22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Y eni bir eğitim yõlõna başladõk. Ulusal ve des- tansõ bir başkaldõrõ ile yurdumuzu kurtaran ve Cumhuriyetimizi ku- ran Atatürk’ün eğiti- me ilişkin yaptõklarõ- na ve düşüncelerine ye- niden bakõyorum. İki sonuç çıkarıyo- rum: Birincisi umut- larõm artõyor... Haksõz mõyõm? Kuşkusuz ha- yõr! “Uçurumun ke- narında yıkık bir ül- ke”den, hiçbir şeyi kal- mamõş, yorgun, bitkin ve tükenmiş bir devlet, kul ve ümmetten çağ- daş ve laik bir cumhu- riyete, özgür, egemen ve bağõmsõz bireye ve devlete geçebiliyorsa umutlarõ karartmaya olanak var mõ? İkincisi, şaşõrõyor ve üzülüyorum: Aradan geçen 90 yõla yakõn bir zamana karşõn, onu, yaptõklarõnõ ve düşün- celerini ne kadar az, o da çoğu yetersiz ya da yanlõş anlamõşõz!.. Kanõmca bu durum, Atatürk’ten önce ken- dimize, çocuklarõmõza ve geleceğimize yaptõ- ğõmõz ciddi bir haksõz- lõktõr. Kuşkusuz o, her derde deva, her şeye yanõt demiyorum. Za- ten “Ben size hiçbir dogma bırakmıyo- rum” diyen de o değil midir? Kanõmca Ata- türk söz ve eylemleri ile mutlaka yararlanõl- masõ gereken bir dene- yim zenginliğidir, bil- gidir, birikimdir, õşõktõr, eylemdir, ibrettir; kõ- saca büyük ve derin bir kaynaktõr. Böyle olmasõna kar- şõn neredeyse onu ko- nuşmak, yaptõklarõnõ tartõşmak ve tabii en çok da övmek, en hafif deyişi ile hafife alõn- makta, hatta modalara pek uymadõğõ için kü- çümsenmektedir. San- ki ondan sonra gelenler onunla elde ettiğimiz kazanõmlardan haber- dar değilmiş gibi bir değerbilmezliği, kör- lüğü ve anlamazdan gelmeyi hatta saptõr- malarõ ve onu işine gel- diği gibi kullanmayõ bir marifet saymakta- dõr. Oysa salt eğitimde yaptõklarõna bir bak- mak bile yeterlidir. “1929’da bütçenin yüzde 30’u orduya, yüzde 34’ü memur maaşlarına, yüzde 18’i Osmanlı borçla- rına gidiyor, geriye kalan yüzde 18’in sa- dece yüzde 5’i eğitime ayrılabiliyorken, bu temel yapı İkinci Dünya Savaşı sonu- na kadar değişmemiş, bu yoksulluk içinde Türkiye Cumhuriye- ti 1926’da kabul etti- ği bir kanunla bütün öğretim kurumlarını (üniversite dahil) üc- retsiz yapmış, hiçbir öğrenci okul harcı ödememiştir... 46 bin köye okul yapma, öğ- retmen yetiştirme se- ferberliği, Darülfü- nun’un çağdaş bir üniversiteye dönüştü- rülmesi, kızlara her derecede okulun ka- pısının açılması, laik ve karma eğitimin yerleştirilmesi, alfa- benin değişmesi...” (*) Sadece bir kõsmõna değindiğimiz bu dev- rimlerin ne anlama gel- diği ayrõ ve uzun bir ça- lõşma konusudur ve hâ- lâ güncelliğini koru- maktadõr. Sayõn Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün çalõşmasõ gibi birçok yayõnda isteyen yõğõn- la bilgi ve belgeyi bu- lur. Tabii duymak, gör- mek, anlamak ve ya- rarlanmak isteyen!.. Bilmiyorum, onun üzerine ahkâm kesen- lerden Atatürk’ün o cepheden bu cepheye koşarken altõnõ çize çi- ze, kenarlarõna not dü- şerek okuduğu 4 bine yakõn kitabõn onda bi- rini okuyan kaç kişi var? Bu çabayõ gösterme- yenlerin, bu nedenle de “bilgi sahibi olma- dan fikir sahibi olan- lar”õn konuşmasõ, yaz- masõ ve çizmesinin bir anlamõ ve değeri olur mu?Atatürk’ün özünü oluşturduğu, önünü aç- tõğõ büyük devrimler, kendisinden sonraki dönemde meyvelerini vermiş, cumhuriyet hü- kümetlerinin bu sayede elde ettiği başarõlar eği- timi sayõsal olarak da büyütmüştür. 1923- 2009 arasõnda, yani 86 yõlda okul sayõsõ 14 kat, öğretmen sayõsõ 59 kat, öğrenci sayõsõ ise 52 kat artmõştõr. Bu eser, Atatürk’ün devletimizi kurarken temeline koyduğu çağ- daş ve laik cumhuriyet değerlerinden beslenir. Sadece eğitimin değil, devletimizin ve cum- huriyetimizin de te- mellerini oluşturan o ilke ve değerler ara- sõnda ve bir çõrpõda şunlarõ sayabiliriz: Ulu- sallõk, halkçõlõk, evren- sellik, eğitim ve öğre- timde süreklilik ve bü- tünlük; akõl ve bilimden yanalõk, gerçeklik ve gerçekçilik; işe, üret- kenliğe dönük olma, içerik ve yöntemlerde yenilik, öğretimde bir- lik, karma eğitim ve etkin, verimli öğret- men yetiştirme... Umarõm ve dilerim bu ilkeler önümüzdeki yõllarda da eğitimi yö- netenlerce özenle ko- runur, geliştirilir ve uy- gulanõr. Çünkü ondan ve onun ilke ve değerle- rinden uzak düştükçe yolumuzun sarpa sar- dõğõnõ görmek gerekir. Yeni eğitim yõlõnõn onu yeniden okuma, öğ- renme, anlama, yo- rumlama konusunda somut eylemlere dö- nüşmesi, bizden sonra- ki kuşaklarõn aynõ yan- lõşlara düşmemesi için bir başlangõç olabilir. Belki de Atatürk’ün bu cumhuriyet ilkeleri- nin özlü bir anlatõmõ olan ve 1922’de söyle- diği şu sözlerini aklõ- mõzda tutmak; sõnõfa, okula ve yaşama taşõ- mak bile yeterli ola- caktõr: “Başarıya erişebil- mek için öyle bir program uygulamak zorundayız ki, o prog- ram ulusumuzun bu- günkü durumuna, toplumsal önemli ge- reksinimlerine, çev- renin ve yüzyılın ge- reklerine tıpatıp uy- gun olsun. Bunun için parlak, fakat gerçek dışı ve anlaşılması güç düşüncelerden sıyrı- larak, gerçeğe iyice bakmak ve elle do- kunmak gerekir. Ya- pılacak işin ne olduğu, ancak böyle bir tu- tumla kendiliğinden ortaya çıkar.” Ne dersiniz, bunca yõldõr bu kadar kolay olmasõna karşõn “ya- pılacak işin ne oldu- ğu” neden bir türlü or- taya çõkmõyor? (*) İlhan BAŞGÖZ, “Türkiye’nin Eğitim Çõkmazõ ve Atatürk” (TC Kültür Bakanlõğõ Başvuru Kitaplarõ Di- zisi, 1999) CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 28 EYLÜL 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Yazar Kovmak mı? Çok yanlış bir söz dolaşıyor ortalıkta. Gazeteci kovmak, yazar kovmak!.. Gazete patronları işine gelmeyen bir yazarı, bir gazeciyi, gazetelerinden uzaklaştırıyorlarmış... Örnekleri çok... Hürriyet Emin Çölaşan’ı, Habertürk Bekir Coşkun’u, Sabah Mine Kırıkkanat’ı, Necati Doğru’yu kovmuş!.. Çirkin, üzücü, bir şey bu! Hem de yanlışın yanlışı!.. Kimse bir yazarı kovamaz!.. Bir yazarın istediğini yazmasını önleyecek hiçbir güç yoktur! Ne hükümet, ne başbakan, ne devlet ne polis, ne jandarma hiçbirinin buna gücü yetmez... Hapse atarlar, aylarca içerde tutarlar, acı çektirirler, ailesinden çocuklarından uzaklaştırırlar, ama susturamazlar, kalemini kıramazlar... Emin Çölaşan Hürriyet’e büyük yarar sağlamıştır. Bekir de Habertürk’e, Mine ile Necati de gazetelerine.. Benim her sabah yazılarını izlediğim yazarlar bunlardı. Öteki köşe yazarlarına şöyle bir bakardım, ama gazetelerinden kovulduğu söylenen bu arkadaşların her yazısını dikkatle okurdum, hatta keser saklardım. Eskiden, yani benim gençlik günlerimde basında böyle yazar atmalar, kovmalar diye bir olay hiç yaşanmadı. Zaten gazetelerde köşeler şimdiki gibi yüzlerce değildi. 1940’ların Cumhuriyeti’nde birkaç köşe vardı, Milliyet’te de, Akşam’da da Vâlâ Nurettin, Şevket Rado, Burhan Felek, Bedii Faik vb... Çok partili bir yaşam, çok yazarlı bir basın yarattı. Bütün gazete muhabirleri köşe yazarı oldu. Aç bir gazeteyi say köşeleri, her birinde en az seksen yüz yazar var, daha doğrusu yazarcık var... Gerçek yazar, hangi gazetede olsa, hatta olmasa da, yazarlığını sürdürür. Broşür çıkarır, dergi çıkarır, kitap yazar. Ama düşüncesini, görüşünü yaşatmasını bilir. Yazar kovmak!.. Bir iki seçim kazandım diye her şeye egemen olduğunu sanan kişi mi yazarı kovan. Yazarı bertaraf etmekle kendini büyüttüğünü sanan? Ama bir süre geçer, o kovdurduğun yazar toplumun gözünde çok daha büyük bir değer kazanır, günü gelir, senin saltanatını yıkan biri olur. Yazar tek başına bir güçtür. Dikta devletinden çok daha etkin, çok daha kalıcı... Yazar kovmak mı? Haydi ordan!.. Bir Düzeltme: “Darbecilerin Hedefi Cumhuriyet” başlıklı yazıda sözü geçen olay, benim değil, Mehmed Kemal’in başından geçmiştir. Bir yazısından ötürü tutuklanmış, bir süre Selimiye’de yatmıştır. 12 Eylül döneminde ben bir yazımda Anayasa oylamasında halkı hayır oyu vermeye davet ettiğim için mahkemece üç ay hapisle cezalandırılmıştım. Hem bu küçük yanlışı düzeltmek, hem de rahmetli Mehmed Kemal’in anısını saygıyla anmak istedim. PENCERE Gargara Kasaba bonfile almak için girmiştim. Fiyatı sordum: - Kilosu kaça? - 700 lira. Kasabın gözlerinin içine baktım - 300’e vereceksin. Gözlerimin içine baktı kasap: - Evet, dedi. Atladım Cağaloğlu’ndan taksiye. - Çek, dedim; - Nereye abi? - Etiler’e Etiler’e vardık. Sordum: - Borcum? - 1000 lira.. Gözlerinin içine baktım: - Üç yüze fit olalım; evet mi, hayır mı? Gözlerimin içine baktı şoför: - Evet, dedi. Cebimde vadesi dolmamış 5 milyon liralık mevduat sertifikasıyla girdim bankaya; müdü- re çıktım. - Parayı hemen çekmek istiyorum. Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Ben de onun gözlerinin içine baktım: - Evet mi, hayır mı? Müdür: - Evet.. dedi. Gazetede küçük ilanlardan evin adresini çı- karmıştım: Zili çaldım. Kapı açıldı. - Kiralık kat arıyorum, dedim. - Buyrun... Üç oda, bir büyük salon, teras, kalorifer, de- niz manzaralı; her gün sıcak su, yerler parke... - Beğendim; aylık kirası ne? - 90 bin lira. Gözlerinin içine baktım ev sahibinin: - 20 bine olmaz mı? Şaşırdı. Ben direttim: - Evet mi, hayır mı? Gözlerime baktı: - Evet dedi. Güzeldi kadın. Lüks otelin lobisinde yumuşacık koltuğa uzunlamasına oturup bacak bacak üstüne at- mıştı. Yanına yaklaştım. Sigaramın dumanını yüzüne üfledim. Şaşırdı: - Deli misiniz? - Evet. Sustu. - Benim olur musun? diye sordum. Çarpılmıştı kadın. Üsteledim: - Evet mi, hayır mı? Kadın: - Evet.. derken uyanıverdim. Meğer bunların hepsi düş değil miymiş? Hayırdır inşallah, hayırdır. (17 Ekim 1982 tarihli yazısı) G ünlük yaşamda başvurulan birtakõm işlemlerde bizden, önceden hazõrlanmõş basılı (matbu) bir belgenin altõndaki bir yere imzamõzõ atmamõz istenir. Örneğin bir bankaya gidip bir kre- di hesabõ ya da kart hesabõ açtõrmak ister- siniz; önünüze ince satõrlarla doldurulmuş basõlõ bir metin koyup, imzalamanõzõ is- terler. Ya da örneğin arabanõzõn sigortasõnõ yenileyeceksiniz veya bir tatil yolculuğu için sürekli bir bağlantõ kuracaksanõz, bu türden bir istekle karşõlaşmanõz kaçõnõlmaz gibidir. Böyle önceden hazõrlanmõş bası- lı bir belgeye dayanan işlem, aslõnda ör- neğin; tõpkõ arkadaşõmõzdan aldõğõmõz borç para sebebiyle aramõzda meydana ge- len sözleşme gibi bir işlemdir. Bir evi mal sahibinden kiralamanõz da böyledir: Aranõzda oluşan kira ilişkisi ile yukarõda değinilen banka ya da sigorta acentesi veya turizm şirketi ile kurulan iliş- ki arasõnda nitelikçe bir fark yoktur; o da, bu da sözleşmedir (akit, mukavele, kont- rat vb.). Ama iki kategori arasõnda şöyle bir fark vardõr: Arkadaşõmõzla bireysel ku- rulan ödünç ilişkisinde veya kiralama iş- leminde söz konusu olmayan, karşõnõzda- ki “âkit taraf”ça, önceden hazõrlanmõş ba- sõlõ belgenin varlõğõ ve bunu imzalamadõkça sözleşme ilişkisinin kurulamamasõ. Böyle bir belgeye ve bunun imzalan- masõna bağlanmõş işlemle ilgili konumu- nuz bellidir: Buna evet ya da hayır diye- bilirsiniz; başka seçeneğiniz yoktur. Pa- zarlõk yapamazsõnõz, tartõşmazsõnõz; mey- dana gelecek sözleşme ilişkisinin konusu olan malõ elde etmek ya da hizmetten ya- rarlanmak istiyorsanõz, borçla ya da ala- cakla ilgili temel koşullar dışında, o kü- çücük harflerle ince ince yazõlmõş koşul ve- ya hükümlerde neler olduğunu bilmeden kabul etmek ve imzanõzõ basmak zorunda kalõrsõnõz. (Tõpkõ içine hiç kabul etmeye- ceğiniz yargının esir alınması tuzağõ konmuş süslü referandum hapõ gibi!) İşte geçen yüzyõl sonuna doğru, bir hiz- metten yararlanmak ya da bir malõ elde et- mek için böyle, kendisini hiç istemeyece- ği şeylere kabule zorlayan bu düzenek aley- hine bir akım ortaya çõkmõştõr. Avrupa’da bu akõmõn önderi Alman- ya’dõr. Bu ülkede önce ayrõ bir kanun (Ge- nel İşlem Koşulları Yasası) çõkarõlmõş, sonra da bunun hükümleri Medeni Kanun’a aktarõlmõştõr. Bu düzenin esasõ şudur: “Tip sözleşme”, “Formüler sözleşme”, “Katılmalı sözleşme” gibi adlarla anõlan bu tür sözleşmelerde muhatabı, zor du- rumda bõrakacak, çoklukla ince satõrlarla gizlenmiş bu tür koşullar varsa, belgenin tamamõ imza altõna alõnsa bile, bu koşul- lar kabul edilmiş sayõlmayacaktõr. Bizde, 1995’te tüketicinin korunmasõ için çõkarõlan yasadan sonra, şimdi TBMM gündeminde bulunan Borçlar Kanunu Tasarısı’nda, daha kapsamlõ bir koruma sağlamak için, Genel İşlem Koşulları baş- lõklõ 6 maddeden oluşan bir düzenleme ge- tirilmiştir. Alman modelinin tekrarõ sayõ- labilecek bu düzenlemeyi şöyle özetleye- biliriz: 1) Genel İşlem Koşullarõ içeren bir söz- leşmede yer alan ve sözleşmeyi imzala- yarak kabul eden taraf aleyhine sonuçlar doğuran veya doğurabilecek olan hü- kümler “yazılmamış sayılır”; asõl yaptı- rım budur. 2) Bu yaptõrõmõn uygulanmasõnõ önlemek isteyen taraf (banka, sigorta şirketi vd.) karşı tarafa (işlemi imzalamasõ istenen ki- şiye) bu tür koşulların varlõğõ hakkõnda açõkça bilgi verip, bunlarõn içeriğini tam olarak öğrenip bilgi sahibi olmasõnõ sağ- lamakla yükümlüdür. Aksi takdirde koşul veya koşullar yazõlmamõş sayõlõr. 3) Belge metninde veya ayrõ ekinde, ko- şullarõn tartõşõlõp kabul edildiğine ilişkin açõklamadaki imza tek başõna yeterli de- ğildir. Böyle bir belgeye karşõn, koşul ve- ya koşullar yazõlmamõş sayõlabilir. 4) Sözleşmenin veya işin özelliğine ya- bancõ olan genel işlem koşullarõ da yazõl- mamõş sayõlõr. 5) Genel işlem koşullarõna ilişkin hü- kümlerin yorumlanmasõnda, belgeyi dü- zenleyen aleyhine yorum yapõlõr. 6) Genel işlem koşullarõna, dürüstlük ku- rallarõna aykõrõ hükümler konulamaz. 7) Yazõlmamõş sayõlan koşullar dõşõnda kalan sözleşme hükümlerinin geçerliği ortadan kalkmaz; bu nedenle belgeyi dü- zenleyen Borçlar Yasasõ’nõn 20/II mad- desinden yararlanamaz. Önümüzdeki 8-10 aylõk sõnõrlõ yasama döneminde tasarõ TBMM’de görüşülüp, ka- nunlaşõrsa, mevzuatõmõzda tüketiciler le- hine çok önemli bir yenilik gerçekleşmiş olacaktõr. Genel İşlem Koşullarõ Aydın Aybay Bizde, 1995’te tüketicinin korunmasõ için çõkarõlan yasadan sonra, şimdi TBMM gündeminde bulunan Borçlar Kanunu Tasarõsõ’nda, daha kapsamlõ bir koruma sağlamak için, Genel İşlem Koşullarõ başlõklõ 6 maddeden oluşan bir düzenleme getirilmiştir. Cumhuriyet, Atatürk ve Eğitim Erdoğan YILMAZ Eğitimci Başarõya erişebilmek için öyle bir program uygulamak zorundayõz ki, o program ulusumuzun bugünkü durumuna, toplumsal önemli gereksinimlerine, çevrenin ve yüzyõlõn gereklerine tõpatõp uygun olsun.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear