Ben de bunu yaptım. Nerdeyse yarım yüzyıl önceki, “Sözlerle Davranışlar” başlıklı yazımı okurlarıma sunmakta yarar gördüm: “Bugün Yassıada duruşmalarını hatırladım nedense! Menderes’in bir konuşmasını: ‘Seçimlerde tarafsız olacağıma dair muhtelif beyanlarım var.’ Divan Başkanı sözünü kesiyor: ‘Zaten başınıza ne geldiyse bundan geldi. Beyanlarınızla fiiliyat birbirini tutmuyor.’ Yassıada’da ortaya çıkan gerçekler pek çoktu; içlerinden biri de buydu. Sözlerle davranışlar birbirini tutmadığı zaman işler de çığırından çıkar. Başbakan söz verir, ama davranışı o sözü yalanlar! Başbakan teminat verir, ama olaylar o teminatın aldatıcılığını ortaya döker! Bir devlet adamı, sözlerini davranışlarına, davranışlarını sözlerine uydurmak zorundadır. Sözleri başka, eylemleri başka bir kişi, devlet adamı değil, partizandır. İşini yürütmek, kendisini ve partisini iktidardan düşürmemek, zorbalığını sürdürmek için, elinden geleni yapan bir çete başıdır. Ne yazık ki DP iktidarının liderleri, sözleriyle eylemleri arasında uçurum bulunan politikacılardandı. Doğru söylüyordu Adalet Divanı Başkanı, başlarına ne geldiyse bundan geldi... O Ortadoğu Uzmanı Bayar da ‘içtenlikten’ uzak politikacılara bir örnektir. Vaktiyle ne demiş, sonra o konuda ne yapmış?.. Örneğin bir tanesini sayayım yeter... İşte 1949’da Meclis’teki konuşması: ‘Biz medeni bir devlet kurmuşuz, bu devletin medeni icaplara göre işlemesini Çağdaş devlet adamının ilk özelliği her şeyden önce davranışıyla sözlerinin birbirine uymasını sağlamaktır. Bugün söylediğini yarın yalanlamamak... Yurttaş, sözü ile davranışı arasında çelişmeye düşmeyen devlet adamlarına inanır, bağlanır, onun yolunda gider. Ama en küçük bir çelişiklik gördü mü umutsuzlukların en koyusuna kendini kaptırır. Geçmiş yılların gazetelerini karıştırırken Yassıada duruşmalarını okudum yeniden!.. Bu zabıtlar neden bir kitap olarak basılmadı? Ders alacak neler var neler! Yalnız bugünün politikacıları için değil, geleceğin politikacıları için de!.. Hem yalnız politikacılara değil, hepimize, en küçüğümüzden en büyüğümüze!..” Sanki bu yazıyı bugün yazmışım! Yazabilirdim de! Ama işte kırk beş yıl önce yazılmış, yayımlanmış... Bir anımsatma olsun, bir ders olsun, anlayana anlamayana... Görünürde Fransa, gerçekte ABD’nin liderliğinde yapılan hava harekâtının en önemli ve kırılgan iki konusu, harekâtın kalıcı bir işgale dönüşmemesi gerektiği ve sivil halktan kayıp olmamasının titizlikle gözetilmesidir. Ortadoğu halkları yabancı dış müdahaleye doğal olarak tepkiseldir. ABD Ortadoğu’da Musaddık’a yaptığı darbe ile bu tepkinin temellerini 1950’lerde atmış ve en son Irak müdahalesi ile pekiştirmiştir. Katliamı önlemek üzere yola çıkan Batılı devletler kalıcı şekilde kara kuvvetleriyle Libya’yı işgal ederse Kaddafi’yi mazlum durumuna sokar, Ortadoğu’daki ABD karşıtı radikal grupları güçlendirir ve hem Libya’nın yerel güçlerini hem de Arap coğrafyasını Kaddafi’ye doğru yakınlaştırır. Bu harekâtın nihai hedefi ise Libya’nın zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine erişmek, bunları kotrol edilebilir ve maliyeti en düşük şekilde uluslararası piyasalara sunmaktır. Kaddafi yönetimindeki Libya öngörüle meyen ve kontrol edilemeyen yapısıyla uluslararası piyasalar için her zaman birlikte yaşanması zor bir risk olmuştur. Kaddafi ile yaşamanın bu zorluğu karşısında operasyonla elde edilecek zenginliğin büyüklüğü, Libya’daki halk ayaklanmasının bir fırsat olarak görülmesini beraberinde getirmiştir. ‘Anadolu’yu Vermeyeceğiz...’ Dört bir yandan kervanlar yola çıktı... İlk kervan Artvin’den, ikinci kervan Hasankeyf’ten, üçüncü kervan Sarıkeçililer develeri ile Orta Toroslar’dan.. Dördüncü kervan süslenmiş at arabaları ile Bodrum’dan... Güney Ege kervanı İzmir’den... Kuzey Ege kervanı Edremit’ten... Trakya kervanı Edirne’den... Yurdun dört bir yanından insanlar, kervanlar oluşturarak Ankara’ya yürümeye başladılar... 40 gün, 40 gece yol alacaklar... Bu büyük yürüyüşün adı: “Anadolu’yu vermeyeceğiz...” (Google’dan yürüyüşün harita ve fotoğraflarını bulup izleyebilirsiniz.) İstedikleri şey: Çalınan, yağmalanan, yok edilen yurt... Madencilere satılan ormanlar... Holdinglere peşkeş çekilen dereler... Kurutulan sulak alanlar... Nükleer enerji... GDO’lu üretim... 2B yağması... Kadın, erkek, genç, yaşlı... Yüzü yanık, ayakları su toplamış, gözleri uykusuz, yorgun insanlar... Ama yürekleri, savundukları dağlar kadar büyük... Yurt sevgileri, geri istedikleri ırmaklar kadar coşkulu... Duyguları, özlemini çektikleri hava kadar temiz... Gerçek yurtseverler köy köy, kasaba kasaba, il il yürüyüşe geçtiler... Çünkü... Çünkü Anadolu’yu düşman alsaydı bu kadarını yapmazdı... Karadeniz’in kurumuş derelerini, Ege’nin taşocaklarına dönmüş ormanlarını, Akdeniz’in beton yığını olmuş koylarını görseniz... Ağlarsınız... Hiçbir vicdansız bunu yapamaz... İşte her sorumlu ve bilinçli insan gibi “ağlamaktan ve dövünmekten başka yapılacak bir şey var” diyen o yürekli insanlar onlar... Yollara düştüler... 40 gün, 40 gece... Ankara’ya yürüyorlar... Vicdansızlığa, soyguna, hırsızlığa, yağmaya karşı aslında... Önünüzden geçerken çiçek atın onlara... Üç adım olsun yanlarında olun... Belki bir bardak su isterler... Ama bu yurt bizim, mutlaka siz de haykırın: “Anadolu’yu vermeyeceğiz.” ısır’daki halk hareketi Libya’da ise Kaddafi ordunun çok büyük bir bölümünü ve paralı birlikleri elinde tuttu ve Batılı devletlerin çekilmesi yönündeki taleplerine karşı direnme şansı buldu. Önemli diğer bir farklılık da özellikle Mısır’daki halk hareketinin Libya’dakinden çok daha güçlü ve örgütlü olmasıdır. Libya’daki kabile yapısından çok farklı olarak Mısır’daki siyasal, ekonomik ve toplumsal yapı ileridir; halk sınıfsal, inançsal ve kültürel bazda zenginlik arz eder; gelişime, etkileşime ve Batı uygarlığına açıktır. Bu güçlü sivil direniş de sonucu etkilemiştir. Görüldüğü gibi Batı Libya operasyonu ile bir taşla pek çok kuş vurmakta, perdenin önü ile arkası farklı bir resme işaret etmektedir. Halkına katliam yapan bir diktatörü indirmek isteyen muhaliflere destek vermek üzere yapıldığı belirtilen hava harekâtının, Kaddafi’yi yönetimden indirmeye yeterli olup olmayacağı, ne kadar süreceği ya da operasyonun kara unsurlarının devreye gireceği geniş çaplı bir savaşa evrilip evrilmeyeceğini önümüzdeki günler gösterecek. AKP hükümetinin ise Libya sürecini doğru okuduğunu ve yönettiğini söylemek zor. Hükümet, Birleşmiş Milletler’den operasyonun önünü açan kararın çıkacağını öngörmediği için süreci hep geriden takip etmek zorunda kaldı. NATO Libya’ya girme yönünde bir karar ararsa hükümetin nasıl bir tutum takınacağı yine zorlu bir süreç olacak çünkü hükümet hiç gerekmediği halde kendini bu konuda çok önceden bağladı. Mısır sürecinde olduğu gibi Libya operasyonunda da Türkiye’nin öngörülerinin yanlış çıkması ve karar mekanizmalarının dışında kalması, Dışişleri Bakanı Davutoğlu yönetimindeki Türk dış politikasının son dönemdeki zayıflığını çok açık bir şekilde kanıtlamaktadır. Türkiye, Libya sürecinde diplomasi için en tehlikeli durum olan süreci okuyamama ve kararsız kalma tuzağına düşmüş ve “iki arada bir derede kalmıştır.” Bir yanda Libya’da Türk yatırımlarının olması ve muhtemel bir dış müdahaleye uluslararası meşru bir zemin bulunamayacağı düşüncesi ile Kaddafi’ye karşı bir operasyon yapılmaması gerektiği beyan edilmiş, diğer yanda BM kararı ile başlayan askeri sürece el altından yol verilmiş, Kaddafi’ye karşı demokrasi ve özgürlük söylemi seslendirilmiş ve NATO’daki dayatmalar görmezden gelinmiştir. İki farklı politika arasında gidip gelen ve zamanında birinde karar kılamayan Türkiye ne yazık ki zafiyet görüntüsü vermiş; bunun sonucu olarak Türk dış politikası kendi güç analizini yapamayan ve savrulan bir duruma düşürülmüştür. Dış politika ütopik yaklaşımlarla gerçeği temel almayı ve sonuç odaklı olmayı unutursa, bu tür bocalamaların yaşanılması kaçınılmazdır. M vrupa için kaynak Libya operasyonu aynı zamanda mali kriz ve durağanlık içindeki Avrupa ekonomisi için de yeni bir kaynak ve hareket demektir. Ekonomik durgunluktan savaş harcamaları ile çıkış stratejisi tarihte defalarca uygulanmış ve emperyal güçler için ciddi bir kalkınma modeli olarak hayata geçirilmiştir. Bir ülkeyi önce yıkmak, sonra yeniden inşa etmek Batı için yeni pazar, istihdam ve ekonomik büyüme demektir. Aslında Libya’daki halk ayaklanmasının askeri harekâtla sonuçlanması dinamiklere bakıldığında beklenendir. Mısır ve Tunus’ta halk ayaklanması A C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear