Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Y
eni bir eğitim
yõlõna başladõk.
Ulusal ve des-
tansõ bir başkaldõrõ ile
yurdumuzu kurtaran ve
Cumhuriyetimizi ku-
ran Atatürk’ün eğiti-
me ilişkin yaptõklarõ-
na ve düşüncelerine ye-
niden bakõyorum.
İki sonuç çıkarıyo-
rum: Birincisi umut-
larõm artõyor... Haksõz
mõyõm? Kuşkusuz ha-
yõr! “Uçurumun ke-
narında yıkık bir ül-
ke”den, hiçbir şeyi kal-
mamõş, yorgun, bitkin
ve tükenmiş bir devlet,
kul ve ümmetten çağ-
daş ve laik bir cumhu-
riyete, özgür, egemen
ve bağõmsõz bireye ve
devlete geçebiliyorsa
umutlarõ karartmaya
olanak var mõ?
İkincisi, şaşõrõyor ve
üzülüyorum: Aradan
geçen 90 yõla yakõn bir
zamana karşõn, onu,
yaptõklarõnõ ve düşün-
celerini ne kadar az, o
da çoğu yetersiz ya da
yanlõş anlamõşõz!..
Kanõmca bu durum,
Atatürk’ten önce ken-
dimize, çocuklarõmõza
ve geleceğimize yaptõ-
ğõmõz ciddi bir haksõz-
lõktõr. Kuşkusuz o, her
derde deva, her şeye
yanõt demiyorum. Za-
ten “Ben size hiçbir
dogma bırakmıyo-
rum” diyen de o değil
midir? Kanõmca Ata-
türk söz ve eylemleri
ile mutlaka yararlanõl-
masõ gereken bir dene-
yim zenginliğidir, bil-
gidir, birikimdir, õşõktõr,
eylemdir, ibrettir; kõ-
saca büyük ve derin
bir kaynaktõr.
Böyle olmasõna kar-
şõn neredeyse onu ko-
nuşmak, yaptõklarõnõ
tartõşmak ve tabii en
çok da övmek, en hafif
deyişi ile hafife alõn-
makta, hatta modalara
pek uymadõğõ için kü-
çümsenmektedir. San-
ki ondan sonra gelenler
onunla elde ettiğimiz
kazanõmlardan haber-
dar değilmiş gibi bir
değerbilmezliği, kör-
lüğü ve anlamazdan
gelmeyi hatta saptõr-
malarõ ve onu işine gel-
diği gibi kullanmayõ
bir marifet saymakta-
dõr.
Oysa salt eğitimde
yaptõklarõna bir bak-
mak bile yeterlidir.
“1929’da bütçenin
yüzde 30’u orduya,
yüzde 34’ü memur
maaşlarına, yüzde
18’i Osmanlı borçla-
rına gidiyor, geriye
kalan yüzde 18’in sa-
dece yüzde 5’i eğitime
ayrılabiliyorken, bu
temel yapı İkinci
Dünya Savaşı sonu-
na kadar değişmemiş,
bu yoksulluk içinde
Türkiye Cumhuriye-
ti 1926’da kabul etti-
ği bir kanunla bütün
öğretim kurumlarını
(üniversite dahil) üc-
retsiz yapmış, hiçbir
öğrenci okul harcı
ödememiştir... 46 bin
köye okul yapma, öğ-
retmen yetiştirme se-
ferberliği, Darülfü-
nun’un çağdaş bir
üniversiteye dönüştü-
rülmesi, kızlara her
derecede okulun ka-
pısının açılması, laik
ve karma eğitimin
yerleştirilmesi, alfa-
benin değişmesi...” (*)
Sadece bir kõsmõna
değindiğimiz bu dev-
rimlerin ne anlama gel-
diği ayrõ ve uzun bir ça-
lõşma konusudur ve hâ-
lâ güncelliğini koru-
maktadõr. Sayõn Prof.
Dr. İlhan Başgöz’ün
çalõşmasõ gibi birçok
yayõnda isteyen yõğõn-
la bilgi ve belgeyi bu-
lur. Tabii duymak, gör-
mek, anlamak ve ya-
rarlanmak isteyen!..
Bilmiyorum, onun
üzerine ahkâm kesen-
lerden Atatürk’ün o
cepheden bu cepheye
koşarken altõnõ çize çi-
ze, kenarlarõna not dü-
şerek okuduğu 4 bine
yakõn kitabõn onda bi-
rini okuyan kaç kişi
var?
Bu çabayõ gösterme-
yenlerin, bu nedenle
de “bilgi sahibi olma-
dan fikir sahibi olan-
lar”õn konuşmasõ, yaz-
masõ ve çizmesinin bir
anlamõ ve değeri olur
mu?Atatürk’ün özünü
oluşturduğu, önünü aç-
tõğõ büyük devrimler,
kendisinden sonraki
dönemde meyvelerini
vermiş, cumhuriyet hü-
kümetlerinin bu sayede
elde ettiği başarõlar eği-
timi sayõsal olarak da
büyütmüştür. 1923-
2009 arasõnda, yani 86
yõlda okul sayõsõ 14
kat, öğretmen sayõsõ 59
kat, öğrenci sayõsõ ise
52 kat artmõştõr.
Bu eser, Atatürk’ün
devletimizi kurarken
temeline koyduğu çağ-
daş ve laik cumhuriyet
değerlerinden beslenir.
Sadece eğitimin değil,
devletimizin ve cum-
huriyetimizin de te-
mellerini oluşturan o
ilke ve değerler ara-
sõnda ve bir çõrpõda
şunlarõ sayabiliriz: Ulu-
sallõk, halkçõlõk, evren-
sellik, eğitim ve öğre-
timde süreklilik ve bü-
tünlük; akõl ve bilimden
yanalõk, gerçeklik ve
gerçekçilik; işe, üret-
kenliğe dönük olma,
içerik ve yöntemlerde
yenilik, öğretimde bir-
lik, karma eğitim ve
etkin, verimli öğret-
men yetiştirme...
Umarõm ve dilerim
bu ilkeler önümüzdeki
yõllarda da eğitimi yö-
netenlerce özenle ko-
runur, geliştirilir ve uy-
gulanõr.
Çünkü ondan ve
onun ilke ve değerle-
rinden uzak düştükçe
yolumuzun sarpa sar-
dõğõnõ görmek gerekir.
Yeni eğitim yõlõnõn onu
yeniden okuma, öğ-
renme, anlama, yo-
rumlama konusunda
somut eylemlere dö-
nüşmesi, bizden sonra-
ki kuşaklarõn aynõ yan-
lõşlara düşmemesi için
bir başlangõç olabilir.
Belki de Atatürk’ün
bu cumhuriyet ilkeleri-
nin özlü bir anlatõmõ
olan ve 1922’de söyle-
diği şu sözlerini aklõ-
mõzda tutmak; sõnõfa,
okula ve yaşama taşõ-
mak bile yeterli ola-
caktõr:
“Başarıya erişebil-
mek için öyle bir
program uygulamak
zorundayız ki, o prog-
ram ulusumuzun bu-
günkü durumuna,
toplumsal önemli ge-
reksinimlerine, çev-
renin ve yüzyılın ge-
reklerine tıpatıp uy-
gun olsun. Bunun için
parlak, fakat gerçek
dışı ve anlaşılması güç
düşüncelerden sıyrı-
larak, gerçeğe iyice
bakmak ve elle do-
kunmak gerekir. Ya-
pılacak işin ne olduğu,
ancak böyle bir tu-
tumla kendiliğinden
ortaya çıkar.”
Ne dersiniz, bunca
yõldõr bu kadar kolay
olmasõna karşõn “ya-
pılacak işin ne oldu-
ğu” neden bir türlü or-
taya çõkmõyor?
(*) İlhan BAŞGÖZ,
“Türkiye’nin Eğitim
Çõkmazõ ve Atatürk”
(TC Kültür Bakanlõğõ
Başvuru Kitaplarõ Di-
zisi, 1999)
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHUR YET 28 EYLÜL 2010 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Yazar Kovmak mı?
Çok yanlış bir söz dolaşıyor ortalıkta. Gazeteci
kovmak, yazar kovmak!..
Gazete patronları işine gelmeyen bir yazarı,
bir gazeciyi, gazetelerinden
uzaklaştırıyorlarmış... Örnekleri çok...
Hürriyet Emin Çölaşan’ı, Habertürk Bekir
Coşkun’u, Sabah Mine Kırıkkanat’ı, Necati
Doğru’yu kovmuş!..
Çirkin, üzücü, bir şey bu! Hem de yanlışın
yanlışı!.. Kimse bir yazarı kovamaz!.. Bir yazarın
istediğini yazmasını önleyecek hiçbir güç
yoktur! Ne hükümet, ne başbakan, ne devlet ne
polis, ne jandarma hiçbirinin buna gücü
yetmez...
Hapse atarlar, aylarca içerde tutarlar, acı
çektirirler, ailesinden çocuklarından
uzaklaştırırlar, ama susturamazlar, kalemini
kıramazlar...
Emin Çölaşan Hürriyet’e büyük yarar
sağlamıştır. Bekir de Habertürk’e, Mine ile
Necati de gazetelerine.. Benim her sabah
yazılarını izlediğim yazarlar bunlardı. Öteki köşe
yazarlarına şöyle bir bakardım, ama
gazetelerinden kovulduğu söylenen bu
arkadaşların her yazısını dikkatle okurdum,
hatta keser saklardım.
Eskiden, yani benim gençlik günlerimde
basında böyle yazar atmalar, kovmalar diye bir
olay hiç yaşanmadı. Zaten gazetelerde köşeler
şimdiki gibi yüzlerce değildi. 1940’ların
Cumhuriyeti’nde birkaç köşe vardı, Milliyet’te
de, Akşam’da da Vâlâ Nurettin, Şevket Rado,
Burhan Felek, Bedii Faik vb...
Çok partili bir yaşam, çok yazarlı bir basın
yarattı. Bütün gazete muhabirleri köşe yazarı
oldu. Aç bir gazeteyi say köşeleri, her birinde en
az seksen yüz yazar var, daha doğrusu yazarcık
var...
Gerçek yazar, hangi gazetede olsa, hatta
olmasa da, yazarlığını sürdürür. Broşür çıkarır,
dergi çıkarır, kitap yazar. Ama düşüncesini,
görüşünü yaşatmasını bilir.
Yazar kovmak!..
Bir iki seçim kazandım diye her şeye egemen
olduğunu sanan kişi mi yazarı kovan. Yazarı
bertaraf etmekle kendini büyüttüğünü sanan?
Ama bir süre geçer, o kovdurduğun yazar
toplumun gözünde çok daha büyük bir değer
kazanır, günü gelir, senin saltanatını yıkan biri olur.
Yazar tek başına bir güçtür. Dikta devletinden
çok daha etkin, çok daha kalıcı... Yazar kovmak
mı? Haydi ordan!..
Bir Düzeltme: “Darbecilerin Hedefi
Cumhuriyet” başlıklı yazıda sözü geçen olay,
benim değil, Mehmed Kemal’in başından
geçmiştir. Bir yazısından ötürü tutuklanmış, bir
süre Selimiye’de yatmıştır. 12 Eylül döneminde
ben bir yazımda Anayasa oylamasında halkı
hayır oyu vermeye davet ettiğim için
mahkemece üç ay hapisle cezalandırılmıştım.
Hem bu küçük yanlışı düzeltmek, hem de
rahmetli Mehmed Kemal’in anısını saygıyla
anmak istedim.
PENCERE
Gargara
Kasaba bonfile almak için girmiştim.
Fiyatı sordum:
- Kilosu kaça?
- 700 lira.
Kasabın gözlerinin içine baktım
- 300’e vereceksin.
Gözlerimin içine baktı kasap:
- Evet, dedi.
Atladım Cağaloğlu’ndan taksiye.
- Çek, dedim;
- Nereye abi?
- Etiler’e
Etiler’e vardık.
Sordum:
- Borcum?
- 1000 lira..
Gözlerinin içine baktım:
- Üç yüze fit olalım; evet mi, hayır mı?
Gözlerimin içine baktı şoför:
- Evet, dedi.
Cebimde vadesi dolmamış 5 milyon liralık
mevduat sertifikasıyla girdim bankaya; müdü-
re çıktım.
- Parayı hemen çekmek istiyorum.
Şaşkınlıkla yüzüme baktı.
Ben de onun gözlerinin içine baktım:
- Evet mi, hayır mı?
Müdür:
- Evet.. dedi.
Gazetede küçük ilanlardan evin adresini çı-
karmıştım: Zili çaldım.
Kapı açıldı.
- Kiralık kat arıyorum, dedim.
- Buyrun...
Üç oda, bir büyük salon, teras, kalorifer, de-
niz manzaralı; her gün sıcak su, yerler parke...
- Beğendim; aylık kirası ne?
- 90 bin lira.
Gözlerinin içine baktım ev sahibinin:
- 20 bine olmaz mı? Şaşırdı.
Ben direttim:
- Evet mi, hayır mı? Gözlerime baktı:
- Evet dedi.
Güzeldi kadın.
Lüks otelin lobisinde yumuşacık koltuğa
uzunlamasına oturup bacak bacak üstüne at-
mıştı.
Yanına yaklaştım.
Sigaramın dumanını yüzüne üfledim.
Şaşırdı:
- Deli misiniz?
- Evet. Sustu.
- Benim olur musun? diye sordum.
Çarpılmıştı kadın.
Üsteledim:
- Evet mi, hayır mı?
Kadın:
- Evet.. derken uyanıverdim.
Meğer bunların hepsi düş değil miymiş?
Hayırdır inşallah, hayırdır.
(17 Ekim 1982 tarihli yazısı)
G
ünlük yaşamda başvurulan
birtakõm işlemlerde bizden,
önceden hazõrlanmõş basılı
(matbu) bir belgenin altõndaki
bir yere imzamõzõ atmamõz
istenir. Örneğin bir bankaya gidip bir kre-
di hesabõ ya da kart hesabõ açtõrmak ister-
siniz; önünüze ince satõrlarla doldurulmuş
basõlõ bir metin koyup, imzalamanõzõ is-
terler. Ya da örneğin arabanõzõn sigortasõnõ
yenileyeceksiniz veya bir tatil yolculuğu
için sürekli bir bağlantõ kuracaksanõz, bu
türden bir istekle karşõlaşmanõz kaçõnõlmaz
gibidir. Böyle önceden hazõrlanmõş bası-
lı bir belgeye dayanan işlem, aslõnda ör-
neğin; tõpkõ arkadaşõmõzdan aldõğõmõz
borç para sebebiyle aramõzda meydana ge-
len sözleşme gibi bir işlemdir.
Bir evi mal sahibinden kiralamanõz da
böyledir: Aranõzda oluşan kira ilişkisi ile
yukarõda değinilen banka ya da sigorta
acentesi veya turizm şirketi ile kurulan iliş-
ki arasõnda nitelikçe bir fark yoktur; o da,
bu da sözleşmedir (akit, mukavele, kont-
rat vb.). Ama iki kategori arasõnda şöyle
bir fark vardõr: Arkadaşõmõzla bireysel ku-
rulan ödünç ilişkisinde veya kiralama iş-
leminde söz konusu olmayan, karşõnõzda-
ki “âkit taraf”ça, önceden hazõrlanmõş ba-
sõlõ belgenin varlõğõ ve bunu imzalamadõkça
sözleşme ilişkisinin kurulamamasõ.
Böyle bir belgeye ve bunun imzalan-
masõna bağlanmõş işlemle ilgili konumu-
nuz bellidir: Buna evet ya da hayır diye-
bilirsiniz; başka seçeneğiniz yoktur. Pa-
zarlõk yapamazsõnõz, tartõşmazsõnõz; mey-
dana gelecek sözleşme ilişkisinin konusu
olan malõ elde etmek ya da hizmetten ya-
rarlanmak istiyorsanõz, borçla ya da ala-
cakla ilgili temel koşullar dışında, o kü-
çücük harflerle ince ince yazõlmõş koşul ve-
ya hükümlerde neler olduğunu bilmeden
kabul etmek ve imzanõzõ basmak zorunda
kalõrsõnõz. (Tõpkõ içine hiç kabul etmeye-
ceğiniz yargının esir alınması tuzağõ
konmuş süslü referandum hapõ gibi!)
İşte geçen yüzyõl sonuna doğru, bir hiz-
metten yararlanmak ya da bir malõ elde et-
mek için böyle, kendisini hiç istemeyece-
ği şeylere kabule zorlayan bu düzenek aley-
hine bir akım ortaya çõkmõştõr.
Avrupa’da bu akõmõn önderi Alman-
ya’dõr. Bu ülkede önce ayrõ bir kanun (Ge-
nel İşlem Koşulları Yasası) çõkarõlmõş,
sonra da bunun hükümleri Medeni Kanun’a
aktarõlmõştõr. Bu düzenin esasõ şudur:
“Tip sözleşme”, “Formüler sözleşme”,
“Katılmalı sözleşme” gibi adlarla anõlan
bu tür sözleşmelerde muhatabı, zor du-
rumda bõrakacak, çoklukla ince satõrlarla
gizlenmiş bu tür koşullar varsa, belgenin
tamamõ imza altõna alõnsa bile, bu koşul-
lar kabul edilmiş sayõlmayacaktõr.
Bizde, 1995’te tüketicinin korunmasõ için
çõkarõlan yasadan sonra, şimdi TBMM
gündeminde bulunan Borçlar Kanunu
Tasarısı’nda, daha kapsamlõ bir koruma
sağlamak için, Genel İşlem Koşulları baş-
lõklõ 6 maddeden oluşan bir düzenleme ge-
tirilmiştir. Alman modelinin tekrarõ sayõ-
labilecek bu düzenlemeyi şöyle özetleye-
biliriz:
1) Genel İşlem Koşullarõ içeren bir söz-
leşmede yer alan ve sözleşmeyi imzala-
yarak kabul eden taraf aleyhine sonuçlar
doğuran veya doğurabilecek olan hü-
kümler “yazılmamış sayılır”; asõl yaptı-
rım budur.
2) Bu yaptõrõmõn uygulanmasõnõ önlemek
isteyen taraf (banka, sigorta şirketi vd.)
karşı tarafa (işlemi imzalamasõ istenen ki-
şiye) bu tür koşulların varlõğõ hakkõnda
açõkça bilgi verip, bunlarõn içeriğini tam
olarak öğrenip bilgi sahibi olmasõnõ sağ-
lamakla yükümlüdür. Aksi takdirde koşul
veya koşullar yazõlmamõş sayõlõr.
3) Belge metninde veya ayrõ ekinde, ko-
şullarõn tartõşõlõp kabul edildiğine ilişkin
açõklamadaki imza tek başõna yeterli de-
ğildir. Böyle bir belgeye karşõn, koşul ve-
ya koşullar yazõlmamõş sayõlabilir.
4) Sözleşmenin veya işin özelliğine ya-
bancõ olan genel işlem koşullarõ da yazõl-
mamõş sayõlõr.
5) Genel işlem koşullarõna ilişkin hü-
kümlerin yorumlanmasõnda, belgeyi dü-
zenleyen aleyhine yorum yapõlõr.
6) Genel işlem koşullarõna, dürüstlük ku-
rallarõna aykõrõ hükümler konulamaz.
7) Yazõlmamõş sayõlan koşullar dõşõnda
kalan sözleşme hükümlerinin geçerliği
ortadan kalkmaz; bu nedenle belgeyi dü-
zenleyen Borçlar Yasasõ’nõn 20/II mad-
desinden yararlanamaz.
Önümüzdeki 8-10 aylõk sõnõrlõ yasama
döneminde tasarõ TBMM’de görüşülüp, ka-
nunlaşõrsa, mevzuatõmõzda tüketiciler le-
hine çok önemli bir yenilik gerçekleşmiş
olacaktõr.
Genel İşlem Koşullarõ
Aydın Aybay
Bizde, 1995’te tüketicinin korunmasõ için çõkarõlan yasadan sonra, şimdi
TBMM gündeminde bulunan Borçlar Kanunu Tasarõsõ’nda, daha
kapsamlõ bir koruma sağlamak için, Genel İşlem Koşullarõ başlõklõ 6
maddeden oluşan bir düzenleme getirilmiştir.
Cumhuriyet, Atatürk ve Eğitim
Erdoğan YILMAZ Eğitimci
Başarõya erişebilmek için öyle bir program uygulamak
zorundayõz ki, o program ulusumuzun bugünkü durumuna,
toplumsal önemli gereksinimlerine, çevrenin ve yüzyõlõn
gereklerine tõpatõp uygun olsun.